Lavrov, Şarku'l Avsat'a konuştu: Çözüme yönelik ilerleme, Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşüne işaret ediyor

Sergey Lavrov (Şarku’l Avsat)
Sergey Lavrov (Şarku’l Avsat)
TT

Lavrov, Şarku'l Avsat'a konuştu: Çözüme yönelik ilerleme, Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşüne işaret ediyor

Sergey Lavrov (Şarku’l Avsat)
Sergey Lavrov (Şarku’l Avsat)

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, ‘Soçi’deki Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’den çıkan karara dayanarak’ geçtiğimiz yılın başlarında çalışmalarına başlanan Suriye Anayasa Komisyonu’nun kurulmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Suriye’deki siyasi süreçle ilgili ilerlemenin, Suriye’nin Arap Birliği'ne (AL) geri dönüşüne ilişkin uzun süredir gündemde olan dosyada ilerleme kaydedilmesini sağlayacağına işaret ettiğini belirten Lavrov, AL ülkelerinin çoğunun bölgede söz sahibi olan Suudi Arabistan’ın bu konudaki tutumunu izleyeceğini ifade etti.
Lavrov, Suriye'ye yapılan Rus müdahalesinin ‘rejimi koruma’ maksatlı olup olmadığına ilişkin bir soruyu şöyle cevapladı;
“Rejimi koruma fikriyle ilgili olarak, şunlara dikkat çekmeliyim; dış politikalarımız hiçbir zaman olayları şahıslara bağlamaya yönelik olmadı. Ne belirli kişilere bağlıyız ne de başkasına karşıyız. Moskova, yalnızca Suriyeli yetkililerin talebine cevap vererek, terörle mücadelede onlara yardım etti” şeklinde yanıtladı.
‘Putin, Suudi Arabistan’ı ziyaret edecek’
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suudi Arabistan’a yapacağı ziyareti ilk kez Şarku’l Avsat’a değerlendiren Lavrov, Moskova ve Riyad arasındaki ilişkilerin ikili çıkarlardaki dostluk, eşitlik, karşılıklı saygı ve her iki tarafın çıkarlarının dikkate alınması ilkelerine dayandığını ve bu yaklaşımın Rusya Devlet Başkanı Putin ve Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz tarafından bizzat kurulduğunu söyledi.
Sürekli temasta kalarak, ilişkilerin temel özelliklerinin oluşturulduğunu ve kararlaştırılmış öncelikli projelerin uygulanmasının takip edildiğini belirten Lavrov, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın bu çabaya büyük bir katkı sağladığının altını çizdi. Putin’in Suudi Arabistan’a yapacağı ziyaretin özel bir önem taşıdığına dikkati çeken Lavrov, “En üst düzeyde yapılacak olan bu görüşmenin, çok yönlü ortaklığımıza destek sağlayacağına, yeni bir seviyeye taşıyacağına ve iki halk arasındaki karşılıklı anlayışı destekleyeceğine eminim” diye konuştu.
İran’ın Suriye’deki varlığı
Diğer yandan İran’ın Suriye’deki varlığına ilişkin bir soruya ise Lavrov, şu şekilde cevap verdi;

“Suriye topraklarındaki dış aktörlerin varlıklarının meşru olabilmesi için bu varlığın, ülkedeki meşru makamların çağrısına veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararına dayanması gerekir. İran, Suriye’de DEAŞ’ın ana unsurlarının yenilgiye uğratılmasının ardından görevi sona eren ABD’nin aksine Şam’ın isteği üzerine Suriye’de bulunuyor. ABD’nin Suriye topraklarındaki varlığını sürdürme amacı ile ilgili soru işaretleri mevcut.  Washington’ın BMGK’nın 2254 sayılı kararını doğrudan ihlal ederek, Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmasını engellediği yönünde güçlü bir his var” yanıtını verdi. Lavrov, ayrıca ABD’nin Başkan Donald Trump’ın Aralık 2018’de verdiği, Amerikan birliklerinin Suriye’den çekilmesi sözünün yerine getirilmesini umduğunu ifade etti.
İsrail’in Suriye’deki bombardımanları
İsrail’in Suriye’deki ‘İran hedeflerine’ yönelik bombardımanlarına ilişkin bir soruyu ise Lavrov, “Durumu daha da dengesizleştirecek, gerginliğin artmasına ve hatta kontrolden çıkmasına neden olabilecek bu tür eylemlere karşı olumsuz bir tutum sergilemekten asla kaçınmadık. Suriye, bir takım planların uygulandığı veya bazı hesapların görüldüğü bir platforma dönüşmemeli. Tüm sorumlu güçlerin temel görevi, Suriye topraklarında barışı yeniden sağlamaya yardımcı olmak olmalı” diye yanıtladı.
Yeni ‘çok kutuplu’ dünya düzenine, ABD ve Batı politikalarına, Washington ile Moskova arasındaki ilişkilere ve Arap dünyası ile Körfez’de yaşanan gelişmelere değinen Lavrov, Rusya’nın Körfez bölgesi için kolektif güvenlik konsepti teklifiyle ilgili olarak, “Teklifin güncellenmiş hali, geçtiğimiz Temmuz ayında Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından resmi olarak sunuldu. Bu girişim, olumlu ve birleştirici bir bölgesel gündem taşıyor. Bununla birlikte zorlukları ve riskleri ele almak için ortak eylem mekanizmaları oluşturuyor. Öte yandan tüm tarafların görüşlerinin dikkate alındığı kademeli bir süreç başlatılması amaçlanıyor. Bu anlamda girişimimiz, ‘bizimle ve bize karşı olanlar arasında yeni ayrım sınırları oluşturulması’ ilkesine dayanıyor” diyerek cevapladı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov röportajının tam metni;
-Birçok kişi bugün güç dengesinin Sovyetler Birliği sonrası döneme göre değiştiğinden ve yeni bir uluslararası düzenin ortaya çıktığından bahsediyor. Buna katılıyor musunuz?

İki kutuplu çatışmanın yaşandığı 1991 yılı bir milat oldu. Bu, uluslararası toplumun tüm taraflarının çıkarlarını istisnasız karşılayacak şekilde adil, istikrarlı ve işbirliğine dayalı uluslararası bir düzen oluşturmak için gerçek bir fırsattı.
Ne yazık ki, ‘köklü’ Batı ülkeleri bu fırsatı görmezden geldi. Washington ve Batılı bazı başkentler, bunun ‘tarihin sonu’ olduğu konusunda ısrar ederek ve kendisini ‘Soğuk Savaş’ın muzafferi’ olarak niteleyerek, uluslararası ilişkilerde baskın olduklarını ileri sürdüler. ABD ve Batılı müttefikleri, askeri güçlerinin yanı sıra yaptırımlar, haraç kesme, baskı yapma ve gerçekleri çarpıtma gibi politikalarını bu hedeflere ulaşmak için bir araç olarak kullandılar.
Uluslararası hukuku ihlal eden askeri müdahaleler ve savaşlar, tüm bölgeleri istikrarsızlaştırdı. Bu politikaların neden olduğu büyük başarısızlığa ve hasara rağmen ne yazık ki, ‘Batı liderliğindeki bir dünya sistemi’ fikri hala Atlantik’in her iki tarafındaki bazı seçkinlerin kafasında hâkim olmaya devam ediyor.
Fakat tarihin akışını durdurmak mümkün değil. Yeni yüzyılın başından bu yana dünyanın jeopolitik manzarası radikal değişimlere uğradı. Bunun başlıca nedeni, küresel yönetim süreçlerinde başarılı ve etkili bir şekilde yer alan ve bölgelerinde güvenlik ve istikrarı destekleme konusunda sorumluluk üstlenen yeni küresel kutupların ortaya çıkması ve güçlenmesiydi. Örneğin son 30 yılda, dünyanın ekonomisi en büyük yedi ülkesinin (G7) küresel satın alma gücü payı, standartlara göre yüzde 46'dan yüzde 30'a geriledi. Buna karşın, pazarı gelişmekte olan ülkelerin ağırlığı, sürekli olarak artırıyor. Bu bir tesadüf değil. Artık günümüz dünyasındaki önemli konular özellikle dünyanın en zengin 20 ülkesini içinde barındıran G20 zirvesinde gündeme geliyor. Bu da G20’nin 21. yüzyılın gerçek ihtiyaçlarının en güvenilir ve temsili mekanizması olarak konumunu pekiştiriyor.
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) Örgütü gibi yeni model çok taraflı grupların statüsü ve etkisi de her geçen gün artıyor.
- Çok kutuplu sistem nedir?
Uluslararası sistemin çok kutuplu yapısı, çağdaş dünyanın kültür-medeniyet çeşitliliğini nesnel olarak yansıtıyor. Ayrıca halkların, bağımsız yollardan gelişimlerinin ve mekanizmalarını bağımsız ve geleneksel olarak seçme özlemlerini karşılıyor. Böylece uluslararası sistemin çok kutuplu yapısının gelişimi, daha temsili ve dolayısıyla daha adil hale geliyor. Ancak burada tüm ülkelerin daha istikrarlı, sağlam ve daha rahat olması önemli.
Bu bakımdan diplomasinin rolü hafife alınmamalı.  Sadece uluslararası hukuka BM ilkelerine ve karşılıklı saygıya dayalı diyaloglarla terör, yasadışı silah ticareti, uyuşturucu, düzensiz göç ve iklim değişikliği sorunları gibi küresel düzeydeki birçok sorunun üstesinden gelebilir ve mezhepçi, dini ve ırkçı çatışmaların yayılmasını önleyebiliriz.
BMGK’nın daimi üyelerinden biri olan Rusya, dünyadaki güvenlik ve istikrarın ana garantörlerinden biridir. Bu yüzden söz konusu eğilimlere yönelik her türlü çabayı desteklemeye çalışacaktır.
- Bazıları Rusya’yı Batı’yı ciddi şekilde zayıflatmanın yanı sıra Türkiye ve Ukrayna üzerinden Avrupa’ya nüfuz etmeye çalışmakla suçluyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Rusya’yı hedef alan büyük medya savaşı çerçevesinde Avrupa Birliği’ni (AB) bölme girişimlerinde bulunmak veya örneğin ‘Avrupa-Atlantik entegrasyonu’ olarak adlandırılan yapıyı zayıflamaya yönelik birçok ‘günahı’ işlemekle suçlanıyoruz.
Bu durum gerçekleri yansıtmıyor. Biz böyle düşünmüyoruz. Ortaklarımızın bileğini bükmek, ilkelerimiz arasında yer almıyor. Biz onlara ‘ya bizimlesiniz ya da karşımızda’ şeklinde bir seçim sunuyoruz. İç işlerine müdahale etme girişimlerinden söz etmiyorum bile. İşte tam da burada bu gibi uygulamaları neredeyse normal davranışlar olarak gören Washington ve bazı Avrupa başkentleri ile aramızdaki temel fark ortaya çıkıyor.
Irak’ın işgali, ‘Arap Baharı’ olaylarına yönelik dış müdahale ya da iki kardeş halk arasındaki anlaşmazlığı ve Rusya sınırında bir gerginliği artırmayı hedefleyen Ukrayna’da 2014 yılında yaşanan askeri darbeyi hatırlattığımızda, daha fazla örnek vermeye gerek yok. Bugün, Venezuela’nın egemenliğinin nasıl istikrarsızlaştırılmaya çalışıldığını görüyoruz.
Bu yüzden bize bir takım suçlamalarda bulunanlar ‘jeopolitik oyunlar’ oynamayı ve bölgeleri etki alanlarına bölmeyi bırakmalı, BM ilkelerinde belirtilen hükümetler arası etkileşim mekanizmaları ve kurallarına uymaya başlamalılar. Rusya, istisnasız tüm ülkeler ve federal yapılarla tüm tarafların çıkarlarına dayalı adil ve eşit işbirliğine açıktır ve öyle de kalacaktır.
Biz tüm ortaklarımıza önem veriyoruz. Bu, yakın ticari ve ekonomik ilişkilerimizin olduğu komşumuz AB için de geçerli.
- Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suudi Arabistan ziyaretinden beklentileriniz nelerdir?  Terörle mücadelede işbirliği, Yemen ve Suriye'deki krizin çözümü ve Filistin-İsrail anlaşmazlığı açısından Rusya-Suudi Arabistan ilişkilerini nasıl görüyorsunuz?
Rusya-Suudi Arabistan ilişkileri ikili çıkarlardaki dostluk, eşitlik, karşılıklı saygı ve her iki tarafın çıkarlarının dikkate alınması ilkelerine dayanıyor. Bu yaklaşım, Rusya Devlet Başkanı Putin ve Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz tarafından bizzat kuruldu. Sürekli temasta kalarak, ilişkilerin temel özellikleri geliştirilirken, bunu daha önce kararlaştırılmış öncelikli projelerin uygulanması takip ediyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman da bu çabalara büyük katkılar sağlıyor.
İki ülke de işbirliğini daha da genişletirken, aralarında aktif siyasi görüşmeleri ve geniş çaplı heyet ziyaretleri gerçekleşiyor. Hükümetlerarası ticaret ve ekonomik işbirliği ile bilimsel ve teknik işbirliği komisyonları başarılı çalışmalar yürütüyor. İki ülkenin iş dünyası ve finans toplulukları arasında da Rusya-Suudi Arabistan İş Konseyi düzeyinde doğrudan temaslar geliştiriliyor.
Yatırımlar açısından ilişkilerin gelişimine dikkat çekmekte fayda var. Bununla birlikte hükümetlerarası yatırım fonları çerçevesinde yaklaşık 10 milyar dolarlık potansiyel projelere yönelik anlaşmalar yapma çalışmaları devam ediyor.
Bununla birlikte sanayi, enerji, tarım, altyapı, ulaştırma, doğal kaynaklar ve ileri teknolojiler gibi alanlar da işbirliği için umut vaat ediyor. Ayrıca dünya petrol piyasalarının dengesini sağlamak üzere yakın koordinasyon oluşturmak için ortak bir çalışmamız var.
Öte yandan Suudi dostlarımıza hac mevsimlerinde kutsal yerleri ziyaret eden Rus hacılarına gösterdikleri geleneksel ve meşhur misafirperverlikleri için teşekkür ediyoruz.
Moskova ve Riyad, bugün uluslararası gündemde yer alan çeşitli hayati konularda ortak bir pozisyon sergiliyor. Birlikte, Suriye ve Yemen dahil olmak üzere Ortadoğu’daki krizlere diplomatik ve politik mekanizmalar yoluyla çözümler arıyoruz.
Burada Suudi Arabistan'ın Filistin sorununun iki devletli çözüm ilkesine dayalı çabalar çerçevesindeki rolüne özellikle dikkat çekmek istiyorum. Merhum Kral Abdullah bin Abdulaziz’in 2002 yılında uluslararası olarak tanınmış en önemli bildirilerden biri olan Arap Barış Girişimi'nin başlatıcılarından olduğunu hatırlıyorum.
Rusya ve Suudi Arabistan, terörle mücadelenin devam etmesini şiddetle destekliyor. Radikalizm düşüncesinin verdiği zararın kapsamına ilişkin aynı tutumu sergiliyoruz. Ülkelerimiz, bu tehlikenin farkında ve bunu doğrudan tecrübe etmek zorunda kalıyorlar. Bu yüzden tutumlarımız aynı. Çünkü radikalizm yanlıları ‘ya bizimlesin ya da bize karşı’ şeklinde bir ayrıma gidemez veya bunu amaçlarına ulaşmak için kullanamazlar.
- Devlet Başkanı Putin'in Suudi Arabistan ziyaretinden beklentileriniz nelerdir?
Devlet Başkanı Putin’in Suudi Arabistan’a yakında yapacağı ziyarete özel bir önem veriliyor. En üst düzeyde yapılacak olan bu görüşmenin, çok yönlü ortaklığımıza destek sağlayacağına, yeni bir seviyeye taşıyacağına ve iki halk arasındaki karşılıklı anlayışı destekleyeceğine eminim.
- Rusya’nın Körfez bölgesi için kolektif güvenlik konsepti teklifine ne gibi tepkiler geldi? Burada ABD’nin önerileri ve planlarına yönelik bir rekabet var mı? Bazıları, ABD’nin İran’a yaptırım uygulamasının bölgede silahlı çatışmalara yol açabileceğini söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Körfez bölgesindeki gelişmeler tehlikeli seviyelere ulaştı. Bölgede saatli bombaya benzeyen atmosfer, temelde Washington'ın BMGK’nın 2231 sayılı kararı uyarınca kabul edilen Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) içerisindeki yükümlülüklerini reddetmekle kalmayıp,  gerginliğin artmasına neden olan kışkırtıcı eylemler gerçekleştirdiği sorumsuz politikalarının bir sonucudur. Nihayetinde de büyük bir askeri çatışma tehlikesi ortaya çıktı. Bu tehlikeli senaryo, bizi ciddi şekilde endişelendiriyor. Bölgenin yıkıcı bir askeri çatışmaya girmesine izin verilmesinin sadece Körfez ülkeleri için değil tüm dünya için yıkıcı etkileri olabilir.
Rusya’nın Körfez bölgesine yönelik kolektif güvenlik konsepti teklifinin güncellenmiş hali, geçtiğimiz Temmuz ayında Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından resmi olarak sunuldu. Girişim olumlu ve birleştirici bir bölgesel gündem taşıyor. Bununla birlikte zorlukları ve riskleri ele almak için ortak eylem mekanizmaları oluşturuyor. Öte yandan tüm tarafların görüşlerinin dikkate alındığı kademeli bir süreç başlatılması amaçlanıyor. Bu anlamda girişimimiz, ‘bizimle ve bize karşı olanlar arasında yeni ayrım çizgileri oluşturulması’ ilkesine dayanıyor.
Fikirlerimizi detaylandıracak nitel çalışmaları ilerletmek için 18-19 Eylül tarihlerinde Moskova’da bulunan Rusya Bilimler Akademisi Doğu Bilimi Enstitüsü’nde uzmanlar düzeyinde bir konferans düzenledik. Rusya, İran, Arap ülkeleri, Çin, Fransa, Hindistan ve İngiltere'den yaklaşık 30 uzmanın katılımıyla gerçekleşen konferansın ilerleyen dönemde daha fazla katılımcıyla yenilerinin yapılmasını umuyoruz.
- Suriye ile ilgili neler söyleyeceksiniz? Siyasi bir çözüme yönelik umutları nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye için yeni bir anayasa oluşturulmasını mı yoksa 2012 tarihli Suriye Anayasa’nın sürdürülmesini mi destekliyorsunuz?
Rusya, kesin bir şekilde Suriye halkının çeşitli kesimleri arasındaki anlaşmazlığın kapsamlı bir diyalog yoluyla diplomatik bir siyasi çözüme ulaşmasını destekliyor.
Terörist yapılara yönelik operasyonların ardından şimdi siyasi süreci hızlandırmaya yönelik adımlar atılmaya başlandı. Son zamanlarda, Soçi’deki Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nden çıkan karara dayanarak, Anayasa Komisyonu oluşturma sürecinin tamamlanmasıyla bu yönde önemli bir adım atılmış oldu. Astana Süreci garantör ülkelerinden biri olarak Rusya, Suriye hükümeti ve muhaliflerle yapılan aktif temaslar da dahil olmak üzere bu sonuca ulaşmak için çok çalıştı.
Cenevre’de başlatılan Anayasa Komisyonu çalışmaları, Suriye’deki siyasi sürecin tüm evrelerine destek sağlayacaktır. Önemli olan, Suriyelilerin müdahale veya dış baskı olmadan, ülkelerinin geleceğini belirlemeleridir. BMGK’nın 2254 sayılı kararına dayanan bu anayasa çalışması ‘Astana Üçlüsü’ tarafından desteklenecektir.
Öte yandan siyasi süreçteki ilerleme, uzun süredir gündemde olan Suriye’nin AL’ye geri dönmesinin gerektiğine dair dosyaya işaret ediyor. Bu konuda AL ülkelerinin çoğu, bölgede söz sahibi olan Suudi Arabistan’ın bu konudaki tutumunu izleyecektir.
- Müdahalesi sonrası Suriye rejimini içinde bulunduğu zor durumdan kurtaran Rusya’nın siyasi çözüme yönelik baskısı olacak mı?
Rejimi koruma fikriyle ilgili olarak şunlara dikkat çekmeliyim; dış politikalarımız hiçbir zaman olayları şahıslara bağlamaya yönelik olmadı. Ne belirli kişilere bağlıyız ne de başkasına karşıyız.
Moskova, yalnızca Suriyeli yetkililerin talebine cevap vererek, terörle mücadelede onlara yardım etti. Bilindiği üzere Suriye’de terörist yapıların yanı sıra gelecekte terör saldırıları gerçekleştirmek ve yıkıcı faaliyetlerde bulunmak üzere ülkemize geri dönebilecek Rus ve federasyonun özerk bölgelerinden binlerce savaşçı bulunuyor.
Başka bir deyişle bu durum, geleceğe ilişkin öngörülerin ufkunu açmak ve bununla birlikte Ortadoğu'nun büyük bir bölümünde hilafet devleti benzeri bir yapı oluşturmayı amaçlayan aşırılık yanlılarını yok etmekle ilgili. Açıkçası, böyle bir senaryonun hayata geçmesi, yalnızca Ortadoğu ve Kuzey Afrika için değil, aynı zamanda tüm dünya için bir felaket olur.
- Rusya İran’ı Suriye’den uzaklaştırabilir veya etkisini azaltabilir mi? Suriye neden Rusya ve ABD'nin birlikte çalışabildiği tek bölge?
Suriye topraklarındaki dış aktörlerin varlıklarının meşru olabilmesi için bu varlığın, ülkedeki meşru makamların çağrısına veya BMGK kararına dayanması gerekir. İran, Suriye’de DEAŞ’ın ana unsurlarının yenilgiye uğratılmasının ardından görevi sona eren ABD’nin aksine Şam’ın isteği üzerine Suriye’de bulunuyor. ABD’nin Suriye topraklarındaki varlığını sürdürme amacı ile ilgili soru işaretleri mevcut. Burada özellikle 7 Nisan 2017 ve 14 Nisan 2018 tarihlerinde gerçekleşen saldırıları hatırlatmak istiyorum.
ABD’nin BMGK’nın 2254 sayılı kararını doğrudan ihlal ederek, Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmasını engellediği yönünde güçlü bir his var. Ancak ABD Başkanı Donald Trump’ın Aralık 2018’de verdiği, Amerikan birliklerinin Suriye’den çekilmesi sözünün yerine getirilmesini umuyoruz.
Fakat mevcut tüm görüş ayrılıklarına rağmen Rusya ve ABD, Suriye dosyasında işbirliği yapabileceklerini göstermişlerdir. Rusya ve ABD arasında 2013’te yapılan Suriye’nin silahsızlaştırılması konusundaki anlaşma unutulmamalı. Yine ilk kez 2016 yılında Moskova ve Washington’ın aldığı ortak kararla Suriye'deki düşmanca davranışlar sona erdirildi.
Ordumuz, Suriye'de uçuş güvenliğini sağlamak, kriz durumlarında yardımlaşmak için özel bir mekanizma oluşturmak ve havacılık ekiplerinin çalışmalarıyla ilgili kuralları tanımak için iyi bir koordinasyon kurmayı başardı. Bu sayede Rus ve Amerikan ordusunun güvenliğini tehdit edebilecek olayların önüne geçildi.
- İsrail’in Suriye’deki İran askeri tesislerine ve bölgelerine yönelik bombardımanlarına devam etmesi halinde İran ile İsrail arasında büyük çatışmalar yaşanabileceğini düşünüyor musunuz?
İsrail’in Suriye topraklarında gerçekleştirdiği; durumu daha da dengesizleştirecek, gerginliğin artmasına ve hatta kontrolden çıkmasına neden olabilecek keyfi hava saldırılarıyla ilgili olumsuz bir tutum sergilemekten asla kaçınmadık. Suriye, bir takım planların uygulandığı veya bazı hesapların görüldüğü bir platforma dönüşmemeli. Tüm sorumlu güçlerin temel görevi, Suriye topraklarında barışı yeniden sağlamaya yardımcı olmak olmalı.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.