Hoşyar Zebari: ABD ile aldığımız Irak ordusu ve Baas Partisi'nin lağvedilmesi kararı hataydı

Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
TT

Hoşyar Zebari: ABD ile aldığımız Irak ordusu ve Baas Partisi'nin lağvedilmesi kararı hataydı

Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)

Rustem Mahmud
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari röportajın birinci bölümünde, Kürdistan Demokratik Partisi’ndeki (KDP)  ilk yıllarından, Irak Ulusal Kongresi'nin kurulmasına ve Irak'ın işgalinden önce ABD ile kurulan koordinasyona eşlik eden gelişmelerden, ABD’nin eski Başkanı George Bush'un kararıyla Irak Kürdistanı’nda nasıl güvenli bölge oluşturulduğundan bahsetmişti.
Yine Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği röportajın ilk bölümde, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in ABD’nin Irak ile savaşma kararına ilişkin şüphelerini dile getirdiğini söyleyen eski Bakan Zebari, ufukta görünmeye başlayan savaşla, İran tarafında olup bitenlerin daha yumuşak yaşandığını, doğrudan bir İran-ABD koordinasyonu olmasa da iki taraf arasındaki uyumun kendini belli ettiğini söyledi.
Irak'ın 19 Mart 2003’teki işgalinden üç haftadan kısa bir süre sonra yani 9 Nisan’da Bağdat düşerken, temelde KDP ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) olmak üzere iki ana partiden oluşan Kürt liderliği, başta Ninova (Musul) ve Kerkük olmak üzere Kürdistan bölgesini çevreleyen alanlarla uğraşıyordu.
Eve dönüş
Hoşyar Zebari,  Musul'un kurtuluşunu ve ABD tarafı ile Kürt liderliği arasında yaşanan anlaşmazlıkları şöyle anlattı;

“Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi ve ABD güçlerinin Musul'a girmesinden sonra, ABD’li yetkililerle aramızda bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Washington, Mavi Hat’tın dışında olan Musul’a girmek istemedi. Musul ve Kerkük’e girmeme konusunda üzerimizde muazzam bir baskı vardı. Gerçekte var olmayan hayali Mavi Hat’tın ötesindeki bölgeler, Kürdistan bölgesi ile Saddam Hüseyin'in ordusu arasında 1991 yılında bir sınır olarak kararlaştırılan alanın ta kendisiydi. ABD’li yetkililere Musul’a girilmesi konusunda baskı yapanlardan biriydim. Bugün dahi Musul’da payımız var. Seçimlerde Musul'daki oyların üçte birini alıyoruz. İdari bölgelerimiz ve birimlerimiz ile Kürt bölgelerimiz bulunuyor. Musul halkı ve diğer aşiretlerle ortak bir hayatımız var.”
Söz konusu bölgelerdeki siyasi gerçekliğe değinirken, şu anda birçok yanlış anlaşılmaya neden olan bazı sosyal ve kültürel ayrıntıları aktaran eski Bakan, Kürt-Arap sosyal çatışma alanları olarak gösterilen bölge için şunları söyledi;
“Ben Musulluyum. Musul’da okudum. Orada bir evim ve bir arsam var. Mülküm, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bir parçası değil, ama Musul’da bir payımız var. Bölge valisi seçimlerinde fikir beyan ediyoruz. ABD birlikleri Irak'a girdikten sonra Nisan ayında Kürt Özel Kuvvetleri’nin Musul’a gönderilmesi için baskı yaptım. Çünkü şehir tamamen yıkıma uğramıştı ve kaos çıkma olasılığı yüksekti. ABD güçlerinin Türkiye üzerinden girmesi engellendiğinden, Irak’ın güneyinden gelmek zorunda kaldılar ve bu uzun bir mesafeydi. Yani, o zaman Musul’a girme kararı almasaydık, büyük bir kaos yaşanırdı. Aslında özel kuvvetlerimizi gönderme iznimiz vardı. Özel kuvvetlerimiz Musul'a girdikten ve oradaki karargahın güvenliği sağlandıktan bir gün sonra Musul’a gittim. 1975 yılında Musul'dan ayrılmıştım. Geri dönmek güzel bir duyguydu. Sonra ez-Zuhur mahallesindeki evime gittim. O sıralar adalet tarafından aranan biri olduğum için Irak rejimi eve el koymuştu. Duvarlarında Saddam döneminden kalma yazılar vardı. İnsanlar kanla Saddam Hüseyin’in adını yazıyorlardı. Birileri Bağdat'tan Musul’a yürüyerek gelmiş, rejim de evi onlara vermişti. Evime vardığımda bana böyle söylediler.”
Yeni dönemin başlangıcı
Saddam Hüseyin’in kontrolü altındaki bölgelerden sürülen Kürtlerin, yaşadığı şartları, yerlerinden edilen Filistinlilerle kıyaslayan Zebari, “Bunca yıldan sonra, biri içinde büyüdüğü evin başkasının evi olmasına şahit oluyor. Daha da acı olan yıllar süren trajedinin ardından DEAŞ’ın gelişiyle evimizin yeniden başkasının eline geçmesi oldu” diye konuştu.
ABD’nin Irak’ı işgalinden sonraki ilk aylarda yaşanan olayları ve o günler Kürtlerin üstlendiği rolü anlatan Zebari, şunları söyledi;
“ABD’nin atadığı Irak valisi olarak atanan Paul Bremer, Savunma Bakanlığı ve askeri temsilcilerden oluşan ABD’li bir heyet bizi ziyaret etti. Onları, şu anki IKBY Başkanı Neçirvan Barzani’nin Erbil’deki evinde ağırladık. Ardından da ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Beyaz Saray’la temasa geçtik. Bu görüşmeler sırasında heyete geçici bir hükümet kurma ihtiyacı olduğunu vurguladık, aksi takdirde Irak’ta kaos başlayacaktı. Bizim açımızdan iyi bir ekibimiz vardı. Londra konferansında, Baasçı olmayan yaklaşık 67 kişiyle geçici hükümetin ilan edilmesini kabul ettik. Bu fikir, ABD ile Kürt liderliği arasında ortaya çıkmıştı ve üzerinde görüş birliği vardı. Ertesi gün 40-50 araçlık görkemli bir konvoyla hareket ettik. Celal Talabani de benzer bir konvoyla Süleymaniye’den gelmişti. Yolumuz Kerkük’ten geçiyordu. Kerkük’ten geçerken Baba Gurgur petrol sahasında çalışmaların devam ettiğini gördük. Güzel bir duyguydu. Yine Kerkük’ten ikinci kez korkmadan geçtik. Söz konusu devasa konvoy ile Bağdat’a girdik. Bağdat’ta eski muhalif güçleri ve Devlet Başkanlığı Konseyi’nin karargahı ve bir iletişim merkezine dönüşen Burj el-Hayat Oteli’ne gittik.”
Birkaç saniye duraksayan Zebari şöyle devam etti;
“Bağdat sokaklarında yürüdüm, her şeyi merak ediyordum. İnsanlar hiç olmadıkları kadar iyi görünüyordu. Fakat yoksulluk her yeri sarmıştı. Abluka, bedelini insanların ödediği acı bir cezaydı. Bağdat eskisi gibi yine kirliydi. Hiçbir zaman temiz olmamıştı. Açıkçası bu, bizim muhalefetteyken yaptığımız bir hatadan kaynaklanıyordu. Hesaba katılmamış bir hata. Yıllar süren abluka, toplumun yapısını ve psikolojisini bozarken, ister Sünni ister Şii olsun radikal dini akımların büyümesini sağladı. Biz ise bunun farkına varamadık.”
Kürt güçleri sahaya indi
-  Irak’ın yeni yönetiminin oluşumuna karşı çıkan Iraklı çeşitli taraflar arasındaki güç dengesiyle ilgili neler söyleyeceksiniz?

Başlarda öndeydik. İnisiyatif elimizdeydi, çünkü en güçlü taraf bizdik. Iraklı liderlerin çoğunun korumaları ABD ordusundandı. Bu korumaları onlara bizzat ben sağlıyordum. Bu yüzden Irak'taki ABD ve diğer ülkelerin büyükelçiliklerinde güçlü bir konumumuz vardı. Burj el-Hayat Oteli’ndeki merkezimiz, tam bir uğrak yeriydi.  Örneğin Muhammed Bekir el-Hekim, 30 yıllık aranın ardından İran’dan Irak’a gelmek istedi. Şahsi korumalarıyla birlikte geliyordu. Şu anki Başbakan Adil Abdulmehdi, beni ziyaret etti ve bana size yardım etmek istiyorum dedi. Bizden Amerikalılarla konuşup, onlara bu adamın önemli bir şahsiyet olduğunu anlatmamızı, bir din adamı ve arkadaşımız olan bu kişinin bazı şahsi korumalarına izin verilmesini istememizi rica etti. Askeri komutanı görmeye gittim. Hekim’in bize, müttefiklerimize ve değişime destek verenlere güvendiğini söyledim. Bana, “O bir imam ve Bağdat’a silahlı korumasıyla mı gelecek? Biz varız ve onu koruruz” dedi. Komutana, “Hayır. Çünkü bir askerin onu askeri kontrol noktasında durdurması onun için utanç verici olur. Bunu anlamanızı umuyor” dedim. Komutan biraz müsaade istedi. Ardından tabanca gibi küçük bir silahla girmelerine izin verdi.
Zebari, Saddam Hüseyin’in ardından Irak Yönetim Konseyi’nin kurulması, seçimlerin yapılması ve ilk hükümetin kurulması gibi Irak’ta ortaya çıkan yeni güç yapılarının inşasını anlatmayı şöyle sürdürdü;
“Yönetim Konseyi’nin kurulması ABD’nin değil, BM’nin fikriydi.”
Ancak işlerin yolunda gitmediğini ve Paul Bremer'in vali ve fiili yönetici olmasının ardından birçok zorluk yaşandığını söyleyen Zebari, “Bir toplantıda, Başkan Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin arasında oturuyordum. Bremer bizi selamladıktan sonra iyi insanlar olduğumuzu söyledi. Fakat ani bir çıkışla, ‘Lider benim ve bu ülkeyi ben yöneteceğim. Eğer size bir rol verilecekse o da ancak danışmanlık olacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) aldığım bir karar var. Ülkeyi yönetmek için çalışacağız’ dedi. Celal Talabani duydukları karşısında adeta şok olmuştu. Barzani’nin çevirmenliğiyle Bremer’e derhal karşılık veren Talabani şunları söyledi; ‘Rolümüz bitti. Yarın Erbil’e döneceğiz. Ortak olmak istiyorduk, bu durum herkesi üzdü. Ülkeyi yönetebilirseniz buyurun.  Geri döneceğiz’ dedi” şeklinde konuştu.
Sistani'nin konumu
Otele döndükten sonra, Başkan Barzani arabaların geri dönüş için hazırlanmalarını istedi. Ona “Hayır, Başka bir göreviniz var, bu adam bu ülkede gerçek liderler olduğunu bilmeli. Necef'te Sistani (Şii lider) ile görüşmelisiniz” dedim. Barzani de bana, gerekli ayarlamaları yapıp yapamayacağımı sordu. Ben de bugün veya yarın görüşmenin ayarlanacağını söyledim. Sonra Necef'e gittik ve gazetecilerde bizimleydi. Dönüşte Bremer'la karşılaştık. Bana, “Necef'i ziyaret edeceğini söylemedin. Sistani'ye göndermek istediğim bir mesajım vardı” dedi. Ben de ona, bu ülkenin önde gelen kendi liderleri olduğunu ve gerekli mesajın iletildiğini söyledim.
Irak'ta hükümet içindeki güçler arasındaki anlaşmazlıkları ve özellikle de ABD ile yeni Irak anayasasını yazmakla görevlendirilen Şii din adamları arasındaki tartışmaları anlatmaya devam eden Zebari şunları söyledi;
“Bremer, eyalet ve ülke düzeyinde yerel Amerikan tarzı konferanslar düzenlemeyi planlıyordu. Ancak Yönetim Kurulu, Irak Devleti Geçiş Dönemi Yönetim Kanunu’nu çıkardı. Böylece anayasaya giriş yapıldı.  Bu bir anlamda Yönetim Kurulu ve Geçici Hükümet Konseyi’nin, anayasa için yol haritası olacak bildirisiydi. Şii güçler başlangıçta itiraz etse de daha sonra bunu kabul ettiler. Bremer'in fikrini reddeden Sistani, anayasanın halkın seçtiği insanlar tarafından yazılması gerektiğini söyledi. İlk toplantıda Başkan Barzani'ye, kendisi için en önemli olan şeyin anayasa olduğunu söyledi.  Sünni güçler ise buna karşı çıkıyordu. Kurumlar, ordu ve makamlar oluşmaya başladığında bile Sünni güçler buna katılmayı reddettiler. Sünnileri destekliyor ve teşvik ediyorduk. Erbil’de konferanslar düzenliyorlardı. Onlarla buluştuk. Eğer Irak’ın eski haline dönmesi gibi bir hayalleri varsa bunun imkansız olduğunu söyledik. Suriye'nin Sünni güçleri bu yola itme konusunda ciddi bir rolü vardı.”
Federalizm ve Anayasa
Iraklı çeşitli güçler, bugün de halen bütün Irak diyalog turlarında olduğu gibi, Kürtlerin konumu, hakları ve özellikle federalizm meselesi başta olmak üzere merkezi devletle olan ilişkilerini tartışıyor.
Hoşyar Zebari ise federalizmle ilgili şunları söyledi;
“Federal sistemi biz dayattık. Irak Devleti Geçiş Dönemi Yönetim Kanunu’nun bir parçası haline geldi. Ekibimiz güçlü, verimli, yasal, uyumlu ve konusunda uzman Kürt ve yabancılardan oluşuyordu. Siyasi güçler konuyu ciddiye almadı. Ancak bizim net bir vizyonumuz vardı. Ayrıca üç eyaletin Irak Anayasası için gelecekteki herhangi bir değişikliği reddetme hakkı ilkesini de uygulamaya koyduk. Böylece çoğunluk artık bizi ezemeyecekti. Toplantıların çoğu, Yeşil Bölge'deki Mele (Molla) Mustafa Barzani'nin resminin bulunduğu merkezimizde yapıldı. Aslında Bağdat'ta güçlüydük. Marjinal değildik, karar vericiydik. Başkan Barzani Bağdat’a geldi. Karargahı her gün beş kez bombalanıyordu. Korumaları hayatlarını kaybetti. Tıpkı Talabani gibi o da yerini terk etmedi. Bizim ve haklarımız için bir güç kaynağı oldu.”
Kürtlerin, özellikle bugün Irak'ın birçok sorununa uygulanabilir ve makul bir çözüm olarak gördüğü federal sistem deneyimindeki önerilerinin başarısını anlatan Zebari, “Aslında, Irak'ta federal sistem ya da bir başka deyişle bölgesel sistem deneyimi başarılı oldu. Dolayısıyla talep edilir bir hale geldi. Bir bölgenin kurulmasına yönelik ilk talep güneyde Basra halkından gelmişti. Anayasa buna izin veriyordu. Kürdistan bölgesi gibi bölgelerin oluşumu için bazı mekanizmalar vardı. Ancak DEAŞ'ın varlığı döneminde Yezidilere ve Şiilere olanlardan ve Musul olaylarından sonra bu insanların nispeten bağımsız bölgeler olmadan tekrar nasıl birlikte yaşayabilecekleriyle ilgili bir soru işareti belirdi” diye konuştu.
Saddam kalıntıları
Bağdat’ta başlayan şiddet birkaç ay devam etti. İki yıl geçmeden Irak merkezi bölgesinin tamamı işgal edilmişti.
Zebari, Irak’ta şiddetin yayılmasına sebep olan olayları şöyle anlattı;
“Şiddet ve işgalcilere karşı direnişin başlamasının ardında çok sayıda neden yatıyordu. Şunu dürüstçe belirtmeliyim ki bu nedenlerin çoğu ordu, Baas Partisi, Saddam'ın Fedaileri, istihbarat birimleri, güvenlik hizmetleri ve Saddam’a sadık aşiretler olmak üzere eski Irak rejiminin kalıntılarından kaynaklanıyordu. Ayı şekilde 1920 Devrimi, Nakşibendiler, Özgür Irak Ordusu ve bölgede faaliyet gösteren diğer gruplar gibi ikinci taraflar ve isimler de bu nedenlerin kaynağıydılar. Saddam Hüseyin ve çevresi, daha sonra belgelerde de ortaya koyulduğu üzere muazzam Amerikan gücünün önünde duramayacaklarını anladıklarında, gerilla savaşını ve silahlı direnişi teşvik ettiler. Bundan yararlanan diğer taraf ise aşırılık yanlısı güç oldu. ABD ordusu, Arap ve Müslüman bir ülkeyi işgal ediyordu. Bu durum El Kaide gibi örgütler için altın bir fırsattı. Başta Suriye olmak üzere komşu ülkeler, bu durumun kendi topraklarına kayabileceği korkusuyla, söz konusu grupların faaliyetlerini kolaylaştırmış ve oluşumlarında yardımcı olmuştu.”
Bununla birlikte şiddetin yayılmasına yol açan en önemli faktörlerden biri olduğunu düşündüğü Irak'taki iç koşulların şiddetin tırmanmasındaki rolünü inkar etmeyen Zebari, eski rejimin bir biyografisini şöyle aktardı;
 “Baas veya Saddam’ın, Kürtlere, Şiilere ve hatta Sünnilere karşı yaptıkları daha az değildi. Başka bir deyişle, eli kanlı birçok insan vardı ve çoğunluğu ABD’li yetkililer tarafından tutuklandı. İnsanlar kimin ordu, kimin istihbarat ya da kimin güvenlik biriminden olduğunu biliyordu. Her değişimde bu durum yaşanır. Orduyu lağvetme yasasının çıkarılması, ABD’nin intikamıydı. Ordunun dağılmasını destekledik. Çünkü bu, öldüren, katleden, kimyasal gazlarla zehirleyen bir orduydu. İdeolojik ve şovenist gerekçelerle kurulmuştu. Ulusal bir ordu değildi. Temelde kimse ordudan ayrılmadı. Herkes sadece askeri üsleri terk edip evlerine döndü. Diğer bir konu ise ülkenin Baasçılardan arındırılmasıydı. Ancak daha sonra temel amacından çarptırıldı. Bizim hesabımız Baas Partisi’nin önde gelen isimleri ve üst düzeydeki ekipleri içindi. Diğerleri için değildi. Ancak hesaplar tutmadı.”
İşgalin ilk iki yılında Irak’ta oluşan tabloyu aktarmayı sürdüren Zebari şöyle devam etti;
“Amaç, Amerikalıları Irak'ın dışına çıkarmaktı. Böylece işgal, başka bir ülkeye sıçramayacaktı.  Aslında, İranlılar, Suriyelilerden daha akıllıydı. İran, Irak'ı ziyaret eden ilk ülke oldu ve desteklerini belirterek, yönetim kurulunu tebrik etti. Bununla birlikte Irak'taki durumu okumak için Suriyelilerle görüşüyorlardı ve ortak bir tehlike olduğunu düşünüyorlardı. İranlılar, Amerikalıları hedef almak için çıkar ortaklığı olan kendi gruplarını desteklemeye başladı. Refik Hariri'nin Suudi Arabistan'dan çıkmak üzereyken görüşmek isteyip bana söylediği de buydu. Hariri ile Suudi Arabistan’da buluştuk. Beni Suriyelilerle İranlıların yüzde 100 aynı fikirde olmadıkları konusunda uyardı ve tek buluştukları ortak noktanın Amerikan projesinin başarısızlıkla sonuçlandırılması olduğunu söyledi.”
Türkiye’nin rolü
Zebari, Irak'ın siyasi hayatının bu aşamasında oluşan bölgesel sahneye ilişkin olarak ise Türkiye’nin yeni Irak sahnesine yönelik tavrıyla ilgili şunları söyledi;

“Yönetim Kurulu’nun ve Paul Bremer tarafından ilk hükümetin kurulmasından sonra, büyük bir Türk heyeti bizi ziyaret etti.  Heyette müsteşarlar ve büyükelçiler vardı. Çevirmenleri ise Abdurrahman adında Türkiyeli bir Arap’tı. Onları bakanlıkta karşıladım ve bir iki yıl kadar önce başımdan geçen bir olayı hatırlattım. Dışişleri Bakanlığı’ndayken Türkiye hariç tüm ülkelerin Irak'a yönelik bir politikası olduğu uyarısında bulunmuştum. Başka bir deyişle, savaş olmasa bile yarın bir gün Saddam’ın ölebileceğini söylemiştim. Onlara, ‘İran, Suriye ve Suudi Arabistan’ın bir politikası var. Sizin Irak politikanız nedir?’ diye sordum. Politikalarının Irak'ın birliğini korumak olduğu şeklinde bir cevap verdiler. Bunun yeterli olmadığını söyledim. Sahada onlardan kimsenin olmadığını belirterek, ‘ Türkmen Cephesi sizde, biz de müttefikiniz. Bizi de düşünün. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra sizinle görüştüğümüzde bunu göz önüne alacağız’ dedim. Çevirmen Abdurrahman ‘Ben de şahidim’ dedi.  Bu fikre sıcak baksalar da Amerikalılara karşıydılar. ABD de Sünni Üçgen'deki Sünni direnişinin sebebinin, 4. Zırhlı Taburu’nun savaş sırasında Türkiye'den Irak'a geçişinin engellemesi olduğuna inanıyordu.”
Zebari’ye göre Suriye’nin özel bir durumu vardı. Çünkü Suriyeli siyasetçilerin çoğunluğu katı Baasçıydı. Irak’taki yeni güçlere bir takım teklifler sunarak, Irak'ın içinde bulunduğu yeni durumu tartmaya çalışıyorlardı.
Zebari bu bağlamda Suriye’nin eski Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara ile yaşadığı bir olayı şöyle paylaştı;
“Bakan Şara, her buluşmamızda bize işgal ve işgalcilerin işbirlikçileri diyordu. Bir keresinde kendimi tutamadım ve ona karşılık verdim. Ona, ‘Sen de bunun bir parçasısın. Biz kim olduğumuzu biliyoruz. İşgal hakkında konuşuyorsun ama Suriye, Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Irak’ın işgal kararına ‘evet’ oyu verenler arasındaydı. Şimdi de gelmiş bize üst perdeden konuşuyorsun’ dedim. Şam bizi tanımıyordu. Onlara dost olduğumuzu, bir zamanlar Şam'da yaşadığımızı ve Yönetim Kurulu liderlerinin çoğunun Suriye’de kendi evleri olduğunu söylüyorduk. Bu kibir ve inadın sebebini sorduk. Niteliksiz miydik yoksa onların seviyesinde mi değildik? Daha sonra Amerikalılar ve ardından bu fikirden cesaret alan ABD’li yetkili Colin Powell, onlara hedef olmadıkları garantisini vermek üzere Şam'a gitti.”
Irak’taki yeni yönetimin kuruluş aşamasını anlatmayı bitiren Zebari, Irak Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemden şöyle bahsetti;
“Bağdat’ta bulunduğum sırada ve muhaliflerde aktifken Amerikalıların tüm bakanlıklara danışmanlık yapan ‘CA’ adında bir grubu vardı. Grupta ABD, Romanya ve Polonya dışişleri, içişleri, eğitim ve savunma bakanlıklarından danışmanlar bulunuyordu. Irak Dışişleri Bakanlığı yetkilileri geldi. Onlarla ilk kez karşılaşıyordum ve onları tanımıyordum. Adımın çok geçtiğini ve dışişleri bakanı olacağımı söylediler. Onlara, ‘Bana hiçbir şey söylenmedi’ dedim. Ardından saraya gittim. Romanyalı bir danışman yanıma geldi. Büyükelçiydi. Dışişleri Bakanlığı’nın çalışmalarını idare ediyordu. Bana, hükümetin kurulması halinde dışişleri bakanı olarak atanma ihtimalimin yüksek olduğunu söyledi. Böyle bir kararın elime ulaşmadığını söyledim. Bir asker olduğumu ve üstlerimin istemesi halinde bunu kabul edebileceğimi belirttim. Onların bana bunu teklif etmemeleri halinde ise kabul etmeyeceğimi ifade ettim. Aslında Yönetim Kurulu toplantılarında en büyük destekçim, rahmetli Ahmed el-Çelebi’ydi.”
Dışişleri Bakanı olduğunda yaptığı ilk işin ne olduğunu sorduğum da Irak’ın eski dışişleri bakanları Fazıl Cemali ve Adnan Paçacı’ya olan hayranlığını dile getiren Zebari soruma şu cevabı verdi;
“Ülkesine dışişleri bakanı olarak hizmet veren bir Iraklı olarak, Dışişleri Bakanlığı'nın Irak devletinin kuruluşundan günümüze kadar olan tüm arşivini koruma altına aldım. Bu arşivleri elektronik ortama aktarmaktan gurur duyuyorum. Dışişleri Bakanlığı’na ilk gittiğimde, büyükelçiler ve kıdemli yetkililer oradaydı. Varlığımla ilgili ‘Kürt ve bize liderlik edecek, öyle mi?’ şeklinde kaygıları vardı. Onlara, ‘Size karşıydım, ama bu bakanlığın dışında kaldı. Şimdi aranızdayım ve biz bir takımız’ dedim.”
RÖPORTAJIN BİRİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN ÜÇÜNCÜ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ



Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
TT

Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Irak hapishanelerinden salıverildikten sonra Suriye'ye döndüğünde kendisine iki şart koyduğunu söyledi: ‘Irak'ın mezhep savaşı deneyimini tekrarlamamak ve sadece rejimle mücadeleye odaklanmak.’

Bu ifadeler, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart'ın geçtiğimiz günlerde Şam'da eş-Şera ile bir araya gelerek gerçekleştirdikleri ve ‘Ahmed eş-Şera hapisteki bir El Kaide savaşçısından Suriye'nin liderine nasıl dönüştü?’ başlığıyla yayınlanan podcastte yer aldı.

Eş-Şera, “El Kaide'nin Irak'ta yaptıklarını tekrarlamak istediler ama ben bunu şiddetle reddettim. Bu durum aramızda bin 200'den fazla savaşçımızın öldürüldüğü ve benim de kuvvetlerimin yüzde 70'ini kaybettiğim büyük bir çatışmaya yol açtı. Ancak yeniden toparlandık ve rejimle savaşmaya odaklandık. Aynı zamanda DEAŞ ve benzeri gruplar gibi diğer taraflardan gelen tehditlerle de başa çıkmak zorunda kaldık” ifadelerini kullandı.

Eş-Şera, “Bir savaşçıydınız, bir mahkumdunuz, bir liderdiniz ve şimdi bir cumhurbaşkanısınız… Bu dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Şu anda Esed'in eskiden bulunduğu bu saraydayım. Ben bir savaşçıydım, savaşmak istediğim için değil. Bugün cumhurbaşkanıyım ama cumhurbaşkanı olmak istediğim için değil.”

Irak savaşı deneyimi

Suriye Cumhurbaşkanı, üniversitenin ilk dönemlerinde genç bir adam olarak, Suriyelilerin 60 yıl boyunca maruz kaldığı acımasız baskıdan, Suriye toplumunun sistematik olarak yok edilmesinden ve Irak'ta savaş patlak verdiğinde oraya gitmesi gerektiğini hissetmesinden duyduğu öfkeden bahsetti.

Eş-Şera Irak'ta üç yıl savaşmış, ardından beş yılını hapiste geçirmiş. İngilizler ona hapishanenin onu nasıl değiştirdiğini, bundan ne öğrendiğini ve çeşitli grupların saflarında nasıl hızlı bir şekilde yükselebildiğini sordu.

cdfrgthy
Suriyeli sanatçı Tamara Bessam Ebu Alvan, Şam'da Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlayan bir duvar resmi çiziyor. (Reuters)

Eş-Şera bu soruya şu cevabı verdi: “Suriye'de var olan baskının boyutlarını fark etmeye başladığımda yaklaşık 19 yaşındaydım. Ülkenin kötüye giden durumunu ve önceki rejimin ülkeyi nasıl korkunç bir şekilde yönettiğini görebiliyordum. Şam'ın taşıdığı yük ve rejimin Suriye toplumunu ve bu kadim şehri nasıl istismar ettiği konusunda derin bir acı hissettim.”

Sözlerine şöyle devam etti: “Bu rejimin düşmesi gerektiğine ikna olmuştum ama bunu gerçekleştirecek araçlarımız ya da uzmanlığımız yoktu. Bu yüzden deneyim kazanabileceğim her yere gitmeye karar verdim. O sırada Amerikalılar Irak'a girmeye hazırlanıyordu ve ABD'nin yaptıklarına karşı güçlü bir Arap ve İslami tepki vardı. Unutmamalısınız ki o zamanlar gençtim ve farklı bir düşünce tarzım vardı. Bu yüzden Irak'a gittim ve farklı gruplarla çalıştım. Zaman içinde bu gruplar yavaş yavaş küçülmeye ve El Kaide örgütüyle birleşmeye başladı. Bu şekilde kendimi El Kaide saflarında buldum.”

sxcdfrgt
Yaklaşan Ramazan Ayı için hazırlanan ‘Benatu’l Başa’ adlı dizinin çekimleri Eski Şam'da yapılıyor. (AFP)

22 yıllık bu yolculuk sırasında eş-Şera, Irak'taki deneyimlerinden öğrendiği en önemli şeyin, aynı hataları tekrarlamaktan kaçınmak istiyorsak politikaların sürekli olarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiği olduğunu söyledi. O dönemde Batı'nın Ortadoğu'ya yönelik politikalarını eleştiren eş-Şera, “Bunlar yanlıştı ve değiştirilmeleri gerekiyordu. Bölge halkının her 10 yılda bir kötü kararların bedelini ödemesini istemiyoruz” dedi.

Bir barış adamı!

Kendisini dünyaya bir barış adamı olarak tanıtmak isteyip istemediği ve kendisine halen şüpheyle yaklaşan ülkelerle nasıl ilişkiler kurmayı planladığı sorusuna eş-Şera şu yanıtı verdi: “Bölgemizde, özellikle Suriye'de savaşlardan bıktık. İnsanlık barış ve güvenlik olmadan yaşayamaz, insanların aradığı şey bu, savaş değil. İnsanları bir araya getirebilecek ve savaşa başvurmadan barışçıl çözümlere götürebilecek pek çok şey var. Barış içinde insan olarak bizi birleştiren şeyler, savaş içinde bizi bölen şeylerden çok daha büyüktür.”

scdfvgbth
Yeni Suriye yönetimi geçtiğimiz aralık ayında muhalif grupları birleşik bir Suriye ordusuna entegre etmeye çalıştı. (SANA)

HTŞ grupları

Podcastte eş-Şera’ya bazıları daha radikal olan birçok hareketten oluşan Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) içindeki pratik bir zorluk soruldu: “Burada bizimle birlikte oturmanıza kızanlar olabilir. Şimdi cumhurbaşkanı olduğunuza göre, en radikal olanlar da dahil olmak üzere tüm bu eski gruplarla nasıl başa çıkacaksınız?”

Ahmed eş-Şera şöyle yanıtladı: “Burada sizinle birlikte oturmama izin verilmediğini söylemek büyük bir abartı olur. O kadar da kötü değil. Bir arada yaşamamızı ve birbirimizle savaşmaya gerek kalmadan devrimin hedeflerine ulaşmamızı sağlayacak uygun ve kabul edilebilir bir formüle ulaşana kadar tüm bu taraflarla ikna ve diyalog yöntemlerini kullandım... Pek çok kişi bu yaklaşıma katıldı.”

scdfvgrth
Halep kırsalından Humus şehrine dönen yerinden edilmiş Suriyelileri taşıyan bir otobüsün penceresinden bakan bir çocuk, elinde Suriye bağımsızlık bayrağı tutuyor, 10 Şubat. (AFP)

Anayasa ve seçimler

“Peki ya ‘ulusal konferans’ ve anayasa ile seçimlerin belli bir zaman dilimi içinde yapılmasının garanti edilmesi hakkında ne söylersiniz?”

Eş-Şera, Suriye'nin çeşitli aşamalardan geçtiğini ve önceliğin hükümeti istikrara kavuşturmak ve devlet kurumlarının çöküşünü önlemek olduğunu söyledi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “İdlib hükümetini Şam'ın kontrolünü ele geçirdiğimizde iktidarı devralmaya hazır olacak şekilde hazırladık. Bu aşama için üç ay ayırdık. Daha sonra anayasal deklarasyon, ulusal konferansın toplanması ve cumhurbaşkanının atanmasını içeren bir sonraki aşamaya geçeceğiz. Uluslararası sözleşmelere uygun olarak bir cumhurbaşkanı atadık. Anayasa uzmanlarına danıştıktan sonra muzaffer güçler cumhurbaşkanını atadı, önceki anayasayı iptal etti ve eski parlamentoyu feshetti. Şimdi, yeni bir anayasanın ilan edilmesinin önünü açacak öneriler geliştirmek amacıyla çok çeşitli tarafların yer alacağı ulusal diyalog sürecine geçeceğiz. Geçici bir parlamento oluşturulacak ve bu parlamento yeni anayasayı hazırlamak üzere bir anayasa komitesi kurmakla sorumlu olacak.”

Trump ve Gazze

Eş-Şera, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin Mısır ve Ürdün'e taşınmasına ilişkin açıklamalarıyla ilgili olarak şunları söyledi: “İnsanları topraklarını terk etmeye zorlayabilecek hiçbir güç olmadığına inanıyorum. Birçok ülke bunu yapmaya çalıştı ama hepsi başarısız oldu, özellikle de Gazze Şeridi'ne yönelik son savaş sırasında. Geçtiğimiz bir buçuk yıl boyunca Filistin halkı acıya, ölümlere ve yıkıma katlandı ama yine de topraklarını terk etmeyi reddetti. 80 yılı aşkın süredir devam eden bu çatışmada, Filistinlileri zorla yerlerinden etmeye yönelik tüm girişimler başarısız oldu. Terk edenler kararlarından pişman oldular. Birbirini izleyen Filistinli nesillerin aldığı ders, topraklarına bağlı kalmanın ve onu terk etmemenin önemidir.”

scdfvrgty
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera dün Silikon Vadisi'nden Suriye asıllı Amerikalı uzmanlardan oluşan bir heyetle bir araya geldi. (SANA)

Ekonomik model

Kendisini en çok ilgilendiren küresel ekonomik model ve ekonomi yönetimi açısından ilham aldığı belirli bir ülke ismi sorulan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Singapur, Suudi Arabistan, bazı dönemlerde Brezilya ve kalkınma yolunda büyük zorlukların üstesinden gelen Ruanda gibi ekonomik büyümeye tanık olan birçok ülkeyi incelediğini söyledi. Her ülkenin kendi zorlukları ve kalkınma aşamasıyla şekillenen kendi bağlamına sahip olduğunu belirtti. “Bu örneklerden değerli dersler çıkarılabilecek olsa da bunları körü körüne taklit etmemeliyiz. Bunun yerine, Suriye'nin kendine özgü durumuna uygun bir yaklaşım geliştirmek için bu dersleri uyarlamalı ve entegre etmeliyiz” dedi.

Ordu ve polisin lağvedilmesi

Eş-Şera'ya, Baas'tan arındırma sonrasında Irak'ta yaşananları anımsatan polis ve ordunun lağvedilmesi ve bu konunun nasıl ele alınacağı sorulduğunda, Suriye ve Irak'taki durum arasında büyük farklar olduğunu ve karşılaştırmaların her zaman büyük farklılıklar gösterdiğini söyledi. Suriye ordusunu ‘bir alternatif hazırlamadan’ dağıtmadığını belirtti.

Eski rejimin ordusunun Irak ordusu gibi olmadığını vurgulayan eş-Şera, “Çok sayıda milis ile İran ve Rusya'dan gelen dış müdahalelerle parçalanmıştı. Ordu dağılmış ve çökmüştü. Birçok genç erkek askere gitmemek için Suriye'den kaçıyordu. Dolayısıyla ordunun Suriyeliler için büyük bir önemi yoktu. Bugün Suriye'de zorunlu askerlik uygulamadım. Gönüllü askerliği tercih ettim. Bugün binlerce kişi yeni Suriye ordusuna katılıyor” ifadelerini kullandı.

Devrimci zihniyet bir devlet inşa edemez

Kendisini halen bir devrimci olarak görüp görmediği sorulan eş-Şera, devrimci zihniyetin bir devlet inşa edemeyeceğini söyledi. Şarku'l Avsat'ın Rory Stewart'ın röportajından aktardığına göre Eş-Şera, “Bir devlet inşa etmek ve bütün bir toplumu yönetmek söz konusu olduğunda farklı bir zihniyete ihtiyaç duyarsınız. Benim için devrim, rejimin devrilmesiyle sona erdi” dedi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün ülkenin yeniden inşası, ekonomik kalkınma, bölgesel istikrar ve güvenliğin sağlanması, komşu ülkelere güvence verilmesi ve Suriye ile Batı ülkeleri ve bölge ülkeleri arasında stratejik ilişkiler kurulmasını içeren yeni bir aşamaya geçtik.”

sdfgrt
Ahmed eş-Şera'nın geçen ay yaptığı bir konuşmayı Şam'daki er-Ravza kafede takip eden Suriyeliler (Şarku’l Avsat)

Batı medyasının kendisi hakkında söylediklerine ilişkin tutumu sorulan Ahmed eş-Şera, Suriye'nin küresel etkiye sahip stratejik bir ülke olduğunu söyledi. Eş-Şera, “Geçmişte rejim kasıtlı olarak Suriyelileri Avrupa'ya göç ettirmeyi ve Captagon'u Avrupa'ya ve bölgeye kaçırmayı amaçlıyordu. Şam ayrıca, Suriye içindeki bazı ülkelerin oynadığı son derece olumsuz rol nedeniyle bölgede daha fazla istikrarsızlık tohumları ekmek için bir üs olarak kullanıldı” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye'nin durumunun kökten değiştiğini ve gelecek vaat eden yeni bir ülke haline geldiğini vurgulayan eş-Şera, “Suriye ekonomik kalkınma yoluyla bölgenin istikrara kavuşmasında önemli bir rol oynayacaktır” dedi. Eş-Şera, tarım, sanayi ve ticaret gibi sektörlerde önemli bir merkez olacak olan Suriye'nin tarihi İpek Yolu üzerinde yer aldığını ve Doğu ile Batı arasındaki ticaretin yeniden gelişmesinin beklendiğini belirtti.

Eş-Şera, Batı'nın Suriye'ye bakışını bu açıdan yeniden gözden geçirmesi gerektiğini söyledi.