ABD'nin yeni yaptırımları, Hizbullah'ın müttefiklerini içeriyor mu?

(AFP)
(AFP)
TT

ABD'nin yeni yaptırımları, Hizbullah'ın müttefiklerini içeriyor mu?

(AFP)
(AFP)

“ABD'nin Hizbullah'a yönelik yaptırımlarını belirleyen ben değilim. ABD hükümetinin bu konuya nasıl yaklaşılacağı hususundaki tutumu açık ve net. Bunun değiştirilmesi mümkün değil...”
Lübnan Başbakanı Saad Hariri, ABD'ye yaptığı ziyarete ilişkin gelen tüm eleştirilere bu ifadelerle cevap verdi. Özgür Vatansever Hareketi milletvekillerinden ve onların müttefiklerinden gelen ilgili eleştiriler ise Hariri’nin, ABD’nin Hizbullah’a yönelik yaptırımları dosyasında isimleri ön sıralarda yer alan bazı kişilerle görüşmesi sebebiyle geldi. Büyük olasılıkla söz konusu isimlerin başında ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Hazine Bakanlığı Terörizm Finansmanıyla Mücadele Müsteşarı Marshall Billingsley yer alıyor.
Şarku’l Avsat’a konuşan Lübnan’ın eski Washington Büyükelçisi Antoine Şadid, Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin ABD’ye yaptığı son ziyaretin, özellikle ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Hazine Bakanlığı’nın üst düzey yetkilileriyle yaptığı toplantılar göz önüne alındığında, oldukça önemli olduğu görüşünde. Şadid’e göre söz konusu ziyaretin başarısını teyit eden şey, Bakan Pompeo’nun Hizbullah'a yaptırım uygulama konusundaki net politikasına rağmen Lübnan’daki güvenliğin yanı sıra politik ve ekonomik kurumların istikrarının korunması gerekliliğini vurgulamasıdır.
Şadid’e göre bu, Hariri'nin “Lübnan devletini, güvenliğini, siyasi kurumlarını ve bankacılık sektörünü Hizbullah'tan ayırmayı” başardığı anlamına geliyor. Ayrıca Şadid, İsrail'le olan deniz sınırının çizilmesi ve BM'nin 1701 sayılı kararının uygulanmasının tamamlanması meselelerinden bahsedilmesinin çok önemli olduğunu vurguladı. İran ve Hizbullah’a uygulanan yaptırımların ABD yönetimi tarafından her gün izlendiğini dile getiren Şadid, bu konuda kimsenin fikrinin alınmadığı ve kimseden etkilenilmediği değerlendirmesinde bulundu.
Yaptırımlar Hizbullah’a yakın olan kimseleri de hedef alıyor
Bugün Lübnan’ın siyasi koridorlarında, yeni yaptırımların Hizbullah’a yakın olanlara da dokunacağına ilişkin söylenenler artık bir sır değil. Şarku’l Avsat’ın Hizbullah’a yönelik yaptırım dosyasıyla ilgilenen üst düzey bir kaynaktan aktardığına göre, şu ana kadar kesin bir şey söylenmemiş olsa da ABD Hazine Bakanlığı’nın Özgür Vatansever Hareketi’ne mensup olan isimleri de hedef alması muhtemel. Kaynak, ABD Hazine Bakanlığı Terörizm Finansmanıyla Mücadele Müsteşarı Marshall Billingsley’in Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil’i “Marunî politikası aracılığıyla Hizbullah rejimini koruyor” diye suçlamasını hatırlattı. Ayrıca Billingsley, Hizbullah’ın etki alanı içerisinde bulunan banka şubelerinin o veya bu şekilde yaptırım kararlarına uymayabileceği yönündeki endişesini dile getirdi.
Yaptırım senaryoları ve sonuçları
Ekonomi Uzmanı Casim Acaka, halihazırda dolaşımda olan isimlere ilişkin konuşmaların spekülasyon düzeyinde olduğunu fakat yaptırımlar kapsamında Hizbullah ve müttefikleriyle bağlantılı önceki politikacıların hedef alacağının kesin olduğunu belirtiyor.
ABD’nin bu partilerin mali kaynağı olarak düşündüğü iş adamlarını da hedef alacağını kaydeden Acaka, “Bu isimler için muhtemel iki senaryo var. ABD yönetimindeki bir müsteşarın ifadelerine göre ön sırada yer alan politik şahsiyetlerin yaptırımlar listesine eklenmesi bu senaryolardan birincisini oluşturuyor. Lübnan’ın servetinin büyük bir bölümünü elinde bulunduran bu kişilerin siyasi kararlarının değişmesi için onlara yaptırım uygulanması yeterlidir. Washington, parlamentodaki iki milletvekilini yaptırımlar listesine dâhil ederek ilk adımı attı ve Lübnan hükümetinden yaptırımlar listesindeki kişilerle ilişkilerini koparmasını talep etti. Ancak en büyük sorun bakanlardan birinin listeye dâhil edilmesiyle ortaya çıkar. Çünkü yaptırımlar listesindeki bakanlarla iletişim halinde olmaları durumunda diğer isimlerin de listeye eklenme tehlikesi ortaya çıkacak ve hükümetle birlikte çalışmak imkânsız hale gelecek. Bu senaryo, her ne kadar bu yönde bir eğilim olduğuna dair malumatlar olmasına rağmen, Amerikan yönetiminin karşı karşıya kaldığı bir ikilemi ortaya koymaktadır. Çünkü öne plana çıkan bu isimlerin yaptırımlar listesine dâhil edilmesi, Washington ile Beyrut arasındaki çatışmanın seviyesini tırmandıracaktır. Oysa böyle bir durum Washington’un Ortadoğu stratejisi konusunda Lübnan’ın benimsemiş olduğu tutumla çelişiyor. Amerikalılara göre bu kişiler, Lübnan'ı Washington karşıtı bir eksene sürükleyecek adımlar atabilirler. Bundan dolayı bu senaryo şu an için mümkün görünmüyor” ifadelerini kullandı.
Acaka, birinci senaryoya ilişkin bu açıklamalarının ardından ikinci senaryonun ne olabileceğine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“İkinci senaryo ise Hizbullah'a veya onun müttefiki olan partilere mensup olan ve ikinci safta bulunan isimlere yönelik yaptırımlar uygulanmasıdır. Çoğunlukla parti yetkililerinden ve iş adamlarından oluşan bu kimseler, kendi partilerindeki mali kaynakların dizginini ellerinde bulunduran kişilerdir. Bu senaryo, Hizbullah'ın müttefiklerini Hizbullah'ın kendisinden daha fazla hedef alıyor. Bundan amaç ise Hizbullah ile müttefikleri arasında çatlak oluşturmaktır. Bu yaptırımların gücü her ne kadar birbirinden farklı olsa da, finansal ve ekonomik sonuçları aynı olacaktır. ABD’nin dolar piyasası üzerinde baskı yapma ihtimali var. Bu, bu taraflar üzerindeki kamusal baskıyı artırabilir ve yaklaşmakta olan parlamento seçimlerinin sonuçlarını değiştirebilir. Bunun ardından Lübnan Washington’la yüzleşmeye karar verirse, finansal ve ekonomik bir felaketle karşı karşıya kalır ve İran, Suriye ve Venezuela gibi ülkelerin safına katılır.”
Son olarak Hariri’nin Washington ziyaretine değinen Acaka, “Hariri'nin Washington ziyareti, onlarca Lübnanlı şahsiyetin yaptırımlar listesine dâhil edileceğine dair dolaşan haberlerin ardından gerçekleşti. Hariri söz konusu isimler arasında kabinesinden bazı bakanların da bulunmasından korkuyor. Çünkü böyle bir durum hükümetinin düşmesine yol açabilir. Görüşüne bakılırsa ABD’liler, Washington’un gözünde Lübnan’ın siyasi sahnesindeki en güvenilir isimlerden olan Başbakan Hariri'ye, Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame’ye ve Genelkurmay Başkanı General Joseph Avn’a güvence verdiler” ifadelerini kullandı.
Yaptırımlar ve Hizbullah
Lübnan devleti uzun süre ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi (OFAC) tarafından Hizbullah liderliğini ve unsurlarını hedef alan ABD'nin yaptırım yönetmeliklerine tanık oldu. Bu bağlamda, daha önce çıkarılan yönetmeliklerin yanı sıra Hivba 1 ve Hivba 2 olmak üzere iki ayrı kanun kabul edildi. Ancak bu yıl 9 Temmuz’da yaptırımların seyrinde bir değişiklik yaşandı. Hizbullah yanlısı milletvekilleri Emin Şeri ve Muhammed Hasan Raad, İran’ı destek amacıyla ülkenin siyasi ve finansal sistemini sömürdükleri ithamıyla ABD tarafından yaptırım listesine dâhil edildiler. ABD yönetimi milletvekili Şeri’yi, Lübnan halkının ve hükümetinin çıkarlarına karşıt bir şekilde Hizbullah’ın hedefleri doğrultusunda resmi görevini kötüye kullanmakla suçladı. Hizbullah’ın meclis bloğu Direniş'e Vefa’nın başkanı olan Muhammed Hasan Raad ise Hizbullah’ın faaliyetlerine öncelik vermekle itham edildi. Öte yandan listede Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın gölge adamı olarak bilinen ve partinin irtibat ve koordinasyon biriminden sorumlu olan Vefik Safa'nın adı da yer aldı.
Yaptırımlar listesinde yer alan söz konusu isimlerin ABD’deki varlıkları donduruldu ve ABD finansal sisteminden istifade etmelerine son verildi. ABD Hazine Bakanlığı bunlarla yetinmedi ve Lübnan hükümetinden bu kişilerle ilişkisini kesmesini talep etti. Bu adımın öncesinde Washington, İran'a karşı bir dizi yaptırım paketi uyguladı. Bu yaptırımlar, ABD yönetiminin sınıflandırmasına göre Lübnan, Irak ve Suriye'nin Yemen'e de dâhil olduğu bazı ülkelerde İran’a tabi olan terörist hareketleri de içine alacak şekilde genişletildi. Eylül 2001 olaylarından sonra Vatanseverlik Yasası (Patriot Act) çıkarıldı. Başkan Barack Obama döneminde Hizbullah'ın uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama suçlarından kovuşturulmasını içeren Cassandra adlı bir yasa tasarısı hazırlandı. Fakat Obama'nın İran'la bir nükleer anlaşma imzalamak istemesinden dolayı geri çekildi. ABD Kongresi Aralık 2015'te, Hizbullah ve ona bağlı kuruluşlarının uluslararası finansal kurumlara ve diğer kuruluşlara farklı amaçlar için erişimlerini yasaklayan 2297 sayılı yasayı kabul etti. Söz konusu yasa kapsamında, gerek partiye ve gerekse de parti ile ilişkili herhangi bir kuruluşa veya bireye yönelik oldukça sert yaptırımlar yer alıyor. Bu kanunun yürürlüğe girmesi üzerine Bankalar Birliği'nin muhabir bankalarla olan ilişkisinden endişe duymasından ötürü Lübnan sahnesinde bir telaş yaşandı. Siyasetçiler, bankalar ile Hizbullah arasındaki kaçınılmaz bir krizin fitilini söndürmek için harekete geçtiler. Bunun ardından derhal konuyla ilgilenmesi ve Lübnan sahnesinin hassasiyetini ABD yönetimine iletmesi için bir meclis komitesi kuruldu. Bankalar Birliği, ABD tarafından yayınlanan yasalara ve mevzuatlara bağlılığını teyit etti. Maliye Bakanı Ali Hasan Halil, Lübnan hükümetinin ABD yönetimi hakkındaki görüşlerini iletmek üzere Washington'u ziyaret etti.
Öte yandan Hivba 2 yaptırımlarına hazırlanıldığı sırada birkaç taslak sızdırıldı. Sızan bilgiler arasında en öne çıkanlar arasında, Amal Hareketi’ne mensup olan bireylerin de yaptırım listesine dâhil edilmesi yer alıyordu. Yine oluşturulan bir temsilci heyet, Hazine Bakanlığı yetkililerine durumun hassasiyetini açıklamak için Washington’a gitti. ABD yönetimi heyetin ifade ettiği hassasiyetleri anlamasına rağmen Hivba 2 yasası 2018 yılında yürürlüğe girdi. Böylece partiyi desteklediği kanıtlanan kuruluşlara yeni ve sert yaptırımlar uygulandı. Avrupa ülkelerinin Hizbullah'ın askeri kanadı ile siyasi kanadı arasında bir ayrım yaptığı biliniyor. Fakat İngiltere bu ayrımı bir kenara bıraktı ve bunu ABD kararı izledi. Almanya ve Fransa ise Lübnan’daki barışı koruma kuvvetleri içerisinde çok sayıda vatandaşının bulunmasından dolayı meseleye daha temkinli yaklaşıyor.
Lübnan Merkez Bankası ve genelgeleri
Lübnan Merkez Bankası Başkanı, aldığı ciddi önlemlerle ve imzaladığı iki genelgeyle Lübnan’ın küresel finansal haritasındaki konumunu korumaya çalıştı. 2015 yılında çıkarılan 136 sayılı genelgede, denetim ve yetki alanındaki tüm kurumlardan Güvenlik Konseyi’nin web sitesinde listeye dâhil edilen isimlerle ilgili herhangi bir güncellemeyi sürekli olarak incelemeleri ve listede ismi yer alan kişilerin fonlarının, hesaplarının ve işlemlerinin otomatik olarak dondurulması talep edildi. 2016 yılında çıkarılan 137 sayılı genelgede ise iki noktaya odaklanıldı. Bunlardan ilki ABD yasaklarının uygulanması, diğeri ise bu kanun gereğince hesap açılmamasının veya hesapların kapatılmasının gerekçelendirilmesidir.
Yaptırımlar listesinde öne çıkan isimler
ABD Hazine Bakanlığı, 2015 yılında Hizbullah'a destek ağının parçası oldukları gerekçesiyle Lübnanlı 3 iş adamının ve onlarla irtibatlı iki şirketin kara listeye alındığını bildirdi. Bunun ardından 2018 yılında Hizbullah'ın tarihinde ilk kez hareketin tüm siyasi liderliğinin isimleri, Suudi Arabistan ve ortaklarının Terör Finansmanı Hedefleme Merkezi'nden (TFTC) çıkarmış oldukları listeye dâhil edildi. Yaptırımlar, parti liderlerinin varlıklarının dondurulmasını da içeriyordu. Bu isimlerin başında Hizbullah Genel Sekreter Hasan Nasrallah, Yardımcısı Naim Kasım, Muhammed Yazbek, Hüseyin Halil, İbrahim Emin Seyyid ve Talal Hamiyah yer alıyordu. Ayrıca 2018 yılında yaptırımlar listesine Hasan Nasrallah'ın oğlu Muhammed Cevad Nasrallah da eklendi. Aynı yıl ABD yönetimi, yaptırımlar listesine milletvekilleri Emin Şeri ve Muhammed Hasan Raad ile birlikte hareketin liderlerinden Vefik Safa’yı da ekledi.
Kısa bir süre içinde bir başka Hizbullah lideri Selman Rauf Selman da listeye dâhil edildi. ABD Hazine Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Rauf Selman’ın Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te yapılan saldırıyı koordine ettiği kaydedildi. Son olarak Kasım Tacuddin, Hatem Barakat ile birlikte Hizbullah için kara para akladığı suçlamasıyla 5 yıl hapis ve 50 milyon dolar para cezasına çarptırıldı. Tacuddin, 2009 yılında terör listesine dâhil edilmiş ve 2018 yılında Fas'ta tutuklanmıştı.



Eski bir Suudi diplomat ABD Başkanı'na açık bir mektup gönderdi

Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
TT

Eski bir Suudi diplomat ABD Başkanı'na açık bir mektup gönderdi

Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)

Ziyad el-Fifi
‘Bir Suudi vatandaşından açık mektup’ adını vermiş olsa da Ali Avad Asiri’nin yazdığı büyükelçilerin el ele vermek için kullandığı diplomatik bir mektuptu. Ancak o, bunu tüm dünyanın huzurunda ABD Başkanı Joe Biden’a okumayı tercih etti.
ABD menşeili ‘The National Interest’ dergisi, daha önce Riyad'ın İslamabad ve Beyrut büyükelçisi olarak görev yapan Suudi bir diplomat tarafından yazılmış bir makale yayınladı. Suudi yazar bu makalede, ABD Başkanı’na hitap ederek iki ülke arasındaki ilişkilerin, önceki iki başkan dönemine, geçmişe ve geleceğe değindi.
Asiri, makalesini Beyaz Saray hükümdarı ile karşılık oturup konuşuyor gibi kaleme aldı. Bu vesile ile iki ülke arasındaki tarihsel ilişkinin kaybolan ve tarihin kenarında üzücü bir olay haline gelen ve ‘trajik bir kaza’ olarak nitelendirdiği ‘dengesizlik’ sonrasında başladığı yeni bir noktayı ortaya çıkarmaya çalışıyor. Emekli Suudi diplomat, Biden'in ülkesinin, Riyad ile ilişkilerini yeniden değerlendirmek için başlangıç ​​noktası olarak seçtiği noktayı, ilişkinin yeni bir aşamasına geçmek için bir fırsat olarak görüyor.

Washington'un güvenilirliğini aşındırması
Eski Suudi yetkilinin Beyaz Saray’ın Efendisiyle iletişim kurmak için neden bu yolu seçtiği bilinmiyor. Bununla birlikte, yaklaşık yarım yüzyıla yayılan siyasi tecrübesiyle yetmişlerindeki bu adama hitap eden mektubunun başında, bölge ve sorunlu karmaşıklığıyla kendi istediği gibi değil de olduğu gibi ilgilenmesini talep etti.
Asiri, “Obama yönetiminde Başkan Yardımcısı olarak Irak'taki mezhepsel çekişmenin etkisiz hale getirilmesine yardımcı oldunuz. Arap Baharı’nın ardından, temkinli sesiniz, liberal demokrasi gündeminin destekçilerini Ortadoğu krizinin sosyal ve ekonomik yapısını ilk etapta dikkate almaya ikna etti. Ancak Ne yazık ki, o zamandan beri, Obama ve Trump yönetimlerinin siyasi çelişkiler ve kararlılık eksikliği, ABD'nin Arap devletleri için güvenilir bir ortak olarak itibarını büyük ölçüde aşındırdı” ifadelerini kullandı. Önceki iki yönetimin neden olduğu kafa karışıklığını gidermek için farklı bir yaklaşım benimsemesini istedi.

‘Sözde müttefikin’ acısı
Ali Asiri, mektubunda, doğrudan söylemese de Biden'ın Barack Obama'nın daha modern bir versiyonu olduğu görüşüne değinmeyi de göz ardı etmedi. O dönemde kartları karıştıran kişinin Obama’nın gölgesi ve yardımcısı olan Biden olduğuna işaret etti.
Asiri, ülkesinin eski Demokrat Başkan tarafından yapılan ve ‘sözde müttefiklik’ olarak nitelendirdiği şey ve Araplar ile İran arasındaki sorunu çözmek için ‘bölgeyi Tahran ile paylaşmayı önererek’ yaptığı ‘haksız planın’ acısını hala hissettiğine değindi. Ayrıca Washington nezdinde İran’ın hala terörizm sponsoru olduğuna dikkat çekti.


Obama yönetiminin İran ile yaptığı anlaşma Körfez ülkelerini alarma geçirdi (Reuters)

44’üncü Başkan’ın ülkesi ile bölgedeki geleneksel müttefikleri arasında başlattığı krizin tetikleyicisi olan nükleer anlaşmaya atıfta bulunmadan Obama döneminden ve Körfez'den söz etmek mümkün değil. Mektupta, İran'la ortak eylem planı, ‘İran devrimci rejiminin Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan'daki militan vekillerini desteklemek için bir örtü olarak kullandığı kusurlu anlaşma’ olarak nitelendirildi.
Bunun yanısıra Suudi diplomata göre ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan dönemin olumsuz yansımaları, ‘Mısır'daki Müslüman Kardeşler gibi aşırılık yanlısı güçlere güzelleme yapma ve Suriye'deki çatışma kurbanlarını baskıcı bir rejimin gazabıyla karşı karşıya bırakma’ hatasının sonucuydu ve bu ülkeler hala o dönemin zorluklarıyla karşı karşıya.

Trump'la olan ilişki bir ‘takastı’
Görünüşe göre eski Başkan Donald Trump ile selefinin dönemine kıyasla tüm sıcaklığıyla ilişki Suudiler için pek tatmin edici değildi.
Ali Asiri, Trump'ın Suudi Arabistan ile Amerika arasındaki stratejik ilişkiyi, askeri ve diplomatik düzeyde iki ülke arasındaki ilişkilerdeki iyileşmeyi kabul etmesine rağmen, bir ‘takas ilişkisine’ dönüştürdüğünü vurguladı.


Saudi Aramco tesislerin 2019 yılında hedef alındığı saldırıdan bir kare (Reuters)

Ayrıca, Eylül 2019'da iki Aramco tesisine düzenlenen saldırının, İkinci Dünya Savaşı sırasında Pasifik'teki ABD filosunu etkileyen ‘Pearl Harbor’ saldırısına benzer olduğunu belirtti. ABD’nin bunun ardından bir savaş başlattığına işaret eden Asiri, ancak ABD’nin iki yıl önceki tepkisinin ‘sembolik’ olduğunu söyledi. Bunun üzerine bir de Riyad’ın bedeli ödemesini talep ettiğini ifade etti.
Yazı, Washington ile Riyad arasındaki son dört yıldaki ilişkiyle ilgili olarak, ülkesi ile önceki ABD yönetimi arasındaki ilişki olarak nitelendirilmesinin yanlış bir tanım olduğu ifadesiyle sona eriyor.

Veliaht Prens’in eleştirilmesi
Suudi diplomatın mektubu, Körfez devletindeki yeni politikanın ne yapmaya çalıştığına dair daha net bir yaklaşım sunuyor. Yazıda Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman liderliğindeki Suudi yönetiminin yaklaşımının, ‘ideolojik mülahazaları ülkenin uluslararası davranışını ve iç politikasını tanımlayan kalkınmacılarla değiştirmeye’ çalışmak olduğuna işaret edildi.
Asiri, Suudi Veliaht Prensine karşı yürütülen kampanyanın eski Beyaz Saray Baş Danışmanı Jared Kushner ile kişisel ilişkisinin bir sonucu olduğunu ima etti.


Suudi Veliaht Prensi ve Jared Kushner arasındaki ilişkinin güçlü ve derin olduğu biliniyor (SPA)
Suudi diplomat bu konuyla ilgili şu ifadeleri kullandı: “İç Amerikan siyasetindeki mevcut bölünmeleri anlıyoruz, ancak görünen o ki, uluslararası ilişkiler ve Suudi liderliği, Capitol Binası içindeki partizan çıkar savaşında, özellikle de insan hakları gruplarıyla ittifak halindeki Demokratların çıkarları için hedef haline geldi. Söz konusu gruplar, Washington'daki siyasi bloklar için rızaya dayalı bir figür olmayan Kushner ile olan ilişkisi nedeniyle Suudi iktidar düzenindeki ikinci isim olan Veliaht Prensi hedef almak için hiçbir çabadan kaçınmıyor.”
 Suudi diplomat, bunun iki ülkenin uzun süredir devam eden ilişkilerine eğer kontrol altına alınmazsa büyük zarar vereceği konusunda uyararak şu ifadelere yer verdi: “Tüm bunlar, genellikle yerel siyaseti veya liderlik seçeneklerini aşan ve uzun süredir devam eden ilişkimize büyük zarar veriyor. Zamanla üstesinden gelinmezse, aynı güçler daha büyük zararlara neden olacaklar.”