Hoşyar Zebari: Irak'taki Sünni gösterilerini, hükümetin mezhepçi yaklaşımı ve güvenlik uygulamaları tetikledi

Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
TT

Hoşyar Zebari: Irak'taki Sünni gösterilerini, hükümetin mezhepçi yaklaşımı ve güvenlik uygulamaları tetikledi

Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Getty Images)

Rustem Mahmud
Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, röportajımızın ikinci bölümünde bize Musul’a dönüşünden ve orada neler hissettiğinden bahsetmişti. Bize Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Kürt liderlerin Kerkük’ten büyük bir konvoyla nasıl geçtiklerini anlatan Zebari, ayrıca Şii din adamı Sistani'nin Irak'ın yeni anayasasının kabul edilmesindeki rolünü, Kürtlerin federal sisteme olan bağlılıklarını ve Suriye rejiminin silahlı radikal grupları desteklemedeki rolünü de aktarmıştı. Bununla birlikte Zebari, muhalefet güçleri ve Amerikalılarla Irak ordusunun lağvedilmesi kararı almalarının ortak bir hata olduğunu da itiraf etmişti.
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan çevirdiği röportajın üçüncü ve son bölümünde ise 40 yılı aşkın bir süre devletiyle mücadele ettiği Irak’ın ilk Kürt bakanı olan Zebari, Dışişleri Bakanı olarak yurt dışına yaptığı ilk ziyaretini şöyle anlattı;
“Yönetim Kurulu döneminde Eylül 2003’deki ilk yurt dışı görevim, Kahire’de Arap Devletleri Ligi (AL) Dışişleri Bakanları Toplantısı'na katılmaktı. Ziyaretimiz öncesinde basında ve AL içerisinde Irak’ın üyeliği ile ilgili spekülasyonlar vardı. Ayrıca başka bir sürü söylentinin yanı sıra yeni temsilcinin veya bakanın, rejimin meşruiyeti açısından, Irak’ı temsil edemeyeceği iddia edildi. Ancak AL, tüm üye devletlerin referansı olduğu için ve Irak’ın da Arap Devletleri Ligi’nin kurucularından biri olması nedeniyle, katılmak zorundaydık. Kimsenin Irak’ın AL toplantısına katılmasını engelleme hakkına sahip olmadığını vurguladık.”
Arap Devletleri Ligi’nde sancılı süreç
Kahire’de yaşadıklarını ayrıntılarıyla aktaran Zebari şöyle devam etti;

“Kahire’ye, Nil Nehri’ne bakan Semiramis Otel’e ulaştık. Heyetimizden, herhangi bir temasta bulunmadan önce bir basın toplantısı düzenlemesini istedim. Basın toplantısında Irak'ın durumu ve yeni rejimin konumunu açıkladım. Böylece Irak’ın toplantıdaki yerini alacağımızı vurguladım. Biz bu toplantıya katılmak için gelmiştik. Mısır Dışişleri Bakanlığı ve AL temsilcileriyle temaslarımız oldu. Ertesi gün AL Genel Merkezi’ne geleceğimizi söyledik. Tüm davetliler oradaydı. Tipik bir toplantıydı. Akşam olunca Arap Dışişleri Bakanları arasındaki uzun toplantılar hakkında bilgiler bana ulaştı. Fakat henüz katılımımızla ilgili bir karar alamamışlardı. Kuveyt, Fas ve Katar, toplantıya katılmamız gerektiğine dair görüşün önderliğini yapıyorlardı. Tüm gece kesin kararın alınmasını bekledik. AL Genel Sekreterliği’ne toplantıya katılacağımızı bildirdim. O gece dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile görüştüm. Bana çekinmememiz gerektiğini söyledi. Ben de, ‘Bu bizim hakkımız. Toplantıya katılıp yerimize oturacağız. Biz AL’nin bir üyesiyiz’ dedim. Bana, ‘Bizden istediğiniz bir şey var mı? Herkesle, özellikle de Mısır tarafıyla iletişim kurduk. Sanırım yarın bir takım randevularınız olacak. Mısır Dışişleri Bakanı’yla görüşeceksiniz’ dedi. Ardından Mısırlılar bizimle temasa geçti ve bize toplantı öncesinde dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir'le görüşeceğimiz söylendi. Ertesi sabah, bizden görüşme talep eden Kuveyt ve Fas Dışişleri Bakanlarıyla bir araya geldim. Bize toplantıya katılmamıza yönelik itirazların boyutunu aktardılar ve en azından biraz beklememizi söylediler. Kendilerini dinledim, fakat onlara; ‘Kararınızda özgürsünüz, ama toplantıya gelip o koltuğa oturacağım. Bunun için de kimseden izin istemeyeceğim’ dedim. Ardından Mısır Dışişleri Bakanlığı'na gittik.  Tüm Arap basını oradaydı. Ahmed Mahir'le oturduk, konuştuk. Görüşme esnasında Mahir’e bir çağrı geldi. Telefon konuşmasının ardından bana dönerek, ‘Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in selamları var. Katılımınızın iyi olacağını söyledi. Mısır, Irak’ı destekliyor’ dedi. Ben de ‘iyi’ diye karşılık verdim. Fakat sanırım bir sorun vardı. Bu yüzden toplantıya hemen girmememi tavsiye etti. Toplantı yapıp bir karar almaları ve daha sonra girmemiz gerektiğini belirtti.”
Hoşyar Zebari, toplantıdaki atmosferi ise şöyle aktardı;
“Suriye, Cezayir ve Filistin başta olmak üzere toplantıya katılımımıza karşı çıkan birkaç ülke vardı.  Fakat Kuveyt Dışişleri Bakanı bizimle görüşmekten memnundu ve bize ‘Toplantıya birlikte gideriz’ dedi.  AL Genel Merkezi’ne, (Arap Birliği Genel Sekreteri) Amr Musa ile görüşmeye gittik. Musa, bizi karşıladı ve okuyacağımız bir bildiri olduğunu söyledi. ‘Bildiriyi önceden okumam, onaylamam ve bir fikir yürütmem gerek’ dedim. Keskin ifadelerin olduğu bir bildiriydi. Kabul edilemez olduğunu söyledim. ‘Irak sadece bir Arap ülkesi değil, bazı şeyler değişti’ dedim. Bildiri Suriye lehçesiyle yazılmıştı. Musa, değişiklikler olduğunu kabul etti ve bunun resmi bir sorun olduğunu söyledi. Bize, ‘Toplantıya gireceğiz, bir karar alacağız ve karardan sonra toplantıya kabul edileceksiniz’ dedi. Toplantı başladı. Kararın ardından, salona girdim ve yerime oturdum. Irak’a ayrılan koltuğa oturduğumda bazı üyeler beni alkışladı.”
Yeni Irak’ı Saddam Hüseyin dönemindeki gibi bir rejim olarak değil, bir devlet olarak nitelendiren Zebari, Kahire'deki Irak Büyükelçiliği personeli ve AL Irak misyonunun üyelerine yönelik tutumlarını, “Onlara devlet memuru gibi davrandık. Kimse de itiraz etmedi” ifadeleriyle aktardı. AL Genel Sekreteri’nin kendilerini güzel bir şekilde karşıladığını ve Irak’ın AL’ye dönüşünden duyduğu memnuniyeti dile getirdiğini kaydeden Zebari, “Akıcı ve klasik Arapça konuşarak Araplara güven verici bir mesaj verdim. Irak'ın AL sözleşmesine ve taahhütlerine bağlı olduğunu söyledim. Filistin'le ilgili saygılı bir konuşma yaptım. Herkes alkışladı” ifadelerini kullandı.
Faruk Şara’nın öfkesi
Zebari, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ve Mısırlı mevkidaşı Ahmed Mahir'in de katıldığı öğle yemeği davetini ve eski Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara’nın davetlilere “10 Amerikalı öldürülse, kaçacaklar” deyişiyle ilgili anısını şöyle aktardı;

“Sinirlenmiştim. Şara’ya, ‘1982’deki ABD yok artık. 2 bin Amerikalı öldürürsen de Irak’ta kalmaya devam edeceklerdir’ dedim. Birkaç ay sonra Suriyeliler, Baasçı kalıntılarının işlerini kolaylaştırmaya ve yabancı savaşçıların turistik gezi bahanesiyle Şam Uluslararası Havaalanı üzerinden vizesiz olarak bir araya gelip örgütlenmelerinin önünü açmaya başladılar. Suriyeliler cesaretleniyordu. Çünkü ABD onlara yanlış mesajlar göndermişti. Yeni Irak’ın muhaliflerine destek vermek için acele ettiklerini düşünüyorum. Yıllar sonra dönemin Suriye İstihbarat Başkanı General Asaf Şevket'in bu kararın arkasında olduğunu öğrendik. Ancak planlama ve uygulamada Suriye rejiminin önde gelen isimleri ve organlarının parmağı vardı. Çünkü rejim merkezidir ve herkes alınan kararda ortaktır.”
Ancak, bir Kürt olarak milli kimliği, Türkiye ile olan ilişki ve iletişimde daha da hassaslaşan ve muhalif oldukları dönemde Türklerle ilişkileri ve iletişimleri olduğunu söyleyen Zebari şöyle devam etti;
“Muhalefetteyken ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) kuruluşu sırasında Türklerle ilişkilerimiz ve temaslarımız vardı. Kuruluş sürecinde özellikle hükümet, Dışişleri Bakanlığı, İstihbarat Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere her düzeyde görüşmelerde bulunan müzakerecilerden ve koordinatörlerden biriydim.  Türk tarafı kim olduğumu biliyordu. Bu yeni bir durum değildi. Bu nedenle ilk ziyaretim sırasında normal karşılandım. Hassasiyet içeren bir durum yoktu.”
Türkiye'ye ilk ziyaretinin Kürt-Türk duyarlılığı dâhil olmak üzere bir takım ayrıntılarına ilişkin anılarını paylaşmaya devam eden Zebari, “Ziyaret programının bir parçası olarak Anıtkabir’i ziyaret etmemi istediler. Kürt milliyetçisi olmamam onlar için önemliydi. Saygı çerçevesinde Anıtkabir’e gittim. Irak Dışişleri Bakanı olarak Anıtkabir’deki ziyaretçi defterini imzaladım” dedi.
Suriye rejiminin bombalı saldırıdaki rolü
Yeni Irak'la ilişkilerde Türkiye ve İran’ın beklentileri arasındaki farklılıklara değinen Zebari, Dışişleri Bakanlığı görevinin ilk aylarını şöyle anlattı;

“Yönetim Kurulu’nun oluşturulmasıyla birlikte İran’dan Kasım Süleymani’nin de yer aldığı heyetler ziyarete gelmeye başladı. Heyetlerde sadece yetkililer ve diplomatlar vardı. İran’da farklı ve karmaşık bir sistem bulunuyor. İran, olanlara inanamıyordu. Zira Afganistan'daki Sünni rejim ve Irak'taki Saddam Hüseyin rejimiyle arasında onlarca yıl devam eden savaşlar yaşamıştı. ABD geldi ve ikisini de ortadan kaldırdı. Bu, İran’a adeta cennetten gönderilmiş bir armağandı.”
Öte yandan bu yeni süreç, Irak'ın komşularıyla olan ilişkilerinde bir takım değişikliklere neden olurken bir tek Suriye yeni Irak’ı tanımamakta ısrarcıydı. 2009’un Eylül ayında Bağdat, bir dizi bombalı saldırıyla sarsıldı. Bu saldırılardan biri, Zebari'nin ofisinin de bulunduğu Irak Dışişleri Bakanlığı binasını hedef almıştı. O dönem Irak hükümeti ile Suriye arasında büyük bir gerginlik yaşandı. Çünkü Irak, Suriye’yi doğrudan bombalı saldırının arkasında olmakla suçlamıştı. Zebari, Irak hükümetinin o dönem aldığı Suriye ile ilişkilerin kesilmesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) gidilmesi kararının ayrıntılarını şöyle açıkladı;
“O dönem Nuri el-Maliki’nin ilk hükümeti görevdeydi. Maliki, bir dönem Suriye'de yaşadı. Biz de Suriye’de yaşamıştık. Yeni dönemin önde gelen birçok ismi bir dönem Suriye’de yaşamıştı. Böylece Suriye güvenlik servislerinin nasıl çalıştığını iyi biliyorduk. Başbakan Maliki, yaşanan bombalı saldırılarda ve özellikle iki bombalama olayında Suriyeli birimlerin izlerinin olduğunu vurguladı. Ulusal Güvenlik Konseyi üyesiydim. Bir toplantı yaptık. Toplantıda bombalama olaylarının arkasında Suriyelilerin olduğuna dair net bilgilerin olduğu vurgulandı. Konsey, ilk iş olarak Şam Büyükelçisini geri çekme kararı aldı.”
Irak hükümetinin aldığı kararın ardından Suriye Dışişleri Bakanı ile yaptığı telefon görüşmesinin ayrıntılarını aktaran Zebari, “Suriye Dışişleri Bakanı’na telefon ettim ve ‘Ebu Tarık (Velid Muallim), sana nahoş bir haberim var. Bombalı saldırıların sizin tarafınızdan geldiğine inandığımızdan Şam Büyükelçimizi Bağdat'a çağırmakla görevliyim’ dedim. Bana, ‘Durum bu kadar ileriye gitti mi?’ diye sordu. Ben de bunun hükümet kararı olduğunu ve kendilerini gelişmelerden haberdar edeceğimi söyledim. Bana karşılık vereceklerini ve Irak rejimi değişene kadar büyükelçimizi bir daha kabul etmeyeceklerini söyledi. Ben de ona, ‘Rejim değişti ve onu tekrar değiştirebilecek bir güç yok’ dedim” şeklinde konuştu.
Irak hükümetinin o dönem attığı diğer adımları da aktaran Zebari, “Terörist saldırıyı kınama kararı aldık ve terörü destekleyen kim olursa olsun sorumlu tutulması gerektiğini vurguladık. Sonra BMGK’ya gittik ve onlara toplantı çağrısında bulunduk. Amerikalılardan da bu konuda bize yardım etmelerini istedik” dedi.
Zebari ardından yaşanan gelişmeleri ise şöyle anlattı;
“Atmosfer cesaret verici değildi. Obama yönetimi altındaki ABD, kanıtlarının güçlü olmadığını ve bilgilerin tahminlerden ibaret olduğunu söyledi. Bu saldırıların çoğunun Suriye’den geldiğini kendilerinin de bildiğini söyledim. Baskıya devam ettik. Bunu biliyorlardı ama Suriye ucuz kurtulmuştu. Daha sonra taleplerimizi kabul eden BM Genel Sekreteri ve BMGK’ya baskı yaptık. Bize araştırmacı olarak Oscar Fernandez-Taranco’yu gönderdiler. Onu bir rapor hazırlaması için görevlendirmişlerdi. Güvenlik birimlerini hizmetine sunduk. Saldırıların kaynağı, nereden geldiği ve nasıl olduğuna dair elimizdeki tüm kanıtları ve soruşturma belgelerini önüne koyduk.  Sempatik biriydi. Raporunu yazdı, ancak bize açıklamadı. Saldırının arkasındaki tarafı hiç belirtmedi. Bu bilgiyi öncelikle BMGK’ya sunmalıydı. Ama bu asla gerçekleşmedi!”
Iraklı bazı liderlerin; Irak’ın, Suriye’nin yaptıklarından sorumlu tutulmasına yönelik gayretlerini frenlemede rol oynadıklarını söyleyen Zebari, “Irak'taki bazı liderler, Suriye ile olan eski köklü ilişkiler nedeniyle sorunun devam etmesini engellemekte rol oynadılar. Bu sırada Başbakan Maliki ile Cumhurbaşkanlığı arasında gerginlik yaşanırken Başkan Celal Talabani ve Adil Abdulmehdi itirazlarını dile getirdi. Suriye’nin saldırıları azaldı. Türkiye ve İran doğrudan müdahalede bulunmuştu. İranlılar arabuluculuk yapmışlardı” diye konuştu.
Arabuluculuk
O dönem Suriye ile Irak arasındaki arabuluculuk girişimleriyle ilgili olarak ise Zebari şunları anlattı;

“Tahran’da yapılan bir konferansa gitmiştim. İran Dışişleri Bakanı beni öğle yemeğine davet etti. Velid el-Muallim (Suriye Dışişleri Bakanı) de oradaydı. Olanlardan ve ilişkilerin yeniden kurulmasından bahsettik. Daha sonra Ahmet Davutoğlu (Türkiye Dışişleri Bakanı) arabuluculuk yapmayı ve Türk çözümünün benimsenmesini teklif etti. Ona, ‘Hayır. Biz AL üyesiyiz. AL de bunun içinde olmalı’ dedim. AL bundan oldukça memnun kalmıştı. İlk toplantı AL Genel Merkezi’nde, ikincisi ise İstanbul'da yapıldı. Velid Muallim ile aramızda güçlü bir diyalog vardı. Ardından, büyükelçilerin geri dönmesi, ilişkilerin normalleşmesi ve yabancılara sıkı denetimler getirilmesi sözü verdiler. Amerikalılar da Avrupa ülkelerine hava alanları ve sınırlardaki denetimin yoğunlaştırılması için bastırıyordu. Ancak tüm bunlara rağmen, saldırılar durmadı.”
Irak-Suriye ilişkilerinde özellikle Suriye devriminin başlamasından sonraki değişimin ayrıntılarını aktarmaya geri dönen Zebari, “Başbakan Nuri el-Maliki ile resmi bir ziyaret için ABD’ye gitmiştim. Bu sırada Suriye devrimi başlamıştı. Suriye’nin AL üyeliğinin dondurulmasına itiraz eden tek ülke bizdik. Bu, Suriye sevgisi değildi. Fakat Suriye'yi baskı altında tutabileceğimiz tek mekanizma AL’ydi. Suriye'ye gönderilen Arap Barış Güçleri’nin çok büyük bir rolü vardı. Arap Barış Güçleri’ndeki katılımımız, tüm ülkelerden daha fazlaydı. Daha sonra bu plan başarısız oldu. ABD’de Suriye rejiminin düşmeyeceğini, farklı bir yapısı olduğunu, onları tanıdığımızı ve onlarla yaşadığımızı söyledik” ifadelerini kullandı.
“ABD’nin Suriye analizi hatalıydı”
Süreci anlatmaya sürdüren Zebari şöyle devam etti;

“Amerikalılar, ekonomik göstergeler nedeniyle Suriye rejiminin düşeceğini düşünüyorlardı. Onlara bu rejimin kaçakçılık, nükleer atıkların gömülmesi ve yasadışı ticari faaliyetlerle ayakta kaldığını, bu yüzden ekonomik tahminler ve soyut rakamların yanlış olduğunu söyledik. Körfezli kardeşlerimiz tasalanmışlardı. Onlara Suriye rejiminin laftan anlamadığını ve direnebileceğini söyledik. Bu nedenle de radikal örgütlerin çatışmadan faydalanarak Suriye’yi kendilerine sağlam bir üs haline getireceklerini belirttik. Ancak buna inanmadılar. O dönem David Petraeus (CIA eski başkanı) ve Hillary Clinton (eski ABD Dışişleri Bakanı) ile bir araya geldik. Temel konu Suriye idi. Maliki’ye Suriye rejiminin düşeceğini söylediler. Maliki de onlara ‘Hayır, düşmeyecek. Ordu yerinde duruyor. Alevi bir yöneticileri var. Hıristiyanlar, Sünniler, Dürziler ve azınlıkları bir arada tutuyorlar. İslami eğilimli muhalefet çekici değil. Laik, demokrat ve milliyetçi olan muhalefet ise zayıf ve desteği yok’ dedi. Bir tartışma yaşandı. Irak’ta bulunduğu dönemde aramızda bir dostluk oluşan Petraeus, Suriye rejiminin düşeceğini söyledi. Ona, ‘Sayın General, bu değerlendirmenize katılmıyorum’ dedim. O da bana, ‘Hoşyar, Ben CIA'nin başkanıyım ve sizden daha fazlasını biliyoruz’ dedi. Ben de ona gülerek, ‘Ülkem hakkında benden çok daha şey bildiğiniz gibi mi’ dedim."
Siyasi hayatında bir araya geldiği bazı bölgesel isimlerle ilgili anılarını aktarmaya devam eden Zebari,  rahmetli Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ile ilk karşılaşmasını şöyle anlattı;
“İlk tanıştığımızda veliaht prensti. Kuala Lumpur'daki İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Konferansı’na katılmıştık. Yönetim Kurulu üyelerinden oluşan büyük bir heyetteydim. İyad Allavi, Dr. Mahmud Osman ve İzzettin Salim gibi Yönetim Kurulu liderleriyle birlikteydik. Sanırım 2003 yılının Ekim veya Kasım aylarıydı. Veliaht Prensten bir görüşme talep ettim. O da kabul etti. Bizi güzel karşıladı. Bize, ‘kararlarınızı siz vermiyorsunuz’ dedi. Ben de bunun sebebi kim, Saddam Hüseyin değil mi? Irak’ı ihmal ettiniz. Geriye bir şey kaldı da biz mi yapmadık? Bizi terk ettiniz’ dedim. Aramızda uzun bir tartışma oldu. Ardından ne zaman Suudi Arabistan’a gitsem görüşme talebinde bulundum. O da hep kabul etti. Konuşmalarında Irak'ın ilerlemesini istediğini ve bir araya gelmemiz gerektiğini söylerdi. Bizden Iraklı Şiilerin Araplıklarını hissedebilmeleri için elçiliklerin açılmasını isterdi. Ben de Kral Abdullah’a eğer onları aralarına alırlarsa İran’a yönelmeyeceklerini söylerdim.”
Devrimlerin başlangıcı
Arap Baharı’nın ardından Irak’ın komşularıyla arasındaki ilişkilerde yaşanan keskin değişikliklere değinen Zebari şöyle devam etti;

“Tunus'ta Yasemin Devrimi gerçekleştiğinde, bir Arap ülkesinden Tunus'a ziyarette bulunan, onları tebrik eden ve Bağımsız Seçim Komisyonu'na iki milyon dolarlık maddi yardımda bulunan ilk yetkili bendim. Ortada, ‘Eğer Saddam Hüseyin devrilmeseydi, Arap Baharı yaşanır mıydı?’ diye bir tartışma vardı. Irak’ın önde gelen siyasetçilerinin arasındaki tartışmalardan biri de buydu. Suriyeli muhaliflere yakınlık duyuyorduk. Bir kez bir araya gelmiştik. Onlarla bir yetkili olarak değil, bir muhalif olarak konuştum. Onlara tecrübelerime dayanarak konuşacağımı söyledim. Libya'daki devrime de sempati duyuyorduk. Irak, Bingazi'ye yönelik saldırıyı önlemek için Fransa'da gerçekleştirilen toplantıya katılan ülkelerden biriydi.”
Fakat Arap Baharı, özel bir durumda olan Irak’ı da teğet geçmemişti. Zebari bununla ilgili olarak şunları söyledi;
“Arap Baharı dalgasının ulaştığı Özgürlük Meydanı’ndaki (Bağdat) gösteriler sırasında biz de oradaydık. Göstericiler dövüldü, tutuklandı, köprüyü geçmeleri engellendi ve güvenlik güçleri göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Bakanlar Kurulu toplantısına gidiyordum ve tüm bunlara şahit oldum. Başta Başbakan Nuri el-Maliki olmak üzere herkes korkuyordu. Onlara, ‘Neden korkuyorsunuz? Onlar taleplerini dile getiriyorlar. Bu bizim eserimiz. Barışçıl bir yönetimimiz, seçimler ve anayasamız var. Bu korku neden?  Özgürlüklerimiz var. Gösterileri yapmalarına izin verin. Bu şiddetin sebebi ne? Biraz sakin olun!’ dedim.”
Daha sonra Irak'ın Sünni bölgelerinde yaşanan protesto gösterilerinin Arap Baharı’yla ilgili olmadığını, Irak yönetiminin tutumlarına karşı bir tepki olduğunu belirten Zebari, “Sünnilerin protesto gösterileri, Arap Baharı devrimiyle ilgili değildi. Tarık el-Haşimi ve diğerleri hariç yaşanan tutuklanma vakalarıyla ilgili özel bir durumdu. Daha sonra diğer Sünni şehirlere de sıçradı. Kullanılan aşırı şiddet, hükümetin mezhepçi davranışı ve ordu ile güvenlik güçlerinin Kerkük, Havice ve Ramadi'deki cinayetleri siyasi anlaşmazlıkların çözümünde askeri güçlerin kullanımını yasaklayan bir madde içeren anayasaya göre kabul edilemezdi. Bu yüzden bu yapılanlara karşıydım” diye konuştu.
RÖPORTAJIN BİRİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN İKİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ



Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
TT

Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi, Al Majalla’ya verdiği röportajın ikinci bölümünde Sudan’la ilgili uluslararası ve bölgesel bir tartışmanın olduğunu belirtti. Minawi, “Sudan’ı ya bölmek istiyorlar ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar” diyerek dışarıdan ülkeyi bölmeye yönelik bir plan yapıldığı uyarısında bulundu.

Röpottajın iilk bölümünde 15 Nisan’da Hartum'da tanık olduklarını anlatan Darfur Bölgesi Valisi Minawi, Muhammed Hamdan Dagalu komutasındaki HDK'nın başlangıçta yaklaşık 25 bin kişiden oluştuğunu ancak savaş başlamadan önce Hartum’a 120 bin HDK üyesinin getirildiğini belirterek, “Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkent Hartum’a) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi” şeklinde konuştu.

HDK’nın Darfur bölgesindeki 5 eyaleti askeri olarak kontrol ettiğini, ancak tam kontrole sahip olmadığını söyleyen Minawi, HDK’nın yanında Rus paralı asker grubu Wagner’in de rolü olduğuna dikkati çekerek “HDK üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası yabancı uyruklu ve operasyon odalarında Sudanlı olmayan yabancı subaylar oturuyor” ifadelerini kullandı.

Rusya’nın Port Sudan’da askeri bir üs kurma anlaşmasının ‘öldüğünü’ belirten Minawi, ancak Sudan Ordusu ile Tahran arasında, askeri ortaklık karşılığında İran’ın ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satın alımının da olduğu bir mutabakata varılabileceğini göz ardı etmedi.

İşte Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ile Zoom uygulaması üzerinden yaptığımız röportajın ikinci bölümü:

*Sudan’daki savaşın, iki general (Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu) arasındaki bir savaş olduğunu, Darfur’daki savaşın bir uzantısı olarak patlak verdiğini ve dolayısıyla Darfur’daki savaşın bitmediğini, mevcut savaş başlayınca Darfur'daki savaşın bir uzantısı olarak oldubittiye getirildiğini söyleyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu doğru. Bu savaş, Darfur’daki savaşın, 1955 yılında Torit şehrinde patlak veren savaşın, Güney Sudan’daki savaşın, Nuba Dağları’ndaki savaşın, Mavi Nil’de yaşanan savaşın ve tüm birikmiş meselelerin bir uzantısıdır. Bunu neden söylediğime gelince öncelikle HDK'nın yapısı kabile temellidir. Kurulduğu dönemde Darfur'da çıkan olaylar adına oluşturuldu. Ben de başlarda bu oluşum içinde yer aldım. HDK, dönemin Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i, bazı generalleri ve yardımcılarıyla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarana kadar birtakım eylemler gerçekleştirdi.

Darfur'da bir soykırımın yaşandığı, 2003 yılında başlayan etnik temizliğin 2006 ve 2007 yıllarına kadar devam ettiği herkesçe biliniyor. Darfur’daki çatışmanın tüm dünyayı, bölgenin kontrolünü Afrika Birliği (AfB) tarafından gönderilen AMIS (African Union Mission in Sudan) adlı barışı koruma gücüne devredecek kadar ikilem içerisine soktuğu biliniyor. Durumun kötüleşmesi üzerine AfB Barışı Koruma Gücü’nün (AMIS) misyonu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından oluşturulan bir görev gücüne devredildi. BM ve AfB’nin ortak görev gücüne o dönemde dünyanın en büyük misyonu olan ‘UNAMID’ (BM-AfB Darfur Misyonu) adı verildi.

FOTO: Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)
 Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)

Tüm bunlar olurken, merkez ile kenarlar arasındaki gerginlik, merkez beni çağırıncaya kadar zaman zaman şekil değiştirdi. O sıra iktidarda siyasal İslamcı Ulusal Kongre Partisi hükümeti vardı. HDK, demokratik dönemde Sadık el-Mehdi hükümeti ve şu ​​an Milli Ümmet Partisi’nin lideri olan general tarafından kurulmuş bir kabile ordusu olmasına rağmen ondan yardım istediler.

HDK, devletin kendisine sağladığı imkanlar sayesinde orduyu destekleyen bir yapıdan paralel bir orduya dönüştü.

*HDK, bahsettiğim gibi Darfur’daki daha önceki savaşta önemli bir rol üstlenmişti. Bu savaş yeniden başlamış gibi görünüyor. İhlallerden, sahadaki ve insani durumdan bahsediliyor. Şu an Darfur'daki askeri durumla ilgili nasıl bir harita çizersiniz?

HDK 2003-2004 döneminde bu saydıklarınızı içeren bir kültür üzerine kuruldu. Tıpkı ‘her kap içindekini dışına sızdırır’ deyiminde ifade edildiği gibi. HDK, son dakikaya yani hedef aldığı düşmanın kafasına sıkacağı son kurşuna kadar uygulanmak üzere manifesto geliştiren bir yapıdır. Dolayısıyla HDK’nın sahip olduğu bu kültür, karşınıza çıkan ne varsa mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini salık verir. Karşısına çıkan tüm kadınlara tecavüz etmesi gerekiyor, çünkü o dönemde bu gücü oluşturan istihbarat üyelerinin bu güçleri oluşturmadaki gerçek niyeti bu tür ihlallere yol açmaktı. ‘Her kap içindekini dışına sızdırır’ derken kast ettiğim o kabın içindeki işte bu. Dolayısıyla bir şekilde iktidarı ele geçirmeye karar verdiklerinde, komşu ülkelerden çok sayıda paralı asker, savaş tutkunu, para düşkünü ve kaos müptelası, hiç eğitim almamış, vicdanı olmayan, çölden gelmiş, insanlık nedir bilmeyen kim varsa getirdiler. Hepsi Sudan sahasında, savaş alanında toplandı. Herkes bunun bir parçası oldu. Tecavüz olsun, yağma olsun, insanlara baskı olsun, başka şeyler olsun istediklerini yapıyorlar. Tam özgürlüğe sahipler. Hartum'da evlere el koydular. Sudan dışından gelenler ne Sudan halkını ne de Sudan ruhunu umursuyorlar. Çünkü ele geçirmek için geldiler. Yaklaşım bu. Onlara verilen mesaj da bu. Dolayısıyla aldıkları mesajı yerine getiriyorlar.

HDK’nın operasyon odalarında yabancı uyruklu, Sudanlı olmayan subaylar oturuyor

*HDK askeri olarak Darfur’un kontrol ediyor mu?

Evet, Darfur’u askeri olarak kontrol ediyor. Darfur dört eyaletten oluşuyordu. Darfur’daki savaş sırasında Ulusal Kongre Partisi hükümeti bu sayıyı Batı Darfur, Orta Darfur, Güney Darfur, Doğu Darfur ve Kuzey Darfur eyaletleri olmak üzere beşe çıkardı. HDK dört eyaleti kontrol ediyor, ama yönetimi ele geçirmedi. Tam bir kaos yaşanıyor. Vatandaşlar da bu yüzden tüm bu eyaletlerden kaçıyorlar. Gerçekler bunlar.

*Wagner güçlerinin HDK’ya Darfur'daki operasyonlarında yardım ettiği konuşuluyor. Bununla ilgili bir bilginiz var mı?

Bu konuda yeterli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Fakat savaştan önce bile duyduklarım ve elde ettiğim bilgiler doğrultusunda bunu göz ardı etmiyorum. Ama bu savaşı destekleyenler ve bu savaşı çok yüksek bir oranda, yüzde 50’nin üstünde yönetenler Sudanlı değiller. HDK’nın operasyon odalarında Sudanlı değil, yabancı uyruklu subaylar oturuyor.

(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)
(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)

*Sudanlı olmayanlar da var dediniz. Wagner’den olanların ve olmayanların olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Evet, Wagner’den olanlar ve Wagner’den olmayanlar var.

*Wagner’den olmayanlar, yani Afrikalılar. Bildiğiniz gibi Çad'da darbe girişimi yaşandı. Kabilelerin Darfur bölgesine müdahalesi nedeniyle Darfur'daki savaşın Çad ve Orta Afrika'da yansımaları olduğunu düşünenler var. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Ben herhangi bir ülkenin adını vermedim ve daha fazla ileriye gitmek de istemiyorum. Ama Çad’a ile ilgili ne kastettiniz. Orada darbe girişimi mi oldu yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Fakat güvenlik durumu ve kriz haline gelip çözülmesi gereken siyasi gerginliklerin yaşandığını biliyoruz. Ama bahsettiğim rol, Sudan'ın savaşın yönetilmesinde oynadığı rol. Burada Çad devletini kastetmiyorum.

Altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürülmesi korkunç bir durum.

*Wagner meselesine dönecek olursak, basında Wagner'in HDK'yı desteklediğine dair birçok haber yer alıyor. Altın kaçakçılığına karıştığı konuşuluyor. Sizce bu haberler doğru mu? Bununla ilgili herhangi bir bilginiz var mı?

Biz bu tür haberleri ve bilgileri, hassas istihbarat bilgilerine sahip, modern istihbarat eğitimi almış, tecrübesi ve kabiliyeti yüksek, bu tür gelişmeleri takip edebilecek uyduları olan kişilerden alıyoruz. Elimde, basında çıkan haberleri teyit edecek bir bilgi yok ama altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürüldüğü açık. Bu çok korkunç. Sudan'da kaynaklar gibi birçok alanda da sömürü var. Dolayısıyla bu sömürü sayesinde şimdi bu savaşın büyük potansiyeli ortaya çıktı.

*Milislerden ve HDK'dan bahsetmişken, sizce Orgeneral Hamideti ile ne ölçüde temas halindeydiniz? Hamideti’nin HDK’yı tamamen kontrol ettiğini düşünüyor musunuz? HDK’ın kaç üyesi var?

Bu güçler bir ya da birkaç kabileden oluşuyor. Hatta bu güçlerin içindeki kabilelerin doğal olarak kardeş lidere ve komutan yardımcısına yakınlıklarına göre düzenlenmiş kategorileri var. Bu yüzden sayıları çok. Ancak bu güçlere liderlik edenler seçkin kesimlerden kişiler. Seçkinler ve elitler birdir, kabile de birdir. Kabile içinde bile ailelerin en üst düzeyden en alt düzeye kadar çeşitlilik gösterdiği biliniyor.

*Tam bir kontrol ve net bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki hayır, oluşumu gereği kontrol tam olamaz. Hatta bunu bizzat Hamideti bile söyledi. Olan bitenlerin sebebinin ‘isyancılar’ olduğunu ifade etti. Hamideti onlara böyle diyor. Hamideti’nin yardımcısı Sayın Abdurrahim Hamdan Dagalo ile görüştüm. O da (Darfur’daki) el-Cenine’de yaşananların ‘isyancılardan’ yani kendi kontrolleri dışında olanlardan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki savaşlardan çıkar sağlıyorlar ve operasyonlarından faydalanıyorlar ama askeri emirlere ve talimatlara uyanlardan değiller. Bu sebeple isyancıların olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte seçkinler gibi sistemin içinden gelen, ancak kişisel çıkar elde etme eğiliminde olanlar da var. Bunlar, HDK’nın düzenli ordu oluşturma yöntemiyle oluşturulmamasından ötürü varlar.

*HDK’nın üye sayısıyla ilgili bir tahmininiz var mı?

Sayılarını tam olarak bilmiyorum ama savaştan önce generallerden öğrendiğime göre Hartum’a dışarıdakiler hariç yaklaşık 120 bin HDK üyesi girdi. Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkente) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi.

Bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu.

*Yaklaşık 120 bin HDK'lının Hartum'a girdiği söylenebilir mi?

O dönemde böyle olduğu söyleniyordu. Bu, Hartum'daki sayıydı. Çünkü savaşa altı aydan az bir süre kala HDK sayısının 25-30 bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Ancak savaşa birkaç gün kala Hartum’a 120 binden fazla HDK üyesinin getirildiğini söylediler. Bu, sayının çok fazla olduğu ve çok az dönemde dramatik bir şekilde katlandığı anlamına geliyor. Bu artışın arkasında bir kuşatma vardı ve bunun arkasında da bir hedef.

*Röportajın başında Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin (ÖDG) rolünden bahsettiniz. Siz o dönemde de önemli bir isimdiniz, şimdi de öylesiniz. 25 Ekim 2021 günü Abdullah Hamduk hükümetine yapılan darbe hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hamduk hükümetine yapılan darbe üçüncü darbedir. Darbe diyebiliriz ama ben bunu darbe olarak görmüyorum. Çünkü iktidarı Beşir’in elinden alanlar Hamduk değil, Burhan ve Hamideti idi. Hamduk o dönem hükümetin üçüncü adamı olması için getirilmişti.

Orada bulunan görgü tanıklarından birinin aktardığına göre Hamduk 25 Ekim'den önce nüfuz sahibi biri değildi. Çünkü yönetim bizzat generallerin elindeydi. En nihayetinde Hamduk bir komutan değildi ve başbakanın yetkisi dahilinde olması gereken birçok konuda onlardan yardım istiyordu. Ancak Merkez Konseyi, ÖDG, ordu ve HDK arasında yapılan ittifak sonucu Hamduk hükümeti düştü. Bu bir darbeden ziyade bir ortaklığın sona ermesiydi. Çünkü bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu. Dolayısıyla ne devlet ne de hükümet vardı. Bu da kaosun başlangıcı oldu.

Kaos, Anayasal Bildirinin imzalanmasıyla başladı.

*Kaos ile neyi kastediyorsunuz?

Kaos, Anayasal Bildiri imzalandığında başladı. ÖDG’nin Merkez Konsey kanadı ve ÖDG'yi kanla kurduğumuz, silahlı hareketlerle inşa ettiğimiz için benim de içinde bulunduğum Demokratik Blok kanadı dahil olmak üzere diğer gruplar tarafından darbe yapıldığına inanıyorduk. Ancak (eski Cumhurbaşkan Ömer) el-Beşir rejiminin devrilmesinin ardından ordu ve HDK ile ÖDG'nin temel oluşumuna karşı çıkanlar arasında gizli bir ittifak yapıldı. Çok sayıda kişi HDK'ya katıldı. Aslında Sudan'ın lehine değil de kendi lehlerine hedefleri olan ülkelerden uluslararası yardım aldılar. Bu kusurlu oluşum 25 Ekim'e kadar böyle devam etti.

FOTO: Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)
Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)

*Darbenin Burhan ile Hamideti tarafından Hamduk’a karşı yapılmadığını söylüyorsunuz ama gerçekte ÖDG ve Merkez Konsey kanadı içinde Hamideti’ye karşı bir anlaşmazlık mı vardı?

Darbe, ÖDG içinde gerçekleşti. ÖDG'den bazı gençler tarafından yönetilen ve Hamideti ve Burhan'la ittifak kurmalarını sağlayan bu darbe, 18 Ağustos 2019'da Beşir rejiminin düşmesinin ardından ‘geçiş hükümeti’ ve diğer oluşumların kisvesi altında üstü kapalı olarak gerçekleşti. Darbe böyle başladı. Bundan önce Hamideti ve Burhan Beşir'e darbe yaptı. Durum böyle ilerledi. Askeri Konsey’deki kardeşlerimiz darbecilerin merkez noktalarını tasfiye etmek için orduyu kullanıyorlardı. Mesela bir gün darbeye kalkışabilecekleri zayıflatmak için Burhan’ı kullanıyorlardı, başka bir gün askeri operasyonla iktidara gelebilecek silahlı hareketleri zayıflatmak için Hamideti'yi. Dile getirdikleri gizemli amaç da buydu.

*Sizce en fazla suçlu olan ÖDG-Merkez Konseyi mi?

Kesinlikle. Çünkü ÖDG-Merkez Konseyi, 25 Ekim öncesi dönemde siyasi güçlerle ulaşıp orduya sızdılar.

Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Hamideti ve Hamduk arasındaki son anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddüm) lideri Abdullah Hamduk siyasi rol, HDK Komutanı Hamideti ise askeri rol oynuyordu. Dolayısıyla onların aynı partinin ya da örgütün kanatları olduğuna inanıyorum. Bu da Sudan halkı açısından ‘gülünç’ bir durum. Bir diğer ‘gülünç’ olan konu ise bu tür senaryolar, skeçler ve oyunlarla bizi kandırdıklarını düşünmeleri.

*Sizce bu Sudan'da daha geniş kapsamlı bir çözümün başlangıcı mı, yoksa şu an var olan bölünmenin devamı mı?

Henüz ortaya yeni bir yapı çıkmış değil. Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Ordu Komutanı Orgeneral Burhan ile iletişim halinde olduğunuzu sanıyorum, doğru mu?

Ben herkesle iletişim halindeyim. Ancak Cuba Barış Anlaşması çerçevesinde oluşturulan hükümetteyim. Bu hükümetin başında da hâlâ Orgeneral Burhan bulunuyor.

Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkeler.

*Şu an Orgeneral Burhan’ın Port Sudan’da bulunduğu, ordunun güç merkezinin Port Sudan'da olduğu, Hamideti komutasındaki HDK’nın ise Hartum’da olduğu ve Darfur'da savaştığı bir durum söz konusu. Cevabını net olarak almak istediğim bir soru var. Sudan’ın bir gerçeklik bağlamında coğrafi olarak daha fazla bölünmeye doğru sürüklendiğini düşünüyor musunuz?

Bu savaşı ister orduda olsun ister HDK'da olsun, savaş saflarında yer alan Sudan vatandaşları ya da vatanseverler değil, devletler yürütüyor. Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkelerdir. Eğer Sudan'da başarılı olurlar ve Sudan’ı bölmeyi başarırlarsa bu felaket daha fazla yere yayılacak. HDK, Hartum'dan dönüp kasım ayı sonları aralık ayı başlarına kadar Darfur’daki operasyonlara odaklandığında, amaç Darfur'u ele geçirmek ve bir oldubittiye getirmekti. Bu oldubittinin amacı, bir zamanlar Sudan’ın komşusu olan ülkelerde yaşananları tekrarlamaktı.

Bu elbette bildiğimiz gerçeklere dayanıyor. Bunun arkasında HDK’nın olması şart değil. Daha ziyade söz konusu ülkelerin bir gündemi var. Bu gündemin uygulanması gerekiyor ve iç unsurları da var.

FOTO: Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)
 Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)

*Kim o ülkeler?

İsim vererek hiçbir ülkeyi rencide etmek istemiyorum.

*Sudan'ın bölünmesinin oldubittiye getirilmesinden mi yoksa Sudan'ın bölünmesinden mi endişeleniyorsunuz?

Sudan’ın bölmek ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar. Darfur'dan başlayıp HDK'nın Darfur’u ele geçirmesini ve ardından burayı insani yardım kisvesi altında kendisini dayatmasını istediler. Darfur'u ele geçirenlerin desteğiyle bu oldubittiye getirilecek. Hartum senaryosunun suya düşmesiyle bu senaryoya yöneldiler.

*Yani Sudan’ın bölünmesinden bahsediyoruz. Peki, ordu yalnızca Port Sudan’ı mı kontrol ediyor?

Ordu, Port Sudan'ı kontrol ediyor, Hartum'da, Darfur'da ve el-Faşir’de de ordu güçleri var. Yani ordu sadece Port Sudan’da değil, birçok bölgede güçleri var. Ancak örneğin, ülkeyi Port Sudan'dan yönetmeyi tercih ederse bu ordunun sadece Port Sudan’ı kontrol ettiği anlamına gelmez.

*Geçtiğimiz günlerde Burhan’ın Mısır’ı Hamideti’nin ise Libya’yı ziyaret ettiği söylendi. Bu ziyaretler oldu mu?

Hamideti’nin Libya’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir şey duymadım, ancak Burhan'ın Mısır ziyaret ettiğini biliyorum ve bu ziyareti takip ettim.

Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli.

*Peki, Burhan’ın Mısır ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sıradan bir ziyaretti. Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı ziyaretlerde bulunmasının çok doğal olduğunu düşünüyorum.

*Eski ABD Başkanı George W. Bush'la şahsi ve doğrudan bir ilişkiniz vardı...

Şimdiye kadar birçok ABD’li ile şahsi ilişkilerim oldu. Cumhuriyetçi Parti'deki birçok önemli isimle de şahsi ilişkilerim var.

*ABD, birkaç gün önce Sudan'a özel bir temsilci atadı. ABD’nin Sudan’la ilgili eğilimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni özel temsilci atanmasını memnuniyetle karşıladık ama ABD’nin Sudan eğilimleri her zaman kurumsal eğilimler olarak kaldı. Kişisel ilişkilerden ziyade kurumlarının planlarına, kurumlarının ve ofislerinin yönlendirdiği yönlere ve yaklaşımlara bağlı olmaya devam etti. Bu konuda onlara yazdım ve Sudan'a yönelik politikalarını daha önceki özel temsilcilerin ve büyükelçilerin yönlendirmelerinden farklı bir şekilde ele almaları çağrısında bulundum. Çünkü Sudan çok büyük bir ülke. Kültürleri ve dinleri farklı milletlere ev sahipliği yapıyor. Burası uçsuz bucaksız bir ülke. Tüm bu milletler, Sudan'ın her karışını seviyor. Sudan'da iyi insanların yanında kötü insanların da olduğunu kabul etmezler. Dışarıdan gelen ve iyi biri olarak tanımlanan kişi Sudan’da sorun yaşayabilir. Bu yüzden onları Sudan'da istikrarın sağlanması ve Sudan halkının sevgisinin kazanılması için tüm sivil ve siyasi güçlerle temasa geçmeye çağırdım.

*Sanki siz de böyle olduğunu düşünmüyorsunuz?

Bilmiyorum. Çünkü atanan kişi henüz görevinde ilerleme kaydetmedi. Fakat son iki yıldır Sudan dosyasını bizi savaşa sürükleyecek şekilde yönetenlerle deneyimlerimiz oldu. Elbette onlarla birlikte başkaları da vardı. Onların değerlendirmeleri yanlış olabilir.

*Sudan'daki savaşta ABD’nin Sudan politikasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Belki de bu, ABD’nin Sudan politikası değil, Sudan dosyasını yöneten kişilerin politikasıdır. Çünkü ABD, kendileri için belki de Sudan'dan daha büyük olan başka sorunlarla, Ukrayna gibi başka ülkelerle, başka eksenlerle ilgileniyordu. ABD’nin yol açtığı insani felaketlerin yanında büyük sorunlar da vardı. Örneğin Ukrayna, ABD’liler için bir iç felaketti. Belki de dosyaları yöneten kişiler tahminlerinde hata yapmışlardı.

Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım.

*Bu belki de şu ya da bu şekilde, Sudan hükümeti ile Rusya arasında, Port Sudan’da askeri bir deniz üssü kurulmasına ilişkin anlaşmaya atıftır. Belki de ABD’nin bu anlaşmayı engellemekte çıkarı vardır. Bize bu anlaşmayla ilgili daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu anlaşma eski olmadığı gibi yeni de değil. Hatta bir anlaşma da değil, daha ziyade bir anlaşma taslağıydı ve henüz hayata geçirilmedi. Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım. Kimse bu konuyu gündeme getirmiyor.

*Ben Rusya’nın Port Sudan’a kurmak istediği askeri üsle ilgili anlaşmayı kastediyorum. Ordu ile Rusya arasında Port Sudan’da askeri üs kurulması konusunda sanırım bir taslak anlaşma vardı...

Şu an böyle bir anlaşma yok. Daha görüşülmedi bile. Ben bu anlaşmanın ölü doğmuş olabileceğine inananlardanım.

FOTO: Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)

*İran’ın, Kızıldeniz kıyısında bir deniz üssüne sahip olma karşılığında Sudan ordusunun envanterine SİHA sağlamayı teklif ettiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tüm bunlar gerçek olmaktan ziyade basında dolaşan söylentiler. Sizin gibi ben de bu haberleri okudum, ancak şimdiye kadar bununla ilgili resmi bir hükümet kaynağından bilgi almadım. Ben de hükümetin içindeyim. Bu haberin doğru mu yanlış mı olduğunu herhangi bir zamanda herhangi bir kaynaktan tespit edebilirim. Ancak sorduğum insanlardan hiçbiri bana bunun doğruluğunu teyit edemedi. İran ya da başka ülkelerle iş birliği konusuna gelince, tüm bunlar ülkeler arası ilişkilere, özellikle Sudan gibi bir ülkenin değerlendirmesine, dış politikasına ve şu andaki mevcut durumuna bağlı. Ordu değil, devlet hisseder. Burada devlet ile orduyu birbirinden ayırmamız gerekiyor. Çünkü ordu devletin bir organıdır. Eğer devlet çevresinde bir kuşatma, kapatma, komplo olduğunu hissederse kuşatmayı kırabilecek herkesten yardım ister.

*Rusya, Port Sudan'da askeri üs kurmaya çalıştı, İran'ın da böyle bir girişimde bulunduğundan bahsediliyor. Aynı şekilde bölgedeki başka ülkeler için de aynı durum geçerli. Sudan konusunda bölgesel ve uluslararası bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu savaş, Sudan konusunda uluslararası ve bölgesel rekabetin bir özelliğidir.

Sudan halkının tanık oldukları hiç kolay değil.

*Bu savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu savaşı sonlandırmanın en iyi yolu hangisi?

Elbette bu savaş bir gün bitecek. Çünkü savaş Sudan’da, dünyada ve hiçbir yerde normal olmayıp aksine anormal bir durumdur ve belli koşullar altında bitebilir. Dolayısıyla bu savaşa yol açan koşulların artık savaşa son vermenin bir yolunu bulması gerekiyor. Savaş, Sudan siyasi ve sivil güçlerinin onayı, birbirini tanıması, ulusal diyalog ve tüm tarafların rızasıyla sona erecektir. Sudan halkı bu noktaya ve bu kanaate ulaşırsa savaş bir daha başlamamak üzere biter.

FOTO: Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)
 Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)

*Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çünkü Sudan halkının sadece 15 Nisan savaşıyla değil, 70 yıllık bağımsızlık tarihi boyunca tanık oldukları hiç kolay değil.

*Size özel bir soru: Neden biraz ağır bir Arapça konuşuyorsunuz?

Ben Arapça konuşmayan bir kabileden geliyorum. Kabilemin farklı bir dili var. On yaşımdayken okula girdim ve Arapçayı burada öğrendim. İlk kez Arapça bir kelime duyduğumda on yaşındaydım. Arapça dersleri gördüm. Bu yüzden Arapçada dilim ağır geliyor, çünkü ana dilim değil.

*Darfur bölgesinde öğretmendiniz. Sonra Sudan Kurtuluş Hareketi'ne mi katıldınız?

Evet, bu doğru.

*Bu özel soruları size geçmişinizle ilgili okuyucularımıza daha fazla bilgi aktarmak için sordum.

Çok memnun oldum, teşekkür ederim.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.