Hoşyar Zebari: Irak'taki Sünni gösterilerini, hükümetin mezhepçi yaklaşımı ve güvenlik uygulamaları tetikledi

Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
TT

Hoşyar Zebari: Irak'taki Sünni gösterilerini, hükümetin mezhepçi yaklaşımı ve güvenlik uygulamaları tetikledi

Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)

Rustem Mahmud
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, röportajımızın ikinci bölümünde bize Musul’a dönüşünden ve orada neler hissettiğinden bahsetmişti. Bize Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Kürt liderlerin Kerkük’ten büyük bir konvoyla nasıl geçtiklerini anlatan Zebari, ayrıca Şii din adamı Sistani'nin Irak'ın yeni anayasasının kabul edilmesindeki rolünü, Kürtlerin federal sisteme olan bağlılıklarını ve Suriye rejiminin silahlı radikal grupları desteklemedeki rolünü de aktarmıştı. Bununla birlikte Zebari, muhalefet güçleri ve Amerikalılarla Irak ordusunun lağvedilmesi kararı almalarının ortak bir hata olduğunu da itiraf etmişti.
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan çevirdiği röportajın üçüncü ve son bölümünde ise 40 yılı aşkın bir süre devletiyle mücadele ettiği Irak’ın ilk Kürt bakanı olan Zebari, Dışişleri Bakanı olarak yurt dışına yaptığı ilk ziyaretini şöyle anlattı;
“Yönetim Kurulu döneminde Eylül 2003’deki ilk yurt dışı görevim, Kahire’de Arap Devletleri Ligi (AL) Dışişleri Bakanları Toplantısı'na katılmaktı. Ziyaretimiz öncesinde basında ve AL içerisinde Irak’ın üyeliği ile ilgili spekülasyonlar vardı. Ayrıca başka bir sürü söylentinin yanı sıra yeni temsilcinin veya bakanın, rejimin meşruiyeti açısından, Irak’ı temsil edemeyeceği iddia edildi. Ancak AL, tüm üye devletlerin referansı olduğu için ve Irak’ın da Arap Devletleri Ligi’nin kurucularından biri olması nedeniyle, katılmak zorundaydık. Kimsenin Irak’ın AL toplantısına katılmasını engelleme hakkına sahip olmadığını vurguladık.”
Arap Devletleri Ligi’nde sancılı süreç
Kahire’de yaşadıklarını ayrıntılarıyla aktaran Zebari şöyle devam etti;

“Kahire’ye, Nil Nehri’ne bakan Semiramis Otel’e ulaştık. Heyetimizden, herhangi bir temasta bulunmadan önce bir basın toplantısı düzenlemesini istedim. Basın toplantısında Irak'ın durumu ve yeni rejimin konumunu açıkladım. Böylece Irak’ın toplantıdaki yerini alacağımızı vurguladım. Biz bu toplantıya katılmak için gelmiştik. Mısır Dışişleri Bakanlığı ve AL temsilcileriyle temaslarımız oldu. Ertesi gün AL Genel Merkezi’ne geleceğimizi söyledik. Tüm davetliler oradaydı. Tipik bir toplantıydı. Akşam olunca Arap Dışişleri Bakanları arasındaki uzun toplantılar hakkında bilgiler bana ulaştı. Fakat henüz katılımımızla ilgili bir karar alamamışlardı. Kuveyt, Fas ve Katar, toplantıya katılmamız gerektiğine dair görüşün önderliğini yapıyorlardı. Tüm gece kesin kararın alınmasını bekledik. AL Genel Sekreterliği’ne toplantıya katılacağımızı bildirdim. O gece dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile görüştüm. Bana çekinmememiz gerektiğini söyledi. Ben de, ‘Bu bizim hakkımız. Toplantıya katılıp yerimize oturacağız. Biz AL’nin bir üyesiyiz’ dedim. Bana, ‘Bizden istediğiniz bir şey var mı? Herkesle, özellikle de Mısır tarafıyla iletişim kurduk. Sanırım yarın bir takım randevularınız olacak. Mısır Dışişleri Bakanı’yla görüşeceksiniz’ dedi. Ardından Mısırlılar bizimle temasa geçti ve bize toplantı öncesinde dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir'le görüşeceğimiz söylendi. Ertesi sabah, bizden görüşme talep eden Kuveyt ve Fas Dışişleri Bakanlarıyla bir araya geldim. Bize toplantıya katılmamıza yönelik itirazların boyutunu aktardılar ve en azından biraz beklememizi söylediler. Kendilerini dinledim, fakat onlara; ‘Kararınızda özgürsünüz, ama toplantıya gelip o koltuğa oturacağım. Bunun için de kimseden izin istemeyeceğim’ dedim. Ardından Mısır Dışişleri Bakanlığı'na gittik.  Tüm Arap basını oradaydı. Ahmed Mahir'le oturduk, konuştuk. Görüşme esnasında Mahir’e bir çağrı geldi. Telefon konuşmasının ardından bana dönerek, ‘Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in selamları var. Katılımınızın iyi olacağını söyledi. Mısır, Irak’ı destekliyor’ dedi. Ben de ‘iyi’ diye karşılık verdim. Fakat sanırım bir sorun vardı. Bu yüzden toplantıya hemen girmememi tavsiye etti. Toplantı yapıp bir karar almaları ve daha sonra girmemiz gerektiğini belirtti.”
Hoşyar Zebari, toplantıdaki atmosferi ise şöyle aktardı;
“Suriye, Cezayir ve Filistin başta olmak üzere toplantıya katılımımıza karşı çıkan birkaç ülke vardı.  Fakat Kuveyt Dışişleri Bakanı bizimle görüşmekten memnundu ve bize ‘Toplantıya birlikte gideriz’ dedi.  AL Genel Merkezi’ne, (Arap Birliği Genel Sekreteri) Amr Musa ile görüşmeye gittik. Musa, bizi karşıladı ve okuyacağımız bir bildiri olduğunu söyledi. ‘Bildiriyi önceden okumam, onaylamam ve bir fikir yürütmem gerek’ dedim. Keskin ifadelerin olduğu bir bildiriydi. Kabul edilemez olduğunu söyledim. ‘Irak sadece bir Arap ülkesi değil, bazı şeyler değişti’ dedim. Bildiri Suriye lehçesiyle yazılmıştı. Musa, değişiklikler olduğunu kabul etti ve bunun resmi bir sorun olduğunu söyledi. Bize, ‘Toplantıya gireceğiz, bir karar alacağız ve karardan sonra toplantıya kabul edileceksiniz’ dedi. Toplantı başladı. Kararın ardından, salona girdim ve yerime oturdum. Irak’a ayrılan koltuğa oturduğumda bazı üyeler beni alkışladı.”
Yeni Irak’ı Saddam Hüseyin dönemindeki gibi bir rejim olarak değil, bir devlet olarak nitelendiren Zebari, Kahire'deki Irak Büyükelçiliği personeli ve AL Irak misyonunun üyelerine yönelik tutumlarını, “Onlara devlet memuru gibi davrandık. Kimse de itiraz etmedi” ifadeleriyle aktardı. AL Genel Sekreteri’nin kendilerini güzel bir şekilde karşıladığını ve Irak’ın AL’ye dönüşünden duyduğu memnuniyeti dile getirdiğini kaydeden Zebari, “Akıcı ve klasik Arapça konuşarak Araplara güven verici bir mesaj verdim. Irak'ın AL sözleşmesine ve taahhütlerine bağlı olduğunu söyledim. Filistin'le ilgili saygılı bir konuşma yaptım. Herkes alkışladı” ifadelerini kullandı.
Faruk Şara’nın öfkesi
Zebari, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ve Mısırlı mevkidaşı Ahmed Mahir'in de katıldığı öğle yemeği davetini ve eski Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara’nın davetlilere “10 Amerikalı öldürülse, kaçacaklar” deyişiyle ilgili anısını şöyle aktardı;

“Sinirlenmiştim. Şara’ya, ‘1982’deki ABD yok artık. 2 bin Amerikalı öldürürsen de Irak’ta kalmaya devam edeceklerdir’ dedim. Birkaç ay sonra Suriyeliler, Baasçı kalıntılarının işlerini kolaylaştırmaya ve yabancı savaşçıların turistik gezi bahanesiyle Şam Uluslararası Havaalanı üzerinden vizesiz olarak bir araya gelip örgütlenmelerinin önünü açmaya başladılar. Suriyeliler cesaretleniyordu. Çünkü ABD onlara yanlış mesajlar göndermişti. Yeni Irak’ın muhaliflerine destek vermek için acele ettiklerini düşünüyorum. Yıllar sonra dönemin Suriye İstihbarat Başkanı General Asaf Şevket'in bu kararın arkasında olduğunu öğrendik. Ancak planlama ve uygulamada Suriye rejiminin önde gelen isimleri ve organlarının parmağı vardı. Çünkü rejim merkezidir ve herkes alınan kararda ortaktır.”
Ancak, bir Kürt olarak milli kimliği, Türkiye ile olan ilişki ve iletişimde daha da hassaslaşan ve muhalif oldukları dönemde Türklerle ilişkileri ve iletişimleri olduğunu söyleyen Zebari şöyle devam etti;
“Muhalefetteyken ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) kuruluşu sırasında Türklerle ilişkilerimiz ve temaslarımız vardı. Kuruluş sürecinde özellikle hükümet, Dışişleri Bakanlığı, İstihbarat Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere her düzeyde görüşmelerde bulunan müzakerecilerden ve koordinatörlerden biriydim.  Türk tarafı kim olduğumu biliyordu. Bu yeni bir durum değildi. Bu nedenle ilk ziyaretim sırasında normal karşılandım. Hassasiyet içeren bir durum yoktu.”
Türkiye'ye ilk ziyaretinin Kürt-Türk duyarlılığı dâhil olmak üzere bir takım ayrıntılarına ilişkin anılarını paylaşmaya devam eden Zebari, “Ziyaret programının bir parçası olarak Anıtkabir’i ziyaret etmemi istediler. Kürt milliyetçisi olmamam onlar için önemliydi. Saygı çerçevesinde Anıtkabir’e gittim. Irak Dışişleri Bakanı olarak Anıtkabir’deki ziyaretçi defterini imzaladım” dedi.
Suriye rejiminin bombalı saldırıdaki rolü
Yeni Irak'la ilişkilerde Türkiye ve İran’ın beklentileri arasındaki farklılıklara değinen Zebari, Dışişleri Bakanlığı görevinin ilk aylarını şöyle anlattı;

“Yönetim Kurulu’nun oluşturulmasıyla birlikte İran’dan Kasım Süleymani’nin de yer aldığı heyetler ziyarete gelmeye başladı. Heyetlerde sadece yetkililer ve diplomatlar vardı. İran’da farklı ve karmaşık bir sistem bulunuyor. İran, olanlara inanamıyordu. Zira Afganistan'daki Sünni rejim ve Irak'taki Saddam Hüseyin rejimiyle arasında onlarca yıl devam eden savaşlar yaşamıştı. ABD geldi ve ikisini de ortadan kaldırdı. Bu, İran’a adeta cennetten gönderilmiş bir armağandı.”
Öte yandan bu yeni süreç, Irak'ın komşularıyla olan ilişkilerinde bir takım değişikliklere neden olurken bir tek Suriye yeni Irak’ı tanımamakta ısrarcıydı. 2009’un Eylül ayında Bağdat, bir dizi bombalı saldırıyla sarsıldı. Bu saldırılardan biri, Zebari'nin ofisinin de bulunduğu Irak Dışişleri Bakanlığı binasını hedef almıştı. O dönem Irak hükümeti ile Suriye arasında büyük bir gerginlik yaşandı. Çünkü Irak, Suriye’yi doğrudan bombalı saldırının arkasında olmakla suçlamıştı. Zebari, Irak hükümetinin o dönem aldığı Suriye ile ilişkilerin kesilmesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) gidilmesi kararının ayrıntılarını şöyle açıkladı;
“O dönem Nuri el-Maliki’nin ilk hükümeti görevdeydi. Maliki, bir dönem Suriye'de yaşadı. Biz de Suriye’de yaşamıştık. Yeni dönemin önde gelen birçok ismi bir dönem Suriye’de yaşamıştı. Böylece Suriye güvenlik servislerinin nasıl çalıştığını iyi biliyorduk. Başbakan Maliki, yaşanan bombalı saldırılarda ve özellikle iki bombalama olayında Suriyeli birimlerin izlerinin olduğunu vurguladı. Ulusal Güvenlik Konseyi üyesiydim. Bir toplantı yaptık. Toplantıda bombalama olaylarının arkasında Suriyelilerin olduğuna dair net bilgilerin olduğu vurgulandı. Konsey, ilk iş olarak Şam Büyükelçisini geri çekme kararı aldı.”
Irak hükümetinin aldığı kararın ardından Suriye Dışişleri Bakanı ile yaptığı telefon görüşmesinin ayrıntılarını aktaran Zebari, “Suriye Dışişleri Bakanı’na telefon ettim ve ‘Ebu Tarık (Velid Muallim), sana nahoş bir haberim var. Bombalı saldırıların sizin tarafınızdan geldiğine inandığımızdan Şam Büyükelçimizi Bağdat'a çağırmakla görevliyim’ dedim. Bana, ‘Durum bu kadar ileriye gitti mi?’ diye sordu. Ben de bunun hükümet kararı olduğunu ve kendilerini gelişmelerden haberdar edeceğimi söyledim. Bana karşılık vereceklerini ve Irak rejimi değişene kadar büyükelçimizi bir daha kabul etmeyeceklerini söyledi. Ben de ona, ‘Rejim değişti ve onu tekrar değiştirebilecek bir güç yok’ dedim” şeklinde konuştu.
Irak hükümetinin o dönem attığı diğer adımları da aktaran Zebari, “Terörist saldırıyı kınama kararı aldık ve terörü destekleyen kim olursa olsun sorumlu tutulması gerektiğini vurguladık. Sonra BMGK’ya gittik ve onlara toplantı çağrısında bulunduk. Amerikalılardan da bu konuda bize yardım etmelerini istedik” dedi.
Zebari ardından yaşanan gelişmeleri ise şöyle anlattı;
“Atmosfer cesaret verici değildi. Obama yönetimi altındaki ABD, kanıtlarının güçlü olmadığını ve bilgilerin tahminlerden ibaret olduğunu söyledi. Bu saldırıların çoğunun Suriye’den geldiğini kendilerinin de bildiğini söyledim. Baskıya devam ettik. Bunu biliyorlardı ama Suriye ucuz kurtulmuştu. Daha sonra taleplerimizi kabul eden BM Genel Sekreteri ve BMGK’ya baskı yaptık. Bize araştırmacı olarak Oscar Fernandez-Taranco’yu gönderdiler. Onu bir rapor hazırlaması için görevlendirmişlerdi. Güvenlik birimlerini hizmetine sunduk. Saldırıların kaynağı, nereden geldiği ve nasıl olduğuna dair elimizdeki tüm kanıtları ve soruşturma belgelerini önüne koyduk.  Sempatik biriydi. Raporunu yazdı, ancak bize açıklamadı. Saldırının arkasındaki tarafı hiç belirtmedi. Bu bilgiyi öncelikle BMGK’ya sunmalıydı. Ama bu asla gerçekleşmedi!”
Iraklı bazı liderlerin; Irak’ın, Suriye’nin yaptıklarından sorumlu tutulmasına yönelik gayretlerini frenlemede rol oynadıklarını söyleyen Zebari, “Irak'taki bazı liderler, Suriye ile olan eski köklü ilişkiler nedeniyle sorunun devam etmesini engellemekte rol oynadılar. Bu sırada Başbakan Maliki ile Cumhurbaşkanlığı arasında gerginlik yaşanırken Başkan Celal Talabani ve Adil Abdulmehdi itirazlarını dile getirdi. Suriye’nin saldırıları azaldı. Türkiye ve İran doğrudan müdahalede bulunmuştu. İranlılar arabuluculuk yapmışlardı” diye konuştu.
Arabuluculuk
O dönem Suriye ile Irak arasındaki arabuluculuk girişimleriyle ilgili olarak ise Zebari şunları anlattı;

“Tahran’da yapılan bir konferansa gitmiştim. İran Dışişleri Bakanı beni öğle yemeğine davet etti. Velid el-Muallim (Suriye Dışişleri Bakanı) de oradaydı. Olanlardan ve ilişkilerin yeniden kurulmasından bahsettik. Daha sonra Ahmet Davutoğlu (Türkiye Dışişleri Bakanı) arabuluculuk yapmayı ve Türk çözümünün benimsenmesini teklif etti. Ona, ‘Hayır. Biz AL üyesiyiz. AL de bunun içinde olmalı’ dedim. AL bundan oldukça memnun kalmıştı. İlk toplantı AL Genel Merkezi’nde, ikincisi ise İstanbul'da yapıldı. Velid Muallim ile aramızda güçlü bir diyalog vardı. Ardından, büyükelçilerin geri dönmesi, ilişkilerin normalleşmesi ve yabancılara sıkı denetimler getirilmesi sözü verdiler. Amerikalılar da Avrupa ülkelerine hava alanları ve sınırlardaki denetimin yoğunlaştırılması için bastırıyordu. Ancak tüm bunlara rağmen, saldırılar durmadı.”
Irak-Suriye ilişkilerinde özellikle Suriye devriminin başlamasından sonraki değişimin ayrıntılarını aktarmaya geri dönen Zebari, “Başbakan Nuri el-Maliki ile resmi bir ziyaret için ABD’ye gitmiştim. Bu sırada Suriye devrimi başlamıştı. Suriye’nin AL üyeliğinin dondurulmasına itiraz eden tek ülke bizdik. Bu, Suriye sevgisi değildi. Fakat Suriye'yi baskı altında tutabileceğimiz tek mekanizma AL’ydi. Suriye'ye gönderilen Arap Barış Güçleri’nin çok büyük bir rolü vardı. Arap Barış Güçleri’ndeki katılımımız, tüm ülkelerden daha fazlaydı. Daha sonra bu plan başarısız oldu. ABD’de Suriye rejiminin düşmeyeceğini, farklı bir yapısı olduğunu, onları tanıdığımızı ve onlarla yaşadığımızı söyledik” ifadelerini kullandı.
“ABD’nin Suriye analizi hatalıydı”
Süreci anlatmaya sürdüren Zebari şöyle devam etti;

“Amerikalılar, ekonomik göstergeler nedeniyle Suriye rejiminin düşeceğini düşünüyorlardı. Onlara bu rejimin kaçakçılık, nükleer atıkların gömülmesi ve yasadışı ticari faaliyetlerle ayakta kaldığını, bu yüzden ekonomik tahminler ve soyut rakamların yanlış olduğunu söyledik. Körfezli kardeşlerimiz tasalanmışlardı. Onlara Suriye rejiminin laftan anlamadığını ve direnebileceğini söyledik. Bu nedenle de radikal örgütlerin çatışmadan faydalanarak Suriye’yi kendilerine sağlam bir üs haline getireceklerini belirttik. Ancak buna inanmadılar. O dönem David Petraeus (CIA eski başkanı) ve Hillary Clinton (eski ABD Dışişleri Bakanı) ile bir araya geldik. Temel konu Suriye idi. Maliki’ye Suriye rejiminin düşeceğini söylediler. Maliki de onlara ‘Hayır, düşmeyecek. Ordu yerinde duruyor. Alevi bir yöneticileri var. Hıristiyanlar, Sünniler, Dürziler ve azınlıkları bir arada tutuyorlar. İslami eğilimli muhalefet çekici değil. Laik, demokrat ve milliyetçi olan muhalefet ise zayıf ve desteği yok’ dedi. Bir tartışma yaşandı. Irak’ta bulunduğu dönemde aramızda bir dostluk oluşan Petraeus, Suriye rejiminin düşeceğini söyledi. Ona, ‘Sayın General, bu değerlendirmenize katılmıyorum’ dedim. O da bana, ‘Hoşyar, Ben CIA'nin başkanıyım ve sizden daha fazlasını biliyoruz’ dedi. Ben de ona gülerek, ‘Ülkem hakkında benden çok daha şey bildiğiniz gibi mi’ dedim."
Siyasi hayatında bir araya geldiği bazı bölgesel isimlerle ilgili anılarını aktarmaya devam eden Zebari,  rahmetli Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ile ilk karşılaşmasını şöyle anlattı;
“İlk tanıştığımızda veliaht prensti. Kuala Lumpur'daki İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Konferansı’na katılmıştık. Yönetim Kurulu üyelerinden oluşan büyük bir heyetteydim. İyad Allavi, Dr. Mahmud Osman ve İzzettin Salim gibi Yönetim Kurulu liderleriyle birlikteydik. Sanırım 2003 yılının Ekim veya Kasım aylarıydı. Veliaht Prensten bir görüşme talep ettim. O da kabul etti. Bizi güzel karşıladı. Bize, ‘kararlarınızı siz vermiyorsunuz’ dedi. Ben de bunun sebebi kim, Saddam Hüseyin değil mi? Irak’ı ihmal ettiniz. Geriye bir şey kaldı da biz mi yapmadık? Bizi terk ettiniz’ dedim. Aramızda uzun bir tartışma oldu. Ardından ne zaman Suudi Arabistan’a gitsem görüşme talebinde bulundum. O da hep kabul etti. Konuşmalarında Irak'ın ilerlemesini istediğini ve bir araya gelmemiz gerektiğini söylerdi. Bizden Iraklı Şiilerin Araplıklarını hissedebilmeleri için elçiliklerin açılmasını isterdi. Ben de Kral Abdullah’a eğer onları aralarına alırlarsa İran’a yönelmeyeceklerini söylerdim.”
Devrimlerin başlangıcı
Arap Baharı’nın ardından Irak’ın komşularıyla arasındaki ilişkilerde yaşanan keskin değişikliklere değinen Zebari şöyle devam etti;

“Tunus'ta Yasemin Devrimi gerçekleştiğinde, bir Arap ülkesinden Tunus'a ziyarette bulunan, onları tebrik eden ve Bağımsız Seçim Komisyonu'na iki milyon dolarlık maddi yardımda bulunan ilk yetkili bendim. Ortada, ‘Eğer Saddam Hüseyin devrilmeseydi, Arap Baharı yaşanır mıydı?’ diye bir tartışma vardı. Irak’ın önde gelen siyasetçilerinin arasındaki tartışmalardan biri de buydu. Suriyeli muhaliflere yakınlık duyuyorduk. Bir kez bir araya gelmiştik. Onlarla bir yetkili olarak değil, bir muhalif olarak konuştum. Onlara tecrübelerime dayanarak konuşacağımı söyledim. Libya'daki devrime de sempati duyuyorduk. Irak, Bingazi'ye yönelik saldırıyı önlemek için Fransa'da gerçekleştirilen toplantıya katılan ülkelerden biriydi.”
Fakat Arap Baharı, özel bir durumda olan Irak’ı da teğet geçmemişti. Zebari bununla ilgili olarak şunları söyledi;
“Arap Baharı dalgasının ulaştığı Özgürlük Meydanı’ndaki (Bağdat) gösteriler sırasında biz de oradaydık. Göstericiler dövüldü, tutuklandı, köprüyü geçmeleri engellendi ve güvenlik güçleri göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Bakanlar Kurulu toplantısına gidiyordum ve tüm bunlara şahit oldum. Başta Başbakan Nuri el-Maliki olmak üzere herkes korkuyordu. Onlara, ‘Neden korkuyorsunuz? Onlar taleplerini dile getiriyorlar. Bu bizim eserimiz. Barışçıl bir yönetimimiz, seçimler ve anayasamız var. Bu korku neden?  Özgürlüklerimiz var. Gösterileri yapmalarına izin verin. Bu şiddetin sebebi ne? Biraz sakin olun!’ dedim.”
Daha sonra Irak'ın Sünni bölgelerinde yaşanan protesto gösterilerinin Arap Baharı’yla ilgili olmadığını, Irak yönetiminin tutumlarına karşı bir tepki olduğunu belirten Zebari, “Sünnilerin protesto gösterileri, Arap Baharı devrimiyle ilgili değildi. Tarık el-Haşimi ve diğerleri hariç yaşanan tutuklanma vakalarıyla ilgili özel bir durumdu. Daha sonra diğer Sünni şehirlere de sıçradı. Kullanılan aşırı şiddet, hükümetin mezhepçi davranışı ve ordu ile güvenlik güçlerinin Kerkük, Havice ve Ramadi'deki cinayetleri siyasi anlaşmazlıkların çözümünde askeri güçlerin kullanımını yasaklayan bir madde içeren anayasaya göre kabul edilemezdi. Bu yüzden bu yapılanlara karşıydım” diye konuştu.
RÖPORTAJIN BİRİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN İKİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ



Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
TT

Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Irak hapishanelerinden salıverildikten sonra Suriye'ye döndüğünde kendisine iki şart koyduğunu söyledi: ‘Irak'ın mezhep savaşı deneyimini tekrarlamamak ve sadece rejimle mücadeleye odaklanmak.’

Bu ifadeler, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart'ın geçtiğimiz günlerde Şam'da eş-Şera ile bir araya gelerek gerçekleştirdikleri ve ‘Ahmed eş-Şera hapisteki bir El Kaide savaşçısından Suriye'nin liderine nasıl dönüştü?’ başlığıyla yayınlanan podcastte yer aldı.

Eş-Şera, “El Kaide'nin Irak'ta yaptıklarını tekrarlamak istediler ama ben bunu şiddetle reddettim. Bu durum aramızda bin 200'den fazla savaşçımızın öldürüldüğü ve benim de kuvvetlerimin yüzde 70'ini kaybettiğim büyük bir çatışmaya yol açtı. Ancak yeniden toparlandık ve rejimle savaşmaya odaklandık. Aynı zamanda DEAŞ ve benzeri gruplar gibi diğer taraflardan gelen tehditlerle de başa çıkmak zorunda kaldık” ifadelerini kullandı.

Eş-Şera, “Bir savaşçıydınız, bir mahkumdunuz, bir liderdiniz ve şimdi bir cumhurbaşkanısınız… Bu dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Şu anda Esed'in eskiden bulunduğu bu saraydayım. Ben bir savaşçıydım, savaşmak istediğim için değil. Bugün cumhurbaşkanıyım ama cumhurbaşkanı olmak istediğim için değil.”

Irak savaşı deneyimi

Suriye Cumhurbaşkanı, üniversitenin ilk dönemlerinde genç bir adam olarak, Suriyelilerin 60 yıl boyunca maruz kaldığı acımasız baskıdan, Suriye toplumunun sistematik olarak yok edilmesinden ve Irak'ta savaş patlak verdiğinde oraya gitmesi gerektiğini hissetmesinden duyduğu öfkeden bahsetti.

Eş-Şera Irak'ta üç yıl savaşmış, ardından beş yılını hapiste geçirmiş. İngilizler ona hapishanenin onu nasıl değiştirdiğini, bundan ne öğrendiğini ve çeşitli grupların saflarında nasıl hızlı bir şekilde yükselebildiğini sordu.

cdfrgthy
Suriyeli sanatçı Tamara Bessam Ebu Alvan, Şam'da Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlayan bir duvar resmi çiziyor. (Reuters)

Eş-Şera bu soruya şu cevabı verdi: “Suriye'de var olan baskının boyutlarını fark etmeye başladığımda yaklaşık 19 yaşındaydım. Ülkenin kötüye giden durumunu ve önceki rejimin ülkeyi nasıl korkunç bir şekilde yönettiğini görebiliyordum. Şam'ın taşıdığı yük ve rejimin Suriye toplumunu ve bu kadim şehri nasıl istismar ettiği konusunda derin bir acı hissettim.”

Sözlerine şöyle devam etti: “Bu rejimin düşmesi gerektiğine ikna olmuştum ama bunu gerçekleştirecek araçlarımız ya da uzmanlığımız yoktu. Bu yüzden deneyim kazanabileceğim her yere gitmeye karar verdim. O sırada Amerikalılar Irak'a girmeye hazırlanıyordu ve ABD'nin yaptıklarına karşı güçlü bir Arap ve İslami tepki vardı. Unutmamalısınız ki o zamanlar gençtim ve farklı bir düşünce tarzım vardı. Bu yüzden Irak'a gittim ve farklı gruplarla çalıştım. Zaman içinde bu gruplar yavaş yavaş küçülmeye ve El Kaide örgütüyle birleşmeye başladı. Bu şekilde kendimi El Kaide saflarında buldum.”

sxcdfrgt
Yaklaşan Ramazan Ayı için hazırlanan ‘Benatu’l Başa’ adlı dizinin çekimleri Eski Şam'da yapılıyor. (AFP)

22 yıllık bu yolculuk sırasında eş-Şera, Irak'taki deneyimlerinden öğrendiği en önemli şeyin, aynı hataları tekrarlamaktan kaçınmak istiyorsak politikaların sürekli olarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiği olduğunu söyledi. O dönemde Batı'nın Ortadoğu'ya yönelik politikalarını eleştiren eş-Şera, “Bunlar yanlıştı ve değiştirilmeleri gerekiyordu. Bölge halkının her 10 yılda bir kötü kararların bedelini ödemesini istemiyoruz” dedi.

Bir barış adamı!

Kendisini dünyaya bir barış adamı olarak tanıtmak isteyip istemediği ve kendisine halen şüpheyle yaklaşan ülkelerle nasıl ilişkiler kurmayı planladığı sorusuna eş-Şera şu yanıtı verdi: “Bölgemizde, özellikle Suriye'de savaşlardan bıktık. İnsanlık barış ve güvenlik olmadan yaşayamaz, insanların aradığı şey bu, savaş değil. İnsanları bir araya getirebilecek ve savaşa başvurmadan barışçıl çözümlere götürebilecek pek çok şey var. Barış içinde insan olarak bizi birleştiren şeyler, savaş içinde bizi bölen şeylerden çok daha büyüktür.”

scdfvgbth
Yeni Suriye yönetimi geçtiğimiz aralık ayında muhalif grupları birleşik bir Suriye ordusuna entegre etmeye çalıştı. (SANA)

HTŞ grupları

Podcastte eş-Şera’ya bazıları daha radikal olan birçok hareketten oluşan Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) içindeki pratik bir zorluk soruldu: “Burada bizimle birlikte oturmanıza kızanlar olabilir. Şimdi cumhurbaşkanı olduğunuza göre, en radikal olanlar da dahil olmak üzere tüm bu eski gruplarla nasıl başa çıkacaksınız?”

Ahmed eş-Şera şöyle yanıtladı: “Burada sizinle birlikte oturmama izin verilmediğini söylemek büyük bir abartı olur. O kadar da kötü değil. Bir arada yaşamamızı ve birbirimizle savaşmaya gerek kalmadan devrimin hedeflerine ulaşmamızı sağlayacak uygun ve kabul edilebilir bir formüle ulaşana kadar tüm bu taraflarla ikna ve diyalog yöntemlerini kullandım... Pek çok kişi bu yaklaşıma katıldı.”

scdfvgrth
Halep kırsalından Humus şehrine dönen yerinden edilmiş Suriyelileri taşıyan bir otobüsün penceresinden bakan bir çocuk, elinde Suriye bağımsızlık bayrağı tutuyor, 10 Şubat. (AFP)

Anayasa ve seçimler

“Peki ya ‘ulusal konferans’ ve anayasa ile seçimlerin belli bir zaman dilimi içinde yapılmasının garanti edilmesi hakkında ne söylersiniz?”

Eş-Şera, Suriye'nin çeşitli aşamalardan geçtiğini ve önceliğin hükümeti istikrara kavuşturmak ve devlet kurumlarının çöküşünü önlemek olduğunu söyledi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “İdlib hükümetini Şam'ın kontrolünü ele geçirdiğimizde iktidarı devralmaya hazır olacak şekilde hazırladık. Bu aşama için üç ay ayırdık. Daha sonra anayasal deklarasyon, ulusal konferansın toplanması ve cumhurbaşkanının atanmasını içeren bir sonraki aşamaya geçeceğiz. Uluslararası sözleşmelere uygun olarak bir cumhurbaşkanı atadık. Anayasa uzmanlarına danıştıktan sonra muzaffer güçler cumhurbaşkanını atadı, önceki anayasayı iptal etti ve eski parlamentoyu feshetti. Şimdi, yeni bir anayasanın ilan edilmesinin önünü açacak öneriler geliştirmek amacıyla çok çeşitli tarafların yer alacağı ulusal diyalog sürecine geçeceğiz. Geçici bir parlamento oluşturulacak ve bu parlamento yeni anayasayı hazırlamak üzere bir anayasa komitesi kurmakla sorumlu olacak.”

Trump ve Gazze

Eş-Şera, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin Mısır ve Ürdün'e taşınmasına ilişkin açıklamalarıyla ilgili olarak şunları söyledi: “İnsanları topraklarını terk etmeye zorlayabilecek hiçbir güç olmadığına inanıyorum. Birçok ülke bunu yapmaya çalıştı ama hepsi başarısız oldu, özellikle de Gazze Şeridi'ne yönelik son savaş sırasında. Geçtiğimiz bir buçuk yıl boyunca Filistin halkı acıya, ölümlere ve yıkıma katlandı ama yine de topraklarını terk etmeyi reddetti. 80 yılı aşkın süredir devam eden bu çatışmada, Filistinlileri zorla yerlerinden etmeye yönelik tüm girişimler başarısız oldu. Terk edenler kararlarından pişman oldular. Birbirini izleyen Filistinli nesillerin aldığı ders, topraklarına bağlı kalmanın ve onu terk etmemenin önemidir.”

scdfvrgty
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera dün Silikon Vadisi'nden Suriye asıllı Amerikalı uzmanlardan oluşan bir heyetle bir araya geldi. (SANA)

Ekonomik model

Kendisini en çok ilgilendiren küresel ekonomik model ve ekonomi yönetimi açısından ilham aldığı belirli bir ülke ismi sorulan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Singapur, Suudi Arabistan, bazı dönemlerde Brezilya ve kalkınma yolunda büyük zorlukların üstesinden gelen Ruanda gibi ekonomik büyümeye tanık olan birçok ülkeyi incelediğini söyledi. Her ülkenin kendi zorlukları ve kalkınma aşamasıyla şekillenen kendi bağlamına sahip olduğunu belirtti. “Bu örneklerden değerli dersler çıkarılabilecek olsa da bunları körü körüne taklit etmemeliyiz. Bunun yerine, Suriye'nin kendine özgü durumuna uygun bir yaklaşım geliştirmek için bu dersleri uyarlamalı ve entegre etmeliyiz” dedi.

Ordu ve polisin lağvedilmesi

Eş-Şera'ya, Baas'tan arındırma sonrasında Irak'ta yaşananları anımsatan polis ve ordunun lağvedilmesi ve bu konunun nasıl ele alınacağı sorulduğunda, Suriye ve Irak'taki durum arasında büyük farklar olduğunu ve karşılaştırmaların her zaman büyük farklılıklar gösterdiğini söyledi. Suriye ordusunu ‘bir alternatif hazırlamadan’ dağıtmadığını belirtti.

Eski rejimin ordusunun Irak ordusu gibi olmadığını vurgulayan eş-Şera, “Çok sayıda milis ile İran ve Rusya'dan gelen dış müdahalelerle parçalanmıştı. Ordu dağılmış ve çökmüştü. Birçok genç erkek askere gitmemek için Suriye'den kaçıyordu. Dolayısıyla ordunun Suriyeliler için büyük bir önemi yoktu. Bugün Suriye'de zorunlu askerlik uygulamadım. Gönüllü askerliği tercih ettim. Bugün binlerce kişi yeni Suriye ordusuna katılıyor” ifadelerini kullandı.

Devrimci zihniyet bir devlet inşa edemez

Kendisini halen bir devrimci olarak görüp görmediği sorulan eş-Şera, devrimci zihniyetin bir devlet inşa edemeyeceğini söyledi. Şarku'l Avsat'ın Rory Stewart'ın röportajından aktardığına göre Eş-Şera, “Bir devlet inşa etmek ve bütün bir toplumu yönetmek söz konusu olduğunda farklı bir zihniyete ihtiyaç duyarsınız. Benim için devrim, rejimin devrilmesiyle sona erdi” dedi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün ülkenin yeniden inşası, ekonomik kalkınma, bölgesel istikrar ve güvenliğin sağlanması, komşu ülkelere güvence verilmesi ve Suriye ile Batı ülkeleri ve bölge ülkeleri arasında stratejik ilişkiler kurulmasını içeren yeni bir aşamaya geçtik.”

sdfgrt
Ahmed eş-Şera'nın geçen ay yaptığı bir konuşmayı Şam'daki er-Ravza kafede takip eden Suriyeliler (Şarku’l Avsat)

Batı medyasının kendisi hakkında söylediklerine ilişkin tutumu sorulan Ahmed eş-Şera, Suriye'nin küresel etkiye sahip stratejik bir ülke olduğunu söyledi. Eş-Şera, “Geçmişte rejim kasıtlı olarak Suriyelileri Avrupa'ya göç ettirmeyi ve Captagon'u Avrupa'ya ve bölgeye kaçırmayı amaçlıyordu. Şam ayrıca, Suriye içindeki bazı ülkelerin oynadığı son derece olumsuz rol nedeniyle bölgede daha fazla istikrarsızlık tohumları ekmek için bir üs olarak kullanıldı” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye'nin durumunun kökten değiştiğini ve gelecek vaat eden yeni bir ülke haline geldiğini vurgulayan eş-Şera, “Suriye ekonomik kalkınma yoluyla bölgenin istikrara kavuşmasında önemli bir rol oynayacaktır” dedi. Eş-Şera, tarım, sanayi ve ticaret gibi sektörlerde önemli bir merkez olacak olan Suriye'nin tarihi İpek Yolu üzerinde yer aldığını ve Doğu ile Batı arasındaki ticaretin yeniden gelişmesinin beklendiğini belirtti.

Eş-Şera, Batı'nın Suriye'ye bakışını bu açıdan yeniden gözden geçirmesi gerektiğini söyledi.