Katliam ve işkencelerle dolu 10 yıl: Terör örgütü Boko Haram

Temmuz 2018’de Nijerya'nın Maiduguri şehrinde gerçekleştirilen bir dizi baskının ardından yakalanan terörist Boko Haram unsurları (AP)
Temmuz 2018’de Nijerya'nın Maiduguri şehrinde gerçekleştirilen bir dizi baskının ardından yakalanan terörist Boko Haram unsurları (AP)
TT

Katliam ve işkencelerle dolu 10 yıl: Terör örgütü Boko Haram

Temmuz 2018’de Nijerya'nın Maiduguri şehrinde gerçekleştirilen bir dizi baskının ardından yakalanan terörist Boko Haram unsurları (AP)
Temmuz 2018’de Nijerya'nın Maiduguri şehrinde gerçekleştirilen bir dizi baskının ardından yakalanan terörist Boko Haram unsurları (AP)

Uluslararası istatistiklere göre Afrika'daki en etkili terör örgütü olarak kabul edilen Boko Haram’ın kuruluşunun üzerinden 10 yıl geçti. 4 yıl önce DEAŞ terör örgütüne biat eden Boko Haram, kanlı örgüte intisap etmesinin ardından eylemlerini artırdı. Boko Haram, gerçekleştirdiği şiddet eylemleriyle ve katliamlarla DEAŞ’ı geride bırakmasının ardından dünyanın en kanlı örgütü olarak anılmaya başlandı. Nijerya güvenlik kaynaklarına göre halen katliamlar gerçekleştirmeye devam eden Boko Haram örgütü, şimdiye kadar 30 bin kişiyi öldürdü ve 2 milyondan fazla kişiyi yerinden etti.
Boko Haram, operasyonlarında en çok intihar saldırıları kullanan terörist örgütlerden biri olarak kabul ediliyor ve bu saldırılarında genellikle kadınları ve çocukları kullanıyor.
Mısırlı uzmanlar, örgütün başlangıçta El-Kaide’ye tabi olduğunu, geçen on yıl boyunca komşu ülkelerde aktif olan terör örgütleriyle güçlü ilişkiler kurduğunu ve DEAŞ terör örgütüne biat ettikten sonra ise daha şiddetli ve yıkıcı hale geldiğini kaydediyor.
Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, Suriye ve Irak’ta DEAŞ örgütünün köşeye sıkıştırılmasıyla birlikte Boko Haram’ın Afrika kıtasındaki faaliyetlerini arttırdığını belirtti.
2009 yılının başında hareketin eski lideri Muhammed Yusuf, Nijerya'da çok sayıda siyasi lideri ölümle tehdit ettiği açık mektuplar göndererek Nijerya hükümetine savaş ilan etti. Aynı yılın Temmuz ayında Yusuf, İbn Teymiye Cami’nde vaaz verdiği sırada Nijerya polisi tarafından tutuklandı. Tutuklandığı sırada polise direnmeye çalışan Yusuf, çıkan çatışmada öldürüldü. Yusuf’un öldürülmesinin ardından hareketin liderliğine Ebu Bekir Şikva getirildi. “Kızların eğitim için değil evlilik için yaratıldığını” iddia eden Ebu Bekir Şikva, okullardan kızları kaçırdığı bir strateji izledi. Ebu Bekir Şikva’nın hareketin liderliğini teslim almasının ardından örgüt tarafından gerçekleştirilen intihar saldırıları daha da arttı.
Kanlı örgütün kuruluşu
Boko Haram örgütünün kuruluşu 1995 yılına kadar uzanıyor. Aynı yıl Ebu Bekir Lavan, Nijerya'nın kuzeydoğusundaki Borno eyaletine bağlı Maiduguri bölgesinde Ehl-i Sünnet ve Hicret veya Müslüman Gençlik Örgütü olarak bilinen bir grup kurdu. Kuruluş aşamasında harekete, okulu bırakan bir grup Nijeryalı öğrenci katıldı.
Boko Haram kuruluşunun ilk günlerinden Muhammed Yusuf’un örgütün liderliğini aldığı zamana kadar bir dini tebliğ hareketi olarak biliniyordu. Yusuf'un liderliğinin ilk yıllarında hareket, ismini birçok kez değiştirdi. “Nijerya Talibanı, Muhacirler, Yusufiyye ve Cihad ve Davet İçin Ehl-i Sünnet” gibi isimler alan hareket en nihayetinde Hausa dilinde “Batılı eğitim haramdır” anlamına gelen Boko Haram isminde karar kıldı.
İstatistikler, hareketin -kuzeydoğu ve batı eyaletlerinde yayılmasının ardından- ilk silahlı operasyonunu 2003 yılında gerçekleştirdiğini gösteriyor. Bu durum Şikva’nın DEAŞ örgütü lideri Bağdadi’ye biat ettiği Mart 2015’e kadar devam etti. Fakat Bağdadi’nin Şikva’ın yerine Ebu Musab el-Bernavi’yi geçirmesiyle birlikte hareket içerisinde bölünmeler yaşandı. Hareket Şikva’yı ve Bernavi’yi destekleyen iki gruba bölündü. Bu bölünme beraberinde söz savaşlarını getirdi ve her bir taraf diğerini gerek örgütün prensiplerinden ayrılmakla gerekse de liderlik özelliğinin yetersizliği ile itham etti.
2014 yılında en kanlı terör örgütü olarak adı geçen Boko Haram, 6 bin 644 kişinin hayatını kaybetmesine yol açtı ve 2015 yılında yaklaşık 500 saldırı gerçekleştirdi. Boko Haram, Nijerya dışındaki ilk saldırısını Çad ve Kamerun sınır bölgelerinde düzenledi. Gerçekleştirilen 46 saldırıda 520 kişi öldürüldü ve günden güne komşu ülkelere yönelik operasyonlar çoğaldı.
DEAŞ etkisi
Mısır Müftü Danışmanı İbrahim Necm, intihar saldırılarının, DEAŞ terör örgütüne biat etmesinin ve onun yöntemlerini benimsemesinin ardından Boko Haram eliyle Afrika’ya taşındığını söylüyor. İbrahim Necm ayrıca, örgütün zaman içerisinde dünya genelinde en çok intihar saldırıları gerçekleştiren örgüt olduğunu ifade ediyor.
Analistler Boko Haram örgütünün DEAŞ terör örgütüne biat etmesinin ardından savaş yeteneklerini her zamankinden daha fazla arttırdığını ve örgütün dayandığı temel düşüncenin DEAŞ örgütünde olduğu gibi ‘devlet fikri’ olduğunu dile getiriyor. Bunun yanı sıra son on yıl içerisinde Boko Haram örgütü tarafından kaçırılan ve sonrasında silahlandırılan kimselerin sayısının istatistiklerde kaydedilenden daha fazla olduğu düşünülüyor.
Uluslararası Af Örgütü, Şubat ayında yaptığı açıklamada, Boko Haram tarafından gerçekleştirilen tek bir saldırıda 60’tan fazla kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı ve bu saldırıyı örgüt tarafından son on yıl içerisinde gerçekleştirilen en kanlı saldırı olarak nitelendirdi.
Gözlemciler Boko Haram’ın Mağrip bölgesindeki El-Kaide başta olmak üzere Kuzey Afrika'da bulunan örgütler ile güçlü bir ilişkiler ağı kurmayı başardığını ve Kuzey Mali’deki savaşta El-Kaide’nin yanında savaşmaları için savaşçılarını buraya gönderdiğini belirtiyor.
Öte yandan köktendinci hareketler konusunda uzman olan Halid el-Zafarani, Boko Haram’ın şu anda gerçekleştirdiği intihar saldırılarında küçük çocukları kullandığını dile getiriyor. Çocukların eğitime ihtiyaçları olmadığını ve işin ciddiyetinin farkında olmadıklarını ifade eden el-Zafarani, bundan dolayı bu tür eylemlerde örgütün başarılı olduğunu kaydediyor. Ayrıca Suriye ve Irak’ta faaliyet gösteren DEAŞ terör örgütünün köşeye sıkışmasının ardından hareketin şiddet eylemlerini yoğunlaştırdığını dile getiriyor.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.