Türkiye, Fırat'ın doğusunda ABD ile 'uzlaşırken' İdlib'de Rusya'yı 'test ediyor'

Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
TT

Türkiye, Fırat'ın doğusunda ABD ile 'uzlaşırken' İdlib'de Rusya'yı 'test ediyor'

Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)

Türkiye ile ABD arasında Suriye’nin kuzeydoğusunda ‘Güvenli Bölge’ oluşturma konusundaki askeri uzlaşılarda ilerleme kaydedilirken Türkiye ve Rusya’nın yine Suriye’nin kuzeydoğusundaki ‘Gerginliği Azaltma Bölgesi’ne ilişkin anlaşmasında kırılmalar medyana geldi. İki bölge arasından geçen M4 karayolunun, Suriye topraklarının Washington, Moskova ve Ankara arasında Ortadoğu ve NATO için stratejik takas yapılan bir sahneye dönüşümünü hızlandıracak organik bir bağ olduğuna inanılıyordu.
Şarku’l Avsat’ın görüştüğü Batılı diplomatik kaynaklar, ABD ve Türkiye arasında Fırat’ın doğusuyla ilgili tam olarak ‘Güvenli Bölge’ anlamına gelmeyen ‘askeri düzenlemeler’ düzeyinde bir takım ‘uzlaşılara’ ulaşıldığını belirtti. Ancak bununla birlikte kaynaklar, söz konusu düzenlemelerle ilgili mevcut birçok belirsizliğin ve Washington ile Ankara arasındaki ikili ilişkilerde yaşanan sorunların giderilmesinin ardından bu ‘mekanizmanın’ genişletilerek tam bir anlaşmaya dönüşebileceğinin de altını çizdi.
Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında Suriye’nin kuzeydoğusundaki “Güvenli Bölge” ile ilgili telefon görüşmesine ilişkin taraflar arasında iki farklı tutum bulunuyor. Ankara, Fırat Nehri kıyısındaki Cerablus’tan Dicle Nehri kıyısındaki Fişhabur kasabasına uzanan 460 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 32 kilometre derinlikte, ağır silahlardan ve YPG’den arındırılmış, Türk askerinin himayesinde, Suriyeli mültecilerin geri dönüşünü sağlayacak yerel meclislerin kurulduğu güvenli bir bölge oluşturmak istiyor. Buna karşın Washington, en fazla 100 kilometre uzunlukta ve 5 ila 14 kilometre derinlikte YPG ve ağır silahların uzaklaştırıldığı, yerel meclisler konusunun konuşulacağı ve ABD’nin himayesinde bir bölge kurmaya hazır olduğunu belirtti.
6 düzenleme
Uzlaşı ve yol haritalarının içeriğine aşina diplomatik kaynaklara göre geçtiğimiz hafta üç gün süren ve Türkiye’nin güneyinde ‘Müşterek Operasyon Merkezi’ kurulmasıyla başlayacak olan uzlaşılara ulaşılmasıyla sonuçlanan görüşmeler, aslında çöküşün eşiğine gelmiş, ancak Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve ABD’li mevkidaşı Mark Esper’in müdahalesiyle kurtarılmıştı.
Kaynaklar görüşmelerin sonucunda şu uzlaşılara ulaşıldığını belirtti;
1-
Suriye-Türkiye sınırındaki Resulayn ve Tel Abyad kentleri arasında 70-80 kilometre uzunluğunda ve 5 ila 14 kilometre derinliğinde askeri düzenlemeler (ABD’nin güvenli bölge için kullandığı yeni tanımı) oluşturulması.
2- ABD askeri devriyelerinin gezmesi ve bunun için Türkiye’nin güneyinde ortak bir operasyon merkezi oluşturulması.
3- Düzenlemelerin tamamen askeri olması ve yerel yönetimler ya da DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’yla (DMUK) ilgili herhangi bir çerçeve içermemesi.
4- Ağır silahlar ve YPG’nin söz konusu bölgeden çekilmesi.
5- Türkiye sınırına 20 kilometre mesafedeki ağır silahların temizlenmesi.
6- İnceleme ve bilgi alışverişinde bulunmak için İnsansız Hava Araçları (İHA) ile keşif uçuşları yapılması.
Bu sonuçlara bakıldığında Türkiye’nin, tüm isteklerine ulaşamadığı görülüyor. Çünkü Ankara düzenlemelerin Fırat’ın doğusunda M4 karayoluna ulaşan derinlikte gerçekleşmesini istiyordu. Yinede hala ilk aşamanın tamamlanmasından sonra müzakere edilecek olan ‘belirsizlik ve uzlaşıya varılamayan’ meseleler var. Fakat ABD tarafı açıkça SDG’yi korumanın kendisinin kırmızı çizgisi olduğunu belirtti. Bununla birlikte Washington, herhangi bir ek adım için onay alma taahhüdünde bulunurken bu düzenlemeler, bölgenin sadece 5 kilometre derinlikte olmasını isteyen ve Türkiye’nin Halep’in güneyindeki Afrin’den çıkışını şart koşan SDG Komutanı Mazlum Abdi için tam bir ‘hayal kırıklığı’ yarattı. Kaynaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘Fırat’ın doğusu ve Afrin’ dosyalarını birleştirmeyi reddettiğine işaret ettiler.
ABD'li yetkililer, bu ‘düzenlemelerle’ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Washington’un SDG’nin kaderi üzerindeki etkisi, DEAŞ hücreleriyle mücadele, Fırat’ın doğusundaki insani durum ve istikrar programları konusundaki endişeleri nedeniyle Fırat’ın doğusunda başlatmayı planladığı askeri operasyonu erteleme hedefine ulaştıklarını düşünüyorlar. Böylece ABD’nin ‘US Start’ ​​programı yıllık 300 milyon doları aşkın bir bütçe sağlama planlarının arasında istikrarı desteklemeye devam edecek.
ABD tarafı, Suriyeli mültecilerin askeri düzenlemeler altındaki bölgelere gönüllü olarak geri dönmelerine itiraz etmedi. Ancak Fırat’ın doğusundaki yerel yönetim ve sivil konseyler konusunda Ankara’yla müzakerelere girmeyi reddettiği de açık. ABD tarafı, Fırat'ın doğusunda Deyr-i Zor’a kadar olan bölgede yerel meclis şartlarının düzeldiğine ve ‘nüfusun daha fazla temsil edildiğine’ inanıyor.
Öte yandan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD tarafı için “Burada bir, samimi olmaları gerekiyor, iki, bir oyalama sürecinin Türkiye tarafından tolere edilmeyeceğini anlamaları gerekiyor” şeklindeki açıklamaları, Çavuşoğlu’nun Türk ve Amerikan savunma bakanları arasındaki ‘uzlaşılara’ yönelik çekincelerine işaret etti. Kaynaklar, Çavuşoğlu’nun, Washington’un Menbiç senaryosunu tekrarlaması ve takvimi geciktirmesinden endişe ettiğini belirttiler.
Bu somut adımlar, ABD Avrupa Kuvvetleri Komutan Yardımcısı Korgeneral Stephen Twitty başkanlığında ABD’li bir heyetin Şanlıurfa’ya gelerek Müşterek Operasyon Merkezi kurulması ve Türk İHA’larının keşif uçuşları yapması konusunda müzakereler yapılmasının ardından atıldı. Türk bir güvenlik uzmanı, ‘Türkiye’nin kendisini YPG’den korumak isterken ABD’nin, YPG’yi Türkiye'den korumak istemesi’ şeklinde ortada iki farklı tutumun olduğunu, dolayısıyla, uzlaşıları uygulama konusunda bir takım güçlüklerin bulunduğunu belirtti.
Suriye’nin kuzeybatısı
Öte yandan Moskova, ABD-Türkiye müzakerelerinin Suriye'nin kuzeydoğusunda uçuşa yasak bir bölge kurulmasını içermediğini bildirdi. Ancak bununla birlikte Rus tarafı, YPG ile Şam arasında iletişim kanalların açılmasını destekleyerek ve ABD’nin Kürtlerle ilgili endişelerini pekiştirerek bu anlayışlardan yararlanmaya çalıştı. Diğer yandan Rus ordusu Suriye rejim güçlerinin Suriye'nin kuzeybatısındaki ‘Gerginliği Azaltma Bölgesi’ni ele geçirmeye yönelik askeri operasyonlarına destek vererek, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında imzalanan Soçi anlaşmasını tehlikeye soktu.
Ankara ve Washington, Moskova'nın aralarında Mehreda’nın da yer aldığı Hama’nın kuzey bölgeleri ve Lazkiye kırsalındaki Hmeymim Hava Üssü dâhil olmak üzere ‘korunan’ alanlarda yapılan ‘sınırlı bir operasyonu’ destekleme niyetinde olduğundan bahsettiler. Özellikle Heyetu Tahriru'ş Şam’ın (HTŞ) 20 kilometre derinlikteki ‘tampon bölgeden’ tamamen çekilmeyi ve ağır silahları temizlemeyi ardından da Ankara ile uzlaşıya vardığı M4 ve M5 karayollarını açmayı reddetmesinin ardından Moskova’nın bu desteği vermesi muhtemel.
Fakat Moskova, ABD ve Türkiye arasında Suriye’nin kuzeydoğusuna ilişkin uzlaşıları, ateşkesi görmezden gelmek, Şam’ı Putin-Erdoğan anlaşmasına itiraz etmeye teşvik etmek, Suriye hükümet güçlerine hava desteği ve nükleer silah sağlanması için kabul etti. Bu durum, kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda ve 11 Eylül’de yapılması planlanan Rusya-Türkiye-İran zirvesi öncesinde Rusya ve Türkiye arasında gerginliğe yol açtı.
Türk güvenlik uzmanı yaptığı değerlendirmede, “Ankara, Moskova için sınırlar çizdi ve rejimin onları geçmesine izin vermeyecek. Erdoğan’ın kabul edebileceği son çizgi, Soçi Anlaşması’yla çizilen çizgilerdir” şeklinde konuştu.
Türk askeri konvoyuna saldırı
Diğer yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) dün, zırhlı araçlar, zırhlı personel taşıyıcıları ve lojistik araçların yanı sıra en az 5 tankın bulunduğu yaklaşık 50 araçtan oluşan bir askeri konvoyu Suriye’ye göndermesi Moskova ve Ankara arasındaki yeni durumun somut bir ifadesiydi.
Ancak konvoy, İdlib'in güney kırsalındaki Han Şeyhun’un 15 kilometre kuzeyinde bulunan Maarat el-Numan ilçesine geldiğinde bir hava saldırısı ile karşılaştı.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) hava saldırısında Maarat el-Numan’ın kuzeyindeki Türk konvoyunun güzergâhını keşfe çıkan muhalif gruplara ait küçük bir kamyonetin hedef alındığını ve Türkiye’nin desteklediği ‘Feylak’uş-Şam’ grubundan bir savaşçının öldüğünü aktardı.
SOHR, TSK konvoyunun Maarat el-Numan'ın merkezine ulaştığında Suriye ve Rusya savaş uçaklarının, ‘konvoyun ilerlemesini engellemek amacıyla’ kentin eteklerine bombardımanlar düzenlediğini belirtti.
Suriye resmi haber ajansı SANA, Suriye Dışişleri Bakanlığı’ndan bir kaynağa dayandırdığı haberinde, “Mühimmat, silah ve askeri teçhizat dolu Türk araçları, bu sabah Suriye-Türkiye sınırını geçti. Araçlar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) terör örgütü listesindeki El-Nusra Cephesi'nin (HTŞ) bozguna uğramış teröristlerine yardım etmek üzere Han Şeyhun'a gitmek için Sarakip kentine girdi” ifadelerini kullandı. SANA’ya göre kaynak, “Türkiye’nin bu düşmanca davranışı, Suriye ordusunun Han Şeyhun'daki terörist kalıntılarıyla mücadelelerini sürdürmeye yönelik kararlılıklarını etkilemeyecek” dedi.
Öte yandan Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “İdlib bölgesinde rejim tarafından Rusya ile yapılan mevcut mutabakat ve anlaşmalara aykırı olarak gerçekleştirilen operasyonlar, Rusya Federasyonu makamlarına yapılan tüm uyarılara rağmen devam ediyor” ifadeleri kullanıldı. Buna karşın Moskova, Ankara'yı Soçi Anlaşması'nı ihlal etmekle suçladı.
Sahadaki gelişmeler, Soçi Anlaşması ile ‘Güvenli Bölge’ uzlaşısı arasında ‘anlaşmazlıklar olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Diplomatik kaynağa göre Ankara’nın muhalif gruplara Suriye’nin güneyi ve Doğu Guta’da olduğu gibi, İdlib’i rejime teslim etme konusunda Rusya ve Türkiye arasında herhangi bir uzlaşı bulunmadığını ve askerlerini gözlem noktalarından geri çekmeyeceğini göstermek istiyor. Kaynak ayrıca, Ankara’nın tank takviyesinde bulunarak askerlerinin güvenliğini riske atmak veya kaderlerini rejimin ve Rusya'nın insafına bırakmak istemediğini vurguladığını da sözlerine ekledi.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.