İsimlerle Afrika terörünün haritası ve ayırt edici özellikleri

Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’da terörist faaliyetlerin arttığını ve örgütlerin coğrafi erişiminin genişlediğini gözlemledi (AP)
Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’da terörist faaliyetlerin arttığını ve örgütlerin coğrafi erişiminin genişlediğini gözlemledi (AP)
TT

İsimlerle Afrika terörünün haritası ve ayırt edici özellikleri

Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’da terörist faaliyetlerin arttığını ve örgütlerin coğrafi erişiminin genişlediğini gözlemledi (AP)
Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’da terörist faaliyetlerin arttığını ve örgütlerin coğrafi erişiminin genişlediğini gözlemledi (AP)

Emani et-Tavil
Hem Irak hem de Şam’daki topraklarını kaybetmesi DEAŞ’ın son dönemde Afrika’ya doğru yönelmesine yol açtı. Bu yönelimin birkaç sebebi var. Afrika’daki devlet yapısının kırılganlığı ve ulusal ordunun zayıflığı bu sebepler arasında yer alıyor. Nitekim Afrika’nın birçok ülkesinde ordu mensuplarının sayısı 50 bini geçmez. Üstelik bu ordular, sınırların güvenlik kontrolünü gerçekleştiremiyor. Ülkelerin birkaç tanesi arasındaki kabile bölünmesi de bir diğer sebep. Zira bu bölünme, kabile ve toplumsal koruma şemsiyesi altında bir ülkeden diğerine geçişi mümkün ve kolaylaştırıyor.
Bu durum, Cezayir’in “kanlı on yılı” boyunca aşırılık yanlısı grupların kurucularından birkaç tanesinin bölgesel çevreye taşınmasında rol oynadı. Cezayir’deki cihatçı selefiliğin kurucusu Seyyid Hattab, belki de bunların en bilinenidir. Öte yandan küresel politikalar da bu olgunun yaygınlaşmasında pay sahibi oldu. Nitekim Fransa’nın hem Mali hem de Orta Afrika’ya yönelik doğrudan askerî müdahalesi, güvenlik tehditlerinin düzeyinin düşmesine değil ama bu tehditlerin artmasına katkı sağlamış olabilir. Aynı şey, üçüncü bin yılın ilk on yılından itibaren Somali’deki gelişmeler için de geçerli.
Yüzleşme yöntemleri etkin olmaz, güvenlik ve askerî yaklaşımların yanı sıra kalkınmacı ve kültürel yaklaşımlar da benimsenmez ise bu nesnel koşullar, Afrika’yı önümüzdeki beş yıl boyunca küresel güvenlik tehditlerinin merkezi haline getirebilir.
Bölgesel ve uluslararası raporlar, Afrika’daki terör eylemlerinde bir yükseliş olduğunu belirtiyor. Bununla birlikte terör örgütlerinin coğrafi yayılımının, Burkina Faso ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni terörle mücadele edilen ülkeler listesine sokacak kadar genişlediği gözlemlendi. Bu veriler, Afrika’daki terör olgusunun ciddiyetini ortaya koyuyor.  
Bir haftada 14 terör eylemi
Mısır Fetva Dairesi’ne bağlı Tekfirci Fetvalar Gözlemevi’nin Nisan 2014 tarihli raporuna göre Afrika, bir hafta içerisinde 14 terör eylemine maruz kaldı. Somali, Nijer, Çad, Burkina Faso, Libya, Tunus, Kamerun, Mali ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde meydana gelen bu terör eylemleri, dünya çapındaki toplam 24 eylemin yüzde 58’ini oluşturuyor.
Afrikalı teröristler kimler?
Somali’deki Mücahit Gençler ile Nijerya’daki Boko Haram’ın Afrika sahnesinde öne çıkan terör örgütlerinin başında geldiği söylenebilir. Orta Afrika’daki Seleka ve Anti-Balaka ile Nijerya’daki Ensaru, bu örgütlerin en yenilerinden kabul ediliyor. Bu yeni örgütler arasında Afrika sahasına yayılan onlarca başka örgüt mevcut.
Nijerya: Ensaru örgütü
2019 senesinde Sudan’daki Müslüman Ensar Cemaati Ensaru’nun Nijerya’da yükselişe geçtiğine tanık olundu. Bu grup, bir video yayınıyla varlığını ilan etti. Haziran 2012 tarihli bu görüntülerde grubun liderlerinden biri, ‘İslam’ın ve Müslümanların zaferi’ uğruna dünyanın dört bir yanındaki Batılı çıkarlara karşı bir savaşın başladığını belirtti.
Bu grup, 1804 yılında var olan ve Osman Bin Fudi (Osman dan Fodio) tarafından yönetilen Müslüman Fulan İmparatorluğu hilafetinin ‘yitik onurunu’ geri kazanmaya çalıştığını söylüyor. Kamerun’un kuzeyini, Nijerya’nın kuzeyini ve Nijer’in güneyini içine alan bu yönetim, İngiltere ile Fransa’nın Afrika kıtasını sömürmesine kadar sürdü. Grubun üstlendiği operasyonlardan en bilineni, 25 Ocak 2013’te Mali’ye yönelen bir askerî konvoyun hedef alınmasıydı. Bu operasyon, aralarında sivillerin de bulunduğu çok sayıda kişinin ölümüne sebep oldu.


Mücahit Gençler ve DEAŞ, Afrika’da faaliyet yürütüyor (AFP)

Bu örgütün, Afrika’nın doğusundaki Somali Mücahit Gençler Hareketi tarafından eğitildiğine dair deliller söz konusu. ‘Maman Nur’, Müslüman Mağrib ülkelerindeki el-Kaide, Somali Gençlik Hareketi ve Ensaru örgütü arasındaki bağlantı halkası olarak görülüyor.
Ensaru, 2015-16 yılları arasında Afrikalı unsurlarla Suriye’de DEAŞ’a yardımcı oldu.
Raporlar, bu grubun Nijerya’nın kuzeyinde büyük alanları kontrol ettiğine ve Nijerya sınırları dışında başka alanlara yayılmaya çalıştığına işaret ediyor. 2019 yılı ile birlikte güçleri artış göstermeye başladı. Mısır Fetva Daire’sine bağlı Tekfirci Fetvalar Gözlemevi’nin raporuna göre grup Nijerya’da 5 terörist eylem gerçekleştirdi.
Boko Haram örgütü
Ehl-i Sünnet Davet ve Cihat Cemaati adıyla kurulan Boko Haram, Hausa dilinde ‘Batılı eğitim haram’ anlamına geliyor. 2002 yılında kurulan örgüt, hâlihazırda Nijerya, Çad ve Mali’de yayılıyor. Şu anki lideri, DEAŞ tarafından 4 Ağustos 2016’da Batı Afrika valisi olarak atanan Ebu Musab el-Bernavi’dir. Eyaletin önceki valisi olan Ebu Bekr Şikao, Mart 2015’te DEAŞ’a biat edip Boko Haram’ın adını Batı Afrika Eyaleti olarak değiştirmişti. ‘Nijerya Taliban’ı’ olarak adlandırılan bu grup, eğitimini bırakan ve ülkenin Nijer sınırında yer alan kuzeydoğusundaki Yoba eyaletinin Kanama köyünü kendisine üs edinen öğrencilerden oluşuyor. Yaklaşık yirmi yıl içerisinde elemanları 4 binden 40 bine yükseldi.
80’lerin başında kurulan Şii bir hareket olup elemanları, önce İran Dini Lideri Humeyni’ye daha sonra da 2015’ten bu yana tutuklu bulunan grup lideri Şeyh İbrahim Zekzaki’ye bağlılık yemini ettiler. Hareket, Nijerya hükümetinin otoritesini tanımaz ve gerek Hıristiyan gerekse Müslüman, tüm hükümet yetkililerini yolsuz ve gayrimeşru olarak görür.
İslamcı Hareket’in Nijerya’nın tüm eyaletlerinde (36) idari oluşumları vardır ve bunlar bir nevi hükümet yapısı oluşturur. Ayrıca hükümette kayıtlı ‘Füdye’ adlı bir kurumu da bulunmaktadır. Kurum, 360’dan fazla ilkokul ve liseyi yönetmektedir. Hareketin üyelerinden çoğu, yüksek eğitim düzeyine sahip olup orduda, emniyet ve istihbarat birimlerinde önemli görevlerde çalışmaktadır.
Harekete ait hafif silahlı askerî tugaylar bulunmaktadır. Şu ana kadar terörist eylemler gerçekleştirdiğine dair bir kayıt olmayan hareketin açıktan faaliyet yürütme imkânı vardı. Ancak hareketin üyelerinin düzenlediği ve haftalarca süren şiddetli protestolar ve çatışmalardan sonra Nijerya hükümeti, 2019’un başında bu hareketi yasakladı. Söz konusu protestolar, hareketin kurucusu Zekzaki’nin serbest bırakılması içindi. Zekzaki, Şii olmadan önce İhvan-ı Müslimin’e mensuptu.
Somali
İslamcı Gençler ya da Mücahit Gençler hareketi, 2006 yılında İslamcı Mahkemeler Birliği’nin askerî kolu olarak ortaya çıkan Somalili selefi bir harekettir. Mogadişu’yu yöneten ve şeriatı hâkim kılmayı hedefleyen Birlik, 2009 yılında el-Kaide örgütüne bağlılığını resmî olarak ilan etti.
Hareket, 2008’in sonunda meydanı, İslamcılara karşı savaşta ön sıralarda yer alan Afrika Birliği Güçlerine bırakarak geri çekilmek zorunda kalan Etiyopyalı güçlerle desteklenen hükümet kuvvetlerine karşı verdiği mücadelesinde Mahkemeler Birliği’ne destek oldu. İslamcı Gençler Hareketi’ni, 2014’ten bu yana Ahmed Ömer Ebu Ubeyde yönetiyor. Hareketin önceki lideri Ahmed Abdi ‘Gudan’, Amerika’nın gerçekleştirdiği bir hava saldırısında öldürüldü. Aynı sene ‘Gençler’, el-Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri’ye bağlılıklarını yeniledi.
Somalili Hareket, safları arasında 5 ila 9 bin savaşçı barındırıyor. Bunların arasında Somalilerle birlikte çoğu Arap ülkelerinden gelen yabancı unsurlar da mevcut. Pakistanlı unsurların da yer aldığı yabancı savaşçıların sayısı yaklaşık 800.
Kenya
Kenya’da, hem Mücahit Gençler örgütü hem Somalili Gençler hem de DEAŞ faaliyet yürütüyor. Gençler Hareketi, Ağustos 2019’da Kenya’daki bir sınır kasabasına saldırarak Somali sınırlarına yakın bölgedeki iletişim hizmetlerinin aksamasına sebep oldu. Aynı yılın başında Kenya, başkent Nairobi’deki lüks bir otele yönelik terör saldırısına sahne oldu. Bu saldırının sonucunda 15 kişi ölürken birçok kişi de ağır olarak yaralandı.
Haziran 2017’de Bendancu kasabasında 3 polis memuru öldürülürken, Ocak 2018’de ülkenin kuzeydoğusundaki Mandera eyaletinde de 5 kişi öldürüldü. Somalili Gençler örgütünün en bilindik operasyonu, 2013 yılında gerçekleşen ve yaklaşık 67 kişinin ölümüne, yaklaşık 200 kişinin de silahlı bir saldırıda yaralanmasına yol açan West Gate alışveriş merkezine yönelik eylemdir.


Afrika’da, kimliği tamamen belirsiz kişilerin uyguladığı terör eylemlerine işaret eden ‘Yalnız Kurtlar’ olgusu yayılıyor (AFP)

DEAŞ’ın eylemleri, 2016 yılında başladı. Terörist örgüt, Eylül 2016’da Nairobi’deki ABD Büyükelçiliğini hedef alarak bir polis memurunun ölümüne sebebiyet verdi. DEAŞ, Kenya’da bir saldırının da sorumluluğunu üstlendi. Söz konusu saldırı, Mombasa’da bir polis merkezine sızarak binayı yakmaya çalıştıktan sonra kurşunla öldürülen üç kadın tarafından gerçekleştirildi.
Kenya’daki terörist eylemlerin artması karşısında Somali de müdahaleci politikalar benimsedi. Bu doğrultuda Amisum güçlerine katılarak Gençler Hareketi’nin Somali’nin güneyine uzanmasına karşı koyabilmek ve onu Kenya sınırlarından uzak tutabilmek için Somali’nin güneyindeki Cubaland eyaletini destekledi.
Kongo ve Uganda arasındaki terör
DEAŞ, Nisan 2019’da Kongo’nun doğusundaki iki köyde meydana gelen iki terör eyleminden sorumluluğunu üstlendi. DEAŞ’ın, Uganda’da kurulan ve Başkan Tshisekedi’ye göre Kongo’da da faaliyet yürüten yerel bir örgütle olan ilişkisi konusunda şüpheler var. Söz konusu örgüt, 1995 yılında Uganda hükümetini devirmek amacıyla kurulan ancak gündemini, toplumları tekfir ettikten sonra İslam’ı muzaffer kılmak ve şeriatı uygulamak şeklinde değiştiren İslamcı Müttefik Demokratik Güçler örgütüdür.
İslamcı Güçler örgütünün kurucusu, Katolik mezhebinden çıkıp İslam’a giren Ugandalı Cemil Mokolu’dur. David Stephan adıyla hayata başlayan Mokolu’nun Hıristiyan olduğu zamanlarda İslam’a karşı oldukça eleştirel olduğu, İslam dinini benimsediğinde de çok hızlı bir şekilde radikal bir İslamcıya dönüştüğü biliniyor. Tebliğ ve Hicret Cemaati’nden talimat almasının ardından yakın zamanda adamları Müslüman savaşçılara katıldı. Bunlar, Uganda’dan çıkmaya mecbur oldular. Bununla birlikte görünüşe bakılırsa üyelik, Doğu Afrika bölgesinden gelen askerleri içine alacak şekilde değişti.
Mokolu’nun Hartum’da bir süre kaldığı, orada el-Kaide’nin eski lideri Usame Bin Ladin ve Sudan’a sığınan başka savaşçı İslamcı örgütlerin liderleri ile buluştuğu düşünülüyor.
Afrikalı DEAŞ’lılar nasıl çalışıyor?
Küresel ve yerel politikalar, terörle yüzleşmede katkı sahibi oldu. Aynı şekilde bu politikaların elde ettiği göreceli başarılar, teröristlerin çalışma yöntemlerinin, neredeyse örgütsel bağlara sahip olmayan, sınır ötesi ve güç ve yetenek bakımından çeşitlenmesine de katkı sağladı. Bu değişim, Ortadoğu’daki Doğulu terörist liderlerin pay sahibi olduğu birkaç kuramsal referansa dayanıyor. Abdullah Şeybani’nin Temmuz 2018’de çıkan kitabı buna örnek gösterilebilir. Şeybani bu kitapta tek bir kişiye dayalı bireysel operasyonlar uygulama çağrısı yapıyor. Bu durum, ‘Yalnız Kurtlar’ olgusu ile de kendisini gösteriyor. Bu olguda operasyonlar, selefi-cihatçı veya başka cemaatlere mensup örgütsel ya da propagandacı eylemlerde sabıkası olmayan, kimliği tamamen belirsiz kişiler tarafından yürütülüyor. Tunus Hanımefendisi operasyonu, 2019 yılında bu modelin uygulanmasına bir örneklik teşkil etti.
Ebu Musab es-Suri ise örgütsel yapıların değil, düşünsel bağlar birliğinin dayanılan temel olduğunu savundu. Bunun sonucunda ‘nano hücreler’, yani üyeleri 3 kişiyi aşmayan gruplar ortaya çıktı. Bu durum, hücrelerin güvenlik güçleri tarafından takip edilmesini zorlaştırıyor. Boko Haram örgütünün Nijerya’daki etkinliği kısmen bununla açıklanabilir. Mağrip’in (Fas) sadece 2015-19 yılları arasındaki 4 yıllık zaman diliminde 63 DEAŞ’lı hücreye dağılımı da bununla ilişkilidir. Bu hücrelerin son örneği geçtiğimiz temmuz ayı sonunda Tanca şehrinde görüldü.
Aile terörizmi modeli de özellikle Afrika’da şu an alışıldık olan bir biçimdir. Bu modelde operasyonu tek bir ailenin üyeleri gerçekleştirir. Bu, özellikle aşırılıkçı fetvaların çoğalması ile birlikte güvenlik kovuşturmalarını faydasız kılıyor.
Terör örgütlerinin çalışma yöntemlerinin sonuncusu, ‘hilafetin aslan yavrusu’ çocuklarının seferber edilmeleridir. Çocukları bu şekilde adlandıran Nijerya’daki Boko Haram örgütü, yoksulluk içinde yaşayan, hem zihinsel hem de bedensel olarak savaş düşünceleri ile büyüyen çocukları yaygın olarak kullanıyor.
Bu bağlamda UNICEF, çocukların bu alanda kullanımının 2010 yılında 3 kattan daha fazla arttığını, örgütün ordu karargâhlarına ve Nijerya köylerine terörist saldırıları yapmak için 135’i aşkın çocuğu kullandığını belirtti. Boko Haram, bombalar ve patlayıcı kemerler ile intihar eylemlerine zorlamak üzere Hıristiyan ailelerin çocuklarını da kaçırıyor.
UNICEF’in raporuna göre şu an Somalili Gençler Hareketi ile DEAŞ, her ay en az 200 çocuğu bu iş için kullanıyor.
Terörist örgütlerin haritaları, özellikle Doğu Afrika’daki Afrikalı komşuları ile etkileşime giren Arap çıkarlarını esaslı bir şekilde etkilemeye başladı. Bu noktada bölgesel istikrarı hiç olmadığı kadar tehdit eden terörle yüzleşmek için Afrikalı kardeşlerle işbirliği yapmak ve düşünce alanları açmak için kafa yormak gerekiyor.



Eski bir Suudi diplomat ABD Başkanı'na açık bir mektup gönderdi

Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
TT

Eski bir Suudi diplomat ABD Başkanı'na açık bir mektup gönderdi

Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)

Ziyad el-Fifi
‘Bir Suudi vatandaşından açık mektup’ adını vermiş olsa da Ali Avad Asiri’nin yazdığı büyükelçilerin el ele vermek için kullandığı diplomatik bir mektuptu. Ancak o, bunu tüm dünyanın huzurunda ABD Başkanı Joe Biden’a okumayı tercih etti.
ABD menşeili ‘The National Interest’ dergisi, daha önce Riyad'ın İslamabad ve Beyrut büyükelçisi olarak görev yapan Suudi bir diplomat tarafından yazılmış bir makale yayınladı. Suudi yazar bu makalede, ABD Başkanı’na hitap ederek iki ülke arasındaki ilişkilerin, önceki iki başkan dönemine, geçmişe ve geleceğe değindi.
Asiri, makalesini Beyaz Saray hükümdarı ile karşılık oturup konuşuyor gibi kaleme aldı. Bu vesile ile iki ülke arasındaki tarihsel ilişkinin kaybolan ve tarihin kenarında üzücü bir olay haline gelen ve ‘trajik bir kaza’ olarak nitelendirdiği ‘dengesizlik’ sonrasında başladığı yeni bir noktayı ortaya çıkarmaya çalışıyor. Emekli Suudi diplomat, Biden'in ülkesinin, Riyad ile ilişkilerini yeniden değerlendirmek için başlangıç ​​noktası olarak seçtiği noktayı, ilişkinin yeni bir aşamasına geçmek için bir fırsat olarak görüyor.

Washington'un güvenilirliğini aşındırması
Eski Suudi yetkilinin Beyaz Saray’ın Efendisiyle iletişim kurmak için neden bu yolu seçtiği bilinmiyor. Bununla birlikte, yaklaşık yarım yüzyıla yayılan siyasi tecrübesiyle yetmişlerindeki bu adama hitap eden mektubunun başında, bölge ve sorunlu karmaşıklığıyla kendi istediği gibi değil de olduğu gibi ilgilenmesini talep etti.
Asiri, “Obama yönetiminde Başkan Yardımcısı olarak Irak'taki mezhepsel çekişmenin etkisiz hale getirilmesine yardımcı oldunuz. Arap Baharı’nın ardından, temkinli sesiniz, liberal demokrasi gündeminin destekçilerini Ortadoğu krizinin sosyal ve ekonomik yapısını ilk etapta dikkate almaya ikna etti. Ancak Ne yazık ki, o zamandan beri, Obama ve Trump yönetimlerinin siyasi çelişkiler ve kararlılık eksikliği, ABD'nin Arap devletleri için güvenilir bir ortak olarak itibarını büyük ölçüde aşındırdı” ifadelerini kullandı. Önceki iki yönetimin neden olduğu kafa karışıklığını gidermek için farklı bir yaklaşım benimsemesini istedi.

‘Sözde müttefikin’ acısı
Ali Asiri, mektubunda, doğrudan söylemese de Biden'ın Barack Obama'nın daha modern bir versiyonu olduğu görüşüne değinmeyi de göz ardı etmedi. O dönemde kartları karıştıran kişinin Obama’nın gölgesi ve yardımcısı olan Biden olduğuna işaret etti.
Asiri, ülkesinin eski Demokrat Başkan tarafından yapılan ve ‘sözde müttefiklik’ olarak nitelendirdiği şey ve Araplar ile İran arasındaki sorunu çözmek için ‘bölgeyi Tahran ile paylaşmayı önererek’ yaptığı ‘haksız planın’ acısını hala hissettiğine değindi. Ayrıca Washington nezdinde İran’ın hala terörizm sponsoru olduğuna dikkat çekti.


Obama yönetiminin İran ile yaptığı anlaşma Körfez ülkelerini alarma geçirdi (Reuters)

44’üncü Başkan’ın ülkesi ile bölgedeki geleneksel müttefikleri arasında başlattığı krizin tetikleyicisi olan nükleer anlaşmaya atıfta bulunmadan Obama döneminden ve Körfez'den söz etmek mümkün değil. Mektupta, İran'la ortak eylem planı, ‘İran devrimci rejiminin Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan'daki militan vekillerini desteklemek için bir örtü olarak kullandığı kusurlu anlaşma’ olarak nitelendirildi.
Bunun yanısıra Suudi diplomata göre ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan dönemin olumsuz yansımaları, ‘Mısır'daki Müslüman Kardeşler gibi aşırılık yanlısı güçlere güzelleme yapma ve Suriye'deki çatışma kurbanlarını baskıcı bir rejimin gazabıyla karşı karşıya bırakma’ hatasının sonucuydu ve bu ülkeler hala o dönemin zorluklarıyla karşı karşıya.

Trump'la olan ilişki bir ‘takastı’
Görünüşe göre eski Başkan Donald Trump ile selefinin dönemine kıyasla tüm sıcaklığıyla ilişki Suudiler için pek tatmin edici değildi.
Ali Asiri, Trump'ın Suudi Arabistan ile Amerika arasındaki stratejik ilişkiyi, askeri ve diplomatik düzeyde iki ülke arasındaki ilişkilerdeki iyileşmeyi kabul etmesine rağmen, bir ‘takas ilişkisine’ dönüştürdüğünü vurguladı.


Saudi Aramco tesislerin 2019 yılında hedef alındığı saldırıdan bir kare (Reuters)

Ayrıca, Eylül 2019'da iki Aramco tesisine düzenlenen saldırının, İkinci Dünya Savaşı sırasında Pasifik'teki ABD filosunu etkileyen ‘Pearl Harbor’ saldırısına benzer olduğunu belirtti. ABD’nin bunun ardından bir savaş başlattığına işaret eden Asiri, ancak ABD’nin iki yıl önceki tepkisinin ‘sembolik’ olduğunu söyledi. Bunun üzerine bir de Riyad’ın bedeli ödemesini talep ettiğini ifade etti.
Yazı, Washington ile Riyad arasındaki son dört yıldaki ilişkiyle ilgili olarak, ülkesi ile önceki ABD yönetimi arasındaki ilişki olarak nitelendirilmesinin yanlış bir tanım olduğu ifadesiyle sona eriyor.

Veliaht Prens’in eleştirilmesi
Suudi diplomatın mektubu, Körfez devletindeki yeni politikanın ne yapmaya çalıştığına dair daha net bir yaklaşım sunuyor. Yazıda Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman liderliğindeki Suudi yönetiminin yaklaşımının, ‘ideolojik mülahazaları ülkenin uluslararası davranışını ve iç politikasını tanımlayan kalkınmacılarla değiştirmeye’ çalışmak olduğuna işaret edildi.
Asiri, Suudi Veliaht Prensine karşı yürütülen kampanyanın eski Beyaz Saray Baş Danışmanı Jared Kushner ile kişisel ilişkisinin bir sonucu olduğunu ima etti.


Suudi Veliaht Prensi ve Jared Kushner arasındaki ilişkinin güçlü ve derin olduğu biliniyor (SPA)
Suudi diplomat bu konuyla ilgili şu ifadeleri kullandı: “İç Amerikan siyasetindeki mevcut bölünmeleri anlıyoruz, ancak görünen o ki, uluslararası ilişkiler ve Suudi liderliği, Capitol Binası içindeki partizan çıkar savaşında, özellikle de insan hakları gruplarıyla ittifak halindeki Demokratların çıkarları için hedef haline geldi. Söz konusu gruplar, Washington'daki siyasi bloklar için rızaya dayalı bir figür olmayan Kushner ile olan ilişkisi nedeniyle Suudi iktidar düzenindeki ikinci isim olan Veliaht Prensi hedef almak için hiçbir çabadan kaçınmıyor.”
 Suudi diplomat, bunun iki ülkenin uzun süredir devam eden ilişkilerine eğer kontrol altına alınmazsa büyük zarar vereceği konusunda uyararak şu ifadelere yer verdi: “Tüm bunlar, genellikle yerel siyaseti veya liderlik seçeneklerini aşan ve uzun süredir devam eden ilişkimize büyük zarar veriyor. Zamanla üstesinden gelinmezse, aynı güçler daha büyük zararlara neden olacaklar.”