Suriye’de kimler kimlerle beraber?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Suriye’de kimler kimlerle beraber?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Türkiye bir süredir Türkiye’den başlayıp Suriye’den geçen ve Irak’ta Dicle ile birleşen Fırat nehrinin doğu yakasındaki YPG unsurlarına yönelik geniş kapsamlı askeri harekata dün başladı.
2011 yılında başlayarak bu güne kadar devam eden iç savaşta ise ülkedeki güç dengelerinin hiç olmadığı kadar çetrefilli olduğu göze çarpıyor.
Ülkede, üç sıcak çatışma alanı var. 
Üç sahada binlerce savaşçı
Türkiye açısından en öncelikli alan YPG’nin etkin olduğu kuzey bölgeleri. Diğer iki alan ise İdlib ve Türkmen Dağı olarak bilinen Lazkiye kırsalı.
Independent Türkçe'nin özel haberine göre, Menbiç’ten başlayarak Irak sınırına devam eden kuzey koridorundaki YPG varlığı, Türk güvenlik birimleri tarafından “hayati mesele” olarak nitelendiriliyor.
Dolayısıyla adına “Barış Pınarı Harekâtı” denilen bu askeri harekât bu koridoru bölme üzerine kurgulanmış durumda. 
Türkiye bu konuda tıpkı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarında olduğu gibi yerel güçlerle ortak hareket edecek.
TSK’nın operasyon partneri eski Özgür Suriye Ordusu bileşeni gruplar.
ÖSO'nun yeni adı: Suriye Milli Ordusu
Geçtiğimiz hafta Şanlıurfa’da bir araya gelen bu gruplar Suriye Geçici Hükümeti’ne bağlı Savunma Bakanlığı altında Suriye Milli Ordusu adı altında birleşti. 
Feylak’uş Şam, Hamza Tümeni, Ahrar Şarkiyye, Ceyş’ül Ahrar, Sultan Murad, Muntasır Billah, Selahaddin’in Torunları gibi gruplar TSK ile birlikte operasyona dahil olacak. Arap, Kürt ve Türkmen savaşçıların yer aldığı bu gruplar daha önce Esad rejimi, DEAŞ ve YPG’ye karşı savaştı.
İçlerinde Pentagon ile CIA’nin de içinde olduğu operasyon merkezinden silah ve mühimmat yardımı alanlar da bulunuyor.
Örneğin Sultan Murad Tugayı hem rejim hem DEAŞ hem de YPG ile savaşan ve uluslararası koalisyondan destek alan bir grup. 

SDG'nin içinde farklı gruplardan bileşen olsa da Türkiye bu grubun tamamen PKK tarafından yönetildiğini vurguluyor / Fotoğraf: AFP
Muhalif 51. Tugay ise bir dönem Pentagon tarafından desteklendi ve DEAŞ ile savaştı. Şu anda tugay içinde yer alan savaşçılar arasında hem rejim hem de YPG ile savaşanlar bulunuyor.
Bu grupların üst bir otoriteden yoksun oldukları ve başıbozuk hareket ettikleri öteden beri masada gündeme gelen “sıkıntılar” arasında görülüyordu. 
Bu nedenle “profesyonelleşme” çalışmaları hızlandı ve Suriye Geçici Hükümeti bu konuda yetkili kılındı. ÖSO bileşenlerinin oluşturduğu Suriye Milli Ordusu’nun genelkurmay başkanlığına Suriye ordusunda tuğgeneralken 2012’de rejimden ayrılan ve ÖSO’nun başına geçen Selim İdris getirildi.
Türkiye SDG'nin varlığına inanmıyor: Karşımızda YPG var
TSK ve Suriye Milli Ordusu bahsettiğimiz alanda PKK’nın Suriye’deki askeri yapılanması olan YPG’nin öncülük ettiği gruplara yönelik harekat gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Bu gruplar Suriye Demokratik Güçleri adı altında hareket ediyor.
Ülkedeki DEAŞ varlığı gerekçesiyle ABD öncülüğünde kurulan uluslararası askeri koalisyonun yürüttüğü operasyonlarda kara gücü olarak kullanılan YPG öncülüğündeki gruplar bu nedenle yüklü silah ve mühimmat yardımı aldılar.
IŞİD’e yönelik gerçekleştirilen operasyonlar gerekçesiyle yapılan silah yardımlarının Türkiye’nin tepkisini çekmesi üzerine dönemin ABD-IŞİD Özel Temsilcisi Brett McGurk’ın girişimleriyle kurulduğu bilinen SDG’nin içinde Arap, Türkmen, Ermeni ve Süryani bileşenlerin de olduğu duyurulmuştu.
Uzun süre SDG’nin sözcülüğünü yapan Türkmen Selçuklu Tugayı komutanı Talal Sülo, 2017 yılında örgütten kaçarak Türkiye’ye gelmişti. Sülo’nun komutanlığı yaptığı “Türkmen Tugayı”nın 50 kişiden oluştuğu biliniyor.
Türkiye, SDG’nin YPG dışındaki bileşenlerinin söz hakkı olmadığını ve SDG’yi tamamen YPG’nin yönlendirdiğini düşünüyor.
Rusya-YPG ilişkileri Afrin'den sonra zarar gördü
TSK’nın 2018’de gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı’na kadar YPG ile Rusya’nın da sıcak ilişkileri bulunuyordu. Rusya, ülkenin kuzey bölgelerindeki faaliyetlerini Afrin’de yoğunlaştırmıştı. TSK’nın Afrin operasyonuna Rusya’nın sessiz kalması YPG ile Rusya arasındaki ilişkilere zarar verdi.
Koalisyon güçlerinin Rakka ve Deyrizzor operasyonlarıyla bu bölgeleri de ele geçiren SDG’nin Arap karakterli bu şehirlerde sivil halkla yaşadığı sorunlar kamuoyuna yansıdı. 
Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonu “DEAŞ'la mücadeleyi baltalayan ülke” konumuna düşmemesi nedeniyle geciktirdiği yorumları da bulunuyor.
SDG’nin YPG dışında kadın güçleri YPJ, Devrimciler Ordusu, Asayiş Güçleri, Uluslararası Özgürlük Taburu gibi bileşenleri var. Yine SDG’ye dâhil askeri meclislerde de YPG’nin hâkimiyeti söz konusu.
İdlib daha karışık
Ülkedeki diğer çatışma alanı İdlib.
İdlib’de Suriye Milli Ordusu dışında Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ve El-Kaide bağlantılı farklı gruplar bulunuyor. 
HTŞ, ülkenin en önemli şehirlerinden biri olan Halep’in rejim güçlerinin eline geçmesi üzerine ılımlı ve radikal olarak nitelendirilen birçok grubun koalisyon şeklinde bir araya gelmesiyle kuruldu. Daha sonra HTŞ içinde çeşitli ayrışmalar da yaşandı. Savaşçılarından büyük kısmı eski Nusra Cephesi saflarında savaşan isimlerden oluşan HTŞ, daha önce El-Kaide’den koptuğunu açıklamış ve ismini Şam’ın Fethi Cephesi olarak değiştirmişti.

HTŞ, Halep'in rejim güçleri tarafından ele geçirilmesi sonrası birkaç farklı grup tarafından kuruldu / Fotoğraf: AP
İdlib’de Milli Ordu ve HTŞ dışında Özbek ve Türkistanlı yabancı savaşçıların dahil olduğu gruplar da bulunuyor. Huras ed Din gibi el-Kaide bağlantılı grupların dışında Ensar el Tevhid gibi daha da “radikal” olarak görülen gruplar da şehirde faaliyette. 
Yeni çatışma potansiyeli: Ilımlılarla radikaller karşı karşıya gelir mi?
Suriye silahlı muhalefetinin elinde kalan son şehir merkezi olan İdlib’de 4 milyona yakın sivil yaşıyor. Ülkedeki iç savaş boyunca çok sayıda mülteci evlerini terk ederek daha güvenli olarak gördüğü İdlib’e sığınmıştı.
Rusya ve Esad rejimi zaman zaman İdlib’e yönelik geniş kapsamlı hava saldırıları düzenliyor. Türkiye şehre yönelik askeri harekâtın hem insani bir kriz doğuracağını hem de sınırına doğru kitlesel göç hareketi başlatacağından endişe ediyor. 
Sahadaki kaynaklar yakın zaman içinde “ılımlı” muhalif grupların “radikal” gruplarla karşı karşıya geleceğinden emin.
Çünkü Anayasal geçiş sürecinin sonunda Suriye Milli Ordusu ile Suriye ordusunun birleştirilmesi gündeme gelecek. Ancak anayasaya ideolojik olarak karşı duran “radikal” grupların tasfiye edilmesi gerekecek. İç savaşın içinde bir iç savaş daha doğurması beklenen bu süreç, TSK ve ÖSO’nun Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonuna kadar buzluğa atılmış görünüyor.
Rejim yanlısı yabancı savaşçılar
Lazkiye kırsalında ise seyreltilmiş bir savaş hakim. İdlib’de konuşlu grupların desteğe gittiği bölgede muhalifler ile Rusya ve İran destekli gruplar arasında bir savaş hakim. Bu alanda Lübnan Hizbullahı, Mihraç Ural liderliğindeki Mukaveme-i Suri gibi yabancı milisler de rejim saflarında savaşıyor. 

Birçok farklı milletten rejim yanlısı milis Suriye'de savaşa dahil oldu / Fotoğraf: Reuters
Yabancı milisler sadece Lazkiye’de değil İdlib’de de operasyonlar gerçekleştiriyor.
İran Devrim Muhafızları’nın dış operasyon birimi olan Kudüs Gücü tarafından Afganistan, Irak, Lübnan gibi ülkelerden Suriye’ye getirilen yabancı milisler şu ana kadar çok sayıda çatışmaya katıldı.
Şam’da daha etkin olan bu milisler Halep’te yer yer Rus güçlerle çatışmalara da giriyor.
Tüm bu gruplar dışında Suriye devletine bağlı milisler de bulunuyor.



Süveyda için yol haritası: Suriye'nin güneyinde uzlaşıya giden zorlu yol

Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
TT

Süveyda için yol haritası: Suriye'nin güneyinde uzlaşıya giden zorlu yol

Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)

Baha el-Avam

Suriye’nin güneyindeki Süveyda ilinde yaşanan krizi sona erdirmek amacıyla Suriye, Ürdün ve ABD’nin üzerinde uzlaştığı yol haritası hem içeriden hem de dışarıdan birçok tarafça memnuniyetle karşılandı. Ancak yol haritasının Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani tarafından açıklanan versiyonu ile Ürdün Dışişleri Bakanlığı'nın sosyal medya platformlarında yayınladığı versiyonu arasındaki tutarsızlıklar, yol haritasının açıklanmasından hemen sonra soru işaretlerine neden oldu.

Süveyda Yüksek Hukuk Komitesi, yol haritasının bazı maddelerine karşı çıkarak bunu reddetti. Ancak Amman, Şam ile Süveyda arasındaki uzlaşı için ‘yol haritası’ olarak adlandırılan süreci tamamlamak amacıyla, Süveydalıların temsilcileri ile hükümet arasında müzakereleri desteklemek üzere Washington ile iş birliği yapmasını ve diyalogun iki taraf arasındaki anlaşmazlık noktalarını çözmesini umduğunu belirtti.

Yol haritasının Bakan Şeybani tarafından açıklanan resmi versiyonu, yedi maddeden oluşuyor. Yol haritasında; Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile koordineli olarak sivillere ve mülklerine saldıranların hesap vermesi, Süveyda’ya insani ve tıbbi yardımın ulaştırılmasının sağlanması, mağdurlara tazminat ödenmesi, köylerin ve kasabaların yeniden inşası, yerinden edilen kişilerin geri dönüşünün kolaylaştırılması, temel hizmetlerin yeniden sağlanması, günlük hayata dönüş için gerekli koşulların oluşturulması, İçişleri Bakanlığı'na bağlı yerel güçlerin yolları korumak ve insanların ve ticari ürünlerin akışını güvence altına almak için konuşlandırılması, kayıpların akıbetinin ortaya çıkarılması ve tüm taraflardan tüm tutukluların ve kaçırılanların iade edilmesi ve Süveyda halkının tüm taraflarının dahil olduğu bir iç uzlaşı sürecinin başlatılması öngörülüyor.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan açıklama ise Şeybani'nin duyurduğu bilgileri netleştirerek anlaşmada yer alan bazı başka noktalara da değiniyor. Bunların başında, Şam'ın BM Suriye Gerçekleri Araştırma Heyeti'ni Süveyda'yı ziyaret etmeye ve geçtiğimiz temmuz ayında Süveyda’da yaşanan olayları soruşturmaya davet etmesi geliyor. Bu soruşturma sonucunda hazırlanan rapor temelinde Suriye hükümeti, suç işleyenlerden, geçmişleri veya siyasi ve sosyal bağlantıları ne olursa olsun hesap soracak.

Yol haritası üzerine varılan uzlaşıdaki bir nokta ise Ürdün ve ABD’nin Süveyda'ya insani yardım ulaştırılmasını sağlamaya katılması oldu. Bu durum, Süveyda’daki krizin başlangıcından beri Ürdün topraklarından Suriye'nin bu iline insani yardım geçişi için koridor açılmasının mümkün olup olmadığına dair sorulan temel bir soruyu gündeme getirdi. Stratejik ilişkiler araştırmacısı Amer es-Sabaileh'e göre yol haritası Ürdün'e bu koridoru açmak için yasal gerekçe sağlıyor. Ancak bunun pratikte uygulanması için bu insani yardım koridorunu kimin koruyacağı ve Amman bu adımı atarsa Suriye tarafında kiminle muhatap olacağı gibi birkaç noktanın açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

ABD ve Ürdün'ün, ildeki hasarlı alanların ve tesislerin yeniden inşası için gerekli finansmanın sağlanmasında vereceği yardımın da netleştirilmesi gerekiyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, ülkesinin bu konuda Suriye'nin kendi kaynaklarını yatırmasına destek verdiğini söyledi. Ancak Amman, Süveyda'nın yeniden inşası için gerekli mali desteği nasıl sağlayacağı konusunda net bir açıklama yapmadı.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre Suriye hükümetinin eyaleti korumadaki güvenlik rolü, eyaletin idari sınırlarını korumak ve Şam'a bağlayan yolun güvenliğini sağlamakla sınırlı. İç güvenlik ise İçişleri Bakanlığı tarafından atanan bir kişinin liderliğinde Süveyda'nın çeşitli kesimlerinden oluşan yerel polis gücü tarafından sağlanacak. Bu adım, Ürdün ve ABD'nin himayesinde Suriye hükümeti ile Süveydalıları bir araya getiren istişareler ve toplantılar sonucunda kararlaştırılacak.

Toplantılar ve görüşmeler sonucunda sadece polis gücü kurulmakla kalmayacak, aynı zamanda yerel sakinler ile devlet kurumları arasında koordinasyon sağlanarak ildeki sivil ve idari kurumlar da yeniden faaliyete geçecek. Ancak ‘Tüm bu süreçte Süveyda adına kim müzakere edecek?’ sorusu, yanıt bekleyen en önemli soru olmaya devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Ürdün'ün başkenti Amman'dan konuşan Sabaileh, Yüksek Hukuk Komitesi üyelerinin Süveyda'da bulunmaması ve Suriye’deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri'nin temsilcilerinin toplantılara katılmamasının yol haritasının ölü doğduğunu gösterdiğini belirtiyor. Bunun nedeni, onların uzlaşı sürecinin kilit oyuncuları olmaları. Onların yokluğu krizin çözülmesini sağlamayacak, aksine krizi daha da şiddetlendirecek ve uzatacak. Suriye hükümeti onları temsil etmiyor ve Şam'da onlarla ilgilenenler Süveyda'yı temsil etmiyor ve orada hiçbir etkisi yok. Ayrıca Ürdün, sahada aktif olan bu taraf adına konuşamaz.

Süveyda Yüksek Hukuk Komitesi medya ofisi tarafından sosyal medya üzerinden yayınlanan bir açıklamada, ‘Suriye Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasının dikkatle incelendiği ve Suriye'ye ilişkin bağımsız bir uluslararası soruşturma komisyonu çağrısı ile Suriye yasaları kapsamında hesap verebilirliğin korunması ve uygulanması arasında çelişki olduğunun görüldüğü’ belirtildi. Açıklamada, yol haritasının Suriye hükümetini uzlaşı arayan tarafsız bir taraf olarak gösterdiği, fakat ‘hükümetin ve güvenlik ve askeri kurumların Suriye halkına karşı işlenen katliam ve ihlallerin doğrudan ortağı olduğu’ vurguladı.

Suriye’deki yargı organlarının siyasileştirildiğini, yürütme organına bağlı olduğunu ve adil yargılama garantisi veremediğini belirten komisyon, yerel konseyler ve ortak polis güçleri hakkında ise bunların ‘Süveyda'ya yeni bir vesayet dayatma ve toplumda meşruiyetini yitirmiş ve halkının davasına ihanet etmiş kişileri destekleyerek halk arasında ayrılık tohumları ekme girişimi’ olarak nitelendirdi.

Suriye hükümetinin Süveyda'da güvenlik komutanı olarak Selman Abdulbaki adlı bir kişiyi atama kararına atıfla Süveydalıların bu kişiyi geçtiğimiz temmuz ayında ‘kendilerine karşı suç işleyen silahlı milislerle iş birliği yapmakla’ suçladıklarını belirten Komisyon, bu kişinin Süveyda dışında yaşadığını ve resmi devlet kurumlarının bulunduğu şehir merkezine ulaşamadığını ifade etti.

Komisyon, tüm bunlar çerçevesinde Süveyda'da yaşananlarla ilgili uluslararası bir soruşturma ve uluslararası bir yargılama yapılmasında ısrarcı olduğunu vurgularken, ildeki çeşitli aktörlerin Birleşmiş Milletler (BM) ve ilgili kuruluşlar aracılığıyla tesis etmeye çalıştıkları kendi kaderini tayin hakkına olan bağlılığını yineledi.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Süveyda'da uzlaşının tek bir adımla başladığını söyledi. Barrack, Şam'da Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani ve Ürdün Dışişleri Bakanı Safadi ile Süveyda konusunda imzalanan yol haritasının sadece iyileşme için bir rota çizmekle kalmayıp, aynı zamanda gelecek nesil Suriyelilerin herkes için eşit hak ve görevlere sahip bir vatan inşa ederken izleyebilecekleri bir yol olduğunu yazdı.

Suriyeli gazeteci Louay Ghabra, Süveyda krizini sona erdirmek için hazırlanan yol haritasının etkinliği konusunda, İsrail'in bu konudaki tutumuna odaklanan başka bir soru daha gündeme getirerek, yol haritasının bir şekilde Suriye ile İsrail arasında henüz imzalanmamış bir güvenlik anlaşmasının önünü açtığını belirtti. Ürdün Dışişleri Bakanı Safadi'nin yol haritasının açıklanması sırasında İsrail'in Suriye'nin güneyine ilişkin güvenlik kaygılarının dikkate alınmasının önemine açıkça değindiğini hatırlatan Ghabra, bunun da Şam ile Tel Aviv arasındaki diyaloğun söz konusu yol haritasına ilişkin ABD, Ürdün ve Suriye arasında varılan uzlaşıya bağlı olduğu ve birinin başarısız olması durumunda diğerinin de otomatik olarak çökeceği anlamına geldiğini söyledi.

Şam'ın İsrail ile yapılacak bir güvenlik anlaşmasıyla ilgilendiğini ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın eylül ayında New York'a yapacağı ziyaret sırasında anlaşmayı sonuçlandırması için ABD'nin önemli bir baskı uyguladığını belirten Ghabra, ancak medyada yer alan haberlere göre İsrail'in şartları sert görünüyor ve bu şartları kabul etmek, bazılarının inandığı gibi Şara yönetimine Süveyda'yı kontrol etme izni vermeyeceğini, aksine eğer bu tek seçenekse ve Süveydalılar kendi kaderini tayin hakkını elde edemezse, Şam ile gelecekteki müzakerelerde Süveyda’nın konumunu güçlendireceğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.


İsrail'de endişe verici istatistikler: Göç edenlerin sayısı geri dönenlerin iki katından fazla

Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
TT

İsrail'de endişe verici istatistikler: Göç edenlerin sayısı geri dönenlerin iki katından fazla

Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)

İsrail Merkez İstatistik Bürosu'nun dün yayınladığı verilere göre, önümüzdeki hafta kutlanacak Yahudi Yeni Yılı (Roş Aşana) arifesinde İsrail'in nüfusu 10 milyon 148 bine yükseldi. Bu veriler, geçen yıl ülkeden göç eden İsraillilerin sayısının ilk kez geri dönenlerin sayısını aştığını doğruladı.

Yahudilerin sayısı 7 milyon 758 bine ulaşarak nüfusun yüzde 78,5'ini oluştururken, Arapların sayısı işgal altındaki Kudüs'teki Filistinliler ve Golan Tepeleri'ndeki Suriyeliler dahil olmak üzere 2 milyon 130 bine ulaşarak nüfusun yüzde 21,5'ini oluşturdu. Öte yandan İsrail'de yaklaşık 260 bin yabancı uyruklu vatandaş yaşıyor.

Rakamlara göre, İsrail'in nüfusu geçen Roş Aşana'dan bu yana yaklaşık 101 bin artarak yüzde 1'lik bir nüfus artışı kaydetti.

Merkez İstatistik Bürosu, 2024 yılında İsrail'den kayda değer bir göç dalgası yaşandığını, yaklaşık 82 bin İsraillinin ülkeyi terk ettiğini, İsrail'in ise sadece 31 bin yeni göçmen kabul ettiğini belirtti.

Resmi rakamlara göre, İsrail'in nüfusu 10 milyon 148 bin olarak tahmin ediliyor. Bunların yaklaşık 7 milyon 758 bini Yahudi ve diğerleri (İsrail'in toplam nüfusunun yüzde 78,5'i) ve yaklaşık 2 milyon 130 bini Arap (İsrail'in toplam nüfusunun yüzde 21,5'i). Buna ek olarak, ülkede yaklaşık 260 bin yabancı uyruklu kişi yaşıyor, bu da İsrail vatandaşı sayısının yaklaşık 9 milyon 888 bin olduğu anlamına geliyor.

Doğumlar açısından, İsraillilerin yıllık nüfus artış oranı 2023'teki yüzde 1,6'ya kıyasla yüzde 1,2’ye indi. 20 yaşın üzerindeki Yahudi nüfusun dini dağılımına bakıldığında, yüzde 42,7'si kendilerini dindar olmayan ve seküler, yüzde 21,5'i çok dindar olmayan muhafazakâr, yüzde 12'si dindar muhafazakâr, yüzde 12'si dindar ve yüzde 11,4'ü Haredi (ultra-Ortodoks) olarak tanımladı.

İsrail'e göç konusunda ülke, 2024 yılında 31 bin 100 göçmen kabul ederken, 2023 yılında bu sayı 46 bindi. Yurt dışına göç eden İsrailliler 2023 yılında 55 bin 300 kişi iken, 2024'te 82 bin 800 kişi İsrail'i terk etti; 2023'te 27 bin 800 kişi iken, 2024'te sadece 24 bin 200 kişi ülkeye geri döndü.

İsrail medyası bu istatistikleri olumsuz olarak nitelendirdi. İsrail Kamu Yayın Kuruluşu KAN, göç eden ve geri dönen sayılarının endişe verici olduğunu bildirdi. Kanal 12 televizyonu istatistikleri endişe verici olarak nitelendirirken Maariv gazetesi, “Haberler kötü. İsrailliler İsrail'i terk ediyor” başlığını attı.

İstatistiklerde erkeklerin ortalama yaşam süresi 81,4 yıl, kadınların ise 85,5 yıl olarak belirtilirken, ölüm oranı binde 5,3'e ulaştı.

Ölüm nedenlerinin yüzde 23,5'i kötü huylu hastalıklar (kanser vb.), yüzde 12,2'si ise kalp hastalıklarıydı. 7 Ekim 2023'ten yıl sonuna kadar, savaş nedeniyle bin 267 asker ve sivil hayatını kaybetti; bu, ölümlerin yaklaşık yüzde 2,5'ini oluşturuyor.

Yaşamdan memnuniyet, ekonomik durum ve geleceğe ilişkin değerlendirme konusunda, vatandaşların yüzde 91,1'i yaşamlarından memnun, yüzde 66,1'i ekonomik durumlarından memnun, yüzde 33,5'i mali durumlarından memnun değil ve yüzde 8,8'i mali durumlarından tam anlamıyla memnun değil.

İstatistikler, savaş sırasındaki göç durumunu ve İsrail'deki İsraillilerin durumunu ortaya koydu.

Şarku’l Avsat’ın İsrail medyasından aktardığına göre göçün nedenleri, savaş sırasında güvenlik eksikliği, zorlu ekonomik koşullar ve sosyal bölünmeler.

Rakamlar, dünyadaki Yahudi sayısını içermiyor.

İsrail Yahudi Ajansı’na göre dünyada 15,8 milyon Yahudi bulunuyor ve en büyük Yahudi nüfusu yaklaşık 6,3 milyon ile ABD'de.

Kalan 2,2 milyon Yahudi diğer ülkelerde yaşıyor; en büyük nüfus sırasıyla 438 bin ve 400 bin ile Fransa ve Kanada'da.

Ajans, geçen yılın istatistiklerine göre, İsrail, ABD, Fransa ve Kanada'dan sonra en büyük Yahudi nüfusuna sahip on ülkenin Birleşik Krallık (313 bin), Arjantin (170 bin), Almanya (125 bin), Rusya (123 bin), Avustralya (117 bin), Brezilya (90 bin), Güney Afrika (49 bin), Macaristan (45 bin), Meksika (41 bin) ve Hollanda (35 bin) olduğunu belirtti.

Ajans, istatistiklerin Yahudi olarak kendini tanımlayan veya en az bir ebeveyni Yahudi olan ve başka bir dine mensup olmayan kişilere dayandığını ifade etti.


Yeni İsrail ve yeni Ortadoğu

Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
TT

Yeni İsrail ve yeni Ortadoğu

Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)

Elie Kuseyfi

ABD’nin Katar'ın başkenti Doha'da İsrail'in hedeflerine ulaşamadığı görünen saldırısına ilişkin tutumunu özetleyecek olursak Washington'ın bölgedeki müttefiklerinden Doha'da yaşananları önemsiz bir olay olarak görmelerini ve ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun da söylediği gibi, herkesin istediği barışı sağlamak için asıl meselenin Hamas'ın ortadan kaldırılması olduğunu düşünmelerini istediğini söyleyebiliriz. Rubio yaptığı açıklamada, “Herkesin sadece geçtiğimiz hafta Doha'da olanlara değil, bundan sonra olacaklara da odaklanmasını sağlamaya çalışıyoruz” diye ekledi.
Donald Trump yönetiminin zihninde Hamas'ın ortadan kaldırılması, Gazze'de ertesi gün olacaklarla veya her zamankinden daha uzak olan barış süreciyle ilgili değil, daha çok Binyamin Netanyahu'nun kendisi ve belki de tek başına üstlendiğini iddia ettiği tüm Ortadoğu'yu değiştirme görevine bağlı. Aslında, Netanyahu’nun gündemini ABD yönetimine dayatmaya çalışıp çalışmadığı ya da onunla aynı fikirde olup olmadığı bir yana, her iki tarafın da Ortadoğu'yu değiştirme konusunda hemfikir olduğu açık, ancak aralarında temel bir fark var; tıpkı yaklaşık bir yıl önce, kendisi ile bir önceki ABD Başkanı Joe Biden yönetimi arasındaki gerilimin doruk noktasında, BM Genel Kurul toplantılarında söylediği gibi Netanyahu, bu sürecin lideri olarak hareket ediyor ve görevi tek başına üstleniyor. Şimdi Netanyahu, Trump'ın ikinci döneminde daha fazla hareket özgürlüğüne sahip olduğunu hissediyor ve Trump'ın, ihanete uğradığını hisseden Katar'ın konumunu anlamaya çalışsa da Doha'ya saldırdıktan sonra İsrail'in yanında yer alması şaşırtıcı değildi.

Ancak, Ortadoğu’nun Washington için bir öncelik olmadığı, ya da en azından bölgedeki bazılarının inandığı kadar öncelikli olmadığını belirtmekte fayda var. ABD Başkanı Donald Trump'ın ülkesinin önceliklerini yeniden düzenlediği doğru. Örneğin Washington’daki ‘derin devlete’ karşı intikam alma arzusu onun için bir öncelik gibi görünüyordu, ardından Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek ana hedefi gibi görünüyordu. Trump, Joe Biden yerine kendisi başkan olsaydı bu savaşın 24 saat içinde sona ereceğini vaat etmiş ve savaşın bu kadar uzamayacağını söylemişti. Ancak, Demokrat Partili Biden yönetiminin önceliklerinin başında gelen Çin’in yükselişini kontrol altında tutmanın, Cumhuriyetçi Trump için de en önemli öncelik olmaya devam ettiği ve bu önceliğin köklü bir Amerikan ‘doktrini’ haline geldiği de bir gerçek.

Doha'ya yapılan saldırı, ABD’nin bu bölgeye yönelik herhangi bir stratejisinin İsrail stratejisinden bağımsız olarak var olmasının düşünülemez olduğunu ortaya koydu.

Burada soru değişiyor: Washington, bölgenin kontrolünü İsrail'e devrederek, kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmesi için mi yoksa Washington’ın diğer haritalar ve dosyalarla meşgul olması, Binyamin Netanyahu’nun bölgesel stratejisini kabul etmediği anlamına mı geliyor? Bu iki soruyu yanıtlamanın zorluğu, İsrail'in Washington'ın sonuçlarına katlanabileceği sürece uygun gördüğü her şeyi yapmaya hazır olduğu varsayımıyla, bölgesel savaşın hem ABD hem de İsrail tarafından nasıl yönetileceğini hayal etmekten bizi alıkoymuyor. Aynı durum İsrail’in Doha'ya saldırısı için de geçerli. Zira Netanyahu, belki de Trump ile koordineli olarak, Washington'ın ABD'nin müttefikine yönelik saldırının sonuçlarını kontrol altına alabileceğini, hatta bundan fayda sağlayabileceğini değerlendirmişti.

dfvg
Katar'ın başkenti Doha’da birkaç patlama sesi duyulduktan sonra yükselen dumanlar, 9 Eylül 2025 (Reuters)

Donald Trump, Doha'da İsrail'i tekrar hedef almayacağına söz verdiğine göre Netanyahu'nun Trump'ın sözünü bozması, oyunlarının sınırlarını aşmaması için çok zor olacak. Ancak Doha'ya yapılan saldırı, ABD’nin bu bölgeye yönelik herhangi bir stratejisinin İsrail stratejisinden bağımsız olarak var olmasının düşünülemez olduğunu ortaya koydu. Diğer bir deyişle, Washington'ın ‘bölgesel barış’ arayışı, barış vizyonunun sadece güç yoluyla gerçekleşebileceğine inanan Trump’ın yönetiminin İsrail'in Filistin topraklarında veya bölgenin tamamında bu barışın temellerini sarsabileceği görüşüyle çelişmiyor. Bu da bölge ülkeleri için en ciddi zorluk. Çünkü Washington'ın İsrail'e tanıdığı manevra alanı, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir durum.

İsrail, 5 Haziran 1967'de başlayan Altı Gün Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan ve ‘geri çekilme’ sonrasında savaştan çekilen orduların yerine kendisine karşı silahlı örgütlerin ortaya çıkmasına neden olan durumu ortadan kaldırdı ya da ortadan kaldırmaya çok yaklaştığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, İsrail'in teknoloji, istihbarat ve askeri alanlardaki üstünlüğü, geçtiğimiz haziran ayında İsrail ile İran arasında 12 gün süren savaşla pekiştirilen bölgedeki güç dengesine dair hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Ancak İsrail’in bu üstünlüğünün İsrail için bir bedeli var. İsrail, özellikle Gazze Şeridi'nde, Hamas'a karşı ‘tam zafer’ sloganı altında bataklığa batmaya devam eden ve çıkış stratejisi görünmeyen açık bir savaşa girdi ve bataklığa batmaya devam ediyor. Bu zafer, artık Gazze'yi Gazzelilerin başına yıkmaktan veya onları zorla sürmekten başka bir anlam ifade etmiyor. Ancak Gazzelilerin topraklarına bağlılığı ve Mısır'ın onların yerinden edilmesine izin vermemesi göz önüne alındığında, onları nereye sürebilir ki?

Aynı durum İsrail'in dünya genelindeki imajı için de geçerli. BM müfettişlerinin salı günü, 2023 yılının ekim ayından bu yana İsrail’in Filistinlileri yok etmek amacıyla Gazze'de soykırım gerçekleştirdiği yönünde bir açıklamada bulunması burada büyük önem taşıyor. BM, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden 25 oy olmak üzere 142 oyla, geçtiğimiz temmuz ayında Suudi Arabistan ve Fransa'nın ortak girişimi ile kabul edilen ‘Filistin Sorununun Barışçıl Çözümü ve İki Devletli Çözümün Uygulanması Hakkında New York Deklarasyonu’nu destekleyen bir kararı kabul etti.

cvfg
ABD’nin New York kentindeki BM genel merkezinde, BM Genel Kurul üyelerinin Filistin sorunu ve iki devletli çözümün uygulanması konusunda verdikleri oyların sayısının gösterildiği ekranlar, 12 Eylül 2025 (Reuters)

Bu karar, BM Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) ABD tarafından veto edilebilir. Ancak bu gelişme aynı zamanda geç de olsa, İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırganlığına karşı küresel tepkinin önemli bir değişim geçirdiğinin bir kanıtı. Bu değişim geri döndürülemez ve İsrail ile İsraillilerin dünya genelinde karşılaşacakları gelecekteki zorlukların önünü açıyor. Bu zorlukların işaretleri Batı sokaklarında şimdiden görülmeye başladı. Ancak, uluslararası arenada Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail'e yönelik bu algı değişikliği İsrail'in saldırganlığına karşı koymak için gerekli araçları ve daha da önemlisi dünyayı anlamak için gerekli araçları anlamada Arap dünyasında da bir değişiklikle birlikte gerçekleşmeli.

İsrail, 5 Haziran 1967'de başlayan Altı Gün Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan ve ‘Nekse’ (Toprak Kaybetme Günü) sonrasında savaştan çekilen orduların yerine kendisine karşı silahlı örgütlerin ortaya çıkmasına neden olan durumu ortadan kaldırdı ya da ortadan kaldırmaya çok yaklaştığını söyleyebiliriz. Ancak 1973'teki Ekim Savaşı geçici bir istisna oluşturdu ve bir daha tekrarlanmadı. Filistin’in efsanevi lideri Yaser Arafat'ın, mevcut bölgesel ve uluslararası güç dengesi göz önüne alındığında silahlı mücadelenin bir geleceği olmadığını erkenden fark ettiği ve bu yüzden Oslo Anlaşmaları seçeneğini tercih ettiği şüphe götürmez bir gerçek. Ancak, Arafat’ın bu riske girmenin karşılığını alıp alamadığı bir yana, Oslo Anlaşmalarına sadece İzak Rabin suikastı ve ardından anlaşmanın içeriden baltalanması ile İsrail'den tepki gelmedi. Aynı zamanda İran'ın da tepkisi vardı. Tahran, ‘direniş ekseni’ bayrağı altında Gazze ve Lübnan'da, ardından Suriye, Irak ve Yemen'de milis ağını destekledi ve Şam'ı ‘bağlantı noktası’ olarak kullandı.

7 Ekim 2023'ten bu yana bölgede yaşananlar, bölgesel manzarayı ve onu yöneten gerçek güç dengesini yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor.   

Şimdi, İsrail'in 7 Ekim 2023 tarihinden beri sürdürdüğü bölgesel savaşın üzerinden iki yıl geçerken bu savaşın, 1967 yılında Nekse sonrasında ortaya çıkan duruma İsrail'in verdiği kapsamlı bir yanıt vermek ve amacının, yoluna çıkan tüm milis yapıları ortadan kaldırmak ve eğer İsrail-Amerika planının Tahran'a bu desteğin bedelini rejimini devirerek ödetmeye dayandığını göz ardı edersek İran rejimini bu yapılara destek vermeyi bırakmaya zorlamak olduğundan giderek daha fazla emin olunmaya başlanıyor.

Bu yüzden İsrail'in bölgede sürdürdüğü savaşın dayattığı bölgesel denklem, İran'ı vekilleri olmadan içine çekerek, balistik füze sistemi ile ilgili bölgesel davranışında ve nükleer ve savunma politikalarında köklü bir değişime zorlayacak mı, yoksa nihayetinde rejimin devrilmesine yol açacak mı? sorusu yanıt bekliyor. Tüm bu olasılıklar, bölge için, özellikle de savaşın Hizbullah'ın temel yeteneklerini yok ettiği Lübnan için önemli sonuçlar doğuruyor. Hizbullah, İran’dan kendisine silah ulaşmasını sağlayan bir köprü görevi gören Beşşar Esed rejiminin düşüşünden sonra bile, sanki eski haline dönebilecekmiş gibi davranıyor.

sdfrgt
İsrail tarafından Gazze kentinin er-Rimal Mahallesi’ndeki bazı binalara düzenlenen hava saldırısının ardından hayatta kalanları aramak için bir araya gelen Filistinliler, 30 Ağustos 2025 (AFP)

Ancak, tüm bu olasılıklara bakılmaksızın, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgede yaşananlar ve yaşanmakta olanlar, İran ve onun vekilleri tarafından yaratılan kafa karışıklığından uzaklaşarak, bölgesel manzarayı ve onu yöneten gerçek güç dengesini yeniden okumayı gerektiriyor. İsrail ordusuna karşı bir ordu olarak Filistin veya Lübnan direnişini inşa etme deneyimi feci bir şekilde başarısız oldu. Eğer ilgili taraflar toplu olarak intihar etmeyi düşünmezse bunun tekrarlanması beklenmiyor. 1967'de Nekse ile sona eren süreç, mevcut bölgesel ve ulusal koşullarda tekrarlanamazken aynı şekilde 7 Ekim 2023'te sona eren süreç de tekrarlanamaz. Ancak, 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'in dünyadaki imajındaki değişim açısından başlayan süreç, savaşın sona ermesiyle bitmeyecek. Daha yüksek bir hızda başlayacak ve ‘yeni İsrail’e yönelik yeni küresel bilince ayak uyduran yeni bir Arap bilinci oluşturacak olan siyasi, diplomatik, medyatik ve entelektüel bir mücadelede yatırım yapılabilir ve ilerletilebilir.