İngiltere'yi ABD ile seyrüsefer ittifakına katılmaya iten 10 neden

ABD Deniz Kuvvetleri'ne bağlı uçak gemisi (Twitter)
ABD Deniz Kuvvetleri'ne bağlı uçak gemisi (Twitter)
TT

İngiltere'yi ABD ile seyrüsefer ittifakına katılmaya iten 10 neden

ABD Deniz Kuvvetleri'ne bağlı uçak gemisi (Twitter)
ABD Deniz Kuvvetleri'ne bağlı uçak gemisi (Twitter)

İngiliz hükümeti, Washington’ın Deniz İttifakı'nın adını değiştirmeyi kabul etmesinin ardından Basra Körfezi'ndeki taşımacılık faaliyetlerini korumak için ABD liderliğindeki koalisyona katılmaya karar verdi. Londra, Tahran’la ‘nükleer anlaşmayı sürdürmeye’ bağlı kalarak Trump yönetiminin ‘azami baskı politikasına’ katılmamakta ısrar etmesinin yanı sıra anlaşmadaki Avrupalı devletleriyle bir ‘Avrupa gücü kurmaya’ çalışıyor.
Körfez bölgesi, geçtiğimiz dört ay boyunca BAE kıyılarındaki dört petrol tankerini hedef alan saldırılara, daha sonra da İran’ın Grace 1 tankerinin Akdeniz’deki Cebelitarık hükümeti tarafından alıkonulmasına ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) İngiliz bandıralı Stena Impero isimli petrol gemisinin durdurmasına tanık oldu.
ABD ve İngiliz deniz kuvvetleri arasındaki operasyonel oluşuma dair detaylar henüz belirlenmemiş olsa da ‘ittifak’, farklı ülkelerin orduları ve ticari denizcilik operasyonları arasındaki koordinasyon seviyesini yükseltmeyi hedefliyor. Şarku'l Avsat’ın elde ettiği bilgilere göre Londra’nın ittifaka katılma kararı şu 10 gelişmenin ardından gerçekleşti:
1- ABD’nin geçen haziran ayının sonunda Hürmüz Boğazı’nda İran’a ait bir İHA’yı düşürmesi ve ABD Başkanı Donald Trump’ın askeri liderler tarafından verilen tavsiyelerin ardından cezai bir yanıt vermekten vazgeçmesi. Bu gelişme birçok tarafın pozisyonları ve hesaplarını incelemesine neden oldu. Ayrıca ABD yönetimindeki, Tahran'da ‘kontrollü baskı’ ve DMO ile doğrudan yüzleşmeme seçeneklerini destekleyen seslerin güçlenmesine yol açtı.
2- Japonya ve Almanya gibi büyük devletlerin ‘azami baskı’ uygulama politikasından uzak durma ve kontrollü baskı uygulayarak Tahran’a açık kapı bırakma taraftarı olmaları nedeniyle Washington tarafından Körfez’de gerçekleştirilmesi önerilen ‘Muhafız Operasyonu’na katılma konusunda tereddüt etmesi.
3- Geçen ayın sonunda ABD’nin Tampa Üssü ve Bahreyn’de gerçekleştirilen askeri müzakerelerin sonuçları... Buna göre Kanada ve Avustralya, dünya petrolünün yüzde 20’sinin ihraç edildiği hattı korumak için oluşturulacak bir deniz misyonuna katılmaya hazır. Japonya, Hindistan ve Avrupa ülkeleri, ABD vizyonuna uygun bir şekilde doğrudan askeri katkıda bulunma fikrine sıcak bakmıyor. Birçok ülke herhangi bir misyonun ABD tarafından uygulanan ‘azami baskı’ kapsamına girmemesi gerektiğini belirtti.
4- Fransızların, uydusu, denizde askeri kapasitesi ve istihbaratı olan ABD ordusu olmadan navigasyonu korumak için ciddi bir askeri çaba gösterilemeyeceğini farkında olmasına rağmen ABD ittifakına katılmayı reddetmesi...
5- İngiltere'nin eski Başbakanı Theresa May hükümetinin Körfez’deki seyrüseferi korumak için bir ‘Avrupa gücü’ kurma önerisinden sonra gerçekleştirilen temasların sonuçları... Avrupa ülkeleri ‘nükleer anlaşmanın korunmasıyla’ ilgili iç ve diğer nedenlerle bu ittifakı kurma konusundaki isteksiz davrandı. Ülkeler, İngiltere’nin teklifinin yaklaşmakta olan Avrupa Birliği’nden çıkış tarihine denk gelmesinden endişeli. Londra, Avrupa hattında çalışmaya devam edecek. Ancak ‘Avrupa’nın yavaşlığı’ ve İngilizlerin donanmayı yeterli zaman aralığında bilgilendirmesi ile tanker güvenliğini koruma konusunda somut adım atma yönünde hızlı hareket etme ısrarı ortaya çıktı.
6-  ABD’de ‘Muhafız Operasyonu’nu uygulamak için uluslararası bir koalisyon kurma girişimi ile İngiltere’nin bir ‘Avrupa gücü’ kurma önerisi arasında entegrasyon için bazı tekliflerde bulunulması... Bunlar arasında Basra Körfezi’nin üçe bölünmesi de yer alıyor: ABD yönetiminde Hürmüz Boğazı’nı koruma bölümü, Avrupa gücü liderliğinde Umman kıyılarını koruma bölümü ve Arap ülkeleri komutasında Körfez’in geriye kalınan kısımlarının korunduğu bölüm.... Bahreyn’deki İngiliz üssü ve Körfez’deki ABD üsleri arasında koordinasyon kurulması ve bir deniz hareket odası oluşturulması önerildi.
7-  Boris Johnson’ın İngiltere Başbakanı olarak göreve başlaması ve kabinede değişiklikler yapması... Londra'da ‘nükleer anlaşmayı’ sürdürme ve Tahran üzerindeki ‘azami baskı politikasından’ uzak durmaya devam etme kararlarıyla sonuçlanan iç istişareler yapıldı. Ayrıca İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından başlatılan, İsveç ve Hollanda gibi diğer ülkelerin de katılma olasılığının bulunduğu ‘ihracat mekanizmasını’ sürdürülmesine karar verildi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İran’ın talepleri doğrultusunda petrolü ihraç etme yolları arıyor.
8- Washington ile gerçekleştirilen İngiliz ve uluslararası görüşmeler sonucunda deniz seyrüseferini korumak ve uluslararası güvenlik görevini uygulamak için oluşturulan ittifakın ‘Muhafız Operasyonu’ adının değiştirilip yerine uluslararası bir bağlamda yumuşak bir isim kullanılmasını kabul etmesi… Washington, diğer ülkeleri de bu gerçek, uluslararası sorunun çözümü adımlarına katılmaya teşvik etmek için müttefiklerle ve ortaklarla birlikte çalışma sözü verdi. Bu da ‘seyrüsefer güvenliği’ ve ‘azami baskı uygulama’ konularını birbirinden ayırmak anlamına geliyor.
9- İngilizlere göre Londra'nın HMS Duncan ve HMS Montrose destroyerlerinin Körfez’de bulunuyor olması uluslararası çabalara fiili katkı sağlıyor. Washington da ABD donanmasının Körfez’deki İngiliz tankerlerine acil koruma sağlaması kararı aldı.
10- Batılı kaynaklara göre, Paris, Londra’nın kararı ile eş zamanlı olarak BAE’de deniz güvenliği konusunda askeri olmayan bir konferans düzenlenmesi önerisi sundu. Bazıları İranlı bir heyetin de konferansa katılmasını teklif etti.
Bu durumda, İngiltere’nin ABD tarafına katkısı, Trump yönetiminin İran üzerindeki ‘azami baskı’ politikasına katılmadan Körfez'deki seyrüsefer güvenliği ittifakına girme olasılığı açısından birkaç ülke tarafından izlenecek bir test niteliğinde olacak. Bu nedenle dünkü resmi açıklamada Londra, mevcut gerilimleri hafifletmek için Tahran'la çalışma taahhüdünü ve İran’ın nükleer silahlanmasını önlemenin en iyi yolunun nükleer anlaşmasındaki yükümlülükleri uygulamak olduğunu vurguladı. İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Konuşlanma güvenliği artırıyor. Ticari gemilere güvence sağlıyor. Amacımız, bölgede uluslararası hukuka göre seyrüsefer özgürlüğü için geniş uluslararası desteği sağlamak. İran'a yaklaşımımız değişmedi. Ortalığı sakinleştirmek ve nükleer anlaşmayı sürdürmek için İran ve uluslararası ortaklarımızla birlikte çalışmaya kararlıyız.”



Demokratik ülkeler ‘gri bölge’ savaşlarını nasıl kazanır?

Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
TT

Demokratik ülkeler ‘gri bölge’ savaşlarını nasıl kazanır?

Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)

Savaş ve barış arasında, kavramların farklılaştığı ve kuralların karmaşıklaştığı ‘gri bölge’ olarak anılan belirsiz bir bölge var. Bu bölge, bir ülkenin bir başka ülkeye zarar veren faaliyetlerde bulunduğu yeri temsil ediyor. Öte yandan bu faaliyetler, savaş eylemleri olarak kabul edilse de yasal açıdan savaş eylemleri değildir.
Eski bir İngiliz ordu mensubu olan Albay Richard Kemp tarafından hazırlanan ve ABD merkezli Gatestone Enstitüsü tarafından yayımlanan bir raporda, demokratik ülkelerin gri bölgedeki otoriter devletlerin ve terör örgütlerinin eylemlerine ilişkin tutumları ve bunlarla nasıl mücadele edebileceklerine dair bir incelemeye yer verildi.
İngiltere Kabine Ofisi'nde uluslararası terörle mücadele ekibinin başkanı olarak görev yapan Kemp, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin, bu ay geçici ulusal güvenlik strateji belgesini yayınladığını, aynı şekilde Atlantik Okyanusu’nun karşısında İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın, Parlamento’ya entegre bir güvenlik, savunma, kalkınma ve dış politika belgesi sunduğunu söyledi. Biden ve Johnson, söz konusu belgelerde gri bölgedeki giderek artan zorluklarla ilgili endişelerini dile getirirken bunlara daha etkili bir şekilde yanıt vermek için önlemler alma sözü verdiler. Rapor, gri alanın, ülkeler arasındaki normal jeopolitik rekabetin dışında kalan, ancak silahlı çatışma düzeyine ulaşmayan zorlayıcı eylemlerin yer aldığı barış ve savaş arasındaki yer olduğuna dikkati çekti. Gri bölgedeki eylemler, genellikle teröristler dahil olmak üzere vekiller kullanan ülkeler ve terör örgütlerinin kendileri tarafından gerçekleştiriliyor. Gri bölgenin kuralları genellikle agresif, belirsiz, inkar edilebilir ve görünmezdir. Hedef ülkelere zarar vermeyi, onları zorlamayı ve etkilemeyi veya istikrarlarını bozmayı ya da uluslararası statükoya zarar vermeyi amaçlar. Bir yandan büyük bir askeri müdahaleden kaçınırken diğer yandan gerilimi daha da artırma tehdidiyle hedef ülkeyi yıldırmaya ve caydırmaya çalışırlar.
Albay Kemp, Alman Haber Ajansı’nda (DPA) yer alan analizinde, gri bölgenin yeni bir fenomen olmadığını, aksine dünya genelinde en baskın çatışma biçimi olduğunu belirtiyor. Bunun yanı sıra küreselleşme ve teknolojinin, bu tür eylemlerin sıklığını, etkililiğini ve ortaya çıkma hızını artırdığına işaret eden Albay Kemp, ABD ve İngiltere'nin de bu durumun farkında olduklarını vurguladı. Albay Kemp, siber alan, uzay, internet, sosyal medya, dijital propaganda ve insansız hava araçları (İHA) gibi giderek daha güçlü hale gelen ‘gri savaş’ araçlarını kullanan daha fazla aktörün devreye girdiğine dikkati çekti. Bu aktörlere verilen örnekler arasında Rusya’nın 2018 yılında Birleşik Krallık'ta bir kişiyi sinir gazı ile öldürme girişimi, Kırım'ın ilhakı, Avrupa parlamentosu seçimlerine müdahale çabaları, Çin'in Güney ve Doğu Çin denizlerindeki tartışmalı adalar üzerinde egemenlik ilan etme taktikleri ve eylemleri, Hindistan'a karşı Ladakh bölgesindeki askeri saldırısı, Hong Kong'a yönelik şiddetli baskısı ve İran’ın Ortadoğu, Güney Amerika, ABD, Avrupa ve diğer yerlerde tekrarlanan terörist saldırıları, uluslararası tankerlere el koyma ve saldırıda bulunma ve vekilleri aracılığıyla Irak’taki ABD’ye ait tesislere füze saldırıları düzenlemesi de yer alıyor. Batılı ülkelerin elinde, kendilerini veya müttefiklerini hedef alan ve çok taraflı koordinasyonu daha etkin bir şekilde kullanan gri bölge eylemlerine karşılık vermek için birçok proaktif ve reaktif seçenek bulunuyor. Amaç, caydırıcılığın yanı sıra topyekün bir çatışmaya yol açabilecek gerilimleri önlemektir. Seçenekler, diplomasi, basın, ekonomi ve askeri olmak üzere dört kategoriye ayrılır.
Söz konusu gri bölge eylemlerine askeri olarak karşılık verme kategorisi, NATO güçlerinin, Rusya'nın saldırı olasılığına karşı Litvanya'da konuşlandırılması ve İngiliz Kraliyet Donanmasına ait uçak gemilerinin Güney Çin Denizi'ndeki seyrüsefer özgürlüğünün sağlanması için devriye gezmeleri gibi sembolik güç gösterilerinin yanı sıra sınırlı konvansiyonel savaş, gizli operasyonlar, siber saldırılar ve casusluk gibi seçenekleri barındırıyor. 
Bu seçeneklerin her biri, gri bölge eylemlerine karşı son derece önemli olabilir, ancak önemli politik riskleri de beraberinde getirmektedir. ABD’nin 2020’de İran'ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi hedef alan füze saldırısı, bunun en büyük örneğidir. Süleymani, diğer kötü niyetli faaliyetlerin yanı sıra, uzun yıllar ABD’yi ve müttefiklerini hedef alan saldırıları organize eden ve gri bölgenin önde gelen isimlerinden biriydi. Demokratik ülkelerin gerilim yaşama korkusu, gri bölgede askeri seçeneklerin kullanımı konusunda büyük kısıtlamalara yol açarken bu durum İran gibi otoriter ülkeler tarafından sömürülüyor. Oysa verilecek karşılık dikkatli bir şekilde hesaplandığı takdirde Başkan Biden’ın uyardığı türden bir tırmanma pek olası değildir. Gri bölge eylemlerinin asıl amacı, ABD ve müttefikleri ile topyekun bir çatışmaya girmekten kaçınmaktır.
Kemp, Batılı güçler tarafından yürütülen tüm askeri operasyonların, hükümetlerin askeri operasyonların yürütülmesinin veya kanunları uygulama prosedürlerinin belirli operasyonlarda geçerli olup olmadığına dair net bir karar almasıyla gri bölge de dahil olmak üzere iç ve uluslararası hukuka uygun olarak yürütülmesi gerektiğini düşünüyor.
Ancak yasalara bağlı olmak, askeri operasyonun siyasi açıdan zarar vermeyeceğini garanti etmez. Özellikle de operasyon ters giderse bu kaçınılmaz olur ve oldukça risklidir. Bazı durumlarda, dolaylı bir yaklaşım benimsenmesi ve gri bölgede başka bir ülkedeki bir düşmana ve onu harekete geçiren davadan farklı bir davaya karşı askeri bir operasyon düzenlenmesi gerektiğinden durum daha da karmaşık bir hale alır.
Eğer siyasi çıkarlar çok yüksekse, gri bölgedeki askeri operasyona karşılık vermek gerekir mi? İngiltere Başbakanı Johnson’ın Parlamento’ya sunduğu belgede, “Ülkeleri cezalandırılma ihtimalleri olduğunu belirterek, bu eylemleri yapanları açığa çıkararak, bunları kimin işlediğini açıklayarak ve buna göre cevap vererek düşmanca eylemlerinden caydırmaya çalışacağız. Caydırıcılık tek başına askeri bir seçenek anlamına gelmez. Mümkün olduğunda, yaptırımların uygulanması için diplomasi ve basın yolunun kullanılması ve ekonomik tedbirler alınması tercih edilir. Ancak bazen aynı şekilde yanıt vermek gerekebilir. Askeri seçeneği kullanmak isteyen gri bölge muhalifleri de gerçek bir askeri tehditle karşı karşıya kalmalıdır” ifadeleri yer aldı.
Albay Kemp raporunda “Liberal demokrasilerin gri bölgede çalışmak istediklerinden ne kadar eminiz?” diye soruyor. İngiltere, on yılı aşkın bir süredir İran’ın askeri mühimmatlarını kullanan vekil güçler, Irak'ta İngiliz (ve Amerikan) askerlerini öldürüldüğünde ve sakat bıraktığında dahi gri bölgede herhangi bir askeri operasyon düşünmedi. Her şey ortada olmasına rağmen İran’a düşmanlık bile beslemedi.  Bunun yerine diplomatik çabalara dayandı ve cinayetler devam etti” değerlendirmesinde bulunuyor.
Bu zayıf tutumun sonuçları, İran'ın devam eden gri bölge saldırılarında görülmeye devam ediyor. Eğer bu zayıflığın nedeni, -askerleri öldürülen ülkelerin- siyasi liderlerinin o dönemdeki gerilim yaşama korkusu ve siyasi yankılarsa, bugün özellikle çok yüksek bir risk taşımıyorsa gri bölgede askeri operasyonlar düzenlemeyi ciddi olarak düşünme ihtimalleri nedir?