Suriye'de çatışma haritası yeniden çiziliyor

Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştiği askeri operasyon için koordinasyon toplantısı yapıldı (AFP)
Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştiği askeri operasyon için koordinasyon toplantısı yapıldı (AFP)
TT

Suriye'de çatışma haritası yeniden çiziliyor

Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştiği askeri operasyon için koordinasyon toplantısı yapıldı (AFP)
Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştiği askeri operasyon için koordinasyon toplantısı yapıldı (AFP)

Türkiye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt birliklerine karşı, sınır kasabası olan Rasulayn’a düzenlediği hava saldırısı ile askeri operasyon başlattı.
Türkiye’nin düzenlemiş olduğu operasyon Suriye çatışma haritasını tekrar çizebilir ve Kürt birliklerine darbe indirebilir. Operasyon aynı zamanda Türkiye'nin sınırda kontrol ettiği bölgeyi de genişletebilir.
Bu, 2016’dan bu yana Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği üçüncü harekât.
Türkiye ne istiyor?
Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeydoğusunda iki ana hedefi var; İlk hedef, kendisi için güvenlik tehdidi olarak gördüğü YPG’yi sınırından uzaklaştırmak, ikinci hedef ise Suriye'de 2 milyon Suriyeli mültecinin yerleştirilebileceği bir güvenli bölge kurmak.
Ankara, ABD’yi Suriye topraklarında 32 kilometrelik bir “güvenli bölge” kurulması için zorluyor. Ankara, Washington'u tek taraflı askeri operasyon yürütebileceği konusunda defalarca uyardı. Türk tarafı Washington'u ayak bağı olmakla suçluyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kısa süre önce, daha fazla mültecinin Suriye'ye geri dönmesini sağlamak için Rakka ve Deyrizor'da kurulması önerilen "güvenli bölgenin” kapsamının ötesinde Suriye'de daha büyük bir operasyon başlatılabileceğinin sinyallerini verdi.
Kürtler nasıl etkilenecek?
Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ABD’nin DEAŞ’a karşı mücadele eden koalisyona yıllarca yardım etti ve Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda kontrol alanını genişletti.
Kürtler, Suriye savaşındaki kazanımların nadir bir örneğidir; Kürtler ve müttefikleri, amaçlarının bağımsızlık değil özerklik olduğunu vurgulayarak yönetim organları kurmuşlardır.
Kürtlerin bu hedeflerinin tamamı Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyon ile ortadan kalkabilir. Suriye Demokratik Güçleri’ne bağlı Suriye Demokratik Konseyi, Türkiye’nin operasyonunun yeni bir göç dalgasına neden olabileceğini söyledi.
YPG'nin ana omurgasının oluşturduğu SDG’nin atacağı adım, ABD’nin Suriye’nin doğusunda ve kuzeydoğusunda birlik bulundurup bulundurmamasına bağlı olacak.
ABD’nin Suriye’den tamamen geri çekilmesi, bölgede Türkiye’nin daha fazla operasyon gerçekleştirmesi, DEAŞ’ın geri dönmesi veya İran ve Rusya tarafından desteklenen Suriye rejiminin topraklarını geri kazanma girişimlerinde bulunması risklerini doğuracak.
Kürtler, geçen yıl, ABD askerlerinin geri çekilmesi ihtimaliyle karşı karşıya kaldı ve Suriye hükümeti ve müttefiki Rusya’nın sınırda konuşlanmasına izin verecek görüşmeleri yapmak için Şam'ın kapısını çaldı.
Görüşmelerde ilerleme kaydedilmedi, ancak bu tür müzakereler ABD’nin büyük çapta bir geri çekilme başlatması durumunda tekrar bir seçenek haline gelebilir.
Türkiye nereye kadar gidebilir?
YPG tarafından kontrol edilen kuzeydoğu sınır bölgesi batıdaki Fırat Nehri'nden, doğudaki Irak sınırlarına kadar 480 km boyunca uzanıyor. Türkiye'nin yürüteceği askeri operasyon şu aşamada aralarında 100 km mesafe bulunan Rasulayn ve Tel Abyad arasında bir sınır şeridi etrafında gerçekleşecek. Bir ABD yetkilisi Reuters’e verdiği demeçte, ABD kuvvetlerinin oradaki gözlem noktalarından çekildiğini söyledi.
Çarşamba günü Rasulayn'a gerçekleştirilen hava saldırısının yanı sıra, Tel Abyad'daki bir tanık orada patlamaların duyulduğunu ve bölge sakinlerinin bulundukları yerlerden kaçtıklarını söyledi. Tel Abyad, YPG tarafından kontrol edilse de tarih boyunca güçlü bir Arap varlığına sahipti.
Alman Marshall Fonu adlı düşünce kuruluşunun Ankara Ofisi Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, “Tel Abyad, Arapların yaşadığı bir alan ve Türkiye'nin buradaki önde gelen gruplarla iyi ilişkileri var. YPG orayı savunmaya çalışırsa çok fazla kan kaybedecek" dedi.
Rusya ve İran, Türkiye’nin operasyonunu destekliyor mu?
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed'ın çekilmesini isteyen ve kendisini devirmek için savaşan muhalifleri destekleyen Türkiye ve ABD'nin aksine Suriye'deki diğer iki büyük yabancı güç olan Rusya ve İran Beşar Esed’ı destekliyor.
Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov Pazartesi günü yaptığı açıklamada "Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmalı ve Suriye'de yasa dışı varlık gösteren tüm yabancı askeri güçler Suriye’den ayrılmalı" dedi.
ABD kuvvetlerinin tamamını Suriye'nin kuzeydoğusundan çekerse, Rusya destekli Şam hükümeti, Türkiye'nin kontrol etmediği alanın çoğunu yeniden kontrolü altına almaya çalışabilir.
Türkiye’nin bu adımına karşı Batı’nın tepkisi ne oldu?
Türkiye'nin, Suriye'nin kuzeydoğusuna 2 milyon Suriyeli mülteciyi yerleştirme planı için batılı müttefiklerinden açık bir destek gelmedi. Yerleştirilmesi planlanan 2 milyon Suriyeli mülteci şu anda Türkiye’de bulunan mülteci sayısının yarısından fazlasına denk geliyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki üst düzey bir yetkili planı "herhalde duyduğum en çılgınca şey" şeklinde yorumladı. Batı'nın en büyük endişesi; Sünni Arapların, Kürtlerin kontrolündeki Suriye’nin kuzeyine yerleştirilmesi ve bölgenin demografisini değiştirmesi.
BM Suriye İnsani Yardım Koordinatörü Panos Moumtzis, “Türkiye’nin Suriye’ye askeri operasyon düzenlemesi halinde, tüm taraflar sivillerin yerlerinden edilmesinden kaçınmalı” dedi.
Türkiye’nin askeri operasyonu Esed için ne anlama geliyor?
Söz konusu bölge Suriye rejiminin kontrolü dışında olsa da Türkiye'nin bu operasyonu ile bölgedeki hakimiyet, SDG'den Türkiye'ye ve Esed'ı devirmek isteyen muhaliflere geçebilir.
Şam uzun zamandır Ankara'yı Suriye'nin kuzeyinde planları olan bir işgal gücü olarak görüyor. Şam ayrıca, son görüşmelerde çıkmaza girilmiş olmasına rağmen, zaman zaman Kürtlerle anlaşma yapma isteğine de yeşil ışık yaktı.
Türkiye’nin askeri operasyonu DEAŞ için ne anlama geliyor?
Bölgede meydana gelebilecek kaos ortamı DEAŞ’a tekrar dirilme fırsatı sunabilir. Suriye Demokratik Güçleri, son kalesini de ele geçirdiği DEAŞ’in uyuyan hücrelerine karşı, bu yılın başından beri, operasyonlar yürütüyor.
Suriyeli Kürt liderler uzun süredir, Türkiye’nin düzenleyeceği operasyonun bölgedeki durumu kötüye götürmesi durumunda, SDG'nin DEAŞ mahkumlarını tutmaya devam edemeyeceği konusunda uyarılarda bulunuyor.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Dış İlişkiler Sorumlusu Abdulkerim Ömer, “Suriye Demokratik Güçleri Irak ve Suriyeli 5 bin DEAŞ militanının yanı sıra 55'ten fazla ülkeden bin DEAŞ’lıyı de hapiste tuttuğunu” belirtti.



Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
TT

Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)

Refik Huri
Irak'ta ulus devlet projesi dışında bir çözüm yok. Bu projenin karşısında büyük engeller duruyor. Geleneksel yapı ve bunun devlet seviyesinin altında projelerde istihdam edilmesi, Irak’ı emperyal projesinin bir parçası haline getirmek isteyen bölgesel planla bağlantılı engeller.
Ulus devlete inanan ve onun için çalışan Başbakan Mustafa el-Kazimi'nin zorlanmadan, zaman ve emek vermeden, yeni nesle, “Ekim Devrimi” nesline güvenmeden bu engelleri aşması kolay değil.
Durum epey kompleksli ve yargı üzerinde bile baskı var. Nitekim Haşdi Şabi’nin askeri geçit törenleri ortasında yargı, Kerbela’da aktivistlere suikast düzenlemekle itham edilen Haşdi Şabi’nin Enbar Operasyonlar Komutanı Kasım Muslih’i serbest bıraktı. Kazimi’nin dediği gibi, Musul’un DEAŞ’ın eline düşmesinin arkasında nasıl ki “yanlış gidişat” yer alıyorsa, DEAŞ’ın coğrafi kontrolü sonrası evreyi organize eden negatif gidişat da Irak’ın çöküşüne yol açabilir.
Devlete meydan okuyan ve devletin güvenliğine karşı tehlikeli uygulamaları olan Haşdi Şabi ile mücadelede Kazimi'nin sonuna kadar gitmesini neyin engellediği kimsenin meçhulü değil. Yine Başbakan'ın, Şii dini mercii Ayetullah Ali es-Sistani'nin Musul'dan Bağdat'a yönelmeye hazırlanan DEAŞ'a karşı koymak için verdiği "Cihad Fetvası”nın 7’inci yıldönümünde yaptığı konuşmada, resmin tamamını çizmesi beklenmiyordu.
Kazimi, Haşdi Şabi’nin “canavarı durdurmak” için harcadığı çabaları övdü ve dini merciinin; “Fetvanın ulusal olmayan projeler çıkarına siyasi ve ekonomik olarak istismar edilmesine” yönelik uyarılarını tekrar etmekle yetindi. Kazimi’nin; “Silahlı kuvvetleri destekleyerek ve performansını ulusal askeri kurallara göre kontrol ederek yanlış gidişatı düzeltmeye ve ülkeyi doğru çizgiye getirmeye” çalışmanın altını çizmesi de doğaldı.
DEAŞ Hilafeti’ne karşı mücadelede bir “gereklilik” olan Haşdi Şabi, DEAŞ’a karşı zaferin  ardından Irak için “zararlı” olmaya başladı.
Bağdat’taki Yeşil Bölge ve havalimanlarının yanı sıra ABD kuvvetlerini içeren askeri üslere roketler ve insansız hava araçları ile saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Son olarak Asaib Ehli'l Hak örgütünün lideri, roket saldırıları ortasında ABD kuvvetlerine karşı savaş kararının alındığını deklare etti.
Bu, elbette eğitim ve bilgi alanları başta olmak üzere ihtiyaç duyulan hizmetlerin yanı sıra kuvvetlerin çekilmesi konularını ABD ile müzakere eden hükümetin kararı değil. ABD’nin nükleer dosyayla ilgili müzakereler sırasında kendisinden bölgesel etkisini sınırlama ve “istikrar bozucu davranışlarını” durdurma talebine karşılık, ABD'yi güçlerini “Batı Asya”dan çekmeye zorlayarak denklemi tersine çevirmek isteyen İran'ın kararı.
Bu karar, Arap ülkelerini kontrol etmek, ulus devlet projelerini fıkhi bir ad taşıyan emperyal bir proje lehine sona erdirmek amacıyla bu ülkelerin ordularına alternatif askeri kuvvetler oluşturmaya dönük geniş stratejinin bir parçası.
Gerçekler konuşuyor; Cihad Fetvası’ndan 7 yıl sonraki sahne, Haşdi Şabi’nin Necef'e bağlı "dini mercii Haşdi Şabisi" ve Velayet-i Fakih'e bağlı "Velayet Haşdi Şabisi" olarak ikiye bölünmüş olduğunu gösteriyor.
Velayet-i Fakih’e bağlı Haşdi Şabi, Hizbullah Tugaylarının öldürülen lideri Mehdi Mühendis’in belirttiği gibi bir “ümmet ve mercii projesi”.
Bir diğer lider de; “Biz Velayet-i Fakih’e bağlıyız ve onun dışında hiç kimseden emir almayız” demişti.
Haşdi Şabi’nin meşru ve kanunen silahlı kuvvetler başkomutanlığına, bir komuta zincirine bağlı olması, kadrolu ve maaşlı olması durumu değiştirmiyor. Bu durum, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki birçok milis grubu gibi İran’ın tesis ettiği, finanse ettiği ve silahlandırdığı milisler, Yemen’de desteklediği ve silahlandırdığı Husi Ensarullah örgütü için de geçerli.
Bu grupların tamamı bulundukları ülkelerde iktidarı kontrol ediyor ve sadece Devrim Muhafızlarının direktiflerine uyuyorlar. Yemen’de Husilerin yaptığı gibi meşruiyete karşı darbeler gerçekleştiriyorlar. Bunlar her şeyden önce, bir dini grubun tamamını arkasında toplamaya çalışan mezhepçi milis gruplar.
Uluslararası ve bölgesel güçler arasında, Mollalar Cumhuriyeti gibi projesi için savaşacak ve onu savunacak milis grupları olan kimse yok. ABD, Rusya, Türkiye ve İsrail işgal için ordularını, içeriden ve dışarıdan paralı askerler kullanıyorlar. İran’a gelince, Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'ı bu ülkelerin evlatlarından oluşan milis gruplarla "işgal ediyor".
Milisler Velayet-i Fakih’e inanıyor ve bunu ümmetin kaderi olarak görüyorlar. Ancak bu emperyal proje birçok zorluk ve engelle karşı karşıya. Bunlar bir kısmıyla, İran'ın jeopolitik çatışmadaki emellerini sınırlayan bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarlarıyla çatışmasından kaynaklanıyor. Bir kısmını da çok mezhepli ülkeler üzerinde tek bir mezhep veya dini grubun hegemonyasını reddeden yerel güçlerle mücadele oluşturuyor.
Bu noktada şu basit soruyu sormalıyız; Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı?
Cevap daha da basit; katiyen yok.
Gelgelelim, Haşdi Şabi ve milisleri yaratan emperyal proje hala bunu empoze etme gücüne sahip, ama nihayetinde gelecek yalnızca ulus devletlerindir.