Hoşyar Zebari: Irak'taki Sünni gösterilerini, hükümetin mezhepçi yaklaşımı ve güvenlik uygulamaları tetikledi

Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
TT

Hoşyar Zebari: Irak'taki Sünni gösterilerini, hükümetin mezhepçi yaklaşımı ve güvenlik uygulamaları tetikledi

Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)

Rustem Mahmud
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, röportajımızın ikinci bölümünde bize Musul’a dönüşünden ve orada neler hissettiğinden bahsetmişti. Bize Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Kürt liderlerin Kerkük’ten büyük bir konvoyla nasıl geçtiklerini anlatan Zebari, ayrıca Şii din adamı Sistani'nin Irak'ın yeni anayasasının kabul edilmesindeki rolünü, Kürtlerin federal sisteme olan bağlılıklarını ve Suriye rejiminin silahlı radikal grupları desteklemedeki rolünü de aktarmıştı. Bununla birlikte Zebari, muhalefet güçleri ve Amerikalılarla Irak ordusunun lağvedilmesi kararı almalarının ortak bir hata olduğunu da itiraf etmişti.
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan çevirdiği röportajın üçüncü ve son bölümünde ise 40 yılı aşkın bir süre devletiyle mücadele ettiği Irak’ın ilk Kürt bakanı olan Zebari, Dışişleri Bakanı olarak yurt dışına yaptığı ilk ziyaretini şöyle anlattı;
“Yönetim Kurulu döneminde Eylül 2003’deki ilk yurt dışı görevim, Kahire’de Arap Devletleri Ligi (AL) Dışişleri Bakanları Toplantısı'na katılmaktı. Ziyaretimiz öncesinde basında ve AL içerisinde Irak’ın üyeliği ile ilgili spekülasyonlar vardı. Ayrıca başka bir sürü söylentinin yanı sıra yeni temsilcinin veya bakanın, rejimin meşruiyeti açısından, Irak’ı temsil edemeyeceği iddia edildi. Ancak AL, tüm üye devletlerin referansı olduğu için ve Irak’ın da Arap Devletleri Ligi’nin kurucularından biri olması nedeniyle, katılmak zorundaydık. Kimsenin Irak’ın AL toplantısına katılmasını engelleme hakkına sahip olmadığını vurguladık.”
Arap Devletleri Ligi’nde sancılı süreç
Kahire’de yaşadıklarını ayrıntılarıyla aktaran Zebari şöyle devam etti;

“Kahire’ye, Nil Nehri’ne bakan Semiramis Otel’e ulaştık. Heyetimizden, herhangi bir temasta bulunmadan önce bir basın toplantısı düzenlemesini istedim. Basın toplantısında Irak'ın durumu ve yeni rejimin konumunu açıkladım. Böylece Irak’ın toplantıdaki yerini alacağımızı vurguladım. Biz bu toplantıya katılmak için gelmiştik. Mısır Dışişleri Bakanlığı ve AL temsilcileriyle temaslarımız oldu. Ertesi gün AL Genel Merkezi’ne geleceğimizi söyledik. Tüm davetliler oradaydı. Tipik bir toplantıydı. Akşam olunca Arap Dışişleri Bakanları arasındaki uzun toplantılar hakkında bilgiler bana ulaştı. Fakat henüz katılımımızla ilgili bir karar alamamışlardı. Kuveyt, Fas ve Katar, toplantıya katılmamız gerektiğine dair görüşün önderliğini yapıyorlardı. Tüm gece kesin kararın alınmasını bekledik. AL Genel Sekreterliği’ne toplantıya katılacağımızı bildirdim. O gece dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile görüştüm. Bana çekinmememiz gerektiğini söyledi. Ben de, ‘Bu bizim hakkımız. Toplantıya katılıp yerimize oturacağız. Biz AL’nin bir üyesiyiz’ dedim. Bana, ‘Bizden istediğiniz bir şey var mı? Herkesle, özellikle de Mısır tarafıyla iletişim kurduk. Sanırım yarın bir takım randevularınız olacak. Mısır Dışişleri Bakanı’yla görüşeceksiniz’ dedi. Ardından Mısırlılar bizimle temasa geçti ve bize toplantı öncesinde dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir'le görüşeceğimiz söylendi. Ertesi sabah, bizden görüşme talep eden Kuveyt ve Fas Dışişleri Bakanlarıyla bir araya geldim. Bize toplantıya katılmamıza yönelik itirazların boyutunu aktardılar ve en azından biraz beklememizi söylediler. Kendilerini dinledim, fakat onlara; ‘Kararınızda özgürsünüz, ama toplantıya gelip o koltuğa oturacağım. Bunun için de kimseden izin istemeyeceğim’ dedim. Ardından Mısır Dışişleri Bakanlığı'na gittik.  Tüm Arap basını oradaydı. Ahmed Mahir'le oturduk, konuştuk. Görüşme esnasında Mahir’e bir çağrı geldi. Telefon konuşmasının ardından bana dönerek, ‘Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in selamları var. Katılımınızın iyi olacağını söyledi. Mısır, Irak’ı destekliyor’ dedi. Ben de ‘iyi’ diye karşılık verdim. Fakat sanırım bir sorun vardı. Bu yüzden toplantıya hemen girmememi tavsiye etti. Toplantı yapıp bir karar almaları ve daha sonra girmemiz gerektiğini belirtti.”
Hoşyar Zebari, toplantıdaki atmosferi ise şöyle aktardı;
“Suriye, Cezayir ve Filistin başta olmak üzere toplantıya katılımımıza karşı çıkan birkaç ülke vardı.  Fakat Kuveyt Dışişleri Bakanı bizimle görüşmekten memnundu ve bize ‘Toplantıya birlikte gideriz’ dedi.  AL Genel Merkezi’ne, (Arap Birliği Genel Sekreteri) Amr Musa ile görüşmeye gittik. Musa, bizi karşıladı ve okuyacağımız bir bildiri olduğunu söyledi. ‘Bildiriyi önceden okumam, onaylamam ve bir fikir yürütmem gerek’ dedim. Keskin ifadelerin olduğu bir bildiriydi. Kabul edilemez olduğunu söyledim. ‘Irak sadece bir Arap ülkesi değil, bazı şeyler değişti’ dedim. Bildiri Suriye lehçesiyle yazılmıştı. Musa, değişiklikler olduğunu kabul etti ve bunun resmi bir sorun olduğunu söyledi. Bize, ‘Toplantıya gireceğiz, bir karar alacağız ve karardan sonra toplantıya kabul edileceksiniz’ dedi. Toplantı başladı. Kararın ardından, salona girdim ve yerime oturdum. Irak’a ayrılan koltuğa oturduğumda bazı üyeler beni alkışladı.”
Yeni Irak’ı Saddam Hüseyin dönemindeki gibi bir rejim olarak değil, bir devlet olarak nitelendiren Zebari, Kahire'deki Irak Büyükelçiliği personeli ve AL Irak misyonunun üyelerine yönelik tutumlarını, “Onlara devlet memuru gibi davrandık. Kimse de itiraz etmedi” ifadeleriyle aktardı. AL Genel Sekreteri’nin kendilerini güzel bir şekilde karşıladığını ve Irak’ın AL’ye dönüşünden duyduğu memnuniyeti dile getirdiğini kaydeden Zebari, “Akıcı ve klasik Arapça konuşarak Araplara güven verici bir mesaj verdim. Irak'ın AL sözleşmesine ve taahhütlerine bağlı olduğunu söyledim. Filistin'le ilgili saygılı bir konuşma yaptım. Herkes alkışladı” ifadelerini kullandı.
Faruk Şara’nın öfkesi
Zebari, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ve Mısırlı mevkidaşı Ahmed Mahir'in de katıldığı öğle yemeği davetini ve eski Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara’nın davetlilere “10 Amerikalı öldürülse, kaçacaklar” deyişiyle ilgili anısını şöyle aktardı;

“Sinirlenmiştim. Şara’ya, ‘1982’deki ABD yok artık. 2 bin Amerikalı öldürürsen de Irak’ta kalmaya devam edeceklerdir’ dedim. Birkaç ay sonra Suriyeliler, Baasçı kalıntılarının işlerini kolaylaştırmaya ve yabancı savaşçıların turistik gezi bahanesiyle Şam Uluslararası Havaalanı üzerinden vizesiz olarak bir araya gelip örgütlenmelerinin önünü açmaya başladılar. Suriyeliler cesaretleniyordu. Çünkü ABD onlara yanlış mesajlar göndermişti. Yeni Irak’ın muhaliflerine destek vermek için acele ettiklerini düşünüyorum. Yıllar sonra dönemin Suriye İstihbarat Başkanı General Asaf Şevket'in bu kararın arkasında olduğunu öğrendik. Ancak planlama ve uygulamada Suriye rejiminin önde gelen isimleri ve organlarının parmağı vardı. Çünkü rejim merkezidir ve herkes alınan kararda ortaktır.”
Ancak, bir Kürt olarak milli kimliği, Türkiye ile olan ilişki ve iletişimde daha da hassaslaşan ve muhalif oldukları dönemde Türklerle ilişkileri ve iletişimleri olduğunu söyleyen Zebari şöyle devam etti;
“Muhalefetteyken ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) kuruluşu sırasında Türklerle ilişkilerimiz ve temaslarımız vardı. Kuruluş sürecinde özellikle hükümet, Dışişleri Bakanlığı, İstihbarat Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere her düzeyde görüşmelerde bulunan müzakerecilerden ve koordinatörlerden biriydim.  Türk tarafı kim olduğumu biliyordu. Bu yeni bir durum değildi. Bu nedenle ilk ziyaretim sırasında normal karşılandım. Hassasiyet içeren bir durum yoktu.”
Türkiye'ye ilk ziyaretinin Kürt-Türk duyarlılığı dâhil olmak üzere bir takım ayrıntılarına ilişkin anılarını paylaşmaya devam eden Zebari, “Ziyaret programının bir parçası olarak Anıtkabir’i ziyaret etmemi istediler. Kürt milliyetçisi olmamam onlar için önemliydi. Saygı çerçevesinde Anıtkabir’e gittim. Irak Dışişleri Bakanı olarak Anıtkabir’deki ziyaretçi defterini imzaladım” dedi.
Suriye rejiminin bombalı saldırıdaki rolü
Yeni Irak'la ilişkilerde Türkiye ve İran’ın beklentileri arasındaki farklılıklara değinen Zebari, Dışişleri Bakanlığı görevinin ilk aylarını şöyle anlattı;

“Yönetim Kurulu’nun oluşturulmasıyla birlikte İran’dan Kasım Süleymani’nin de yer aldığı heyetler ziyarete gelmeye başladı. Heyetlerde sadece yetkililer ve diplomatlar vardı. İran’da farklı ve karmaşık bir sistem bulunuyor. İran, olanlara inanamıyordu. Zira Afganistan'daki Sünni rejim ve Irak'taki Saddam Hüseyin rejimiyle arasında onlarca yıl devam eden savaşlar yaşamıştı. ABD geldi ve ikisini de ortadan kaldırdı. Bu, İran’a adeta cennetten gönderilmiş bir armağandı.”
Öte yandan bu yeni süreç, Irak'ın komşularıyla olan ilişkilerinde bir takım değişikliklere neden olurken bir tek Suriye yeni Irak’ı tanımamakta ısrarcıydı. 2009’un Eylül ayında Bağdat, bir dizi bombalı saldırıyla sarsıldı. Bu saldırılardan biri, Zebari'nin ofisinin de bulunduğu Irak Dışişleri Bakanlığı binasını hedef almıştı. O dönem Irak hükümeti ile Suriye arasında büyük bir gerginlik yaşandı. Çünkü Irak, Suriye’yi doğrudan bombalı saldırının arkasında olmakla suçlamıştı. Zebari, Irak hükümetinin o dönem aldığı Suriye ile ilişkilerin kesilmesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) gidilmesi kararının ayrıntılarını şöyle açıkladı;
“O dönem Nuri el-Maliki’nin ilk hükümeti görevdeydi. Maliki, bir dönem Suriye'de yaşadı. Biz de Suriye’de yaşamıştık. Yeni dönemin önde gelen birçok ismi bir dönem Suriye’de yaşamıştı. Böylece Suriye güvenlik servislerinin nasıl çalıştığını iyi biliyorduk. Başbakan Maliki, yaşanan bombalı saldırılarda ve özellikle iki bombalama olayında Suriyeli birimlerin izlerinin olduğunu vurguladı. Ulusal Güvenlik Konseyi üyesiydim. Bir toplantı yaptık. Toplantıda bombalama olaylarının arkasında Suriyelilerin olduğuna dair net bilgilerin olduğu vurgulandı. Konsey, ilk iş olarak Şam Büyükelçisini geri çekme kararı aldı.”
Irak hükümetinin aldığı kararın ardından Suriye Dışişleri Bakanı ile yaptığı telefon görüşmesinin ayrıntılarını aktaran Zebari, “Suriye Dışişleri Bakanı’na telefon ettim ve ‘Ebu Tarık (Velid Muallim), sana nahoş bir haberim var. Bombalı saldırıların sizin tarafınızdan geldiğine inandığımızdan Şam Büyükelçimizi Bağdat'a çağırmakla görevliyim’ dedim. Bana, ‘Durum bu kadar ileriye gitti mi?’ diye sordu. Ben de bunun hükümet kararı olduğunu ve kendilerini gelişmelerden haberdar edeceğimi söyledim. Bana karşılık vereceklerini ve Irak rejimi değişene kadar büyükelçimizi bir daha kabul etmeyeceklerini söyledi. Ben de ona, ‘Rejim değişti ve onu tekrar değiştirebilecek bir güç yok’ dedim” şeklinde konuştu.
Irak hükümetinin o dönem attığı diğer adımları da aktaran Zebari, “Terörist saldırıyı kınama kararı aldık ve terörü destekleyen kim olursa olsun sorumlu tutulması gerektiğini vurguladık. Sonra BMGK’ya gittik ve onlara toplantı çağrısında bulunduk. Amerikalılardan da bu konuda bize yardım etmelerini istedik” dedi.
Zebari ardından yaşanan gelişmeleri ise şöyle anlattı;
“Atmosfer cesaret verici değildi. Obama yönetimi altındaki ABD, kanıtlarının güçlü olmadığını ve bilgilerin tahminlerden ibaret olduğunu söyledi. Bu saldırıların çoğunun Suriye’den geldiğini kendilerinin de bildiğini söyledim. Baskıya devam ettik. Bunu biliyorlardı ama Suriye ucuz kurtulmuştu. Daha sonra taleplerimizi kabul eden BM Genel Sekreteri ve BMGK’ya baskı yaptık. Bize araştırmacı olarak Oscar Fernandez-Taranco’yu gönderdiler. Onu bir rapor hazırlaması için görevlendirmişlerdi. Güvenlik birimlerini hizmetine sunduk. Saldırıların kaynağı, nereden geldiği ve nasıl olduğuna dair elimizdeki tüm kanıtları ve soruşturma belgelerini önüne koyduk.  Sempatik biriydi. Raporunu yazdı, ancak bize açıklamadı. Saldırının arkasındaki tarafı hiç belirtmedi. Bu bilgiyi öncelikle BMGK’ya sunmalıydı. Ama bu asla gerçekleşmedi!”
Iraklı bazı liderlerin; Irak’ın, Suriye’nin yaptıklarından sorumlu tutulmasına yönelik gayretlerini frenlemede rol oynadıklarını söyleyen Zebari, “Irak'taki bazı liderler, Suriye ile olan eski köklü ilişkiler nedeniyle sorunun devam etmesini engellemekte rol oynadılar. Bu sırada Başbakan Maliki ile Cumhurbaşkanlığı arasında gerginlik yaşanırken Başkan Celal Talabani ve Adil Abdulmehdi itirazlarını dile getirdi. Suriye’nin saldırıları azaldı. Türkiye ve İran doğrudan müdahalede bulunmuştu. İranlılar arabuluculuk yapmışlardı” diye konuştu.
Arabuluculuk
O dönem Suriye ile Irak arasındaki arabuluculuk girişimleriyle ilgili olarak ise Zebari şunları anlattı;

“Tahran’da yapılan bir konferansa gitmiştim. İran Dışişleri Bakanı beni öğle yemeğine davet etti. Velid el-Muallim (Suriye Dışişleri Bakanı) de oradaydı. Olanlardan ve ilişkilerin yeniden kurulmasından bahsettik. Daha sonra Ahmet Davutoğlu (Türkiye Dışişleri Bakanı) arabuluculuk yapmayı ve Türk çözümünün benimsenmesini teklif etti. Ona, ‘Hayır. Biz AL üyesiyiz. AL de bunun içinde olmalı’ dedim. AL bundan oldukça memnun kalmıştı. İlk toplantı AL Genel Merkezi’nde, ikincisi ise İstanbul'da yapıldı. Velid Muallim ile aramızda güçlü bir diyalog vardı. Ardından, büyükelçilerin geri dönmesi, ilişkilerin normalleşmesi ve yabancılara sıkı denetimler getirilmesi sözü verdiler. Amerikalılar da Avrupa ülkelerine hava alanları ve sınırlardaki denetimin yoğunlaştırılması için bastırıyordu. Ancak tüm bunlara rağmen, saldırılar durmadı.”
Irak-Suriye ilişkilerinde özellikle Suriye devriminin başlamasından sonraki değişimin ayrıntılarını aktarmaya geri dönen Zebari, “Başbakan Nuri el-Maliki ile resmi bir ziyaret için ABD’ye gitmiştim. Bu sırada Suriye devrimi başlamıştı. Suriye’nin AL üyeliğinin dondurulmasına itiraz eden tek ülke bizdik. Bu, Suriye sevgisi değildi. Fakat Suriye'yi baskı altında tutabileceğimiz tek mekanizma AL’ydi. Suriye'ye gönderilen Arap Barış Güçleri’nin çok büyük bir rolü vardı. Arap Barış Güçleri’ndeki katılımımız, tüm ülkelerden daha fazlaydı. Daha sonra bu plan başarısız oldu. ABD’de Suriye rejiminin düşmeyeceğini, farklı bir yapısı olduğunu, onları tanıdığımızı ve onlarla yaşadığımızı söyledik” ifadelerini kullandı.
“ABD’nin Suriye analizi hatalıydı”
Süreci anlatmaya sürdüren Zebari şöyle devam etti;

“Amerikalılar, ekonomik göstergeler nedeniyle Suriye rejiminin düşeceğini düşünüyorlardı. Onlara bu rejimin kaçakçılık, nükleer atıkların gömülmesi ve yasadışı ticari faaliyetlerle ayakta kaldığını, bu yüzden ekonomik tahminler ve soyut rakamların yanlış olduğunu söyledik. Körfezli kardeşlerimiz tasalanmışlardı. Onlara Suriye rejiminin laftan anlamadığını ve direnebileceğini söyledik. Bu nedenle de radikal örgütlerin çatışmadan faydalanarak Suriye’yi kendilerine sağlam bir üs haline getireceklerini belirttik. Ancak buna inanmadılar. O dönem David Petraeus (CIA eski başkanı) ve Hillary Clinton (eski ABD Dışişleri Bakanı) ile bir araya geldik. Temel konu Suriye idi. Maliki’ye Suriye rejiminin düşeceğini söylediler. Maliki de onlara ‘Hayır, düşmeyecek. Ordu yerinde duruyor. Alevi bir yöneticileri var. Hıristiyanlar, Sünniler, Dürziler ve azınlıkları bir arada tutuyorlar. İslami eğilimli muhalefet çekici değil. Laik, demokrat ve milliyetçi olan muhalefet ise zayıf ve desteği yok’ dedi. Bir tartışma yaşandı. Irak’ta bulunduğu dönemde aramızda bir dostluk oluşan Petraeus, Suriye rejiminin düşeceğini söyledi. Ona, ‘Sayın General, bu değerlendirmenize katılmıyorum’ dedim. O da bana, ‘Hoşyar, Ben CIA'nin başkanıyım ve sizden daha fazlasını biliyoruz’ dedi. Ben de ona gülerek, ‘Ülkem hakkında benden çok daha şey bildiğiniz gibi mi’ dedim."
Siyasi hayatında bir araya geldiği bazı bölgesel isimlerle ilgili anılarını aktarmaya devam eden Zebari,  rahmetli Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ile ilk karşılaşmasını şöyle anlattı;
“İlk tanıştığımızda veliaht prensti. Kuala Lumpur'daki İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Konferansı’na katılmıştık. Yönetim Kurulu üyelerinden oluşan büyük bir heyetteydim. İyad Allavi, Dr. Mahmud Osman ve İzzettin Salim gibi Yönetim Kurulu liderleriyle birlikteydik. Sanırım 2003 yılının Ekim veya Kasım aylarıydı. Veliaht Prensten bir görüşme talep ettim. O da kabul etti. Bizi güzel karşıladı. Bize, ‘kararlarınızı siz vermiyorsunuz’ dedi. Ben de bunun sebebi kim, Saddam Hüseyin değil mi? Irak’ı ihmal ettiniz. Geriye bir şey kaldı da biz mi yapmadık? Bizi terk ettiniz’ dedim. Aramızda uzun bir tartışma oldu. Ardından ne zaman Suudi Arabistan’a gitsem görüşme talebinde bulundum. O da hep kabul etti. Konuşmalarında Irak'ın ilerlemesini istediğini ve bir araya gelmemiz gerektiğini söylerdi. Bizden Iraklı Şiilerin Araplıklarını hissedebilmeleri için elçiliklerin açılmasını isterdi. Ben de Kral Abdullah’a eğer onları aralarına alırlarsa İran’a yönelmeyeceklerini söylerdim.”
Devrimlerin başlangıcı
Arap Baharı’nın ardından Irak’ın komşularıyla arasındaki ilişkilerde yaşanan keskin değişikliklere değinen Zebari şöyle devam etti;

“Tunus'ta Yasemin Devrimi gerçekleştiğinde, bir Arap ülkesinden Tunus'a ziyarette bulunan, onları tebrik eden ve Bağımsız Seçim Komisyonu'na iki milyon dolarlık maddi yardımda bulunan ilk yetkili bendim. Ortada, ‘Eğer Saddam Hüseyin devrilmeseydi, Arap Baharı yaşanır mıydı?’ diye bir tartışma vardı. Irak’ın önde gelen siyasetçilerinin arasındaki tartışmalardan biri de buydu. Suriyeli muhaliflere yakınlık duyuyorduk. Bir kez bir araya gelmiştik. Onlarla bir yetkili olarak değil, bir muhalif olarak konuştum. Onlara tecrübelerime dayanarak konuşacağımı söyledim. Libya'daki devrime de sempati duyuyorduk. Irak, Bingazi'ye yönelik saldırıyı önlemek için Fransa'da gerçekleştirilen toplantıya katılan ülkelerden biriydi.”
Fakat Arap Baharı, özel bir durumda olan Irak’ı da teğet geçmemişti. Zebari bununla ilgili olarak şunları söyledi;
“Arap Baharı dalgasının ulaştığı Özgürlük Meydanı’ndaki (Bağdat) gösteriler sırasında biz de oradaydık. Göstericiler dövüldü, tutuklandı, köprüyü geçmeleri engellendi ve güvenlik güçleri göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Bakanlar Kurulu toplantısına gidiyordum ve tüm bunlara şahit oldum. Başta Başbakan Nuri el-Maliki olmak üzere herkes korkuyordu. Onlara, ‘Neden korkuyorsunuz? Onlar taleplerini dile getiriyorlar. Bu bizim eserimiz. Barışçıl bir yönetimimiz, seçimler ve anayasamız var. Bu korku neden?  Özgürlüklerimiz var. Gösterileri yapmalarına izin verin. Bu şiddetin sebebi ne? Biraz sakin olun!’ dedim.”
Daha sonra Irak'ın Sünni bölgelerinde yaşanan protesto gösterilerinin Arap Baharı’yla ilgili olmadığını, Irak yönetiminin tutumlarına karşı bir tepki olduğunu belirten Zebari, “Sünnilerin protesto gösterileri, Arap Baharı devrimiyle ilgili değildi. Tarık el-Haşimi ve diğerleri hariç yaşanan tutuklanma vakalarıyla ilgili özel bir durumdu. Daha sonra diğer Sünni şehirlere de sıçradı. Kullanılan aşırı şiddet, hükümetin mezhepçi davranışı ve ordu ile güvenlik güçlerinin Kerkük, Havice ve Ramadi'deki cinayetleri siyasi anlaşmazlıkların çözümünde askeri güçlerin kullanımını yasaklayan bir madde içeren anayasaya göre kabul edilemezdi. Bu yüzden bu yapılanlara karşıydım” diye konuştu.
RÖPORTAJIN BİRİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN İKİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ



Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü Kıblavi Şarku’l Avsat’a konuştu: Geçiş dönemi için anayasal bir deklarasyon ve teknokrat bir hükümet gerekiyor

Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
TT

Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü Kıblavi Şarku’l Avsat’a konuştu: Geçiş dönemi için anayasal bir deklarasyon ve teknokrat bir hükümet gerekiyor

Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)

Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Suriye'de Ahmed eş-Şera liderliğinde yeni bir yönetimin başa gelmesinin ardından Suriye dosyasındaki gelişmeler dikkatle takip ediliyor. Belki de buradaki en önemli soru, eş-Şera'nın medya açıklamalarında duyurduğu Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'nin detaylarının, bir hazırlık komitesinin oluşturulmasının ve kabul edilecek koşullara göre kimlerin davet edilip kimlerin dışarıda bırakılacağıdır.

dsvfbg

Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü, Suriyeli yazar ve siyasi araştırmacı Dr. Mueyyed Gazlan Kıblavi, Şarku’l Avsat'ın sorularını yanıtladı.

Kıblavi, ‘Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'ne davet edilecek şahsiyetlerin mevcut ya da geçmiş mücadeleleri, Suriye davasına katılımları ve devrimci faaliyetleri nedeniyle davet edileceğini’ vurguladı. Siyaset yapmayan devrimciler olduğu gibi, devrimi pratik etmeyen siyasetçiler de olduğunu belirten Kıblavi, gençlik kategorisinin, kadın kategorisinin, muhalifler kategorisinin ve mahkûmlar kategorisinin önemine dikkat çekti. Kıblavi, “Kategoriler çok. Örneğin, şu ana kadar 15 kategori belirledik ve henüz kategorize edilmemiş olanlar da var. Bu sayı 20 kategoriye ulaşabilir ve bazı kategoriler diğerleriyle birleştirilebilir” ifadelerini kullandı.

Devrimden önce ve sonra Suriye toplumunun kategorize edilmesinin her zaman sorunlu olacağını vurgulayan Kıblavi, “Bu yüzden kongreyi, bu sosyal yelpazeler (şu anda oluşmakta olan siyasi topluluk) arasında anlayış ve iletişim alanları için bir başlangıç olarak gördük. Çünkü Suriye'de elli yıl boyunca oluşuma izin verilmedi, yasaklandı. Düşünce tutsak edildi ve oluşum suç sayıldı” şeklinde konuştu.

dsfvgb
Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ile ABD Dışişleri Bakanlığı heyeti arasında geçtiğimiz eylül ayında Ankara'da yapılan toplantıdan (SMDK)

Kıblavi, “Bu daha başlangıç. Dolayısıyla, içeridekiler kendi siyasi bileşenlerini oluşturma fırsatına sahip değilken ya da gelecekteki Suriye'ye doğru ilerlemek için belirli bir ideolojinin arkasına saklanamazken, dışarıda oluşturulan bileşenleri davet edemeyiz” dedi.

Kıblavi sözlerini şöyle sürdürdü: “Şam Deklarasyonu, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Suriye Ulusal Konseyi ve diğerleri gibi oluşturulan siyasi kurumlarla dışarıdakiler birçok bölünmeden muzdaripti, devlet başkanlığı ve seçimlerde hizipçilikten muzdaripti ve sokak tarafından meşrulaştırılmamıştı. Bu nedenle oluşum koşulları mevcut koşullardan tamamen farklı olan siyasi yapıları davet etmekten kaçındık.”

Kıblavi sözlerine şöyle devam etti: “Şimdi bileşenler yeni Suriye'deki hedeflerini ilan etmeye başlayacaklar ve şöyle diyecekler: Ben belli bir grubun bileşeniyim, belli bir siyasi yelpazenin bileşeniyim ya da belli bir siyasi ideolojinin bileşeniyim, taleplerim bunlar ve saygı görmek ve dahil edilmek istediğim yol bu. Yurtdışında kurulan bileşenlere gelince, onlar kotalara alışkındı ve kotalar muhalif kurumların bileşiminde ve yapısında mevcuttu. Bu gayet açık. Ekim 2011'de İstanbul'da kurulan Suriye Ulusal Konseyi, Müslüman Kardeşler ve Şam Deklarasyonu gibi onlarca yıl önce kurulan siyasi gruplar Suriye meselesindeki ağırlıklarına göre kota alırken, devrimci hareket marjinal kaldı ve siyasi uygulamalarda ağırlıkları olmadı.”

Bu nedenle Kıblavi, “Otuz kırk yıldır Suriye'de bulunmayan siyasetçilerin temsil edilmesi kabul edilemez. Zira oluşturdukları organlar bir ‘bileşen’ olarak kabul edilemez. Bu, içeride kalan ve -izin verilmediği için- herhangi bir siyasi faaliyette bulunamayan Suriye halkına yapılan bir haksızlıktır” ifadelerini kullandı.

*Eş-Şera daha önceki açıklamalarında davetlerin muhalif organlara değil, bireylere yapılacağını söylemişti... Peki, örneğin SMDK'dan şahsiyetler davet edilecek mi?

Kıblavi bu soruya şu cevabı verdi: “Elbette davetler bireylere yönelik olacak, muhalif oluşumlara değil. SMDK’dan da bazı şahsiyetler davet edildi. Zira bu siyasi oluşumların hedefleri temelde bir noktadaydı ve şimdi değişti. Devrim öncesi ile devrim sonrası aynı değil. Ayrıca bu oluşumların içinde hizipler, siyasi partiler ve parti akımları gibi başka bileşenler de var. Bu nedenle sadece bireyleri davet etmeye karar verdik.”

Varlıkları sona erdi

Kıblavi, muhalif oluşumlar ilk kurulduğunda belirtilen kuruluş amaçlarından birinin, devrimin zafere ulaşması halinde bu oluşumların varlığının sona ereceği olduğunu belirtti. Bu, devrimin zafere ulaşması ve rejimin düşmesi halinde söz konusu oluşumların kendilerini feshedeceklerine dair birden fazla kez yapılan açıklamaydı. Dolayısıyla bu varlıklar artık zaman ve bağlam dışıdır.

*Salı günü yaptığınız açıklamalarda, Suriye'deki askeri güçlerin temsilcisi olarak Askeri Operasyonlar Dairesi'nin davet edileceğini söylediniz. Aslında, Suriye devriminin başında rejimden ayrılan ve maddi ve manevi bedel ödeyen askeri personel, Esed sonrası Suriye'de tamamen göz ardı edildiklerini hissediyor. Suriye Ulusal Diyalog Kongresi onları yeni Suriye'yi müzakere etmek üzere davet etmeyecek mi?

Kıblavi şu cevabı verdi: “Ordudan ayrılanlar Savunma Bakanlığı bünyesinde değerlendirilecek, ancak bu henüz tamamlanmamış bir aşama. Çünkü hazırlanmakta olan pek çok lojistik mesele var. Ordudan ayrılanlar Savunma Bakanlığı'na dahil edilecek. Bağımsız olarak davet edilecek ayrı bir siyasi ya da askeri unsur değiller, Askeri Operasyonlar Dairesi'ne bağlı olacaklar.”

Ön koşullar

*Farklı Suriyeli gruplara ulaşmak için kriterler neler? Davet kriterleri neler?

Kıblavi, “Ne kadar adil ya da teknik olmaya çalışırsak çalışalım, herkes için adil olamayız ve herkesi tatmin edemeyiz. Suriye halkını sınıflandırmak ve bu sınıflandırmada adil olmak istersek, devrimci hareket, devrimci savaşçı, kendi topraklarında devrim yapmamış siyasi düşünür, belirli bir bölgeye ait olan ve Suriye'de bulunan tüm etnik ve ırksal bileşenler olarak ayrılırlar. Ayrıca çeşitli şehirler arasında dağılmış bileşenler de var. Tüm bu bileşenler arasından kongreye katılacak uygun kişiler seçilecek. Böylece bölgeleri kapsamış, toplumsal çeşitliliği sağlamış, gençleri, tutukluları ve siyasi aktivistleri, entelektüel ve devrimci olarak kuşatmış olacağız. Açıkçası bu biraz kapsamlı sayılır” ifadelerini kullandı.

*Peki, tüm Suriye için yüzde 100 adil olacak mı?

Kıblavi şöyle cevapladı: “Tabii ki mümkün değil. Dünyada davet kriterlerinde yüzde 100 adil olan hiçbir kongre yoktur. Bu bağlamda tarafsız olmamız gerekmediğini unutmayın. Bizden istenen gelecekteki Suriye'nin çıkarlarını düşünmemiz.”

CSDVFBR
Suriye’deki yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şera ve askeri gruplar arasında yapılan toplantıda yeni Suriye'de askeri kurumun nasıl şekilleneceği ele alındı. (Askeri Operasyonlar Dairesi)

Bir sonraki hükümetin şekli

*Suriye’deki yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şera, mevcut hükümetin tek renkli olduğunu kabul etti. Kongrenin toplanmasının yakın olduğu konuşulurken, bir sonraki hükümetin Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'nin içinden çıkacağına dair sorular akla geliyor. Bu hükümetin katılımcı bir hükümet olacağına dair herhangi bir ön yargı var mı? Ayrıca, bir sonraki hükümet sisteminin şeklini yani başkanlık mı yoksa parlamenter mi olacağını konferans katılımcıları mı belirleyecek?

Kıblavi bu soruyu, “Kongre, bir sonraki hükümet sisteminin şeklini belirlemeyecek. Çünkü kongre bir yasama organı değil. Parlamento, kongrenin hazırlayacağı çalışma ve belgelerden kaynaklanabilecek prosedürlerin bir parçası” diye yanıtladı.

“Genel sekreterlik gibi seçilmiş bir danışma komitesi” olduğunu da ifade eden Kıblavi, “Komiteler sayıca fazla olduğu için hükümet sisteminin parametrelerini belirlemek üzere mini komiteler seçilebilir. Elbette hükümet sistemi önerilecek ya da onaylanacaktır. Bundan sonra mevcut çalışmalar sona erecek ve çok hassas bir aşama olan geçiş dönemi için teknokratlar hükümeti olması beklenen bir hükümet kurulacaktır. Suriye'nin geleceğine gelince, bunu Suriye halkı ve tartışmaların başlangıç noktası olarak kabul edilen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi sırasında fikirlerin billurlaşması belirleyecek. Tüm bu göstergeler Suriye'deki hükümet sistemini belirleyecektir. Daha da önemlisi, kongreden kaynaklanacak anayasal boşluk, söz konusu anayasal boşluğu doldurarak geçici bir anayasal bildiri yayınlayacak olan uzman bir komite tarafından doldurulacaktır” dedi.

Kongrenin zamanlaması

*Kongrenin yakın zamanda toplanmasına tanık olacak mıyız? Yoksa beklemek mi gerekiyor? Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne kimlerin davet edileceğini hazırlık komitesi mi belirleyecek?

Kıblavi şu cevabı verdi: “Hazırlık komitesi ilgili makamlardan onay aldıktan sonra çalışmalarına başlayacak. Tarih konusuna gelince, hazırlık komitesi oluşturulduktan sonra, davet edilen şahsiyetler ve gruplarla iletişim kurmak yeterli zaman alacak. Meselelerin çözüme kavuşturulması bir hafta ya da belki 9 gün sürebilir.”

SCDVFEGR
Eski rejim ordusu mensupları, 1 Ocak'ta Suriye'nin Humus kentindeki uzlaşma merkezlerinde kayıt yaptırmak için sıraya girerken Esed'in fotoğrafını çiğniyorlar. (AP)

Kıblavi, “Hazırlık komitesi davetler için kriter belirlemez. İçeriden ve dışarıdan davetlilerin lojistiğini kolaylaştıran ve onlarla kongreye davet edildiklerini ve katılıp katılmayacaklarını kısaca görüşen bir komitedir. Yani konferans öncesi aşamanın lojistiğini kolaylaştıran ve ön kolaylaştırıcılığını yapan bir komite; sonuçlara ya da davet kriterlerine karar veren bir komite değil. Aday gösterecek olanlar genel olarak sivil toplum örgütleri olacak ve doğal olarak sendikalar da bunların arasında yer alacak” şeklinde konuştu.

Komite seçimi için kriterler

Hazırlık komitesi üyelerinin hangi kriterlere göre seçileceği sorulduğunda ise Kıblavi şu yanıtı verdi:

“Bu kişiler Suriye'deki en nitelikli kişiler olmayacak. Çünkü bu çok zor. Ancak yurt içinde olduğu kadar yurt dışındaki devrimci siyasi ortama ve bölgesel dağılıma dair bilgi ve aşinalıkları da göz önünde bulundurulacak. Hazırlık komitesi üyesinin bileşenler hakkında bilgi sahibi olması, devrim ve siyasi süreç konusunda daha önce deneyim sahibi olması ve Suriye'deki siyasi çevreler arasında ya da elbette yurtdışında sürekli faaliyet göstermesi ve tanınması nedeniyle Suriye arenasında bilinmesi gerekir.”