Hoşyar Zebari: ABD ile aldığımız Irak ordusu ve Baas Partisi'nin lağvedilmesi kararı hataydı

Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
TT

Hoşyar Zebari: ABD ile aldığımız Irak ordusu ve Baas Partisi'nin lağvedilmesi kararı hataydı

Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)

Rustem Mahmud
Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari röportajın birinci bölümünde, Kürdistan Demokratik Partisi’ndeki (KDP)  ilk yıllarından, Irak Ulusal Kongresi'nin kurulmasına ve Irak'ın işgalinden önce ABD ile kurulan koordinasyona eşlik eden gelişmelerden, ABD’nin eski Başkanı George Bush'un kararıyla Irak Kürdistanı’nda nasıl güvenli bölge oluşturulduğundan bahsetmişti.
Yine Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği röportajın ilk bölümde, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in ABD’nin Irak ile savaşma kararına ilişkin şüphelerini dile getirdiğini söyleyen eski Bakan Zebari, ufukta görünmeye başlayan savaşla, İran tarafında olup bitenlerin daha yumuşak yaşandığını, doğrudan bir İran-ABD koordinasyonu olmasa da iki taraf arasındaki uyumun kendini belli ettiğini söyledi.
Irak'ın 19 Mart 2003’teki işgalinden üç haftadan kısa bir süre sonra yani 9 Nisan’da Bağdat düşerken, temelde KDP ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) olmak üzere iki ana partiden oluşan Kürt liderliği, başta Ninova (Musul) ve Kerkük olmak üzere Kürdistan bölgesini çevreleyen alanlarla uğraşıyordu.
Eve dönüş
Hoşyar Zebari,  Musul'un kurtuluşunu ve ABD tarafı ile Kürt liderliği arasında yaşanan anlaşmazlıkları şöyle anlattı;

“Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi ve ABD güçlerinin Musul'a girmesinden sonra, ABD’li yetkililerle aramızda bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Washington, Mavi Hat’tın dışında olan Musul’a girmek istemedi. Musul ve Kerkük’e girmeme konusunda üzerimizde muazzam bir baskı vardı. Gerçekte var olmayan hayali Mavi Hat’tın ötesindeki bölgeler, Kürdistan bölgesi ile Saddam Hüseyin'in ordusu arasında 1991 yılında bir sınır olarak kararlaştırılan alanın ta kendisiydi. ABD’li yetkililere Musul’a girilmesi konusunda baskı yapanlardan biriydim. Bugün dahi Musul’da payımız var. Seçimlerde Musul'daki oyların üçte birini alıyoruz. İdari bölgelerimiz ve birimlerimiz ile Kürt bölgelerimiz bulunuyor. Musul halkı ve diğer aşiretlerle ortak bir hayatımız var.”
Söz konusu bölgelerdeki siyasi gerçekliğe değinirken, şu anda birçok yanlış anlaşılmaya neden olan bazı sosyal ve kültürel ayrıntıları aktaran eski Bakan, Kürt-Arap sosyal çatışma alanları olarak gösterilen bölge için şunları söyledi;
“Ben Musulluyum. Musul’da okudum. Orada bir evim ve bir arsam var. Mülküm, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bir parçası değil, ama Musul’da bir payımız var. Bölge valisi seçimlerinde fikir beyan ediyoruz. ABD birlikleri Irak'a girdikten sonra Nisan ayında Kürt Özel Kuvvetleri’nin Musul’a gönderilmesi için baskı yaptım. Çünkü şehir tamamen yıkıma uğramıştı ve kaos çıkma olasılığı yüksekti. ABD güçlerinin Türkiye üzerinden girmesi engellendiğinden, Irak’ın güneyinden gelmek zorunda kaldılar ve bu uzun bir mesafeydi. Yani, o zaman Musul’a girme kararı almasaydık, büyük bir kaos yaşanırdı. Aslında özel kuvvetlerimizi gönderme iznimiz vardı. Özel kuvvetlerimiz Musul'a girdikten ve oradaki karargahın güvenliği sağlandıktan bir gün sonra Musul’a gittim. 1975 yılında Musul'dan ayrılmıştım. Geri dönmek güzel bir duyguydu. Sonra ez-Zuhur mahallesindeki evime gittim. O sıralar adalet tarafından aranan biri olduğum için Irak rejimi eve el koymuştu. Duvarlarında Saddam döneminden kalma yazılar vardı. İnsanlar kanla Saddam Hüseyin’in adını yazıyorlardı. Birileri Bağdat'tan Musul’a yürüyerek gelmiş, rejim de evi onlara vermişti. Evime vardığımda bana böyle söylediler.”
Yeni dönemin başlangıcı
Saddam Hüseyin’in kontrolü altındaki bölgelerden sürülen Kürtlerin, yaşadığı şartları, yerlerinden edilen Filistinlilerle kıyaslayan Zebari, “Bunca yıldan sonra, biri içinde büyüdüğü evin başkasının evi olmasına şahit oluyor. Daha da acı olan yıllar süren trajedinin ardından DEAŞ’ın gelişiyle evimizin yeniden başkasının eline geçmesi oldu” diye konuştu.
ABD’nin Irak’ı işgalinden sonraki ilk aylarda yaşanan olayları ve o günler Kürtlerin üstlendiği rolü anlatan Zebari, şunları söyledi;
“ABD’nin atadığı Irak valisi olarak atanan Paul Bremer, Savunma Bakanlığı ve askeri temsilcilerden oluşan ABD’li bir heyet bizi ziyaret etti. Onları, şu anki IKBY Başkanı Neçirvan Barzani’nin Erbil’deki evinde ağırladık. Ardından da ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Beyaz Saray’la temasa geçtik. Bu görüşmeler sırasında heyete geçici bir hükümet kurma ihtiyacı olduğunu vurguladık, aksi takdirde Irak’ta kaos başlayacaktı. Bizim açımızdan iyi bir ekibimiz vardı. Londra konferansında, Baasçı olmayan yaklaşık 67 kişiyle geçici hükümetin ilan edilmesini kabul ettik. Bu fikir, ABD ile Kürt liderliği arasında ortaya çıkmıştı ve üzerinde görüş birliği vardı. Ertesi gün 40-50 araçlık görkemli bir konvoyla hareket ettik. Celal Talabani de benzer bir konvoyla Süleymaniye’den gelmişti. Yolumuz Kerkük’ten geçiyordu. Kerkük’ten geçerken Baba Gurgur petrol sahasında çalışmaların devam ettiğini gördük. Güzel bir duyguydu. Yine Kerkük’ten ikinci kez korkmadan geçtik. Söz konusu devasa konvoy ile Bağdat’a girdik. Bağdat’ta eski muhalif güçleri ve Devlet Başkanlığı Konseyi’nin karargahı ve bir iletişim merkezine dönüşen Burj el-Hayat Oteli’ne gittik.”
Birkaç saniye duraksayan Zebari şöyle devam etti;
“Bağdat sokaklarında yürüdüm, her şeyi merak ediyordum. İnsanlar hiç olmadıkları kadar iyi görünüyordu. Fakat yoksulluk her yeri sarmıştı. Abluka, bedelini insanların ödediği acı bir cezaydı. Bağdat eskisi gibi yine kirliydi. Hiçbir zaman temiz olmamıştı. Açıkçası bu, bizim muhalefetteyken yaptığımız bir hatadan kaynaklanıyordu. Hesaba katılmamış bir hata. Yıllar süren abluka, toplumun yapısını ve psikolojisini bozarken, ister Sünni ister Şii olsun radikal dini akımların büyümesini sağladı. Biz ise bunun farkına varamadık.”
Kürt güçleri sahaya indi
-  Irak’ın yeni yönetiminin oluşumuna karşı çıkan Iraklı çeşitli taraflar arasındaki güç dengesiyle ilgili neler söyleyeceksiniz?

Başlarda öndeydik. İnisiyatif elimizdeydi, çünkü en güçlü taraf bizdik. Iraklı liderlerin çoğunun korumaları ABD ordusundandı. Bu korumaları onlara bizzat ben sağlıyordum. Bu yüzden Irak'taki ABD ve diğer ülkelerin büyükelçiliklerinde güçlü bir konumumuz vardı. Burj el-Hayat Oteli’ndeki merkezimiz, tam bir uğrak yeriydi.  Örneğin Muhammed Bekir el-Hekim, 30 yıllık aranın ardından İran’dan Irak’a gelmek istedi. Şahsi korumalarıyla birlikte geliyordu. Şu anki Başbakan Adil Abdulmehdi, beni ziyaret etti ve bana size yardım etmek istiyorum dedi. Bizden Amerikalılarla konuşup, onlara bu adamın önemli bir şahsiyet olduğunu anlatmamızı, bir din adamı ve arkadaşımız olan bu kişinin bazı şahsi korumalarına izin verilmesini istememizi rica etti. Askeri komutanı görmeye gittim. Hekim’in bize, müttefiklerimize ve değişime destek verenlere güvendiğini söyledim. Bana, “O bir imam ve Bağdat’a silahlı korumasıyla mı gelecek? Biz varız ve onu koruruz” dedi. Komutana, “Hayır. Çünkü bir askerin onu askeri kontrol noktasında durdurması onun için utanç verici olur. Bunu anlamanızı umuyor” dedim. Komutan biraz müsaade istedi. Ardından tabanca gibi küçük bir silahla girmelerine izin verdi.
Zebari, Saddam Hüseyin’in ardından Irak Yönetim Konseyi’nin kurulması, seçimlerin yapılması ve ilk hükümetin kurulması gibi Irak’ta ortaya çıkan yeni güç yapılarının inşasını anlatmayı şöyle sürdürdü;
“Yönetim Konseyi’nin kurulması ABD’nin değil, BM’nin fikriydi.”
Ancak işlerin yolunda gitmediğini ve Paul Bremer'in vali ve fiili yönetici olmasının ardından birçok zorluk yaşandığını söyleyen Zebari, “Bir toplantıda, Başkan Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin arasında oturuyordum. Bremer bizi selamladıktan sonra iyi insanlar olduğumuzu söyledi. Fakat ani bir çıkışla, ‘Lider benim ve bu ülkeyi ben yöneteceğim. Eğer size bir rol verilecekse o da ancak danışmanlık olacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) aldığım bir karar var. Ülkeyi yönetmek için çalışacağız’ dedi. Celal Talabani duydukları karşısında adeta şok olmuştu. Barzani’nin çevirmenliğiyle Bremer’e derhal karşılık veren Talabani şunları söyledi; ‘Rolümüz bitti. Yarın Erbil’e döneceğiz. Ortak olmak istiyorduk, bu durum herkesi üzdü. Ülkeyi yönetebilirseniz buyurun.  Geri döneceğiz’ dedi” şeklinde konuştu.
Sistani'nin konumu
Otele döndükten sonra, Başkan Barzani arabaların geri dönüş için hazırlanmalarını istedi. Ona “Hayır, Başka bir göreviniz var, bu adam bu ülkede gerçek liderler olduğunu bilmeli. Necef'te Sistani (Şii lider) ile görüşmelisiniz” dedim. Barzani de bana, gerekli ayarlamaları yapıp yapamayacağımı sordu. Ben de bugün veya yarın görüşmenin ayarlanacağını söyledim. Sonra Necef'e gittik ve gazetecilerde bizimleydi. Dönüşte Bremer'la karşılaştık. Bana, “Necef'i ziyaret edeceğini söylemedin. Sistani'ye göndermek istediğim bir mesajım vardı” dedi. Ben de ona, bu ülkenin önde gelen kendi liderleri olduğunu ve gerekli mesajın iletildiğini söyledim.
Irak'ta hükümet içindeki güçler arasındaki anlaşmazlıkları ve özellikle de ABD ile yeni Irak anayasasını yazmakla görevlendirilen Şii din adamları arasındaki tartışmaları anlatmaya devam eden Zebari şunları söyledi;
“Bremer, eyalet ve ülke düzeyinde yerel Amerikan tarzı konferanslar düzenlemeyi planlıyordu. Ancak Yönetim Kurulu, Irak Devleti Geçiş Dönemi Yönetim Kanunu’nu çıkardı. Böylece anayasaya giriş yapıldı.  Bu bir anlamda Yönetim Kurulu ve Geçici Hükümet Konseyi’nin, anayasa için yol haritası olacak bildirisiydi. Şii güçler başlangıçta itiraz etse de daha sonra bunu kabul ettiler. Bremer'in fikrini reddeden Sistani, anayasanın halkın seçtiği insanlar tarafından yazılması gerektiğini söyledi. İlk toplantıda Başkan Barzani'ye, kendisi için en önemli olan şeyin anayasa olduğunu söyledi.  Sünni güçler ise buna karşı çıkıyordu. Kurumlar, ordu ve makamlar oluşmaya başladığında bile Sünni güçler buna katılmayı reddettiler. Sünnileri destekliyor ve teşvik ediyorduk. Erbil’de konferanslar düzenliyorlardı. Onlarla buluştuk. Eğer Irak’ın eski haline dönmesi gibi bir hayalleri varsa bunun imkansız olduğunu söyledik. Suriye'nin Sünni güçleri bu yola itme konusunda ciddi bir rolü vardı.”
Federalizm ve Anayasa
Iraklı çeşitli güçler, bugün de halen bütün Irak diyalog turlarında olduğu gibi, Kürtlerin konumu, hakları ve özellikle federalizm meselesi başta olmak üzere merkezi devletle olan ilişkilerini tartışıyor.
Hoşyar Zebari ise federalizmle ilgili şunları söyledi;
“Federal sistemi biz dayattık. Irak Devleti Geçiş Dönemi Yönetim Kanunu’nun bir parçası haline geldi. Ekibimiz güçlü, verimli, yasal, uyumlu ve konusunda uzman Kürt ve yabancılardan oluşuyordu. Siyasi güçler konuyu ciddiye almadı. Ancak bizim net bir vizyonumuz vardı. Ayrıca üç eyaletin Irak Anayasası için gelecekteki herhangi bir değişikliği reddetme hakkı ilkesini de uygulamaya koyduk. Böylece çoğunluk artık bizi ezemeyecekti. Toplantıların çoğu, Yeşil Bölge'deki Mele (Molla) Mustafa Barzani'nin resminin bulunduğu merkezimizde yapıldı. Aslında Bağdat'ta güçlüydük. Marjinal değildik, karar vericiydik. Başkan Barzani Bağdat’a geldi. Karargahı her gün beş kez bombalanıyordu. Korumaları hayatlarını kaybetti. Tıpkı Talabani gibi o da yerini terk etmedi. Bizim ve haklarımız için bir güç kaynağı oldu.”
Kürtlerin, özellikle bugün Irak'ın birçok sorununa uygulanabilir ve makul bir çözüm olarak gördüğü federal sistem deneyimindeki önerilerinin başarısını anlatan Zebari, “Aslında, Irak'ta federal sistem ya da bir başka deyişle bölgesel sistem deneyimi başarılı oldu. Dolayısıyla talep edilir bir hale geldi. Bir bölgenin kurulmasına yönelik ilk talep güneyde Basra halkından gelmişti. Anayasa buna izin veriyordu. Kürdistan bölgesi gibi bölgelerin oluşumu için bazı mekanizmalar vardı. Ancak DEAŞ'ın varlığı döneminde Yezidilere ve Şiilere olanlardan ve Musul olaylarından sonra bu insanların nispeten bağımsız bölgeler olmadan tekrar nasıl birlikte yaşayabilecekleriyle ilgili bir soru işareti belirdi” diye konuştu.
Saddam kalıntıları
Bağdat’ta başlayan şiddet birkaç ay devam etti. İki yıl geçmeden Irak merkezi bölgesinin tamamı işgal edilmişti.
Zebari, Irak’ta şiddetin yayılmasına sebep olan olayları şöyle anlattı;
“Şiddet ve işgalcilere karşı direnişin başlamasının ardında çok sayıda neden yatıyordu. Şunu dürüstçe belirtmeliyim ki bu nedenlerin çoğu ordu, Baas Partisi, Saddam'ın Fedaileri, istihbarat birimleri, güvenlik hizmetleri ve Saddam’a sadık aşiretler olmak üzere eski Irak rejiminin kalıntılarından kaynaklanıyordu. Ayı şekilde 1920 Devrimi, Nakşibendiler, Özgür Irak Ordusu ve bölgede faaliyet gösteren diğer gruplar gibi ikinci taraflar ve isimler de bu nedenlerin kaynağıydılar. Saddam Hüseyin ve çevresi, daha sonra belgelerde de ortaya koyulduğu üzere muazzam Amerikan gücünün önünde duramayacaklarını anladıklarında, gerilla savaşını ve silahlı direnişi teşvik ettiler. Bundan yararlanan diğer taraf ise aşırılık yanlısı güç oldu. ABD ordusu, Arap ve Müslüman bir ülkeyi işgal ediyordu. Bu durum El Kaide gibi örgütler için altın bir fırsattı. Başta Suriye olmak üzere komşu ülkeler, bu durumun kendi topraklarına kayabileceği korkusuyla, söz konusu grupların faaliyetlerini kolaylaştırmış ve oluşumlarında yardımcı olmuştu.”
Bununla birlikte şiddetin yayılmasına yol açan en önemli faktörlerden biri olduğunu düşündüğü Irak'taki iç koşulların şiddetin tırmanmasındaki rolünü inkar etmeyen Zebari, eski rejimin bir biyografisini şöyle aktardı;
 “Baas veya Saddam’ın, Kürtlere, Şiilere ve hatta Sünnilere karşı yaptıkları daha az değildi. Başka bir deyişle, eli kanlı birçok insan vardı ve çoğunluğu ABD’li yetkililer tarafından tutuklandı. İnsanlar kimin ordu, kimin istihbarat ya da kimin güvenlik biriminden olduğunu biliyordu. Her değişimde bu durum yaşanır. Orduyu lağvetme yasasının çıkarılması, ABD’nin intikamıydı. Ordunun dağılmasını destekledik. Çünkü bu, öldüren, katleden, kimyasal gazlarla zehirleyen bir orduydu. İdeolojik ve şovenist gerekçelerle kurulmuştu. Ulusal bir ordu değildi. Temelde kimse ordudan ayrılmadı. Herkes sadece askeri üsleri terk edip evlerine döndü. Diğer bir konu ise ülkenin Baasçılardan arındırılmasıydı. Ancak daha sonra temel amacından çarptırıldı. Bizim hesabımız Baas Partisi’nin önde gelen isimleri ve üst düzeydeki ekipleri içindi. Diğerleri için değildi. Ancak hesaplar tutmadı.”
İşgalin ilk iki yılında Irak’ta oluşan tabloyu aktarmayı sürdüren Zebari şöyle devam etti;
“Amaç, Amerikalıları Irak'ın dışına çıkarmaktı. Böylece işgal, başka bir ülkeye sıçramayacaktı.  Aslında, İranlılar, Suriyelilerden daha akıllıydı. İran, Irak'ı ziyaret eden ilk ülke oldu ve desteklerini belirterek, yönetim kurulunu tebrik etti. Bununla birlikte Irak'taki durumu okumak için Suriyelilerle görüşüyorlardı ve ortak bir tehlike olduğunu düşünüyorlardı. İranlılar, Amerikalıları hedef almak için çıkar ortaklığı olan kendi gruplarını desteklemeye başladı. Refik Hariri'nin Suudi Arabistan'dan çıkmak üzereyken görüşmek isteyip bana söylediği de buydu. Hariri ile Suudi Arabistan’da buluştuk. Beni Suriyelilerle İranlıların yüzde 100 aynı fikirde olmadıkları konusunda uyardı ve tek buluştukları ortak noktanın Amerikan projesinin başarısızlıkla sonuçlandırılması olduğunu söyledi.”
Türkiye’nin rolü
Zebari, Irak'ın siyasi hayatının bu aşamasında oluşan bölgesel sahneye ilişkin olarak ise Türkiye’nin yeni Irak sahnesine yönelik tavrıyla ilgili şunları söyledi;

“Yönetim Kurulu’nun ve Paul Bremer tarafından ilk hükümetin kurulmasından sonra, büyük bir Türk heyeti bizi ziyaret etti.  Heyette müsteşarlar ve büyükelçiler vardı. Çevirmenleri ise Abdurrahman adında Türkiyeli bir Arap’tı. Onları bakanlıkta karşıladım ve bir iki yıl kadar önce başımdan geçen bir olayı hatırlattım. Dışişleri Bakanlığı’ndayken Türkiye hariç tüm ülkelerin Irak'a yönelik bir politikası olduğu uyarısında bulunmuştum. Başka bir deyişle, savaş olmasa bile yarın bir gün Saddam’ın ölebileceğini söylemiştim. Onlara, ‘İran, Suriye ve Suudi Arabistan’ın bir politikası var. Sizin Irak politikanız nedir?’ diye sordum. Politikalarının Irak'ın birliğini korumak olduğu şeklinde bir cevap verdiler. Bunun yeterli olmadığını söyledim. Sahada onlardan kimsenin olmadığını belirterek, ‘ Türkmen Cephesi sizde, biz de müttefikiniz. Bizi de düşünün. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra sizinle görüştüğümüzde bunu göz önüne alacağız’ dedim. Çevirmen Abdurrahman ‘Ben de şahidim’ dedi.  Bu fikre sıcak baksalar da Amerikalılara karşıydılar. ABD de Sünni Üçgen'deki Sünni direnişinin sebebinin, 4. Zırhlı Taburu’nun savaş sırasında Türkiye'den Irak'a geçişinin engellemesi olduğuna inanıyordu.”
Zebari’ye göre Suriye’nin özel bir durumu vardı. Çünkü Suriyeli siyasetçilerin çoğunluğu katı Baasçıydı. Irak’taki yeni güçlere bir takım teklifler sunarak, Irak'ın içinde bulunduğu yeni durumu tartmaya çalışıyorlardı.
Zebari bu bağlamda Suriye’nin eski Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara ile yaşadığı bir olayı şöyle paylaştı;
“Bakan Şara, her buluşmamızda bize işgal ve işgalcilerin işbirlikçileri diyordu. Bir keresinde kendimi tutamadım ve ona karşılık verdim. Ona, ‘Sen de bunun bir parçasısın. Biz kim olduğumuzu biliyoruz. İşgal hakkında konuşuyorsun ama Suriye, Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Irak’ın işgal kararına ‘evet’ oyu verenler arasındaydı. Şimdi de gelmiş bize üst perdeden konuşuyorsun’ dedim. Şam bizi tanımıyordu. Onlara dost olduğumuzu, bir zamanlar Şam'da yaşadığımızı ve Yönetim Kurulu liderlerinin çoğunun Suriye’de kendi evleri olduğunu söylüyorduk. Bu kibir ve inadın sebebini sorduk. Niteliksiz miydik yoksa onların seviyesinde mi değildik? Daha sonra Amerikalılar ve ardından bu fikirden cesaret alan ABD’li yetkili Colin Powell, onlara hedef olmadıkları garantisini vermek üzere Şam'a gitti.”
Irak’taki yeni yönetimin kuruluş aşamasını anlatmayı bitiren Zebari, Irak Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemden şöyle bahsetti;
“Bağdat’ta bulunduğum sırada ve muhaliflerde aktifken Amerikalıların tüm bakanlıklara danışmanlık yapan ‘CA’ adında bir grubu vardı. Grupta ABD, Romanya ve Polonya dışişleri, içişleri, eğitim ve savunma bakanlıklarından danışmanlar bulunuyordu. Irak Dışişleri Bakanlığı yetkilileri geldi. Onlarla ilk kez karşılaşıyordum ve onları tanımıyordum. Adımın çok geçtiğini ve dışişleri bakanı olacağımı söylediler. Onlara, ‘Bana hiçbir şey söylenmedi’ dedim. Ardından saraya gittim. Romanyalı bir danışman yanıma geldi. Büyükelçiydi. Dışişleri Bakanlığı’nın çalışmalarını idare ediyordu. Bana, hükümetin kurulması halinde dışişleri bakanı olarak atanma ihtimalimin yüksek olduğunu söyledi. Böyle bir kararın elime ulaşmadığını söyledim. Bir asker olduğumu ve üstlerimin istemesi halinde bunu kabul edebileceğimi belirttim. Onların bana bunu teklif etmemeleri halinde ise kabul etmeyeceğimi ifade ettim. Aslında Yönetim Kurulu toplantılarında en büyük destekçim, rahmetli Ahmed el-Çelebi’ydi.”
Dışişleri Bakanı olduğunda yaptığı ilk işin ne olduğunu sorduğum da Irak’ın eski dışişleri bakanları Fazıl Cemali ve Adnan Paçacı’ya olan hayranlığını dile getiren Zebari soruma şu cevabı verdi;
“Ülkesine dışişleri bakanı olarak hizmet veren bir Iraklı olarak, Dışişleri Bakanlığı'nın Irak devletinin kuruluşundan günümüze kadar olan tüm arşivini koruma altına aldım. Bu arşivleri elektronik ortama aktarmaktan gurur duyuyorum. Dışişleri Bakanlığı’na ilk gittiğimde, büyükelçiler ve kıdemli yetkililer oradaydı. Varlığımla ilgili ‘Kürt ve bize liderlik edecek, öyle mi?’ şeklinde kaygıları vardı. Onlara, ‘Size karşıydım, ama bu bakanlığın dışında kaldı. Şimdi aranızdayım ve biz bir takımız’ dedim.”
RÖPORTAJIN BİRİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN ÜÇÜNCÜ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ



Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
TT

Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi, Al Majalla’ya verdiği röportajın ikinci bölümünde Sudan’la ilgili uluslararası ve bölgesel bir tartışmanın olduğunu belirtti. Minawi, “Sudan’ı ya bölmek istiyorlar ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar” diyerek dışarıdan ülkeyi bölmeye yönelik bir plan yapıldığı uyarısında bulundu.

Röpottajın iilk bölümünde 15 Nisan’da Hartum'da tanık olduklarını anlatan Darfur Bölgesi Valisi Minawi, Muhammed Hamdan Dagalu komutasındaki HDK'nın başlangıçta yaklaşık 25 bin kişiden oluştuğunu ancak savaş başlamadan önce Hartum’a 120 bin HDK üyesinin getirildiğini belirterek, “Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkent Hartum’a) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi” şeklinde konuştu.

HDK’nın Darfur bölgesindeki 5 eyaleti askeri olarak kontrol ettiğini, ancak tam kontrole sahip olmadığını söyleyen Minawi, HDK’nın yanında Rus paralı asker grubu Wagner’in de rolü olduğuna dikkati çekerek “HDK üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası yabancı uyruklu ve operasyon odalarında Sudanlı olmayan yabancı subaylar oturuyor” ifadelerini kullandı.

Rusya’nın Port Sudan’da askeri bir üs kurma anlaşmasının ‘öldüğünü’ belirten Minawi, ancak Sudan Ordusu ile Tahran arasında, askeri ortaklık karşılığında İran’ın ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satın alımının da olduğu bir mutabakata varılabileceğini göz ardı etmedi.

İşte Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ile Zoom uygulaması üzerinden yaptığımız röportajın ikinci bölümü:

*Sudan’daki savaşın, iki general (Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu) arasındaki bir savaş olduğunu, Darfur’daki savaşın bir uzantısı olarak patlak verdiğini ve dolayısıyla Darfur’daki savaşın bitmediğini, mevcut savaş başlayınca Darfur'daki savaşın bir uzantısı olarak oldubittiye getirildiğini söyleyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu doğru. Bu savaş, Darfur’daki savaşın, 1955 yılında Torit şehrinde patlak veren savaşın, Güney Sudan’daki savaşın, Nuba Dağları’ndaki savaşın, Mavi Nil’de yaşanan savaşın ve tüm birikmiş meselelerin bir uzantısıdır. Bunu neden söylediğime gelince öncelikle HDK'nın yapısı kabile temellidir. Kurulduğu dönemde Darfur'da çıkan olaylar adına oluşturuldu. Ben de başlarda bu oluşum içinde yer aldım. HDK, dönemin Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i, bazı generalleri ve yardımcılarıyla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarana kadar birtakım eylemler gerçekleştirdi.

Darfur'da bir soykırımın yaşandığı, 2003 yılında başlayan etnik temizliğin 2006 ve 2007 yıllarına kadar devam ettiği herkesçe biliniyor. Darfur’daki çatışmanın tüm dünyayı, bölgenin kontrolünü Afrika Birliği (AfB) tarafından gönderilen AMIS (African Union Mission in Sudan) adlı barışı koruma gücüne devredecek kadar ikilem içerisine soktuğu biliniyor. Durumun kötüleşmesi üzerine AfB Barışı Koruma Gücü’nün (AMIS) misyonu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından oluşturulan bir görev gücüne devredildi. BM ve AfB’nin ortak görev gücüne o dönemde dünyanın en büyük misyonu olan ‘UNAMID’ (BM-AfB Darfur Misyonu) adı verildi.

FOTO: Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)
 Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)

Tüm bunlar olurken, merkez ile kenarlar arasındaki gerginlik, merkez beni çağırıncaya kadar zaman zaman şekil değiştirdi. O sıra iktidarda siyasal İslamcı Ulusal Kongre Partisi hükümeti vardı. HDK, demokratik dönemde Sadık el-Mehdi hükümeti ve şu ​​an Milli Ümmet Partisi’nin lideri olan general tarafından kurulmuş bir kabile ordusu olmasına rağmen ondan yardım istediler.

HDK, devletin kendisine sağladığı imkanlar sayesinde orduyu destekleyen bir yapıdan paralel bir orduya dönüştü.

*HDK, bahsettiğim gibi Darfur’daki daha önceki savaşta önemli bir rol üstlenmişti. Bu savaş yeniden başlamış gibi görünüyor. İhlallerden, sahadaki ve insani durumdan bahsediliyor. Şu an Darfur'daki askeri durumla ilgili nasıl bir harita çizersiniz?

HDK 2003-2004 döneminde bu saydıklarınızı içeren bir kültür üzerine kuruldu. Tıpkı ‘her kap içindekini dışına sızdırır’ deyiminde ifade edildiği gibi. HDK, son dakikaya yani hedef aldığı düşmanın kafasına sıkacağı son kurşuna kadar uygulanmak üzere manifesto geliştiren bir yapıdır. Dolayısıyla HDK’nın sahip olduğu bu kültür, karşınıza çıkan ne varsa mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini salık verir. Karşısına çıkan tüm kadınlara tecavüz etmesi gerekiyor, çünkü o dönemde bu gücü oluşturan istihbarat üyelerinin bu güçleri oluşturmadaki gerçek niyeti bu tür ihlallere yol açmaktı. ‘Her kap içindekini dışına sızdırır’ derken kast ettiğim o kabın içindeki işte bu. Dolayısıyla bir şekilde iktidarı ele geçirmeye karar verdiklerinde, komşu ülkelerden çok sayıda paralı asker, savaş tutkunu, para düşkünü ve kaos müptelası, hiç eğitim almamış, vicdanı olmayan, çölden gelmiş, insanlık nedir bilmeyen kim varsa getirdiler. Hepsi Sudan sahasında, savaş alanında toplandı. Herkes bunun bir parçası oldu. Tecavüz olsun, yağma olsun, insanlara baskı olsun, başka şeyler olsun istediklerini yapıyorlar. Tam özgürlüğe sahipler. Hartum'da evlere el koydular. Sudan dışından gelenler ne Sudan halkını ne de Sudan ruhunu umursuyorlar. Çünkü ele geçirmek için geldiler. Yaklaşım bu. Onlara verilen mesaj da bu. Dolayısıyla aldıkları mesajı yerine getiriyorlar.

HDK’nın operasyon odalarında yabancı uyruklu, Sudanlı olmayan subaylar oturuyor

*HDK askeri olarak Darfur’un kontrol ediyor mu?

Evet, Darfur’u askeri olarak kontrol ediyor. Darfur dört eyaletten oluşuyordu. Darfur’daki savaş sırasında Ulusal Kongre Partisi hükümeti bu sayıyı Batı Darfur, Orta Darfur, Güney Darfur, Doğu Darfur ve Kuzey Darfur eyaletleri olmak üzere beşe çıkardı. HDK dört eyaleti kontrol ediyor, ama yönetimi ele geçirmedi. Tam bir kaos yaşanıyor. Vatandaşlar da bu yüzden tüm bu eyaletlerden kaçıyorlar. Gerçekler bunlar.

*Wagner güçlerinin HDK’ya Darfur'daki operasyonlarında yardım ettiği konuşuluyor. Bununla ilgili bir bilginiz var mı?

Bu konuda yeterli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Fakat savaştan önce bile duyduklarım ve elde ettiğim bilgiler doğrultusunda bunu göz ardı etmiyorum. Ama bu savaşı destekleyenler ve bu savaşı çok yüksek bir oranda, yüzde 50’nin üstünde yönetenler Sudanlı değiller. HDK’nın operasyon odalarında Sudanlı değil, yabancı uyruklu subaylar oturuyor.

(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)
(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)

*Sudanlı olmayanlar da var dediniz. Wagner’den olanların ve olmayanların olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Evet, Wagner’den olanlar ve Wagner’den olmayanlar var.

*Wagner’den olmayanlar, yani Afrikalılar. Bildiğiniz gibi Çad'da darbe girişimi yaşandı. Kabilelerin Darfur bölgesine müdahalesi nedeniyle Darfur'daki savaşın Çad ve Orta Afrika'da yansımaları olduğunu düşünenler var. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Ben herhangi bir ülkenin adını vermedim ve daha fazla ileriye gitmek de istemiyorum. Ama Çad’a ile ilgili ne kastettiniz. Orada darbe girişimi mi oldu yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Fakat güvenlik durumu ve kriz haline gelip çözülmesi gereken siyasi gerginliklerin yaşandığını biliyoruz. Ama bahsettiğim rol, Sudan'ın savaşın yönetilmesinde oynadığı rol. Burada Çad devletini kastetmiyorum.

Altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürülmesi korkunç bir durum.

*Wagner meselesine dönecek olursak, basında Wagner'in HDK'yı desteklediğine dair birçok haber yer alıyor. Altın kaçakçılığına karıştığı konuşuluyor. Sizce bu haberler doğru mu? Bununla ilgili herhangi bir bilginiz var mı?

Biz bu tür haberleri ve bilgileri, hassas istihbarat bilgilerine sahip, modern istihbarat eğitimi almış, tecrübesi ve kabiliyeti yüksek, bu tür gelişmeleri takip edebilecek uyduları olan kişilerden alıyoruz. Elimde, basında çıkan haberleri teyit edecek bir bilgi yok ama altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürüldüğü açık. Bu çok korkunç. Sudan'da kaynaklar gibi birçok alanda da sömürü var. Dolayısıyla bu sömürü sayesinde şimdi bu savaşın büyük potansiyeli ortaya çıktı.

*Milislerden ve HDK'dan bahsetmişken, sizce Orgeneral Hamideti ile ne ölçüde temas halindeydiniz? Hamideti’nin HDK’yı tamamen kontrol ettiğini düşünüyor musunuz? HDK’ın kaç üyesi var?

Bu güçler bir ya da birkaç kabileden oluşuyor. Hatta bu güçlerin içindeki kabilelerin doğal olarak kardeş lidere ve komutan yardımcısına yakınlıklarına göre düzenlenmiş kategorileri var. Bu yüzden sayıları çok. Ancak bu güçlere liderlik edenler seçkin kesimlerden kişiler. Seçkinler ve elitler birdir, kabile de birdir. Kabile içinde bile ailelerin en üst düzeyden en alt düzeye kadar çeşitlilik gösterdiği biliniyor.

*Tam bir kontrol ve net bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki hayır, oluşumu gereği kontrol tam olamaz. Hatta bunu bizzat Hamideti bile söyledi. Olan bitenlerin sebebinin ‘isyancılar’ olduğunu ifade etti. Hamideti onlara böyle diyor. Hamideti’nin yardımcısı Sayın Abdurrahim Hamdan Dagalo ile görüştüm. O da (Darfur’daki) el-Cenine’de yaşananların ‘isyancılardan’ yani kendi kontrolleri dışında olanlardan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki savaşlardan çıkar sağlıyorlar ve operasyonlarından faydalanıyorlar ama askeri emirlere ve talimatlara uyanlardan değiller. Bu sebeple isyancıların olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte seçkinler gibi sistemin içinden gelen, ancak kişisel çıkar elde etme eğiliminde olanlar da var. Bunlar, HDK’nın düzenli ordu oluşturma yöntemiyle oluşturulmamasından ötürü varlar.

*HDK’nın üye sayısıyla ilgili bir tahmininiz var mı?

Sayılarını tam olarak bilmiyorum ama savaştan önce generallerden öğrendiğime göre Hartum’a dışarıdakiler hariç yaklaşık 120 bin HDK üyesi girdi. Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkente) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi.

Bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu.

*Yaklaşık 120 bin HDK'lının Hartum'a girdiği söylenebilir mi?

O dönemde böyle olduğu söyleniyordu. Bu, Hartum'daki sayıydı. Çünkü savaşa altı aydan az bir süre kala HDK sayısının 25-30 bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Ancak savaşa birkaç gün kala Hartum’a 120 binden fazla HDK üyesinin getirildiğini söylediler. Bu, sayının çok fazla olduğu ve çok az dönemde dramatik bir şekilde katlandığı anlamına geliyor. Bu artışın arkasında bir kuşatma vardı ve bunun arkasında da bir hedef.

*Röportajın başında Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin (ÖDG) rolünden bahsettiniz. Siz o dönemde de önemli bir isimdiniz, şimdi de öylesiniz. 25 Ekim 2021 günü Abdullah Hamduk hükümetine yapılan darbe hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hamduk hükümetine yapılan darbe üçüncü darbedir. Darbe diyebiliriz ama ben bunu darbe olarak görmüyorum. Çünkü iktidarı Beşir’in elinden alanlar Hamduk değil, Burhan ve Hamideti idi. Hamduk o dönem hükümetin üçüncü adamı olması için getirilmişti.

Orada bulunan görgü tanıklarından birinin aktardığına göre Hamduk 25 Ekim'den önce nüfuz sahibi biri değildi. Çünkü yönetim bizzat generallerin elindeydi. En nihayetinde Hamduk bir komutan değildi ve başbakanın yetkisi dahilinde olması gereken birçok konuda onlardan yardım istiyordu. Ancak Merkez Konseyi, ÖDG, ordu ve HDK arasında yapılan ittifak sonucu Hamduk hükümeti düştü. Bu bir darbeden ziyade bir ortaklığın sona ermesiydi. Çünkü bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu. Dolayısıyla ne devlet ne de hükümet vardı. Bu da kaosun başlangıcı oldu.

Kaos, Anayasal Bildirinin imzalanmasıyla başladı.

*Kaos ile neyi kastediyorsunuz?

Kaos, Anayasal Bildiri imzalandığında başladı. ÖDG’nin Merkez Konsey kanadı ve ÖDG'yi kanla kurduğumuz, silahlı hareketlerle inşa ettiğimiz için benim de içinde bulunduğum Demokratik Blok kanadı dahil olmak üzere diğer gruplar tarafından darbe yapıldığına inanıyorduk. Ancak (eski Cumhurbaşkan Ömer) el-Beşir rejiminin devrilmesinin ardından ordu ve HDK ile ÖDG'nin temel oluşumuna karşı çıkanlar arasında gizli bir ittifak yapıldı. Çok sayıda kişi HDK'ya katıldı. Aslında Sudan'ın lehine değil de kendi lehlerine hedefleri olan ülkelerden uluslararası yardım aldılar. Bu kusurlu oluşum 25 Ekim'e kadar böyle devam etti.

FOTO: Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)
Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)

*Darbenin Burhan ile Hamideti tarafından Hamduk’a karşı yapılmadığını söylüyorsunuz ama gerçekte ÖDG ve Merkez Konsey kanadı içinde Hamideti’ye karşı bir anlaşmazlık mı vardı?

Darbe, ÖDG içinde gerçekleşti. ÖDG'den bazı gençler tarafından yönetilen ve Hamideti ve Burhan'la ittifak kurmalarını sağlayan bu darbe, 18 Ağustos 2019'da Beşir rejiminin düşmesinin ardından ‘geçiş hükümeti’ ve diğer oluşumların kisvesi altında üstü kapalı olarak gerçekleşti. Darbe böyle başladı. Bundan önce Hamideti ve Burhan Beşir'e darbe yaptı. Durum böyle ilerledi. Askeri Konsey’deki kardeşlerimiz darbecilerin merkez noktalarını tasfiye etmek için orduyu kullanıyorlardı. Mesela bir gün darbeye kalkışabilecekleri zayıflatmak için Burhan’ı kullanıyorlardı, başka bir gün askeri operasyonla iktidara gelebilecek silahlı hareketleri zayıflatmak için Hamideti'yi. Dile getirdikleri gizemli amaç da buydu.

*Sizce en fazla suçlu olan ÖDG-Merkez Konseyi mi?

Kesinlikle. Çünkü ÖDG-Merkez Konseyi, 25 Ekim öncesi dönemde siyasi güçlerle ulaşıp orduya sızdılar.

Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Hamideti ve Hamduk arasındaki son anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddüm) lideri Abdullah Hamduk siyasi rol, HDK Komutanı Hamideti ise askeri rol oynuyordu. Dolayısıyla onların aynı partinin ya da örgütün kanatları olduğuna inanıyorum. Bu da Sudan halkı açısından ‘gülünç’ bir durum. Bir diğer ‘gülünç’ olan konu ise bu tür senaryolar, skeçler ve oyunlarla bizi kandırdıklarını düşünmeleri.

*Sizce bu Sudan'da daha geniş kapsamlı bir çözümün başlangıcı mı, yoksa şu an var olan bölünmenin devamı mı?

Henüz ortaya yeni bir yapı çıkmış değil. Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Ordu Komutanı Orgeneral Burhan ile iletişim halinde olduğunuzu sanıyorum, doğru mu?

Ben herkesle iletişim halindeyim. Ancak Cuba Barış Anlaşması çerçevesinde oluşturulan hükümetteyim. Bu hükümetin başında da hâlâ Orgeneral Burhan bulunuyor.

Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkeler.

*Şu an Orgeneral Burhan’ın Port Sudan’da bulunduğu, ordunun güç merkezinin Port Sudan'da olduğu, Hamideti komutasındaki HDK’nın ise Hartum’da olduğu ve Darfur'da savaştığı bir durum söz konusu. Cevabını net olarak almak istediğim bir soru var. Sudan’ın bir gerçeklik bağlamında coğrafi olarak daha fazla bölünmeye doğru sürüklendiğini düşünüyor musunuz?

Bu savaşı ister orduda olsun ister HDK'da olsun, savaş saflarında yer alan Sudan vatandaşları ya da vatanseverler değil, devletler yürütüyor. Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkelerdir. Eğer Sudan'da başarılı olurlar ve Sudan’ı bölmeyi başarırlarsa bu felaket daha fazla yere yayılacak. HDK, Hartum'dan dönüp kasım ayı sonları aralık ayı başlarına kadar Darfur’daki operasyonlara odaklandığında, amaç Darfur'u ele geçirmek ve bir oldubittiye getirmekti. Bu oldubittinin amacı, bir zamanlar Sudan’ın komşusu olan ülkelerde yaşananları tekrarlamaktı.

Bu elbette bildiğimiz gerçeklere dayanıyor. Bunun arkasında HDK’nın olması şart değil. Daha ziyade söz konusu ülkelerin bir gündemi var. Bu gündemin uygulanması gerekiyor ve iç unsurları da var.

FOTO: Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)
 Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)

*Kim o ülkeler?

İsim vererek hiçbir ülkeyi rencide etmek istemiyorum.

*Sudan'ın bölünmesinin oldubittiye getirilmesinden mi yoksa Sudan'ın bölünmesinden mi endişeleniyorsunuz?

Sudan’ın bölmek ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar. Darfur'dan başlayıp HDK'nın Darfur’u ele geçirmesini ve ardından burayı insani yardım kisvesi altında kendisini dayatmasını istediler. Darfur'u ele geçirenlerin desteğiyle bu oldubittiye getirilecek. Hartum senaryosunun suya düşmesiyle bu senaryoya yöneldiler.

*Yani Sudan’ın bölünmesinden bahsediyoruz. Peki, ordu yalnızca Port Sudan’ı mı kontrol ediyor?

Ordu, Port Sudan'ı kontrol ediyor, Hartum'da, Darfur'da ve el-Faşir’de de ordu güçleri var. Yani ordu sadece Port Sudan’da değil, birçok bölgede güçleri var. Ancak örneğin, ülkeyi Port Sudan'dan yönetmeyi tercih ederse bu ordunun sadece Port Sudan’ı kontrol ettiği anlamına gelmez.

*Geçtiğimiz günlerde Burhan’ın Mısır’ı Hamideti’nin ise Libya’yı ziyaret ettiği söylendi. Bu ziyaretler oldu mu?

Hamideti’nin Libya’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir şey duymadım, ancak Burhan'ın Mısır ziyaret ettiğini biliyorum ve bu ziyareti takip ettim.

Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli.

*Peki, Burhan’ın Mısır ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sıradan bir ziyaretti. Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı ziyaretlerde bulunmasının çok doğal olduğunu düşünüyorum.

*Eski ABD Başkanı George W. Bush'la şahsi ve doğrudan bir ilişkiniz vardı...

Şimdiye kadar birçok ABD’li ile şahsi ilişkilerim oldu. Cumhuriyetçi Parti'deki birçok önemli isimle de şahsi ilişkilerim var.

*ABD, birkaç gün önce Sudan'a özel bir temsilci atadı. ABD’nin Sudan’la ilgili eğilimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni özel temsilci atanmasını memnuniyetle karşıladık ama ABD’nin Sudan eğilimleri her zaman kurumsal eğilimler olarak kaldı. Kişisel ilişkilerden ziyade kurumlarının planlarına, kurumlarının ve ofislerinin yönlendirdiği yönlere ve yaklaşımlara bağlı olmaya devam etti. Bu konuda onlara yazdım ve Sudan'a yönelik politikalarını daha önceki özel temsilcilerin ve büyükelçilerin yönlendirmelerinden farklı bir şekilde ele almaları çağrısında bulundum. Çünkü Sudan çok büyük bir ülke. Kültürleri ve dinleri farklı milletlere ev sahipliği yapıyor. Burası uçsuz bucaksız bir ülke. Tüm bu milletler, Sudan'ın her karışını seviyor. Sudan'da iyi insanların yanında kötü insanların da olduğunu kabul etmezler. Dışarıdan gelen ve iyi biri olarak tanımlanan kişi Sudan’da sorun yaşayabilir. Bu yüzden onları Sudan'da istikrarın sağlanması ve Sudan halkının sevgisinin kazanılması için tüm sivil ve siyasi güçlerle temasa geçmeye çağırdım.

*Sanki siz de böyle olduğunu düşünmüyorsunuz?

Bilmiyorum. Çünkü atanan kişi henüz görevinde ilerleme kaydetmedi. Fakat son iki yıldır Sudan dosyasını bizi savaşa sürükleyecek şekilde yönetenlerle deneyimlerimiz oldu. Elbette onlarla birlikte başkaları da vardı. Onların değerlendirmeleri yanlış olabilir.

*Sudan'daki savaşta ABD’nin Sudan politikasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Belki de bu, ABD’nin Sudan politikası değil, Sudan dosyasını yöneten kişilerin politikasıdır. Çünkü ABD, kendileri için belki de Sudan'dan daha büyük olan başka sorunlarla, Ukrayna gibi başka ülkelerle, başka eksenlerle ilgileniyordu. ABD’nin yol açtığı insani felaketlerin yanında büyük sorunlar da vardı. Örneğin Ukrayna, ABD’liler için bir iç felaketti. Belki de dosyaları yöneten kişiler tahminlerinde hata yapmışlardı.

Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım.

*Bu belki de şu ya da bu şekilde, Sudan hükümeti ile Rusya arasında, Port Sudan’da askeri bir deniz üssü kurulmasına ilişkin anlaşmaya atıftır. Belki de ABD’nin bu anlaşmayı engellemekte çıkarı vardır. Bize bu anlaşmayla ilgili daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu anlaşma eski olmadığı gibi yeni de değil. Hatta bir anlaşma da değil, daha ziyade bir anlaşma taslağıydı ve henüz hayata geçirilmedi. Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım. Kimse bu konuyu gündeme getirmiyor.

*Ben Rusya’nın Port Sudan’a kurmak istediği askeri üsle ilgili anlaşmayı kastediyorum. Ordu ile Rusya arasında Port Sudan’da askeri üs kurulması konusunda sanırım bir taslak anlaşma vardı...

Şu an böyle bir anlaşma yok. Daha görüşülmedi bile. Ben bu anlaşmanın ölü doğmuş olabileceğine inananlardanım.

FOTO: Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)

*İran’ın, Kızıldeniz kıyısında bir deniz üssüne sahip olma karşılığında Sudan ordusunun envanterine SİHA sağlamayı teklif ettiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tüm bunlar gerçek olmaktan ziyade basında dolaşan söylentiler. Sizin gibi ben de bu haberleri okudum, ancak şimdiye kadar bununla ilgili resmi bir hükümet kaynağından bilgi almadım. Ben de hükümetin içindeyim. Bu haberin doğru mu yanlış mı olduğunu herhangi bir zamanda herhangi bir kaynaktan tespit edebilirim. Ancak sorduğum insanlardan hiçbiri bana bunun doğruluğunu teyit edemedi. İran ya da başka ülkelerle iş birliği konusuna gelince, tüm bunlar ülkeler arası ilişkilere, özellikle Sudan gibi bir ülkenin değerlendirmesine, dış politikasına ve şu andaki mevcut durumuna bağlı. Ordu değil, devlet hisseder. Burada devlet ile orduyu birbirinden ayırmamız gerekiyor. Çünkü ordu devletin bir organıdır. Eğer devlet çevresinde bir kuşatma, kapatma, komplo olduğunu hissederse kuşatmayı kırabilecek herkesten yardım ister.

*Rusya, Port Sudan'da askeri üs kurmaya çalıştı, İran'ın da böyle bir girişimde bulunduğundan bahsediliyor. Aynı şekilde bölgedeki başka ülkeler için de aynı durum geçerli. Sudan konusunda bölgesel ve uluslararası bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu savaş, Sudan konusunda uluslararası ve bölgesel rekabetin bir özelliğidir.

Sudan halkının tanık oldukları hiç kolay değil.

*Bu savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu savaşı sonlandırmanın en iyi yolu hangisi?

Elbette bu savaş bir gün bitecek. Çünkü savaş Sudan’da, dünyada ve hiçbir yerde normal olmayıp aksine anormal bir durumdur ve belli koşullar altında bitebilir. Dolayısıyla bu savaşa yol açan koşulların artık savaşa son vermenin bir yolunu bulması gerekiyor. Savaş, Sudan siyasi ve sivil güçlerinin onayı, birbirini tanıması, ulusal diyalog ve tüm tarafların rızasıyla sona erecektir. Sudan halkı bu noktaya ve bu kanaate ulaşırsa savaş bir daha başlamamak üzere biter.

FOTO: Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)
 Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)

*Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çünkü Sudan halkının sadece 15 Nisan savaşıyla değil, 70 yıllık bağımsızlık tarihi boyunca tanık oldukları hiç kolay değil.

*Size özel bir soru: Neden biraz ağır bir Arapça konuşuyorsunuz?

Ben Arapça konuşmayan bir kabileden geliyorum. Kabilemin farklı bir dili var. On yaşımdayken okula girdim ve Arapçayı burada öğrendim. İlk kez Arapça bir kelime duyduğumda on yaşındaydım. Arapça dersleri gördüm. Bu yüzden Arapçada dilim ağır geliyor, çünkü ana dilim değil.

*Darfur bölgesinde öğretmendiniz. Sonra Sudan Kurtuluş Hareketi'ne mi katıldınız?

Evet, bu doğru.

*Bu özel soruları size geçmişinizle ilgili okuyucularımıza daha fazla bilgi aktarmak için sordum.

Çok memnun oldum, teşekkür ederim.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.