Sudan'da yeni bir dönem başlıyor

Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ve Ahmed Rebi dün Anayasa Bildirisi’ni imzaladıkları sırada (Reuters)
Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ve Ahmed Rebi dün Anayasa Bildirisi’ni imzaladıkları sırada (Reuters)
TT

Sudan'da yeni bir dönem başlıyor

Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ve Ahmed Rebi dün Anayasa Bildirisi’ni imzaladıkları sırada (Reuters)
Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ve Ahmed Rebi dün Anayasa Bildirisi’ni imzaladıkları sırada (Reuters)

Sudan’da 3 yıl sürecek ve genel seçimlerle nihayetlenecek geçiş dönemine ilişkin anayasa bildirisinin imzalanmasının ardından yeni bir döneme girildi. İmza törenine bir dizi komşu ülke liderinin yanı sıra Arap ve Afrika ülkelerinin temsilcileri ile bölgesel ve uluslararası kuruluşlardan yetkililer de katıldı. Bu temsilcilerden bazıları tanık sıfatıyla anayasa bildirisini imzaladılar. Ayrıca katılımcıların çoğu Sudan’da yaşanan büyük değişime yönelik desteklerini dile getirdikleri kısa konuşmalar yaptılar.
Ordu ile siviller arasında 4 Ağutos’ta imzalanan anlaşma, 30 yıllık iktidarın ardından el-Beşir’in devrilmesiyle son bulan 8 aylık gösterilere ve protestolara son verdi. Anayasa bildirisi, el-Beşir’in Nisan ayında devrilmesinden bu yana iktidarda olan Askeri Geçiş Konseyi’nin (AGK) feshedilmesini ve Abdülfettah el-Burhan’ın başkanlığında 5 asker ve 6 sivilden oluşan egemenlik konseyinin yönetime gelmesini öngörüyor.  Konseye ilk 21 ay boyunca Abdülfettah el-Burhan başkanlık edecek ve kalan 18 ayda ise konsey başkanlığı sivillere devredilecek. Bununla birlikte bu ayın sonunda Abdullah Hamdok başkanlığında yürütme yetkisini bütünüyle elinde bulunduracak sivil bir hükümet kurulacak.
Anayasa bildirisi AGK Başkan Yardımcısı Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ile Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’nden (ÖDBG) bir lider tarafından imzalandı. 3 saatten fazla süren imza töreninin gerçekleştirildiği mekanın çevresinde binlerce vatandaş bir araya geldi. Törende Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed Ali, Kenya Cumhurbaşkanı Uhuru Kenyatta, Çad Cumhurbaşkanı İdris Debi ve Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit, Mısır Başbakanı Mustafa Madbuli ve çok sayıda dışişleri bakanı da hazır bulundu.
Abdülfettah el-Burhan: Gençleri devlet kurmaya çağırıyoruz
AGK Başkanı Abdülfettah el-Burhan imza töreninin sona ermesinin ardından yeşil bir örtünün içine konan belgeyi taşıdı, havaya kaldırdı ve katılımcıların alkışları ortasında belgeyi gösterdi. Askerler ile siviller arasında hakim olan vatanseverlik ruhuna övgüde bulunan el-Burhan, taraflar arasındaki güveni güçlendirme çağrısı yaptı ve anayasa bildirisi kapsamındaki hükümlere uyulacağına, iktidarın sivillere devredileceğine ve güvenlik, kamu özgürlükleri ve demokratik dönüşümün korunacağına dair söz verdi.
Muhammed Naci el-Esam: 30 yıllık yokluğumuzdan dolayı dünyadan özür diliyoruz
Öte yandan ÖDBG üyesi Muhammed Naci el-Esam yaptığı uzun konuşmada, geçiş dönemine ilişkin nihai anlaşmaların imzalanmasıyla birlikte ülkede yeni bir sayfanın açıldığını ve yolsuzluk ve ihlallerle geçen dönemin geride bırakıldığını söyledi.
ÖDBG’nin istisna olmaksızın bütün savaş bölgelerinde kapsamlı bir barış sağlanması için çalışacağını dile getiren el-Esam, oturma eylemini kırma girişimleri sırasında işlenen suçlara ilişkin soruşturmalar konusundaki kararlılıklarını vurguladı ve bu suçlara karışan hiç kimsenin cezasız kalmayacağını belirtti. Uluslararası topluma 30 yıl süren bir yokluktan dolayı özür mesajı ileten el-Asam, Sudan'ın bir an önce uluslararası topluma katılması için çalışılması çağrısında bulundu. Ayrıca dini gruplara ve sivil gruplara, aralarındaki farklılıklara rağmen barış içinde birlikte yaşamaları çağrısı yaptı. Irkçılığın ve kabileciliğin bir kenara bırakılması ve hoşgörünün teşvik edilmesi çağrısında bulunan el-Asam, vatanın değerinin her şeyin üstünde olduğunu ve  Sudan'ın farklı bölgeleri arasında eşitliği sağlamanın gerekliliğini vurguladı.
Öte yandan askeri müessesinin ülkenin koruma kalkanı olduğu nitelendirmesinde bulunan el-Asam, ülke içerisindeki silahlı hareketlere, ülkede kapsamlı bir barışın sağlanması için yapıcı bir diyaloğa girmeleri çağrısında bulundu.
Şarku’l Avsat’a konuşan Milli Ümmet Partisi Genel Başkanı Sadık el-Mehdi, geçiş dönemine ilişkin belgelerin imzalanmasının ardından yapılan kutlamalar hakkında “ulusal bayram” nitelendirmesinde bulundu. Totaliter bir rejimden demokratik sisteme geçilirken karşı karşıya kalınabilecek bazı zorluklar konusunda uyarıda bulunan el-Mehdi, “Birçok engel ve zorlukla karşılaşılacağı doğrudur, fakat halkın iradesi ve gençlerin kararlılığı bu engellerin üstesinden gelinmesini sağlayacaktır” ifadelerini kullandı.
Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed Ali, Sudan’da geçiş dönemine ilişkin imzalanan anlaşmanın yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu söyledi ve geçiş dönemi boyunca desteklerini sürdüreceğini taahhüt etti. Konuşması sırasında işbirliği ve kenetlenme çağrısında bulunan Abiy Ahmed, demokrasiye doğru giden yola şu anda girildiğini dile getirdi. Ayrıca demokratik dönüşümü sürdürmenin, demokrasinin ilkelerine bağlı kalmanın ve herkesle işbirliği içerisinde kurumlar kurmak gerektiğinin altını çizdi.
Mısır Başbakanı Mustafa Madbuli, Kahire'nin Sudan halkının umutlarına verdiği desteği vurguladı ve geçiş dönemine ilişkin anlaşmanın imzalanmasında katkıları bulunan bölgesel çabalara övgüde bulundu. Sudan’ın kıtadaki seçkin konumunu tekrar kazanana kadar bölgesel ve uluslararası forumlarda kendisini destekleyeceklerini belirten Madbuli, siyasi destek de dahil olmak üzere, önümüzdeki dönemde Sudan’a mümkün olan her türlü desteği sağlamaktan geri durmayacaklarını belirtti. Anlaşmanın bundan sonraki aşamada Sudan için bir yol haritası teşkil ettiğini ve herkesin bu konuda yardımcı olacağını dile getiren Madbuli, imzalanan anlaşmayla birlikte Sudan’da yeni bir döneme girildiğini kaydetti.
Musa Faki: Tarihi bir başarı
Afrika Birliği (AfB) Komisyonu Başkanı Musa Faki, Sudanlı taraflar arasında imzalanan anlaşmanın önemini vurguladığı konuşmasında, engellerin ve zorlukların üstesinden gelmek için gösterilen çabalara övgüde bulundu. Anlaşmayı tarihi bir başarı olarak nitelendiren Faki, bunun Sudan halkın çok büyük zorluklara göğüs germe iradesinin bir göstergesi olduğunu söyledi. Ayrıca Sudan'daki mevcut durumun felaketler, açgözlülük ve çatışmaları netice veren savaşlar nedeniyle çok karmaşık olduğunu belirtti.
Afrika Birliği'nin (AfB) Sudan Özel Temsilcisi Muhammed el-Hasan Lebat, Afrika kıtasının Sudan’ın arkasında bulunduğunu dile getirerek, taraflar arasında imzalanan anlaşmanın Sudan halkının iradesinin sonucu olduğuna dikkat çekti. Ayrıca Afrika kıtasının, ülkelerinin bağımsızlığını koruma konusunda kararlı olduğunu ve imzalanan anlaşma ile dünya devletlerine krizlerini çözme becerisi konusunda bir ders verdiğini belirtti.
Cubeyr: Sudan’la tarihi ilişkilerimiz var
Suudi Arabistan'ın Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Adil el-Cubeyr dün Hartum’da düzenlenen basın toplantısında, Arap ve İslam ülkelerinden, tarihinde yeni bir sayfa açan Sudan’ın arkasında durmalarını talep etti.
Afrika Birliği (AFP) ve Etiyopya’nın Sudan içişlerine yönelik yabancı müdahaleleri reddeden tutumunu desteklediklerini dile getiren Cubeyr, Sudan halkının istikrar ve güvenliğinin sağlanmasının gerekliliği ve önemi konusundaki inançları doğrultusunda tüm Sudanlı taraflarla temasları sürdürdüklerini belirtti.
Öte yandan Suudi Arabistan Krallığı adına Arap ve İslam ülkelerini ve uluslararası toplumu Sudan’ın yanında durmaya çağıran Cubeyr, Sudan’ın tarihinde kararlılıkla yeni bir sayfanın kapısını araladığını ve ülke halkının terörizm ve radikalizmden uzak bir şekilde ülkenin hak ettiği büyüme ve istikrarı dört gözle beklediklerini kaydetti.
Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed Al Halife, Sudan halkı tarafından kaydedilen bu büyük başarı için gerçekleştirilen kutlamaların, Sudan halkının özgür halklara sunmuş olduğu örneklerin bir parçası olduğu değerlendirmesinde bulundu. ÖDBG ve AGK’nın büyük bir neşeyle sonuçlanan bu tarihi aşamaya varmada gösterdikleri çabalardan ötürü övgülerini dile getiren Al Halife, yaşananların Sudan halkı adına parlak bir geleceği müjdelediğini ve Sudan halkın taleplerini gerçekleştirme konusundaki kararlılığını ve iradesini gösterdiğini belirtti.
 Kuveyt Başbakan Yardımcısı Enes Salih ise Sudanlı taraflar arasında imzalanan anlaşmanın Sudan'ın daha geniş ufuklara yöneldiği yeni bir dönemin başlangıcı ve güçlü bir Sudan’ın inşası için bir temel olduğunu söyledi. Kuveyt’in bütün kalbiyle Sudan halkının yanında durduğunu belirten Salih, Sudan’ın istikrarı ve güvenliği konusundaki kararlılıklarını dile getirdi.
Useymin: Görkemli bir başarı
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Yusuf bin Ahmed el-Useymin, anlaşmanın ülkenin içinde bulunduğu krizden bir çıkış yolu ve geleceği inşa etmeye yönelik atılan bir adım olduğunu dile getirerek, bugün elde edilenlerin kelimenin tam anlamıyla bir Sudan başarısı olduğunu söyledi.
AGK Başkanı Andülfettah el-Burhan’ın daveti üzerine bu büyük törene katılmak için Sudan’a geldiğini dile getiren el-Useymin, “Yalnızca Sudanlılar için değil, aynı zamanda topraklarının doğusundaki ve batısındaki bütün Araplar ve Müslümanlar için bir mutluluk vesilesi oldu. Bugün Sudan’da elde edilenin kelimenin tam anlamıyla görkemli bir Sudan başarısı olduğu söylenebilir” ifadelerini kullandı.
Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Halil İbrahim ez-Zevadi, Sudan halkının önlerine çıkan bütün engellerin üstesinden gelebilme, ülkeyi kalkındırma ve güvenliği sağlama kabiliyetine sahip olduğunu söyledi. Ayrıca şu anda tüm dünyanın ve dost ülkelerin bu tarihi anda tanıklık ettiğini dile getirdi.
 AGK Başkanı Andülfettah el-Burhan, Afrika Birliği'nin (AfB) Sudan Özel Temsilcisi Muhammed el-Hasan Lebat, Etiyopya'nın Sudan Özel Arabulucusu Mahmud Derir ve Etiyopya’nın Hartum Büyükelçi’sine müzakereler sırasında oynadıkları önemli rollerden ötürü madalya verdi.



Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
TT

Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)

Nebil Fehmi

Eski anlaşmalardan ve erken sözleşmelerden modern devlet yönetiminin karmaşık sanatına kadar diplomasi, güç, çıkarlar ve uzlaşılardan etkilenmiştir. Başlıca geleneklerinden biri, “gerçekçilik”tir; yani devletler öncelikle kendi güvenlikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ederler, ahlaki veya idealist hedefler için değil.

 

Bu bağlamda, bazılarının “gerçekçilik” diplomasisi olarak adlandırdığı şey yeni bir icat değildir; tarihe derinden kök salmıştır. Odak noktası, toprak, kaynaklar, güvenlik garantileri ve ekonomik anlaşmalar gibi somut kazanımlardır.

ABD Başkanı Donald Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor. Destekçileri bu tür adımları pratik ve sonuç odaklı olarak görüp överken, diğerleri bunların uzun vadeli sonuçları, bölgesel dinamikleri, ahlaki ikilemleri ve istikrarı göz ardı eden bir diplomasiye yol açabileceğinden endişe ediyor.

Ekim ayında İsrail ve Hamas arasında ateşkes anlaşması sağlandı. ABD'deki birçok kişi, bundan doğan diplomatik atılımı hemen ABD liderliğindeki diplomasinin somut bir sonucu olarak karşıladı. Şarm el-Şeyh'te düzenlenen zirveye Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi eş başkanlık etti ve birçok ülkeyi bir araya getirdi. Anlaşmanın pragmatik doğasını vurgulayan hedefleri, ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması ve acil insani yardım sağlanması gibi görünüyordu.

Kasım ayında da Trump yönetiminin Ukrayna'daki savaş için 28 maddelik bir barış planı önerdiği yönünde haberler çıktı. Taslak, Kırım, Luhansk ve Donetsk üzerindeki Rus kontrolünün tanınması, diğer bölgelerdeki çatışmaların dondurulması, Ukrayna ordusunun sayısının sınırlandırılması ve Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının engellenmesi gibi oldukça tartışmalı maddeler içeriyordu.

Avrupalı müttefikler, planın kilit unsurlarına, özellikle de Ukrayna'nın egemenliğini zayıflatacak, onu yeniden Rus saldırganlığına karşı savunmasız bırakacak veya NATO'dan dışlayacak önerilere şiddetle karşı çıktı.

Haberler ayrıca, bazı önerilerin ABD desteği karşılığında Ukrayna'nın maden kaynaklarına, altyapı haklarına ve ihracat lisanslarına erişim gibi ekonomik koşullar içerdiğine de işaret ediyor.

Bu tür müzakereler – barış ve ekonomik koşullar karşılığında kapsamlı toprak ve askeri tavizler – birçok kişinin cüretkar koşullar, güçlü bir düşman lehine açık yanlılık göz önüne alındığında, yeni olarak değerlendirdiği takasa dayanan gerçekçi bir diplomasi örneğidir. Rusya, Avrupa, müttefiklerin ikinci plana itilmesi ve Ukrayna'ya bir anlaşmayı kabul etmesi için yapılan baskı, eleştirmenler tarafından barış yapma kılıfına bürünmüş zorlayıcı takas diplomasisi olarak görülüyor.

Analistler, “Önce ABD” bayrağı altında yürütülen bu diplomasinin uzun süredir devam eden ittifakları sarstığı ve Avrupa'nın kendisini giderek daha fazla ikinci plana itildiği hissine kapılmasına neden olduğu konusunda uyarıyor. Avrupalı liderler de ABD liderliğindeki Ukrayna müzakerelerinin yeterli Avrupa katılımı veya istişaresi olmadan ilerleyebileceğinden endişe duyduklarını dile getirdiler.

Eleştirmenler, bu yaklaşımın İkinci Dünya Savaşı sonrası düzeni destekleyen kolektif diplomatik normları – çok taraflılık, ortak değerler, kurumsal iş birliği ve egemenlik ile insan haklarına bağlılık üzerine kurulu normları – zayıflattığını savunuyor.

Peki takas diplomasisi tarihsel olarak belgelenmişken, bazı yorumcular Trump'ın yaklaşımını neden yeni veya istisnaiymiş gibi ele alıyor? Yeni görünen husus, kurumsal süreklilik ve ortaklıktan ziyade, belki de kısa vadeli kazanımlar ve kişisel güç tarafından yönlendirilen, daha tek taraflı, sıfır toplamlı, yukarıdan dikte edilen bir versiyon olmasıdır. Geleneksel diplomasi – hatta gerçekçi politika bile – genellikle kapalı kapılar ardında yürütülürken, arka kanal diplomasisi farklı bir hikayedir. Trump döneminde, anlaşmalar, teklifler ve hatta müzakere pozisyonları genellikle tamamen aleni ve duyurulmuştur. Bu şeffaflık, diplomasinin takasçı doğasını daha belirgin hale getiriyor ve bazen daha muğlak diplomasiye alışmış izleyiciler için şok edici olabiliyor.

Ukrayna için önemli toprak ve stratejik tavizler içeren barış planı taslağı, Ukrayna'nın maden ve altyapı haklarından yararlanmayı öngörüyor. Dolayısıyla Ukrayna planı da ABD liderliğindeki bir planın parçası olarak Gazze'yi “kontrol etme” ve yeniden geliştirme yönündeki radikal plan da kademeli diplomatik anlaşmalar değil. Bunlar büyük ölçekli ve kapsamlı olup, egemenlik, adalet ve güç dengesizlikleri hakkında temel soruları gündeme getiriyor.

Diplomasi giderek daha çok kişiye dayalı hale geldi; bu modern diplomaside bir eğilimdir, ancak Trump döneminde bu konuda aşırıya kaçıldı. Anlaşmalar genellikle kurumlara veya kurum odaklı çok taraflılığa değil, bizzat Trump'a bağlı. Bu istikrarsızlığı artırıyor; zira lider değişirse, anlaşmalar değişebilir ve onları destekleyen güven ortadan kaybolabilir. Gözlemciler, modern diplomasinin güç yapıları, teknoloji, medya ve devlet dışı aktörlerdeki değişiklikler nedeniyle bir dönüşüm geçirdiğini belirtiyor, ancak Trump modeli kişisel etkiyi vurguluyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası diplomasi büyük ölçüde, kolektif kurumlar, egemenliğe saygı, insan hakları, uluslararası hukuk ve ittifaklar (NATO gibi) vb. kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurmaya çalıştı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre eleştirmenler, Trump'ın yaklaşımının diplomasiyi kaba pazarlık, takas mantığı ve bazen asimetrik güç etrafında yeniden odakladığını ve potansiyel olarak kolektif diplomasiyi destekleyen normları ve güveni aşındırdığını savunuyor.

Bu nedenle, takas diplomasisinin ardındaki mantık yeni olmasa da biçimi, açıklığı, kapsamı ve normatif etkileri birçok kişiye göre modern diplomatik uygulamalardan önemli bir sapma gibi görünüyor. Birçok gözlemci için yeni olan da budur.

Trump döneminde görüldüğü gibi daha agresif ve tepkisel bir diplomasi benimsemek kısa vadeli kazanımlar sağlayabilir, ancak aynı zamanda ciddi uzun vadeli riskler de taşıyabilir.

Takas diplomasisi -özellikle güçlü bir lider tarafından yönetildiğinde- çıkmazlar devam etse de anlaşma için tarafları zorlayabilir. Gazze ateşkesi birçokları tarafından hızlı ve güçlü diplomasinin bir başarısı olarak gösteriliyor.

Siyasi gerçekçiliğin bazen yardımı veya desteği ekonomik anlaşmalar ve stratejik uyum gibi somut getirilerle ilişkilendirmeye sevk ettiği dikkatleri çekiyor. Güçlü devletler, stratejik veya ekonomik çıkarları için hayati önem taşıyan uzun vadeli avantajlar elde edebilirler; kaynaklar, etki ve erişim gibi.

Kaotik ve hızla değişen jeopolitik bağlamlarda (savaşlar, değişen ittifaklar ve kaynaklar için rekabet), takas diplomasisi, yavaş ilerleyen kurumsal diplomasiden daha uyarlanabilir olabilir.

Öte yandan, müttefikler kendilerini ikinci plana itilmiş veya sömürülmüş hissedebilir; bu da ittifakların zayıflamasına, parçalanmasına veya muhalefete yol açabilir. Örneğin, Avrupalı ​​liderler, Ukrayna için önerilen ABD barış planının bazı hükümlerine karşı çıktılar.

Adalet ve haklar yerine güce odaklanan anlaşmalar (toprak tavizleri, kaynakların kontrolü ve askeri kısıtlamalar) kızgınlığa yol açabilir, eşitsizlik yaratabilir ve bölgeleri istikrarsızlaştırabilir. Ukrayna planında önerilen toprak tavizleri ve askeri şartlar, egemenlik ve gelecekte güvenlik konusunda ciddi endişeler doğuruyor.

Eğer büyük güçler giderek çok taraflı kurumların ve normların üstünden atlayıp, bunun yerine ikili anlaşmalara ve kişisel diplomasiye yönelirse, küresel kurumlar -kurallara dayalı uluslararası düzen- meşruiyetini ve etkinliğini kaybedebilir. Bu durum, özellikle daha küçük ve zayıf devletler için küresel iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Bireylere, siyasi döngülere veya kısa vadeli çıkarlara bağlı anlaşmalar kırılgandır. Yeni bir liderin ortaya çıkması, iç politikada bir değişim veya farklı bir küresel bağlam, anlaşmaları hızla alt üst edebilir ve uzun vadeli istikrarı baltalayabilir.

Güç ve çıkarlara odaklanan diplomatik anlaşmalar, insan hakları, adalet, kendi kaderini tayin etme ve egemenlik gibi değerleri zayıflatabilir. Zamanla bu, bir devletin ahlaki duruşuna ve yumuşak gücüne zarar vererek gelecekteki iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Eğer güçlü devletler giderek daha agresif, çıkar odaklı diplomasiye dönerse, savaş sonrası düzenin bir dizi özelliği -müttefikler arasındaki güven, kurumların ve ortak normların meşruiyeti ve insan haklarına veya toprak bütünlüğüne bağlılık- aşınabilir. Zamanla bu, diplomasinin pazarlık aracı haline geldiği, ittifakların hızla değiştiği ve gücün haktan üstün geldiği daha çalkantılı ve parçalanmış bir dünyaya yol açabilir.

Bu, kurumların ortadan kalkması anlamına gelmez, ancak onları marjinalleştirebilir, zayıflatabilir veya yalnızca ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilir hale getirebilir. Yeni ve daha katı diplomasi biçimleri hakim olabilir; anlaşmalar etki, kaynaklar, güç dengesizlikleri ve anlık imtiyazlara dayanabilir. Böyle bir dünya, daha güçlü devletleri destekleyebilir, daha küçük devletleri zayıflatabilir ve küresel zorluklar (iklim, göç, salgın hastalıklar, nükleer silah kontrolü vb.) konusunda çok taraflı iş birliği alanını daraltabilir.

Aynı zamanda, üzerinde anlaşmaya varılmış normların azaldığı bir dünyada, öngörülemezlik artar. Bu, çatışmaları şiddetlendirebilir, istikrarı zayıflatabilir ve diplomatik güvenin yeniden inşasını daha da zorlaştırabilir. Genel olarak takasa dayalı anlaşmalar kısa vadeli faydalar sağlayabilir, ancak aynı zamanda adaletsizliği pekiştirebilir, kızgınlığı körükleyebilir ve pazarlıklar, zorlama ve çatışma döngüleri yaratabilir.

Özünde, takas diplomasisinin mantığı yeni değil. Ancak Trump döneminde yeni olan husus, bu diplomasinin ölçeği, açıklığı, cesareti ve kişiselleştirilmesidir; yani aleni pazarlıklar, yüksek riskli anlaşmalar, bölgesel ve kaynaklara dayalı müzakereler, tasavvur edilmiş kazanımlar için ittifakları yeniden şekillendirme veya normları parçalama isteğidir.

Bu eğilimin kalıcı hale gelip gelmeyeceği ve küresel düzeni güçlendirip güçlendirmeyeceği büyük ölçüde liderlerin, devletlerin ve küresel kurumların gelecekte nasıl tepki vereceğine bağlıdır. Çok taraflı normlar ve kurumlar zayıflarsa, diplomasinin kolektif normlar, istikrar ve iş birliği alanı olmaktan ziyade güç, kaynak ve anlaşmalar için bir pazar yeri haline geldiği bir dünya görebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
TT

İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)

İsrail makamlarına bağlı iş makineleri, bugün Doğu Kudüs’te ruhsatsız inşa edildiği gerekçesiyle dört katlı bir binanın yıkımına başladı. Binada 100’den fazla Filistinlinin yaşadığı belirtilirken, sakinler yıkımı ‘bir felaket’ olarak nitelendirdi. İnsan hakları örgütleri ise bunun 2025 yılı içinde gerçekleştirilen en büyük yıkım olduğunu açıkladı.

Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı kınayarak, bunun ‘zorla yerinden etme politikası’ kapsamında değerlendirildiğini bildirdi.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’ün Eski Şehir yakınlarında yer alan Silvan beldesindeki mahalleye, İsrail polisinin oluşturduğu güvenlik kordonu eşliğinde üç iş makinesi girdi. Makineler, aralarında kadınlar, çocuklar ve yaşlıların da bulunduğu 10’dan fazla ailenin yaşadığı binayı yıkmaya başladı.

Binada eşi ve beş çocuğuyla birlikte yaşayan Iyd Şavar, yıkımın ‘tüm sakinler için bir trajedi’ olduğunu söyledi.

67yuı
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (AFP)

Şavar, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Kapıyı biz uyurken kırdılar. Kıyafetlerimizi değiştirmemizi ve sadece gerekli evrak ve belgeleri almamızı istediler, eşyalarımızı çıkarmamıza izin vermediler” dedi. Gidecek bir yeri olmadığını belirten Şavar, yedi kişilik ailesinin araçta kalmak zorunda olduğunu söyledi.

AFP muhabirleri, bina sakinlerinin gözleri önünde üç buldozerin yıkım çalışmalarını sürdürdüğünü aktardı. Yıkımı izleyen bir kadın, yaşadığı acı ve çaresizlikle “Burası benim yatak odam” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler, ciddi bir konut kriziyle karşı karşıya bulunuyor. İsrail’e bağlı belediye, Filistinlilere çok sınırlı sayıda inşaat izni verirken, bu izinlerin nüfus artışıyla uyumlu olmadığı belirtiliyor.

Filistinliler ve insan hakları savunucuları, bu kısıtlamaların demografik büyümeyi dikkate almadığını ve konut yetersizliğine yol açtığını vurguluyor.

sdfgt
Yıkıma katılan İsrail buldozerleri (EPA)

İsrail makamları, Doğu Kudüs ve işgal altındaki Batı Şeria’da Filistinliler tarafından inşa edilen yapılar için düzenli olarak yıkım operasyonları gerçekleştiriyor.

Filistinliler, Doğu Kudüs’ü gelecekte kurulacak devletlerinin başkenti olarak talep ederken, İsrail kentin tamamını kendi başkenti olarak görüyor.

Doğu Kudüs’te 360 binden fazla Filistinli yaşarken, bölgede yaklaşık 230 bin İsrailli bulunuyor.

Ramallah merkezli Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı ‘savaş suçu ve insanlığa karşı suç’ olarak nitelendirdi. Açıklamada, bu uygulamaların, Filistinli vatandaşları zorla yerinden etmeyi ve Kudüs kentini asli sakinlerinden arındırmayı hedefleyen sistematik bir politikanın parçası olduğu ifade edildi.

cdfrgt
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (Reuters)

İsrailli insan hakları örgütleri Ir Amim ve Bimkom, ortak açıklamalarında, binanın ‘önceden herhangi bir uyarı yapılmaksızın’ yıkılmaya başlandığını bildirdi. Açıklamada, yıkımın, ailelerin avukatları ile Kudüs Belediyesi’nden bir yetkili arasında, ‘binanın statüsünün düzenlenmesine yönelik olası adımların ele alınacağı’ planlı bir toplantıdan sadece saatler önce gerçekleştirildiği vurgulandı.

Örgütlere göre bu yıkım, ‘2025 yılı içinde Kudüs’te gerçekleştirilen en büyük yıkım operasyonu’ niteliğini taşıyor. Açıklamada ayrıca, bu yıl Doğu Kudüs’te yaklaşık 100 ailenin evsiz kaldığı belirtildi.

AFP’nin sorularına yanıt veren İsrail’e bağlı Kudüs Belediyesi ise binanın ‘ruhsatsız inşa edildiğini’ ve yapı hakkında 2014 yılından bu yana geçerli bir yargı kararı bulunduğunu açıkladı. Belediye, binanın üzerinde bulunduğu arazinin ‘eğlence ve spor amaçlı’ olarak sınıflandırıldığını, konut alanı olmadığını da kaydetti.


İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
TT

İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, Iraklı yetkililer son günlerde, İsrail tarafından hazırlanmış son derece ayrıntılı bir güvenlik veri tabanını teslim aldı. Batılı bir istihbarat servisi üzerinden iletilen dosya; silahlı Iraklı gruplara ilişkin liderlik yapıları, askerî organizasyonlar, mali ağlar ve bu yapılara bağlı devlet kurumları hakkında geniş bilgiler içeriyor.

Kaynaklar, verilerin hacmi ve doğruluk düzeyinin Iraklı yetkilileri şaşırttığını ve olası bir askerî harekâta yönelik ciddi bir uyarı niteliği taşıdığını aktardı.

Dosyanın teslimi, Irak’a yakın dost bir Arap ülkenin Bağdat’ı uyardığı süreçle eş zamanlı gerçekleşti. Söz konusu ülke, İsrail’in, ABD’nin “yeşil ışık” yaktığı bir askerî operasyon seçeneğini açıkça konuştuğunu iletti. Washington’ın, devlet dışı silahlı yapılara ilişkin sabrının azaldığı belirtiliyor. Bir Iraklı yetkili de, bu mesajların Bağdat’a ulaştığını doğruladı.

Bilgilere göre muhtemel saldırılar; eğitim kampları, füze ve İHA depoları ile bu gruplar ve Haşdi Şabi’ye bağlı finansal ve askerî etki sahibi kurum ve kişileri hedef alacaktı.

Bu gelişmeler, Irak’taki Şii ittifakı “Koordinasyon Çerçevesi” içinde silahın devlet tekelinde toplanması yönünde hızlanan tartışmaları tetikledi. İlk aşamada ağır silahların teslimi ve bazı stratejik üslerin tasfiyesi gibi seçenekler masaya geldi. Ancak uygulamanın kim tarafından yürütüleceği ve güvenlik garantilerinin nasıl sağlanacağı konularında görüş ayrılıkları sürüyor.

Öte yandan, ABD yönetimi güvenlik iş birliğini, silahlı grupların operasyonel kabiliyetlerinin kaldırılmasına dair bağlayıcı bir takvim şartına bağladı.

Bölgesel düzeyde ise NBC News’in haberine göre, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump’a İran’ın balistik füze programındaki genişleme risklerini aktaracak ve yeni saldırı seçeneklerini görüşecek.