Türkiye, Fırat'ın doğusunda ABD ile 'uzlaşırken' İdlib'de Rusya'yı 'test ediyor'

Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
TT

Türkiye, Fırat'ın doğusunda ABD ile 'uzlaşırken' İdlib'de Rusya'yı 'test ediyor'

Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)
Dün İdlib’in Maaret el-Numan ilçesinde Türk askeri konvoyu yakınlarında gerçekleşen bombardımandan sonra bölgeden dumanlar yükseldi (AFP)

Türkiye ile ABD arasında Suriye’nin kuzeydoğusunda ‘Güvenli Bölge’ oluşturma konusundaki askeri uzlaşılarda ilerleme kaydedilirken Türkiye ve Rusya’nın yine Suriye’nin kuzeydoğusundaki ‘Gerginliği Azaltma Bölgesi’ne ilişkin anlaşmasında kırılmalar medyana geldi. İki bölge arasından geçen M4 karayolunun, Suriye topraklarının Washington, Moskova ve Ankara arasında Ortadoğu ve NATO için stratejik takas yapılan bir sahneye dönüşümünü hızlandıracak organik bir bağ olduğuna inanılıyordu.
Şarku’l Avsat’ın görüştüğü Batılı diplomatik kaynaklar, ABD ve Türkiye arasında Fırat’ın doğusuyla ilgili tam olarak ‘Güvenli Bölge’ anlamına gelmeyen ‘askeri düzenlemeler’ düzeyinde bir takım ‘uzlaşılara’ ulaşıldığını belirtti. Ancak bununla birlikte kaynaklar, söz konusu düzenlemelerle ilgili mevcut birçok belirsizliğin ve Washington ile Ankara arasındaki ikili ilişkilerde yaşanan sorunların giderilmesinin ardından bu ‘mekanizmanın’ genişletilerek tam bir anlaşmaya dönüşebileceğinin de altını çizdi.
Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında Suriye’nin kuzeydoğusundaki “Güvenli Bölge” ile ilgili telefon görüşmesine ilişkin taraflar arasında iki farklı tutum bulunuyor. Ankara, Fırat Nehri kıyısındaki Cerablus’tan Dicle Nehri kıyısındaki Fişhabur kasabasına uzanan 460 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 32 kilometre derinlikte, ağır silahlardan ve YPG’den arındırılmış, Türk askerinin himayesinde, Suriyeli mültecilerin geri dönüşünü sağlayacak yerel meclislerin kurulduğu güvenli bir bölge oluşturmak istiyor. Buna karşın Washington, en fazla 100 kilometre uzunlukta ve 5 ila 14 kilometre derinlikte YPG ve ağır silahların uzaklaştırıldığı, yerel meclisler konusunun konuşulacağı ve ABD’nin himayesinde bir bölge kurmaya hazır olduğunu belirtti.
6 düzenleme
Uzlaşı ve yol haritalarının içeriğine aşina diplomatik kaynaklara göre geçtiğimiz hafta üç gün süren ve Türkiye’nin güneyinde ‘Müşterek Operasyon Merkezi’ kurulmasıyla başlayacak olan uzlaşılara ulaşılmasıyla sonuçlanan görüşmeler, aslında çöküşün eşiğine gelmiş, ancak Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve ABD’li mevkidaşı Mark Esper’in müdahalesiyle kurtarılmıştı.
Kaynaklar görüşmelerin sonucunda şu uzlaşılara ulaşıldığını belirtti;
1-
Suriye-Türkiye sınırındaki Resulayn ve Tel Abyad kentleri arasında 70-80 kilometre uzunluğunda ve 5 ila 14 kilometre derinliğinde askeri düzenlemeler (ABD’nin güvenli bölge için kullandığı yeni tanımı) oluşturulması.
2- ABD askeri devriyelerinin gezmesi ve bunun için Türkiye’nin güneyinde ortak bir operasyon merkezi oluşturulması.
3- Düzenlemelerin tamamen askeri olması ve yerel yönetimler ya da DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’yla (DMUK) ilgili herhangi bir çerçeve içermemesi.
4- Ağır silahlar ve YPG’nin söz konusu bölgeden çekilmesi.
5- Türkiye sınırına 20 kilometre mesafedeki ağır silahların temizlenmesi.
6- İnceleme ve bilgi alışverişinde bulunmak için İnsansız Hava Araçları (İHA) ile keşif uçuşları yapılması.
Bu sonuçlara bakıldığında Türkiye’nin, tüm isteklerine ulaşamadığı görülüyor. Çünkü Ankara düzenlemelerin Fırat’ın doğusunda M4 karayoluna ulaşan derinlikte gerçekleşmesini istiyordu. Yinede hala ilk aşamanın tamamlanmasından sonra müzakere edilecek olan ‘belirsizlik ve uzlaşıya varılamayan’ meseleler var. Fakat ABD tarafı açıkça SDG’yi korumanın kendisinin kırmızı çizgisi olduğunu belirtti. Bununla birlikte Washington, herhangi bir ek adım için onay alma taahhüdünde bulunurken bu düzenlemeler, bölgenin sadece 5 kilometre derinlikte olmasını isteyen ve Türkiye’nin Halep’in güneyindeki Afrin’den çıkışını şart koşan SDG Komutanı Mazlum Abdi için tam bir ‘hayal kırıklığı’ yarattı. Kaynaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘Fırat’ın doğusu ve Afrin’ dosyalarını birleştirmeyi reddettiğine işaret ettiler.
ABD'li yetkililer, bu ‘düzenlemelerle’ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Washington’un SDG’nin kaderi üzerindeki etkisi, DEAŞ hücreleriyle mücadele, Fırat’ın doğusundaki insani durum ve istikrar programları konusundaki endişeleri nedeniyle Fırat’ın doğusunda başlatmayı planladığı askeri operasyonu erteleme hedefine ulaştıklarını düşünüyorlar. Böylece ABD’nin ‘US Start’ ​​programı yıllık 300 milyon doları aşkın bir bütçe sağlama planlarının arasında istikrarı desteklemeye devam edecek.
ABD tarafı, Suriyeli mültecilerin askeri düzenlemeler altındaki bölgelere gönüllü olarak geri dönmelerine itiraz etmedi. Ancak Fırat’ın doğusundaki yerel yönetim ve sivil konseyler konusunda Ankara’yla müzakerelere girmeyi reddettiği de açık. ABD tarafı, Fırat'ın doğusunda Deyr-i Zor’a kadar olan bölgede yerel meclis şartlarının düzeldiğine ve ‘nüfusun daha fazla temsil edildiğine’ inanıyor.
Öte yandan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD tarafı için “Burada bir, samimi olmaları gerekiyor, iki, bir oyalama sürecinin Türkiye tarafından tolere edilmeyeceğini anlamaları gerekiyor” şeklindeki açıklamaları, Çavuşoğlu’nun Türk ve Amerikan savunma bakanları arasındaki ‘uzlaşılara’ yönelik çekincelerine işaret etti. Kaynaklar, Çavuşoğlu’nun, Washington’un Menbiç senaryosunu tekrarlaması ve takvimi geciktirmesinden endişe ettiğini belirttiler.
Bu somut adımlar, ABD Avrupa Kuvvetleri Komutan Yardımcısı Korgeneral Stephen Twitty başkanlığında ABD’li bir heyetin Şanlıurfa’ya gelerek Müşterek Operasyon Merkezi kurulması ve Türk İHA’larının keşif uçuşları yapması konusunda müzakereler yapılmasının ardından atıldı. Türk bir güvenlik uzmanı, ‘Türkiye’nin kendisini YPG’den korumak isterken ABD’nin, YPG’yi Türkiye'den korumak istemesi’ şeklinde ortada iki farklı tutumun olduğunu, dolayısıyla, uzlaşıları uygulama konusunda bir takım güçlüklerin bulunduğunu belirtti.
Suriye’nin kuzeybatısı
Öte yandan Moskova, ABD-Türkiye müzakerelerinin Suriye'nin kuzeydoğusunda uçuşa yasak bir bölge kurulmasını içermediğini bildirdi. Ancak bununla birlikte Rus tarafı, YPG ile Şam arasında iletişim kanalların açılmasını destekleyerek ve ABD’nin Kürtlerle ilgili endişelerini pekiştirerek bu anlayışlardan yararlanmaya çalıştı. Diğer yandan Rus ordusu Suriye rejim güçlerinin Suriye'nin kuzeybatısındaki ‘Gerginliği Azaltma Bölgesi’ni ele geçirmeye yönelik askeri operasyonlarına destek vererek, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında imzalanan Soçi anlaşmasını tehlikeye soktu.
Ankara ve Washington, Moskova'nın aralarında Mehreda’nın da yer aldığı Hama’nın kuzey bölgeleri ve Lazkiye kırsalındaki Hmeymim Hava Üssü dâhil olmak üzere ‘korunan’ alanlarda yapılan ‘sınırlı bir operasyonu’ destekleme niyetinde olduğundan bahsettiler. Özellikle Heyetu Tahriru'ş Şam’ın (HTŞ) 20 kilometre derinlikteki ‘tampon bölgeden’ tamamen çekilmeyi ve ağır silahları temizlemeyi ardından da Ankara ile uzlaşıya vardığı M4 ve M5 karayollarını açmayı reddetmesinin ardından Moskova’nın bu desteği vermesi muhtemel.
Fakat Moskova, ABD ve Türkiye arasında Suriye’nin kuzeydoğusuna ilişkin uzlaşıları, ateşkesi görmezden gelmek, Şam’ı Putin-Erdoğan anlaşmasına itiraz etmeye teşvik etmek, Suriye hükümet güçlerine hava desteği ve nükleer silah sağlanması için kabul etti. Bu durum, kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda ve 11 Eylül’de yapılması planlanan Rusya-Türkiye-İran zirvesi öncesinde Rusya ve Türkiye arasında gerginliğe yol açtı.
Türk güvenlik uzmanı yaptığı değerlendirmede, “Ankara, Moskova için sınırlar çizdi ve rejimin onları geçmesine izin vermeyecek. Erdoğan’ın kabul edebileceği son çizgi, Soçi Anlaşması’yla çizilen çizgilerdir” şeklinde konuştu.
Türk askeri konvoyuna saldırı
Diğer yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) dün, zırhlı araçlar, zırhlı personel taşıyıcıları ve lojistik araçların yanı sıra en az 5 tankın bulunduğu yaklaşık 50 araçtan oluşan bir askeri konvoyu Suriye’ye göndermesi Moskova ve Ankara arasındaki yeni durumun somut bir ifadesiydi.
Ancak konvoy, İdlib'in güney kırsalındaki Han Şeyhun’un 15 kilometre kuzeyinde bulunan Maarat el-Numan ilçesine geldiğinde bir hava saldırısı ile karşılaştı.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) hava saldırısında Maarat el-Numan’ın kuzeyindeki Türk konvoyunun güzergâhını keşfe çıkan muhalif gruplara ait küçük bir kamyonetin hedef alındığını ve Türkiye’nin desteklediği ‘Feylak’uş-Şam’ grubundan bir savaşçının öldüğünü aktardı.
SOHR, TSK konvoyunun Maarat el-Numan'ın merkezine ulaştığında Suriye ve Rusya savaş uçaklarının, ‘konvoyun ilerlemesini engellemek amacıyla’ kentin eteklerine bombardımanlar düzenlediğini belirtti.
Suriye resmi haber ajansı SANA, Suriye Dışişleri Bakanlığı’ndan bir kaynağa dayandırdığı haberinde, “Mühimmat, silah ve askeri teçhizat dolu Türk araçları, bu sabah Suriye-Türkiye sınırını geçti. Araçlar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) terör örgütü listesindeki El-Nusra Cephesi'nin (HTŞ) bozguna uğramış teröristlerine yardım etmek üzere Han Şeyhun'a gitmek için Sarakip kentine girdi” ifadelerini kullandı. SANA’ya göre kaynak, “Türkiye’nin bu düşmanca davranışı, Suriye ordusunun Han Şeyhun'daki terörist kalıntılarıyla mücadelelerini sürdürmeye yönelik kararlılıklarını etkilemeyecek” dedi.
Öte yandan Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “İdlib bölgesinde rejim tarafından Rusya ile yapılan mevcut mutabakat ve anlaşmalara aykırı olarak gerçekleştirilen operasyonlar, Rusya Federasyonu makamlarına yapılan tüm uyarılara rağmen devam ediyor” ifadeleri kullanıldı. Buna karşın Moskova, Ankara'yı Soçi Anlaşması'nı ihlal etmekle suçladı.
Sahadaki gelişmeler, Soçi Anlaşması ile ‘Güvenli Bölge’ uzlaşısı arasında ‘anlaşmazlıklar olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Diplomatik kaynağa göre Ankara’nın muhalif gruplara Suriye’nin güneyi ve Doğu Guta’da olduğu gibi, İdlib’i rejime teslim etme konusunda Rusya ve Türkiye arasında herhangi bir uzlaşı bulunmadığını ve askerlerini gözlem noktalarından geri çekmeyeceğini göstermek istiyor. Kaynak ayrıca, Ankara’nın tank takviyesinde bulunarak askerlerinin güvenliğini riske atmak veya kaderlerini rejimin ve Rusya'nın insafına bırakmak istemediğini vurguladığını da sözlerine ekledi.



Sömürge dönemi acıları, Cezayir ile Fransa arasındaki ilişkileri ‘zehirlemeye’ devam ediyor

Cezayir’deki Fransız sömürge dönemini anlatan 1961 tarihli bir arşiv fotoğrafı (AFP)
Cezayir’deki Fransız sömürge dönemini anlatan 1961 tarihli bir arşiv fotoğrafı (AFP)
TT

Sömürge dönemi acıları, Cezayir ile Fransa arasındaki ilişkileri ‘zehirlemeye’ devam ediyor

Cezayir’deki Fransız sömürge dönemini anlatan 1961 tarihli bir arşiv fotoğrafı (AFP)
Cezayir’deki Fransız sömürge dönemini anlatan 1961 tarihli bir arşiv fotoğrafı (AFP)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2017 yılında göreve gelişinden bu yana, Cezayir ile Paris arasındaki siyasi ilişkiler, Kuzey Afrika'daki en büyük ticaret ortakları olan iki ülke arasında normal ilişkilerin kurulmasını engelleyen Cezayir savaşı ve sömürge döneminde yaşanan acılar nedeniyle daha önce eşi benzeri görülmemiş bir soğukluğa tanık oluyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Pazar günü Fransız gazetesi Le Figaro’ya yaptığı açıklamalar, iki ülke arasındaki ‘krizi’ daha da karmaşık hale getirdi. Macron açıklamasında,  geçtiğimiz günlerde “Fransa, bizim ebedi ve geleneksel düşmanımızdır” diyen Cezayir Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı el-Haşimi Cabub’un sözlerinin ‘kabul edilemez’ olduğunu vurguladı.  Cabub’un sözleri, Fransa'yı oldukça rahatsız ederken daha önce yaptığı bir açıklamada, ‘Fransa ile yeni bir döneme başlandığını’ söyleyen ve bu yeni başlangıcı öven Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun için utanç kaynağı oldu.
Macron, Cezayir’de bazı kesimlerce yapılan itirazlara rağmen, Fransızlar ve Cezayirliler arasında ortak bir hafıza uzlaşısı oluşturmak istediğinin altını çizerek “Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun da aynı düşünceye sahip. Bazı tarafların itirazlarını hesaba katması gerektiği doğru” ifadelerini kullandı. Ortak hafıza dosyası ile ilgili çabalara değinen Fransa Cumhurbaşkanı, “Bunu inkar edecek değilim. İtiraf politikasının milletimizi daha güçlü kılacağına inanıyorum. Fransa-Cezayir sorununun arka planında bir Fransa-Fransa meselesi olduğu düşülmesin” şeklinde konuştu. Bir kesimin, Fransa’nın 1830’daki Cezayir işgalinin ‘kültürel yönleri de olduğunu’ düşündüğünü bir kesimin ise bunu istila, yağma ve katletme olarak gördüğünü söyleyen Macron, sömürge geçmişi ve bunun yansımalarının, halen Fransızlar arasında tartışmalara yol açan bir konu olduğuna işaret etti.
Macron açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Esasen bölünmüş hatıraları bir araya getirmedik ve homojen bir vatansever söylem inşa etmedik. Parçalanmış hatıralar, Kara Ayaklar’ın (Cezayir'de doğan ve Cezayir’in bağımsızlık savaşı sırasında ülkeden ayrılan Fransızlar) anılarıdır. Harkiler’in (Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nda Fransa tarafında savaşan Cezayirliler) anılarıdır. Fransız ve Fransa saflarında savaşan askerlerin anılarıdır. Bağımsızlık savaşı sonrası Fransa’ya gelen Cezayirlilerin anılarıdır. Bu göçmenlerin çocuklarının anıları, çifte vatandaş olanların anılarıdır.”
Öte yandan Cezayirli Bakan Cabub’un açıklamaları Fransa ile Cezayir ilişkilerini daha da karmaşık hale getirdi. Cabub 8 Nisan’da Cezayir Meclisi’nde katıldığı bir oturumda Paris Hastaneleri Kurumu’nun geçtiğimiz yıllarda Fransa'daki yüzlerce Cezayirlinin sağlık harcamalarıyla ilgili Cezayir Sosyal Güvenlik Kurumu’nun biriken borçlarından şikâyet etmesine ilişkin konuşmasında Fransız hükümetini eleştirirken Paris Hastaneleri Kurumu’nun istediği rakamın abartılı olduğunu vurguladı.
Gözlemcilere göre Cabub, konuşmasını İslami eğilimli Barış Toplumu Hareketi’nin (MSP) lideri olarak yaptı. Cabub’un lideri olduğu MSP, Fransa Cezayir’i işgal ettiği için özür dilemedikçe ve bunun için tazminat ödemedikçe iki ülke arasında herhangi bir yakınlaşmaya şiddetle karşı çıkıyor.
Buna karşın Fransa’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Clement Beaune konuya ilişkin bir açıklamasında, ülkesinin, bazı haksız suçlamaların yapıldığı açıklamalara rağmen Cezayir ile ilişkilere sakin bir atmosferin hakim olmasını istediğini söyledi.
Bu gelişme, Cezayir'in Fransız heyetindeki ‘zayıf temsili’ reddetmesi nedeniyle Fransa Başbakanı Jean Castex’in Cezayir ziyaretinin ertelendiğinin duyurulmasıyla aynı zamana denk geldi. Başbakan Castex, Cezayir'in itirazına karşın yaptığı açıklamada, Cezayir ziyareti sırasında kendisine az sayıda bakanın eşlik etmesinin nedeninin yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından kaynaklandığını söyledi. 
Öte yandan Cezayir Dışişleri Bakanı, geçtiğimiz hafta Fransız yetkilileri, Fransa’nın 1960'lı yıllarda Cezayir çölünde gerçekleştirdiği ‘nükleer testler için tazminat ödenmesi dosyasını daha fazla ciddiye almaya’ çağırırken bu dosya, halihazırda kriz yaşayan Fransa-Cezayir ilişkilerinde yeni bir krize kapıyı araladı. Cezayir, Fransa'yı Pasifik Okyanusu'nda bulunan Fransa Polinezyası’ndaki ve Cezayir'deki nükleer patlamalardan etkilenenlere tazminat ödenmesini öngören bir yasanın çıkarıldığı 2009 yılından bu yana nükleer deneylerden zarar gören kurbanlar için tazminat ödenmeyi ertelemekle suçluyor. Yüzlerce Cezayirli, radyasyonun çöl bölgesi sakinlerinin sağlığına, hayvanlarına ve hatta yer altı kaynak sularına verdiği zararı ispatlayan dosyalar hazırladılar. Konuyla ilgilenen insan hakları örgütleri, bu dosyaları Fransız yetkililere gönderdiler, ancak bir yanıt alamadılar.