Türkiye, Fırat'ın doğusunda ABD ile 'uzlaşırken' İdlib'de Rusya'yı 'test ediyor'

Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
TT

Türkiye, Fırat'ın doğusunda ABD ile 'uzlaşırken' İdlib'de Rusya'yı 'test ediyor'

Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)

Türkiye ile ABD arasında Suriye’nin kuzeydoğusunda ‘Güvenli Bölge’ oluşturma konusundaki askeri uzlaşılarda ilerleme kaydedilirken Türkiye ve Rusya’nın yine Suriye’nin kuzeydoğusundaki ‘Gerginliği Azaltma Bölgesi’ne ilişkin anlaşmasında kırılmalar medyana geldi. İki bölge arasından geçen M4 karayolunun, Suriye topraklarının Washington, Moskova ve Ankara arasında Ortadoğu ve NATO için stratejik takas yapılan bir sahneye dönüşümünü hızlandıracak organik bir bağ olduğuna inanılıyordu.
Şarku’l Avsat’ın görüştüğü Batılı diplomatik kaynaklar, ABD ve Türkiye arasında Fırat’ın doğusuyla ilgili tam olarak ‘Güvenli Bölge’ anlamına gelmeyen ‘askeri düzenlemeler’ düzeyinde bir takım ‘uzlaşılara’ ulaşıldığını belirtti. Ancak bununla birlikte kaynaklar, söz konusu düzenlemelerle ilgili mevcut birçok belirsizliğin ve Washington ile Ankara arasındaki ikili ilişkilerde yaşanan sorunların giderilmesinin ardından bu ‘mekanizmanın’ genişletilerek tam bir anlaşmaya dönüşebileceğinin de altını çizdi.
Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında Suriye’nin kuzeydoğusundaki “Güvenli Bölge” ile ilgili telefon görüşmesine ilişkin taraflar arasında iki farklı tutum bulunuyor. Ankara, Fırat Nehri kıyısındaki Cerablus’tan Dicle Nehri kıyısındaki Fişhabur kasabasına uzanan 460 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 32 kilometre derinlikte, ağır silahlardan ve YPG’den arındırılmış, Türk askerinin himayesinde, Suriyeli mültecilerin geri dönüşünü sağlayacak yerel meclislerin kurulduğu güvenli bir bölge oluşturmak istiyor. Buna karşın Washington, en fazla 100 kilometre uzunlukta ve 5 ila 14 kilometre derinlikte YPG ve ağır silahların uzaklaştırıldığı, yerel meclisler konusunun konuşulacağı ve ABD’nin himayesinde bir bölge kurmaya hazır olduğunu belirtti.
6 düzenleme
Uzlaşı ve yol haritalarının içeriğine aşina diplomatik kaynaklara göre geçtiğimiz hafta üç gün süren ve Türkiye’nin güneyinde ‘Müşterek Operasyon Merkezi’ kurulmasıyla başlayacak olan uzlaşılara ulaşılmasıyla sonuçlanan görüşmeler, aslında çöküşün eşiğine gelmiş, ancak Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve ABD’li mevkidaşı Mark Esper’in müdahalesiyle kurtarılmıştı.
Kaynaklar görüşmelerin sonucunda şu uzlaşılara ulaşıldığını belirtti;
1-
Suriye-Türkiye sınırındaki Resulayn ve Tel Abyad kentleri arasında 70-80 kilometre uzunluğunda ve 5 ila 14 kilometre derinliğinde askeri düzenlemeler (ABD’nin güvenli bölge için kullandığı yeni tanımı) oluşturulması.
2- ABD askeri devriyelerinin gezmesi ve bunun için Türkiye’nin güneyinde ortak bir operasyon merkezi oluşturulması.
3- Düzenlemelerin tamamen askeri olması ve yerel yönetimler ya da DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’yla (DMUK) ilgili herhangi bir çerçeve içermemesi.
4- Ağır silahlar ve YPG’nin söz konusu bölgeden çekilmesi.
5- Türkiye sınırına 20 kilometre mesafedeki ağır silahların temizlenmesi.
6- İnceleme ve bilgi alışverişinde bulunmak için İnsansız Hava Araçları (İHA) ile keşif uçuşları yapılması.
Bu sonuçlara bakıldığında Türkiye’nin, tüm isteklerine ulaşamadığı görülüyor. Çünkü Ankara düzenlemelerin Fırat’ın doğusunda M4 karayoluna ulaşan derinlikte gerçekleşmesini istiyordu. Yinede hala ilk aşamanın tamamlanmasından sonra müzakere edilecek olan ‘belirsizlik ve uzlaşıya varılamayan’ meseleler var. Fakat ABD tarafı açıkça SDG’yi korumanın kendisinin kırmızı çizgisi olduğunu belirtti. Bununla birlikte Washington, herhangi bir ek adım için onay alma taahhüdünde bulunurken bu düzenlemeler, bölgenin sadece 5 kilometre derinlikte olmasını isteyen ve Türkiye’nin Halep’in güneyindeki Afrin’den çıkışını şart koşan SDG Komutanı Mazlum Abdi için tam bir ‘hayal kırıklığı’ yarattı. Kaynaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘Fırat’ın doğusu ve Afrin’ dosyalarını birleştirmeyi reddettiğine işaret ettiler.
ABD'li yetkililer, bu ‘düzenlemelerle’ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Washington’un SDG’nin kaderi üzerindeki etkisi, DEAŞ hücreleriyle mücadele, Fırat’ın doğusundaki insani durum ve istikrar programları konusundaki endişeleri nedeniyle Fırat’ın doğusunda başlatmayı planladığı askeri operasyonu erteleme hedefine ulaştıklarını düşünüyorlar. Böylece ABD’nin ‘US Start’ ​​programı yıllık 300 milyon doları aşkın bir bütçe sağlama planlarının arasında istikrarı desteklemeye devam edecek.
ABD tarafı, Suriyeli mültecilerin askeri düzenlemeler altındaki bölgelere gönüllü olarak geri dönmelerine itiraz etmedi. Ancak Fırat’ın doğusundaki yerel yönetim ve sivil konseyler konusunda Ankara’yla müzakerelere girmeyi reddettiği de açık. ABD tarafı, Fırat'ın doğusunda Deyr-i Zor’a kadar olan bölgede yerel meclis şartlarının düzeldiğine ve ‘nüfusun daha fazla temsil edildiğine’ inanıyor.
Öte yandan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD tarafı için “Burada bir, samimi olmaları gerekiyor, iki, bir oyalama sürecinin Türkiye tarafından tolere edilmeyeceğini anlamaları gerekiyor” şeklindeki açıklamaları, Çavuşoğlu’nun Türk ve Amerikan savunma bakanları arasındaki ‘uzlaşılara’ yönelik çekincelerine işaret etti. Kaynaklar, Çavuşoğlu’nun, Washington’un Menbiç senaryosunu tekrarlaması ve takvimi geciktirmesinden endişe ettiğini belirttiler.
Bu somut adımlar, ABD Avrupa Kuvvetleri Komutan Yardımcısı Korgeneral Stephen Twitty başkanlığında ABD’li bir heyetin Şanlıurfa’ya gelerek Müşterek Operasyon Merkezi kurulması ve Türk İHA’larının keşif uçuşları yapması konusunda müzakereler yapılmasının ardından atıldı. Türk bir güvenlik uzmanı, ‘Türkiye’nin kendisini YPG’den korumak isterken ABD’nin, YPG’yi Türkiye'den korumak istemesi’ şeklinde ortada iki farklı tutumun olduğunu, dolayısıyla, uzlaşıları uygulama konusunda bir takım güçlüklerin bulunduğunu belirtti.
Suriye’nin kuzeybatısı
Öte yandan Moskova, ABD-Türkiye müzakerelerinin Suriye'nin kuzeydoğusunda uçuşa yasak bir bölge kurulmasını içermediğini bildirdi. Ancak bununla birlikte Rus tarafı, YPG ile Şam arasında iletişim kanalların açılmasını destekleyerek ve ABD’nin Kürtlerle ilgili endişelerini pekiştirerek bu anlayışlardan yararlanmaya çalıştı. Diğer yandan Rus ordusu Suriye rejim güçlerinin Suriye'nin kuzeybatısındaki ‘Gerginliği Azaltma Bölgesi’ni ele geçirmeye yönelik askeri operasyonlarına destek vererek, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında imzalanan Soçi anlaşmasını tehlikeye soktu.
Ankara ve Washington, Moskova'nın aralarında Mehreda’nın da yer aldığı Hama’nın kuzey bölgeleri ve Lazkiye kırsalındaki Hmeymim Hava Üssü dâhil olmak üzere ‘korunan’ alanlarda yapılan ‘sınırlı bir operasyonu’ destekleme niyetinde olduğundan bahsettiler. Özellikle Heyetu Tahriru'ş Şam’ın (HTŞ) 20 kilometre derinlikteki ‘tampon bölgeden’ tamamen çekilmeyi ve ağır silahları temizlemeyi ardından da Ankara ile uzlaşıya vardığı M4 ve M5 karayollarını açmayı reddetmesinin ardından Moskova’nın bu desteği vermesi muhtemel.
Fakat Moskova, ABD ve Türkiye arasında Suriye’nin kuzeydoğusuna ilişkin uzlaşıları, ateşkesi görmezden gelmek, Şam’ı Putin-Erdoğan anlaşmasına itiraz etmeye teşvik etmek, Suriye hükümet güçlerine hava desteği ve nükleer silah sağlanması için kabul etti. Bu durum, kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda ve 11 Eylül’de yapılması planlanan Rusya-Türkiye-İran zirvesi öncesinde Rusya ve Türkiye arasında gerginliğe yol açtı.
Türk güvenlik uzmanı yaptığı değerlendirmede, “Ankara, Moskova için sınırlar çizdi ve rejimin onları geçmesine izin vermeyecek. Erdoğan’ın kabul edebileceği son çizgi, Soçi Anlaşması’yla çizilen çizgilerdir” şeklinde konuştu.
Türk askeri konvoyuna saldırı
Diğer yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) dün, zırhlı araçlar, zırhlı personel taşıyıcıları ve lojistik araçların yanı sıra en az 5 tankın bulunduğu yaklaşık 50 araçtan oluşan bir askeri konvoyu Suriye’ye göndermesi Moskova ve Ankara arasındaki yeni durumun somut bir ifadesiydi.
Ancak konvoy, İdlib'in güney kırsalındaki Han Şeyhun’un 15 kilometre kuzeyinde bulunan Maarat el-Numan ilçesine geldiğinde bir hava saldırısı ile karşılaştı.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) hava saldırısında Maarat el-Numan’ın kuzeyindeki Türk konvoyunun güzergâhını keşfe çıkan muhalif gruplara ait küçük bir kamyonetin hedef alındığını ve Türkiye’nin desteklediği ‘Feylak’uş-Şam’ grubundan bir savaşçının öldüğünü aktardı.
SOHR, TSK konvoyunun Maarat el-Numan'ın merkezine ulaştığında Suriye ve Rusya savaş uçaklarının, ‘konvoyun ilerlemesini engellemek amacıyla’ kentin eteklerine bombardımanlar düzenlediğini belirtti.
Suriye resmi haber ajansı SANA, Suriye Dışişleri Bakanlığı’ndan bir kaynağa dayandırdığı haberinde, “Mühimmat, silah ve askeri teçhizat dolu Türk araçları, bu sabah Suriye-Türkiye sınırını geçti. Araçlar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) terör örgütü listesindeki El-Nusra Cephesi'nin (HTŞ) bozguna uğramış teröristlerine yardım etmek üzere Han Şeyhun'a gitmek için Sarakip kentine girdi” ifadelerini kullandı. SANA’ya göre kaynak, “Türkiye’nin bu düşmanca davranışı, Suriye ordusunun Han Şeyhun'daki terörist kalıntılarıyla mücadelelerini sürdürmeye yönelik kararlılıklarını etkilemeyecek” dedi.
Öte yandan Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “İdlib bölgesinde rejim tarafından Rusya ile yapılan mevcut mutabakat ve anlaşmalara aykırı olarak gerçekleştirilen operasyonlar, Rusya Federasyonu makamlarına yapılan tüm uyarılara rağmen devam ediyor” ifadeleri kullanıldı. Buna karşın Moskova, Ankara'yı Soçi Anlaşması'nı ihlal etmekle suçladı.
Sahadaki gelişmeler, Soçi Anlaşması ile ‘Güvenli Bölge’ uzlaşısı arasında ‘anlaşmazlıklar olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Diplomatik kaynağa göre Ankara’nın muhalif gruplara Suriye’nin güneyi ve Doğu Guta’da olduğu gibi, İdlib’i rejime teslim etme konusunda Rusya ve Türkiye arasında herhangi bir uzlaşı bulunmadığını ve askerlerini gözlem noktalarından geri çekmeyeceğini göstermek istiyor. Kaynak ayrıca, Ankara’nın tank takviyesinde bulunarak askerlerinin güvenliğini riske atmak veya kaderlerini rejimin ve Rusya'nın insafına bırakmak istemediğini vurguladığını da sözlerine ekledi.



Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
TT

Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)

Mustafa el-Feki
Eski ve modern Arap tarihini araştıran herhangi biri olayların bağlamından, liderliğin doğasından ve yönetimin kalitesinden özgürlüğün her zaman kritik bir konu olduğunu görecektir. Şiirde ve nesirde, övgüde ve hicivde ağırlığı olan bir konuşma özgürlüğünün mirasçısı olan Arapçanın kökenlerinin özgürlük duygusuna ve savunuculuğuna dayandığını keşfedecektir. Burada, ulusal çıkarların sınırlarını aşmayan, ‘diğerleri arasından sivrilme’ mantığıyla şöhret peşinde koşmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen ve diğerini rencide etmeyen sorumlu özgürlüğü kastediyoruz. Özgürlük, insanlığın yaradılışından itibaren alışık olduğu açık ve net bir kavramdır. “Hiç elleri kelepçeli doğan bir bebek gördünüz mü?” diyenler haklılar.  Zira insan hür yaratılmıştır. Hür yaşar ve hür ölür. Bunlar tartışmaya kapalı konulardır. Ama bizi ilgilendiren, insan hakları arasında öne çıkan özgürlük hakkını, modern dünyamızın içinde bulunduğu mevcut koşulları çerçevesinde Araplara ve Arap dünyasında olan bitenlere özel bir uygulamayla nasıl kullanacağımızdır. Bu yüzden Arap ülkelerindeki özgürlük tartışması ve halkların bu tartışmaya karşı tutumu ile ilgili olarak şu maddeleri ele aldık:
1 - Arap dünyası, son on yıl içinde Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat (buyurgan) rejimlerin çöküşüyle ​​diktatörlüklere darbe vurdu. Bu gelişmelerin ardından bölgedeki siyasi harita, olduğu gibi değişti. ‘Arap Baharı’ olayları, Arap dünyasında daha önce var olmayan bir özgürlüğe kapıyı araladığını kabul etmemize rağmen tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak tartışmanın koşulları, konunun netleşmediğini anlamamızı sağlıyor. Arap Baharı olaylarının, büyük güçlerin bazı Arap ülkelerinin içinde bulundukları şartlar üzerinden bölgeyi şekillendirmek istedikleri stratejik bir planın ve bu ülkelerde yaygın olan yolsuzluk, ihmalkârlık ve zayıflığın bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde bu olayların, halkların çektiği acılardan ve yaygın işsizlik oranlarından yararlanılarak değişim sloganlarıyla bu ülkelerin tek bir sisteme dönüştürülmeleri için kullanıldığını da düşünüyorum. Bunu bir kenara bırakalım. Zira bu sistemlerin ömrü, ya devrim niteliğindeki teklifler ya sloganlar sonucunda ya da bazılarının gevşemesi ve kendilerine biçilen ömrün sona ermesiyle bitmiştir.
2 – Araplar bir yanda siyasi bağımsızlık, diğer yanda özgürlükler arasında kemikleşmiş ve yaygın bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Değerler ve fikirlerin kaybolduğu ve özellikle özgürlük tek başına yeterli olmadığından, buna ekonomik özgürlüğün elde edildiği, en kalabalık ve en yoksul sınıfları hesaba katan, çağın ruhuna ve modern teknolojiye ayak uyduran, arzulanan toplumsal dönüşüme de kapıları ardına kadar açan bir reform programının eşlik etmesi gerektiğinden dolayı rahatlığı çağrıştırmayan sahnelerle karşı karşıyayız. Aynı şekilde günümüz dünyasında, gelişmiş ülkelerin geçtiği ve yükselen ulusların her zaman yöneldiği vizyona doğru değişim ve ilerleme yoluyla reform yapabilmemizi zorunlu kılan bazı büyük değişimlerle de karşı karşıyayız. Arapların zamanın medeniyetine çok sınırlı bir yaklaşıma sahip olmaları ve zenginliklerimizin büyük bir bölümünün Arap olmayanlar tarafından kullanılması bizim çıkarımıza değil. Bu yüzden kalıcı bir zihinsel ve entelektüel olgunlaştırma süreci başlatmak da bize düşüyor. Akıl, davranışların belirleyicisidir. Geri kalmışlığın entelektüel bir durgunluk olması gibi değişim de zihinsel bir karardır.
3 – Araplar olarak özellikle büyük bir mirasın gölgesinde yaşadığımız için siyaset ve din arasında bir ayrım yapmamızın zamanı geldi. Memleketimiz semavi mesajların diyarıdır. Bu yüzden dinlerin ve medeniyetlerin döndüğü noktadır. Bu yüzden dinin derinliklerimize kök salması doğal bir durum ve bu iyi bir şey. Fakat asıl sorun, dinin siyasetle iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden taraflar kendi amaçlarına hizmet etmesi için dini kullanmalarına imkan doğar. Bize din adına farklı bir yaşam tarzı dayatmak isterler. Oysa din tüm bunlardan uzaktır. Özgürlük tartışması, semavi mesajları uzaklaşmadan ya da abartmadan anlamak adına dini ılımlılıkla bağlantılı olmalı. Böylece gerçek din, makasidu'ş-şeriat (dini kuralların amaçları) ile tutarlı olarak hayatımızdaki baskın maneviyat kavramı haline gelir. İslam dünyasında dini siyasete alet etme girişiminin ilk etapta dine zarar verdiğini bile düşünüyorum. Siyasete gelince; siyaset petrol gibidir. Yapışkan ve kirlidir. Sonuç, manevraya, ertelemeye, ilerlemeye ve geciktirmeye başvuran siyasi oyunlar ile dini değerler arasında bariz çelişkinin varlığıyla onu takip edenler ve takipçilerinden nefret edenler karşısında dinin yüce çehresini çarpıtır! Siyaset, ahlak nedir bilmezken din, manevi değerlerin damarı ve bizi daha iyiye götüren inancın kaynağıdır.
4 - Ülkemizde özgürlük tartışması, kimi zaman dinle kimi zaman rejimlerle olmak üzere her defasında geçmişten miras kalan değerlerle kesişiyor. Dolayısıyla özgürlüğün insanların ödediği ve milletlerin uğruna çabaladığı bir bedeli vardır. Bu zorlu denklem, bir yanda özgürlükleri, diğer yanda dini duyguları, diğer yanda ise yönetim sistemlerini uzlaştırmaya başlar. Buna sınıflar arasındaki eşitsizliğinin etkisini ve ekonomik durumun bu mesele üzerindeki etkisini eklediğimizde ortaya bir ikilem çıkar. Eskiler, seçim özgürlüğünün bir somun ekmekle bağlantılı olduğunu söylerler. Bunun siyasi anlamı, özgürlük, ekonominin doğal bir ürünü demektir. Bazıları insanların özgürlük ile arayış içerisinde oldukları ufuklara doğru yola çıkmak arasındaki bağı koparmak için halkların öne atıldığı bir tür diktatörlükten bahsedebilirler.
5 – Özgürlük, doğası gereği göreceli bir meseledir. Mutlak özgürlük, gerçeklikten ziyade kurguya daha yakındır. Özgürlüğün önündeki engeller genellikle eğitim, medya ve dini kurumun rolü gibi diğer faktörlerle ilgilidir. Bu yüzden özgürlükler geniş bir cephede ilerliyor. Toplumun bileşenlerini ve halkın mirasını, geleneklerini ve göreneklerini bir araya getiriyor. Bir ülkede belirli bir zamanda kabul edilebilir olan, başka bir ülkede ve farklı bir zamanda kabul edilemeyebilir. Özgürlük, insan hakları sorunlarının en başında geliyor. Bu yüzden imzalanan farklı sözleşmelerde insan hakları ile karakterize edilen aynı ölçülere sahip olması doğaldır. Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü ortak unsurları olduğundan bu konuda büyük bir eşitsizlik yoktur. Aynı durum, ikamet ve hareket özgürlüğü gibi sınırları başkalarının özgürlüğüyle biten kişisel özgürlükler için de geçerli. Burada ‘özgürlük kültürü’ olarak adlandırılabilecek duruma dikkati çekmeliyim. Özgürlük kültürü, eğitimin kalitesine ve her bireyin kendi birikmiş deneyimlerine bağlı olarak oluşan kültürel bir kalıptır. Eskilerin bir sözü vardır: Senin adına ne suçlar işleniyor ey özgürlük!
Bu söz kültürün, insan davranışı ve sosyal düzeyi olduğuna işaret eder. Özgürlüğün anlamı, her döneme ve mevcut koşullara göre şekillenir ve doğasını anlamada önemli bir faktör oluşturur.
Tüm bu maddelerle Arap dünyasındaki özgürlükler tartışmasını aktarmaya çalıştık. Herkesin ülkelerinin günümüz dünyasında modern toplumların çabaladığı amaç ve hedeflerine ulaşmadaki sorunlarına bağlı olarak özgürlüğün anlamıyla ilgili ortak bir formül ve tek bir kavram belirlemeleri için bir uyarıda bulunmayı istedik. Zaman faktörü her zaman siyasi ve toplumsal hareketle bağlantılı olduğundan, görmezden gelinmesi zor bir dönüm noktasından geçtiğimizi anlamalıyız. Dünya bugün çelişkili akımlarla dalgalanan ve sonuçları halkların çıkarları uğruna bazı özgürlüklerin geçici olarak askıya alınması olan bir salgınla karşı karşıya. Burada, özgürlüğün mutlak hakim olmadığını, zaman ve mekan şartlarının yanı sıra eğitim, kültür ve çağdaş dünyamızdaki diğer gelişim tezahürleri gibi bir takım faktörlere bağlı olduğunu bir kez daha vurgulamalıyız.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.