Sudan Başbakanı Hamduk: Ömer el-Beşir bölünmemize neden oldu

Sudan Başbakanı Hamduk: Devrim öncesi dönem asla geri gelmeyecek (Independent Arabia)
Sudan Başbakanı Hamduk: Devrim öncesi dönem asla geri gelmeyecek (Independent Arabia)
TT

Sudan Başbakanı Hamduk: Ömer el-Beşir bölünmemize neden oldu

Sudan Başbakanı Hamduk: Devrim öncesi dönem asla geri gelmeyecek (Independent Arabia)
Sudan Başbakanı Hamduk: Devrim öncesi dönem asla geri gelmeyecek (Independent Arabia)

Advan el-Ahmeri
Addis Ababa’dan Hartum’a gittiğim uçaktaki Sudanlı yolcular, ülkelerinde yaşanan devrim ve değişimler hakkında konuşuyorlardı. Bazılarının eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in görevden alınmasından bu yana ülkeye hiç gitmedikleri anlaşılıyordu. Düşünceli bir şekilde onları dinliyordum. Böylece yeni Başbakan Abdullah Hamduk ile yapacağım görüşme öncesinde kafamda bir tablo oluşacaktı.
Havaalanına indiğimizde elinde ‘Acil Destek Kuvvetleri’ yazılı kağıt ile bekleyen bir adam duruyordu. Fakat diğer kağıtlar üzerine Arapça yazılmamıştı. Hepsi yabancı isimlerdi. Uçaktan inen kaslı bir grup, bahsettiğim adamın yanına gitti.
Tüm bu sahneler, Hamduk ile görüşmem öncesinde, Sudan sokağının devrim öncesi döneme geri dönmeyeceğine, sivil yönetimin devam edeceğine ve devletin yeniden askeri bir yapıya bürünmeyeceğine olan inancımı artırdı.
Röportajda, Başbakan’a ülkenin neden iki devlete bölündüğünü sordum.
Başlangıçta Beşir’in adını vermek istemeyen Başbakan Hamduk şunları söyledi;
“1956'da, Sudan bağımsızlığını ilan ettiğinde, Güney’deki kardeşlerimiz bir birlik istedi ve bu konuda onlarla bir uzlaşıya vardık. Ancak hemen ertesinde kılık değiştirdik ve uzlaşıyı sürdürmedik. Ekim 1964’teki uzlaşının iptali meselesi Nisan 1985 sonrasına kadar devam etti. Taraflar bu hikayede olması gerektiğinden daha az sorumluluk üstleniyor. Fakat elbette, Güney'in ayrılmasındaki en büyük faktör 30 yıl süren ‘kurtuluş dönemi’ oldu.”
Hamduk ile gerçekleştirilen röportajın tamamı;
Sudanlıların uzlaşıyla seçtikleri Başbakan ile yaptığım röportaj özel bir soruyla başladı.
-Beşir döneminde maliye bakanlığı görevi teklifini reddettiniz. Onunla çalışarak başarıya ulaşmanın zor olduğunu biliyor muydunuz yoksa doğru zamanı bekleyip fırsatı mı değerlendirdiniz?
“Doğru zamanı beklediğimi söylemek yanlış olur. Halkımın isteği üzerine, bu büyük devrimin önceliklerini elde etmek için birlikte başarıya ulaşmaya geldim. Bu durum fırsatı kollamak değil, mecbur kalmaktı. Büyük sorumluluklar ve zorluklar bulunuyor. Dolayısıyla kimse bunu tek başına yapamaz. Bu ortak bir sorumluluktur.”
-Peki, Abdullah Hamduk’a göre bu görev zor mu yoksa kolay mı?
“Zor olduğunu itiraf etmeliyim. Ancak çabaları birleştirerek bunun üstesinden gelebiliriz.”
Röportaj esnasında Başbakanın medya danışmanı Dalia el-Rubi ve Independent Arabia’nın Hartum muhabiri İsmail Muhammed Ali de bulunuyordu. Sorulacak çok soru vardı, fakat zamanımız da kısıtlıydı. Röportaja ayrılan süre 30 dakikaydı. Başbakan, her defasında başka soru olup olmadığını soruyordu ve her seferinde, “Bu son soru” cevabını veriyordum.
-Tüm hedefleri başarıya ulaştırmak için üç yıl yeterli mi?
"Hükümetin belirlenmiş öncelikleri var. İlgili bağlamda geçiş döneminde gerçekleştirilmesi hedeflenen 10 öncelik bulunuyor."
Hamduk, Beşir’in devrilmesinden sonra Sudan'a döndü. Ancak ülkeden asla kopmadığını söyleyen Hamduk, “Geri dönene kadar Sudan’dan gözümü ayırmadım. Yani biliyorsun işimin başındaydım. Hartum'dan bir buçuk saat uzaklıktaki Addis Ababa’daydım. Sudan'la sürekli temas halindeydim. Gençlik yıllarımın ilk günlerinde bir süre ara verdim. Ancak 2002 ve 2003'ten beri ülkede kalıcı bir varlığım var ve düzenli olarak geliyorum” ifadelerini kullandı.
Bölgesel kamplarla uğraşmak
Başbakan,  soruları yanıtlarken temkinli davranıyordu. Bir ülkeyle ya da bir kampla diğerinin pahasına uyum veya uyumsuzluk yaşamak istemiyordu. Başbakan Hamduk’a bölgedeki ittifaklar ve müttefik kamplarla ilgili birkaç soru sordum. Cevabı, ilk gün ilan ettiği dengeli bir dış politika yürütme kararına bağlı kalacağı şeklindeydi.
-Sayın Başbakan, bir yanda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve Bahreyn’in yer aldığı bir kamp, diğer yanda size daha yakın olan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı (İhvan) destekleyen Katar ve Türkiye’nin bulunduğu bir kamp var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
“İlk günden itibaren geçiş döneminde gerçekleştirmeyi planladığımız 10 öncelikten birinin eksenlerden uzak kalmak, dengeli bir dış politika oluşturmak ve Sudan'ın çıkarlarına rehberlik edecek vizyonlar yaratmak için çaba göstereceğimizi duyurduk. Karşılıklı saygı çerçevesinde iyi komşuluk ilişkileri ve barışsever güçlerle ortaklıklar kurmayı, bununla birlikte halkımız adına bu ilişkileri ilerletmeyi hedefliyoruz. Sudan’ın bu eğilime dayanan politikasına geri dönüyoruz.”
Hamduk, ülkesini dış ilişkilerde denge ve herkesle uzlaşma politikasının yaşandığı altın çağına döndürmeyi umduğunu belirterek, “İngiliz sömürgeciliği altında olduğumuz şartlara dönmüş olmamıza rağmen yeniden sömürge olmayı istemedik. Sudan'ı altın çağına geri döndürmek istiyoruz. Bunu da dengeli bir politika ile yapabiliriz. Bu, bizim dış politikamıza yön verecek pusulamız olacak” şeklinde konuştu.
Başbakan Hamduk, hükümetinin ülkesini çevreleyen dalgalı denizin ortasında özellikle Sudan'ın çıkarlarını göz önüne alınarak dengeli ilişkiler kurmaya çalıştığını kaydetti.
Sudan’ın çıkarları
‘Sudan’ın çıkarları’ ifadesini yineleyen Hamduk’a bu çıkarların neye dayandığını sordum. Hamduk ise sorumu şöyle yanıtladı;

“Sudan’ın çıkarları çoğunluğa saygılı, fakat her şeyden önce kendi çıkarlarımızla bağlantılı dengeli ilişkiler oluşturmaya dayanıyor. En büyük önceliğimiz barışı sağlamak. Bunun için çabalayacağız. Ayrıca ekonomik krizle baş edebilmek için gerekli çabayı göstereceğiz. Devlet kurumlarının kurulması, yolsuzlukla mücadele ve kadınların temsili gibi iç meselelerimizle ilgili diğer konularla da ilgileneceğiz. Dediğim gibi, şu anda Sudan'ın hedefinde 10 öncelik bulunuyor.”
Röportaj, Hamduk’un Güney Sudan'ın başkenti Juba ziyaretinden bir gün sonra gerçekleşti. Hamduk’a göre ziyaret, ilişkinin simgesel ve ayırt edici olması için gerekliydi. Hamduk, “Biz tek bir ülkeydik. İlk ziyareti gerçekleştirdik ve birçok hedefe ulaştık. Güney Sudan ile uzun bir sınırımız (2 bin kilometreden fazla) var. Bu ilişki ticarette, imalatta ve ikili ilişkilerde iki halk arasında muazzam bir potansiyel sunuyor. Ziyaret, ayrıca silahlı hareketlerle bir araya gelmek için de bir fırsattı. Juba, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) Başkanı Abdulaziz el-Helu ile görüşme imkanı sundu. Görüşmelerin savaşın durması ve barışın sağlanması yönünde çok olumlu sonuçları olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.
“Beşir, Sudan'ın bölünmesine neden oldu”
Juba’dan yola çıkarak, Başbakan’a ülkenin neden iki devlete bölündüğünü sordum.
Başlangıçta Beşir’in adını vermek istemeyen Hamduk şunları söyledi;
“1956’da bağımsızlığın ilan edilmesinden itibaren Sudan devletinin yapısındaki bir takım dengesizlikler peşimizi bırakmadı ve anlaşmaların bozulmasına neden oldu. Yani eğer bu konuyu, ülkemizdeki çoğunluk ve çeşitliliğin yönetimini hesaba katarak yönetebilseydik, sonuç böyle olmazdı. 1956'da Sudan bağımsızlığını ilan ettiğinde, Güney’deki kardeşlerimiz bir birlik istedi ve bu konuda onlarla bir uzlaşıya vardık. Ancak hemen ertesinde kılık değiştirdik ve uzlaşıyı sürdürmedik. Ekim 1964’teki uzlaşının iptali meselesi Nisan 1985 sonrasına kadar devam etti. Taraflar, bu hikayede olması gerektiğinden daha az sorumluluk üstleniyor. Fakat Güney'in ayrılmasındaki en büyük faktör 30 yıl süren ‘kurtuluş dönemi’ oldu. Kendi vatandaşlarınıza karşı cihat ilan edemezsiniz. Kurtuluş döneminde olan ise buydu. Güney’deki savaş meselesini kastediyorum. 1956'dan beri kurtuluş mücadelesiydi, ama son yıllarda farklı bir boyut kazandı”
Hemen ardından Başbakan’a şu soruyu yönelttim;
-O zaman bir başka deyişle son 30 yıllık bu süreç Beşir döneminde yaşandı. Öyle değil mi?

 “Evet”
-Kadınların temsilciliği batıya iyi görünme çabası mı?
Başbakan'a kadınların temsilciliğinin batıya ya da belirli bir tarafa sevimli görünme çabası olup olmadığını ve kadın bakanların doğru makamlara seçilip seçilmediğini sordum.
20 bakandan sadece 4’ünün kadınlardan oluşuyor olmasını oldukça az bulan ve bu sayının yeterli olmadığına inanan Başbakan, “Hükümet mantığı temsil ediyor. Hükümet içindeki kadın sayısının yeterli olduğunu düşünmüyorum. Ancak doğru yolda atılmış bir adım. 20 bakandan 4’ünün kadın olması yeterli değil. Kadınların sayısının daha fazla olmasını istiyorduk. Sudan tarihinde Dışişleri Bakanlığı’na ilk kez bir kadın atandı. Bu, doğru bir adımdı. Kadınların parlamentoda ve vilayet meclislerinde sayılarının artmasını umuyorum. Bu ülkede nüfusun yüzde 50'sinden fazlasını kadınlar oluşturuyor. Bu da yüzde 50’lik bir temsil hakkına sahip olmalarını makul kılıyor. Adil ve haklı bir temsiliyetten bahsediyorum. Ancak böyle bir mesele bir günde çözülemiyor. Zaman, yaklaşım ve iyileştirmeye ihtiyaç duyuyor. Sudanlı kadınlar devrimde kilit rol oynadılar. Kadınlara bu konuda bir şey bahşetmiş olmuyoruz, haklarını teslim etmiş oluyoruz. Sudan, tüm Arap ve Afrika ülkeleri arasında kadınların öne çıktığı bir ülke. Afrika ve Arap ülkelerinde kadınlar parlamentoya ilk kez Sudan’da girdiler. Bu, bundan 50 yılı aşkın bir süre önce 1965’te Fatıma Ahmed İbrahim’in Sudan Parlamentosu’na girişiyle bu gerçekleşti. Mesele, tercih meselesi değil, bunun toplumun kalkınması ve gelişmesi için doğal bir hak olduğunun idrak edilmesidir. Kadınların haklarına saygı göstermeyen toplum, eksik bir toplumdur” ifadelerini kullandı.
Sudan toplumundaki çeşitli çevrelerin 4 kadın bakanı kabulüne ilişkin görüşleriyle ilgili olarak ise Başbakan, “Ortada bir görüş ayrılığı var. Bunun bir hırs olmadığına inananlar var ve ben de aynı fikirdeyim. Bazıları da bunun doğru bir adım olduğunu düşünüyor. Öte yandan bu adım, kadın örgütleri tarafından büyük alkış aldı ve genel olarak toplum tarafından kabul edildi” diye konuştu.
ÖDBG ile hükümet arasındaki ilişkide dengenin sağlanması
Her ne kadar yeni hükümet, Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) ve Sudan’daki tüm kesimleri temsil ediyor olsa da Beşir rejiminin sembol isimlerinin yönetimden uzaklaştırılmasını talep eden gösteriler halen devam ediyor. Hamduk'a ÖDBG’nin hükümete baskı yapıp yapmayacağını ve Sudan Egemenlik Konseyi ile yapılan anlaşmayı hiçe sayarak, gösteri düzenleyip düzenlemeyeceğini sordum. Hamduk soruyu, “Gösteriler, demokrasinin bir göstergesidir. İster gösteri, ister seminer isterse de protesto şeklinde olsun hiçbir ifade biçiminin önüne taş koyulmayacak. Bunlar demokrasiye ısınma turları. Bir yıldır demokratik geleneklerin inşa edilmesine tanıklık ediyoruz. Vatandaşlarımızdan hiçbirini yasalar çerçevesinde olduğu takdirde protesto hakkından mahrum etmeyeceğiz. Bu farklı ifadelerin bizi nihayetinde demokratik bir iklime taşıyacağına inanıyoruz. Bunu olumsuz bir tezahür olarak görmüyoruz, hatta tam aksini düşünüyoruz. Bu, devrimin köklerini açık tutmaya ve devrimle elde edilenlerin koruyucusu olarak kalmaya devam etmenin bir garantisidir” şeklinde yanıtladı.
Soruyu bir kez daha yineledim ve “Siz ve ÖDBG arasında görüş ayrılığı olursa bununla nasıl başa çıkacaksınız?” diye sordum. Hamduk, “Bu gibi anlaşmazlıkları yüksek bir sorumluluk duygusuyla yönetiyoruz. Halkımızın çıkarlarını baz alıyoruz” şeklinde cevapladı.
İhvan dönemi geri gelir mi?
- Sudan'daki bazı gözlemciler, ordunun saflarını yeniden düzenlediğini ve mevcut durumu kabul etmeyeceğini söylüyorlar. Eski rejimin sembol isimlerinin yargılanmadığını ve Mısır'da olduğu gibi beraat edeceklerini söyleyenler de var. Siz ne düşünüyorsunuz?

“Sudan asla eskisi gibi olmayacak. Bu derin bir devrim. Köklü bileşenlere ve hedeflere sahip...  Konuya, iki ülkenin aynı olmadığı perspektifinden bakmalıyız. Her ülkenin kendine özgü özellikleri vardır. Bir ülkenin yaşadığı tecrübe diğer ülke için emsal sayılamaz. Başkalarının deneyimlerinden yararlanırız. Ancak yönetim şekli, bu ülkedeki tarihi deneyimlerimize, mirasımıza ve oluşumlarımıza bağlıdır. Arap dünyasının pek çok yerinde benzeri olmayan çok gelişmiş bir siyasi sınıfımız var. Bunu diğer bölgelerle karşılaştıramayız. Arap Baharı deneyimi, bazı bölgelerde değişimlere neden oldu. Arap Baharı, Sudan’ı da neredeyse Suriye ve Libya’ya çeviriyordu. Demokrasinin farklı bir kök saldığı Tunus, Arap Baharı’ndan tamamen başka bir bağlamla çıktı. Sudan'da bu konuyu zengin mirasımızı temel alarak çözeceğiz. Bu durumun Sudan için bir risk yarattığını sanmıyorum.”
Yemen savaşı ve Sudan
Sudan'da biri askeri diğeri ise sivil olmak üzere iki bakış açısı var. Birincisi, askeri Egemenlik Konseyi aracılığıyla, Yemen’de Arap Koalisyonu’nda kalmaya devam etmesi gerektiğini söylüyor. İkincisi ise sivil Bakanlar Kurulu aracılığıyla Yemen'den ve meşru hükümeti destekleyen Arap Koalisyonu’ndan çıkılmasının zorunlu olduğuna inanıyor.
Bu konudaki fikirlerini sorduğum da Hamduk, şu yanıtı verdi;
“Şu anki savaşlardan ve devlet içi çatışmalardan en çok zarar gören ülke biziz. Bu zararın büyüklüğünü ve buna dahil olanların ödeyecekleri bedelleri biliyoruz. Yemenli kardeşlerimize ve koalisyona, bu krizi çözecek anlayışlara ulaşılması konusunda yardımcı olmaktan memnunuz. Tüm tarafların razı olacağı bir çözüme ulaşmak için kardeşlerimiz ile birlikte katkıda bulunacağımızdan ve yıllar önce konuştuğumuz mutlu Yemen’in yeniden geri döneceğinden eminiz”
Hamduk’un verdiği diplomatik cevap beni daha net bir soru sormaya zorladı;
- Sudan güçleri Arap Koalisyonu’nda mı değil mi?

“Tüm tarafların razı olacağı çözümlere ulaşılması için kardeşlerimizle birlikte çalışacağız. Sonunda bu krize son verecek çözümler getireceğine inandığımız hiçbir çabadan kaçınmayacağız. Yemen krizinin diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini düşünüyorum.” 
Hamduk’un tekrarlanan soruya verdiği cevap da yine netlik yoktu.
Yaptırımların kaldırılması ve Arap ülkelerinin yardımı
Yaptırımların kaldırılması ve Sudan'ın terör finansmanları listesinden çıkarılması, yeni hükümetin öncelikleri arasında yer alıyor. Hamduk, konuşmasında olumlu bir ton kullanmasına rağmen Sudan’a yardım edecek veya yaptırımları kaldırmasına katkıda bulunmaları için görüşülecek ülkelerin isimlerini belirtmekten kaçındı. Devrim’in Sudan'da yeni bir atmosfer yarattığına inandıklarını söyleyen Hamduk, “Devrim, sağlam bir demokrasi oluşturmak için güvenilir ve insan haklarına saygılı bir iklim yarattı. Yeni Sudan, artık kimse için bir tehdit değil. Bence bu devrim, Sudan'ın terör finansmanları listesinden çıkarılmasıyla ödüllendirilmeli. ABD, Kanada, Avrupa ve diğer ülkelerdeki ortaklarımızla sıkı çalışma ve ciddi görüşmelere başladık. Arap dünyasındaki kardeşlerimizle de bize bu konularda yardım etmeleri için görüştük” şeklinde konuştu.
Yaptırımların kaldırılmasına katkıda bulunmaları için hangi Arap ülkeleriyle görüştüklerini sorduğumda, söz konusu ülkelerin isimlerini vermekten kaçınan Hamduk, “Bu dosyaya yakın birkaç ülke ile görüştük. Kardeşlerimizin bize verdiği sözlerin yanı sıra bizden bir takım talepleri var. Batı dünyasındaki yetkililerle mükemmel ilişkileri olan ülkeleri çok iyi tanıyorsunuz. Kapılarını çalmakta zorlanacağımızı sanmıyorum. Kardeşlerimizin bu konuda bize yardımcı olacağına inanıyorum. Çünkü birçok mesele buna bağlı. Ekonomik kriz ve sürdürülebilir barışa giden yol bu kapıdan geçiyor. Arap kardeşlerimizin bizi destekleyeceğine inanıyorum”
ifadelerini kullandı.
Uluslararası arenadaki Afrika’ya yönelik yarışta Sudan’ın tutumu
Çin’in yanı sıra Türkiye de Afrika’ya yatırım hattına sıkı bir giriş yaptı. Ancak bu girişim Suudi Arabistan ve Mısır gibi bazı Arap ülkeleri tarafından bölgenin güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görülüyor. Çin ve diğer ülkeler, Afrika’daki ‘yatırım pastasından’ pay almayı başardılar.
Başbakan Hamduk’a bu yarışa yönelik tutumlarının ne olduğunu sordum. Aldığım cevap ise şöyleydi;
“Ekonomi, siyasetin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle yatırım dostu bir iklim oluşturmak birçok konuyla bağlantılı. Sizin de soruduğunuz üzere Afrika genelinde konuşalım. Yatırım konusunda birçok bölgesel ve uluslararası güç arasında adeta bir yarış var. Bunun olduğuna inanıyorum. Afrika'nın çeşitli bölgelerinde ve kurumlarında çalışarak geçirdiğim uzun yıllar boyunca tüm dünya ülkeleriyle Afrika arasındaki ilişkileri takip ettim. Afrika’nın bu dosyada kendi çıkarları adına ustalaştığına inanıyorum. Sudan da bunun bir parçası. Bu da yabancı yatırımcılarla ilişkilerde yönümüzü belirleyecektir.”
SUDAN EGEMENLİK KONSEYİ BAŞKANI EL-BURHAN: SUUDİ ARABİSTAN'IN GÜVENLİĞİNE YÖNELİK TEHDİTLERE İZİN VERMEYİZ



Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
TT

Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)

Nesrein El-Bakhshawangy

Yazar, müzisyen, belgesel film yapımcısı ve çevre aktivisti Andri Snaer Magnason, şiir, roman, tiyatro, çocuk ve genç yetişkin edebiyatı ve bilimsel kitaplar yazarak İzlanda Edebiyat Ödülü'nü tüm dallarında kazanan tek isim. Magnason, “LoveStar: A Novel” (Love Star) adlı kitabıyla 2016 yılında Fransa'da En İyi Yabancı Bilim Kurgu Romanı ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazandı.

Magnason, 1973 yılında doğdu, İzlanda Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Ancak çevre ve iklim değişikliği konuları ilgisini çeken yazar, yazılarında başlıca olarak bu konuları ele aldı. Ülkesinin temiz enerjiye geçmesi ve ulusal dilin önemi gibi alanlarda sıkı çalışmalar yapmak üzere 2016 yılında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koydu. Çalışmaları İngilizce, Fransızca, Japonca, Arapça ve Türkçe dahil olmak üzere 30'dan fazla dile çevrildi.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason röportajın tam metni;

*Çevre ve iklim değişikliği hakkında yazmaya ilk olarak ne zaman ilgi duymaya başladınız?

Milenyumun başlarında İzlanda'daki birçok önemli yer kentleşme tehdidi altındaydı. Örneğin, belirli bir kaz türünün dünyadaki en büyük yuvalama alanı sular altında kalmıştı. Bunun gibi tehdit altındaki pek çok yerin yazabileceklerimden çok daha önemli olduğunu hissettim. Bu alanları koruyup koruyamayacağımı, dünyaya bir roman ya da yeni bir kitapla yapabileceğimden daha fazla katkıda bulunup bulunamayacağımı merak ettim. Daha sonra bu düşüncelerimi, bazen doğrudan, kurgusal olmayan bir biçimde, bazen de bilim kurgu, şiir ya da çocuk kitaplarında konu etrafında örmenin bir yolunu buldum ve bunları bir kitaba dönüştürdüm.

LoveStar: A Novel kitabında en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim.

Teknoloji ve özgürlük

*LoveStar: A Novel adlı romanınız teknoloji ve özgürlük arasındaki çatışmayı ele alıyor. Sizi bu romanı yazmaya iten neydi?

LoveStar: A Novel oldukça çılgın bir roman. İçinde bulunduğumuz çağın mitlerine karşı ilerleme ve teknoloji dünyasını keşfetmek ve şu anki trajik tanrılarımızı incelemek istedim. Yani Elon Musk ya da Steve Jobs gibi girişimciler dünyada devrim yarattılar, ama aynı zamanda kendilerini de yok ettiler. Onlar bana dünyayı istila eden ve bedenlerini ya da ruhlarını ele geçiren fikirlerin sadece ev sahipleri gibi görünüyorlar. Bu roman sosyal medyanın hayatımıza girmesinden önce yazıldı. Bu yüzden Jobs ve Musk'ın romanın ilham kaynağı olduğunu söylemek yanlış olur. Bu roman onları bu yolculuğa çıkmadan önce yazıldı. Yaklaşan internet çağının vaat ettiklerini, bağlantı ve veri çağını ve bu gelişen teknolojilerin sonuçlarını keşfetmek istedim. Sahte haberler, bilgi balonları ve kişiselleştirilmiş derecelendirmeler kitapta geçse de bunlar o zamanlar gündemde olan konular değildi. George Orwell’ın 1984 adlı kitabını, Kurt Vonnegut ve Aldous Huxley'in eserlerini, kendi zamanlarının gerçekliğine nasıl tepki verdiklerini ve bizim gerçekliğimiz için ne tür bir tepki hayal ettiğimi düşünüyordum. Uluslararası şirketlerin etiği ‘eğer biz yapmazsak başkası yapacak, o yüzden biz de yapmalıyız’ şeklindedir.

sdwcfvrgbt
LoveStar: A Novel adlı romanın kitap kapağı

*Peki bu romanda modern kapitalizmi ve onun toplum üzerindeki etkisini eleştirirken size ilham veren neydi?

Ben bunu daha çok araştırma, taklit ve deney olarak görüyorum. Doğanın ya da insan etkileşimlerinin ve kültürün giderek daha fazla alanının metalaştığını hissettim. Yeni teknolojinin, daha önce mümkün olmayan insan ilişkilerinden yararlanma ve bunlardan faydalanma olanaklarını nasıl açacağını düşündüm. Hiçbir şeyin kendi haline bırakılamayacağına, çağımızda her şeyi sonuna kadar sömürme eğiliminde olduğumuza tanık olmaktan ilham aldım ve bu romanda en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim. LoveStar: A Novel, bu 'kaynakları' sonuna kadar kullanmanın yollarını buluyor.

İklim değişikliği meseleleri

*Bize “On Time and Water” (Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt) adlı kitabı yazma sürecinden bahseder misiniz? Kitabın beyaz perdeye uyarlanma fikri nasıl ortaya çıktı ve filme nasıl hazırlandınız?

Yaşadığım zamanın ve mekânın bir yazarı olarak, bu konu benim için yazılması gereken en önemli konuydu. İklim değişikliği meseleleri üzerine yazılan çoğu yazının ilgi çekici olmadığını ve hatta yapay zeka tarafından yazılmış gibi tahmin edilebilir olduğunu gördüm. Bu konuların akıbetini öngörebildiğimi ve anlatı yoluyla bunlar hakkında beyin fırtınası yapabildiğimi fark ettim. İletişim yeteneği, bilimsel konuları ortalama bir insana açıklamak için büyük önem taşısa da bunun ötesine geçilmesi gerektiğini hissettim. Daha derin bir yaklaşım gerekiyordu. Bu dilden daha büyük bir şey. Zira bu temiz enerji dünyasına doğru bir paradigma değişimiyle ilgili ve bir paradigma değişiminde dil ve normlar yıkılmaya başlar.

ccdfvrbg
On Time and Water romanının kitap kapağı

İçinde yaşadığımız zamanı anlamadığımızı nasıl anlayabiliriz? Kitap ailemle ilgili, büyükannem ve büyükbabam 1950'lerde buzul kaşifleriydi. Kitap, bir yandan da zamanı ele alıyor. Çünkü 2100 gerçekten ne anlama geliyor? Biz bunu nasıl anlıyoruz? Kelimeler ne anlama geliyor? Olaylar 1000 ya da 2000 yıl sonra hala iklim değişikliği olarak adlandırılacak mı yoksa başka bir isimle mi anılacaklar?

Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor.

Çocuklar ve çevre

*Bir çocuk edebiyatı yazarı olarak, sizce çocukları ve gençleri çevreyle ilgili konularda erken yaşta eğitmek önemli hedeflere ulaşılmasına nasıl yardımcı olabilir?

Çocukların ve gençlerin tüm eğitim metotlarıyla temiz enerjiye geçişin önemi konusunda bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçtiğimiz yüzyılın tasarım yöntemleri, alışkanlıkları ve endüstrisi artık eskidi. Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor. Benim yaşıma geldiklerinde tüm dünyanın temiz enerjiye ihtiyacı olacak. Bu büyük bir değişim ve zorluk. Bugün doğan bir çocuk 2100 yılı civarında emeklilik yaşına ulaşacak. Şu anda dünyamız gelecekte istikrarlı olacak şekilde tasarlanmamıştır.

tynm
The Casket of Time (Yonder) kitabının kapağı

Bir genç yetişkin romanı olan The Casket of Time'da modern hikayeleri antik destanlarla birleştirirken karşılaştığınız zorluklar oldu mu?

Yeni bir eser yazarken karşılaşılan başlıca zorluk, eserin çerçevesini belirlemektir. Eser bir seri mi olmalı? Üç kitap mı, beş kitap mı? Ya da çok uzun bir kitap olabilir. Ama ben uzun kitaplardan ziyade kısa ve konu odaklı hikayeleri seviyorum. Bu yüzden geleceğin ve geçmişin hikayelerini bir arada örmek ve bunları mantıklı, şaşırtıcı ve izleyiciler için eğlenceli hale getirmek zordu, ama umarım başarmışımdır.

Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabilir, ancak bir kelime de bin resimden daha fazlasını anlatabilir.

*Kişisel internet sitenizde “Ben Noam Chomsky ve Lewis Carroll'un gayrimeşru oğluyum” diye yazmışsınız. Onların yazıları çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Chomsky'nin dilbilim teorilerini inceledim. Carroll ise beni vahşi ve eğlenceli hayal gücüyle etkiledi. Kelimelere ve dile olan ilgi ve hayal gücünüzü ne kadar genişletebileceğinizi görmek gibi şeyler zihnimde takılıp kaldı.

*“Dreamland” (Düş ülkesi) kitabınızın belgesel film haline getirilmesiyle birlikte, edebiyatın görsel eserlere dönüştürülmesinin önemini nasıl görüyorsunuz?

Gerek sözlü anlatıcılık gerek kitapta yazılı, gerekse müzikal ya da film olarak olsun hikayelerin farklı ifade biçimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Farklı formlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Her ifade biçiminin kendi kuralları ve kendi büyüsü vardır. Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabileceği gibi bir kelime de bin resimden fazlasını anlatabilir.

*Sizi 2016 yılında İzlanda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaya iten neydi? Sizce bir şair ve romancı böyle bir makamda ne kadar başarılı olabilir?

İzlanda cumhurbaşkanı devletin bir temsilcisidir. Doğrudan bir gücü olmasa da nüfuzu vardır. Benim gündemim İzlanda dilinin korunmasının önemi konusunda farkındalık yaratmak ve İzlanda'nın iklim değişikliğinin etkileri konusunda küresel bir eylem örneği haline gelmesini sağlamaktı. Cumhurbaşkanlığı daha çok kelimeler, kavramlar ve vizyonla ilgili. Bu, bugün her zamankinden daha önemli olduğu için gündeme getirebileceğimi düşündüğüm bir konuydu.

*Tüm ilgi alanlarınız arasında en çok neyle gurur duyuyorsunuz ve neden?

Belki çocuklarım! Dört tane çocuğum var. Ama birçok ülkedeki insanlara ulaşan çok farklı türde sanat yapma becerimle gurur duyuyorum. İzlandaca yazmak ve çeviri yoluyla Arapça konuşulan ülkelerdeki biriyle konuşmak ve yazının hala sınırları aşabildiğini görmek harika. Bununla gurur duyuyorum.

*Belgesel film yapımcısı olarak yaptığınız çalışmalar yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Kariyerimi tarımdaki gibi bir tür ürün rotasyonu olarak görüyorum. Ürün rotasyonunda bir yıl patates ekersiniz, ertesi yıl arpa ve sonra belki de bir yıl boyunca tarlada yabani otların büyümesine izin verirsiniz. Böylece her tarla diğerini besler. Of Time and Water'ı yazarken kendimi bir belgesel film çekiyormuş gibi hissettim. Bilim insanlarıyla, yaşlılarla, Dalai Lama gibi kişilerle röportajlar yaptım. Ama sonra elimdeki malzemenin o kadar büyük olduğunu fark ettim. Bunun kitaplaştırılması gerektiğini düşündüm ve şimdi de bir belgesel film oldu.

*Belgesel filminiz “The Hero's Journey to the Third Pole - a Bipolar Musical Documentary with Elephants” (Kahramanın Üçüncü Kutba Yolculuğu: Fillerle Bir Bipolar Müzikal Belgesel) adlı belgesel filminiz, bipolar bozukluğu olan kişilerle ilişkili ruh sağlığı sorunları ve yaratıcı yetenekler konusunda farkındalık yaratmayı mı amaçlıyor?

Akıl hastalıkları üzerine tartışmak zor ve hassas bir konu. Filmimde, bipolar bozukluk şikayeti olan iki kahramana kendileri hakkında konuşma şansı verdik. Filmde tıpkı hepimiz gibi çok sempatik iki insan görüyoruz. Yani hayatlarının bir noktasında normal biri gibi muamele görüyorlar. Ancak hastalığın depresif evrelerinde karanlık zamanlardan geçerken manik evrelerinde yıldızlara dokunacak kadar coşkulu olabiliyorlar. Ardından farklı bir bilinçle ve hepimizin bir şekilde öğrenebileceği yeni bir insanlık durumu anlayışıyla geri dönüyorlar.