Suriye'de şiddetli çatışmalara devam ediyor

TSK’nın dün Rasulayn’a yönelik bombardımanının ardından dumanlar yükseldi
TSK’nın dün Rasulayn’a yönelik bombardımanının ardından dumanlar yükseldi
TT

Suriye'de şiddetli çatışmalara devam ediyor

TSK’nın dün Rasulayn’a yönelik bombardımanının ardından dumanlar yükseldi
TSK’nın dün Rasulayn’a yönelik bombardımanının ardından dumanlar yükseldi

Suriye’nin kuzeydoğusunda bulunan Rasulayn kenti, Türkiye’nin 9 Ekim’de Fırat’ın doğusuna başlattığı ‘Barış Pınarı’ adlı askeri operasyonda bu güne kadar ki en şiddetli bombardımana tanık oldu. Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün Türkiye’ye gelecek olan ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile görüşmesi öncesinde operasyonun, hedeflerine ulaşılıncaya kadar devam edeceğine dikkati çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ancak Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ülkesi tarafından belirlenen güvenli bölgenin sınırları ötesine çekilmesi ve tüm silahlarını teslim etmesi halinde operasyonun kendiliğinden sona ereceğinin de altını çizdi. Bununla birlikte Erdoğan, ABD tarafından uygulanabilecek yaptırımların Türkiye'nin kararını etkilemeyeceğini vurguladı.
Türk obüsleri, ağır bombardımanlarla Rasulayn’ın kırsal kesimlerini hedef aldı. Salı günü başlayan ve dün de tüm gün devam eden obüs atışlarının sesleri Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinden duyulurken vurulan yerlerden yükselen dumanlar görülebiliyordu. Türkiye’nin askeri operasyonunun başlamasından bu yana en şiddetli çatışmalar son 24 saatte Rasulayn ve Tel Abyad’da yaşandı.
Askeri kaynakların açıklamalarına göre Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve desteklediği Suriyeli muhalif gruplar, SDG ile yaşanan çatışmaların ardından Tel Abyad kırsalındaki Tnouza, Demo, Alabo, Büyük Trablus, Küçük Trablus, Filistin, Mitkatlah, Kandil, Osmanlı ve Tanura köylerini kontrol altına aldılar. TSK ayrıca Kasr Zib köyünü birkaç obüs atışıyla vurdu. Obüs atışlarıyla vurulan Fırat'ın batısındaki Cerablus ve Menbiç eteklerinde de patlamalar duyuldu. Askeri kaynaklar, TSK’nın iki bölgenin yakınında yaklaşık 700 asker, 30 Türk tankı ve onlarca diğer donanımlı araçla harekete geçtiğini belirttiler. Bununla birlikte Milli Savunma Bakanlığı’ndan dün yapılan açıklamada, operasyonun başlamasından bu yana 637 SDG’linin etkisiz hale getirildiği bildirildi. Buna karşın Ankara destekli muhalif grupların yer aldığı Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) 46 unsuru öldü. Ancak Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) Türk operasyonunun başlamasından bu yana 158 SDG’li ile birlikte 71 sivilin öldüğünü bildirdi.
“Türkiye terör örgütü ile masaya oturmayacak”
Öte yandan Barış Pınarı Harekâtı’na dair devam eden temaslarla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün Türkiye’ye gelecek olan ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile görüşmesi öncesinde SDG ve onun omurgasını oluşturan YPG’ye işaret ederek Türkiye’nin herhangi bir ‘terör örgütü’ ile müzakere masasına oturmayacağını ve hedeflerine tam olarak ulaşılıncaya kadar askeri operasyonu durdurmayacağını vurguladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidardaki AK Parti milletvekilleri önünde dün yaptığı coşkulu konuşmada, “Suriye’deki sorunun en kestirme yolu için de teklifimiz, hemen bu gece tüm teröristler silahlarını, malzemelerini bırakıp belirlediğimiz güvenli bölgeden dışarı çıksınlar. Münbiç’ten Irak sınırına kadar bölgede bu dediğimiz Barış Pınarı Harekatı sona ermiş olacak” ifadelerini kullandı. Şu ana kadar bin 220 kilometrekare alanı temizlediklerini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bazı liderler bizi Barış Pınarı Harekatı’nı durdurmaya çağırıyor. Ama onlara güvenemezsiniz. TSK’nın bu kadar hızlı ilerlemesini beklemiyorlardı. Hesaplamaları tersine dönünce operasyonu durdurmaya çağırıyorlar. Bu ülkede (Suriye)   tüm kesimleri temsil eden meşru bir hükümet kurulduğunda, güvenliği sağladığımız yerlerin sevk ve idaresini biz kendilerine bırakacağız. Biz sadece inşa ederiz, ihya ederiz ama asla zulmetmeyiz” diye konuştu. Türkiye’nin NATO’daki müttefiklerini de eleştiren Erdoğan, ABD’nin ülkesine ciddi yaptırımlar uygulama tehdidinin yanı sıra Avrupa ülkelerinin Türkiye'ye silah satma faaliyetlerini askıya almasına rağmen, Suriye'nin kuzeyinde yürütülen askeri operasyonu güçlendirerek sürdürme sözü verdi. “Gelin bu mücadelede Türkiye'nin karşısında değil, yanında yer alın” diyen Erdoğan, ABD’nin Türkiye’ye yaptırım uygulama tehdidine işaret ederek “Suriye'deki gelişmeler sebebiyle bizi ekonomik yaptırımla tehdit edenlere de diyoruz ki azdan az gider, çoktan çok gider” şeklinde konuştu.
SDG'nin 90 kilometreyi aşan uzunluklarda tüneller kullandığını belirten Erdoğan, “Bunun çimentosu nereden geliyor? Lafarge. Lafarge nerede? Bu bir Fransız firması. Neyle izah edeceksiniz? Teröristler kiliseden keskin nişancılarla ateş ediyorlar. Niye? 'Kiliseyi vuralım' diye. Ama biz vurmadık. Çünkü orası bir ibadethaneydi” dedi.
ABD heyeti
Öte yandan ABD yönetimi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ile Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’nı kurumsal olarak yaptırımlar listesine alırken ABD Başkanı Donald Trump Salı günü yaptığı açıklamada, yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu Türkiye’ye göndereceğini belirtti. Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien ve ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in de yer aldığı heyet Washington’ın Suriye konusunda bir çözüme ulaşıncaya kadar Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulama konusundaki kararlılığını vurgulamak üzere bugün Erdoğan’la görüşecek.
Sınır güvence altına alınacak
Diğer yandan Erdoğan, dün gece Azerbaycan dönüşünde kendisine eşlik eden gazetecilere yaptığı açıklamada, Türkiye'nin hedefinin SDG'yi sınırdan 32 kilometre öteye göndermek olduğunu yineleyerek, ABD’nin SDG ile müzakere için arabuluculuk yapma teklifini geri çevirdiğini ifade etti. Erdoğan, Fırat Nehri'nden Irak sınırına kadar olan hattın Türkiye tarafından güvence altına alınacağının da altını çizdi.
Barış Pınarı Harekatı’nın Suriye'deki siyasi çözüm sürecine önemli bir katkısı olacağına inanan Erdoğan, ABD’nin hem bölgeden çekilip hem de Türkiye’nin bölgeye girmesini istememesindeki çelişkiye dikkat çekti.
Erdoğan’dan Menbiç açıklaması
Suriye rejiminin Menbiç’e girişiyle ilgili olarak ise Erdoğan, “Rejimin girişi olumsuz değil, sonuçta bu onların toprakları. Ama benim için önemli olan oralarda terör örgütünün kalmaması” diye konuştu.
Erdoğan açıklamasına şöyle devam etti;
“Bir defa ABD rejimin talebi ile orada değil. Koalisyon güçleri rejimin talebiyle orada değil. Rejimin talebiyle Rusya orada. Biz de rejimin talebiyle orada değiliz. Biz Adana Mutabakatıyla oradayız. Çünkü Adana Mutabakatı aslında rejimin de zamanında bizlerle yapmış olduğu mutabakat. Biz onun üzerinden kendimizi güçlü hissediyoruz. Bir de bizim kendimizi güçlü hissettiğimiz yer neresidir? Suriye’nin kendi halkıdır. Halk bizi istiyor. Aramızda bir de bu var. Onlar için böyle bir şey yok.”
Bu arada Erdoğan’ın Amerikan heyetiyle görüşmeyeceğini açıklamasından sonra, Türkiye Cumhurbaşkanlığı heyetle Perşembe günü görüşüleceğini duyurdu.
Aynı şekilde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türk askeri operasyonuyla ilgili gelişmeleri görüşmek üzere ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien ile de bir araya geldi.
Çavuşoğlu Meclis’i bilgilendirdi
Barış Pınarı Harekatı ile ilgili TBBM Genel Kurulu'nda milletvekillerini bilgilendiren Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Ankara'ya yönelik tüm tehdit ve yaptırımların kabul edilemez olduğunu vurgulayarak ülkesinin Washington tarafından uygulanan yaptırımlara cevap vereceğini söyledi. Türkiye’nin ABD Kongresi’nden ‘yıkıcı yaklaşımını’ değiştirmesini beklediğini belirten Çavuşoğlu, Ankara ile Washington arasındaki ilişkilerin kritik bir dönemeçte olduğunu ve bunu Başkan Yardımcısı Mike Pence liderliğindeki ABD heyetine ileteceğini kaydetti.
Bununla birlikte Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Avrupa ülkelerine yaptığı, Türk misyonlarını, çıkarlarını ve bölgedeki vatandaşlarını PKK'nın saldırılarına karşı koruma önlemlerini artırma çağrısını bir kez daha yineledi.
Bakanlık dün yaptığı açıklamada PKK'nın şiddet içeren eylemlerinin Avrupa ülkelerinde devam ettiğini belirterek, “Türk toplumunun işyerleri ve evlerine, camilerimize, temsilciliklerimize ve temsilcilik çalışanlarımıza yapılan terörist saldırılara duyarsız kalmanın izahı olamaz” ifadelerine yer verdi.
İlgili bağlamda Türk makamları, ‘kamuoyunu nefret ve düşmanlığa sevk etme’ ve ‘terör örgütü propagandası yapma’  suçlamasıyla gözaltına alınan 186 kişiden 24’nü, Suriye'de gerçekleştirilen askeri operasyonla ilgili sosyal medya sitelerinde kara propaganda yayma suçlamasıyla tutukladı.
Öte yandan Hakkari Belediye Başkanı Cihan Karaman, Mardin’in Nusaybin Belediye Başkanı Semire Nergiz, Belediye Başkan Yardımcısı Ferhat Kut ve meclis üyesi Mehmet Emin Alkan ile Van'ın Erciş ilçesinin Belediye Başkanı Yıldız Çetin gözaltına alındı.



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
TT

Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ekibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun barış sürecini sabote etmek istediğini düşünüyor.

Kimliğinin açıklanmaması şartıyla Axios'a konuşan ABD'li yetkililer, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının gidişatının Trump ve Netanyahu arasında pazartesi günü yapılacak görüşmeyle belirleneceğini söylüyor.

Trump'ın ekibinin Netanyahu'nun süreçte atılması gereken adımları geciktirdiğini ve Gazze'ye yönelik askeri operasyonları tekrar başlatabileceğini düşündüğü aktarılıyor.

Adının gizli tutulmasını isteyen İsrailli bir yetkili de Netanyahu'nun ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio dahil Trump yönetimindeki üst düzey isimlerin desteğini kaybettiğini söylüyor.

Kaynaklar, Washington'ın bir an evvel anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini istediğini belirtiyor.

Trump'ın damadı Jared Kushner'la ABD Başkanı'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ikinci aşamaya geçiş için Türkiye, Mısır ve Katar'la yakın çalıştığı aktarılıyor. Ancak Netanyahu'nun planla ilgili Kushner ve Witkoff'la anlaşmazlık yaşadığı ifade ediliyor.

Öte yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) ateşkes ve rehine takası anlaşmasına rağmen Gazze'de saldırıları sürdürmesinin Washington'da olumlu karışlanmadığı belirtiliyor.

Kimliğinin paylaşılmamasını isteyen Beyaz Saray'dan bir yetkili, "Bazen sahadaki IDF komutanlarının önüne gelene ateş etmeye meraklı olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Witkoff ve Kushner, geçen hafta Miami'de düzenlenen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati'yle bir araya gelmişti.

Axios'un aktardığına göre taraflar, Trump - Netanyahu toplantısı öncesi ele alınacak konuları belirledi. Bunlar arasında İsrail'e ateşkese uyma ve sivil kayıpları önleme çağrısı yapılmasının yanı sıra Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah kapısının açılmasının sağlanması da yer alıyor. Ayrıca ABD Başkanı'nın Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerle ilgili endişelerini dile getirmesi bekleniyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

İkinci aşamadaysa Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü'nün (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Independent Türkçe, Axios, Times of Israel


Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)
TT

Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)

Kurtarma ekiplerinin açıklamasına göre dün, Guatemala'nın batısındaki bir otoyolda yolcu otobüsünün uçuruma yuvarlanması sonucu en az 15 kişi hayatını kaybetti.

Gönüllü itfaiye sözcüsü Leandro Amado gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu trafik kazasında 15 kişi hayatını kaybetti" dedi. Yaklaşık 20 yaralının yakındaki hastanelere kaldırıldığını belirten Amado, ölenler arasında 11 erkek, üç kadın ve bir çocuğun bulunduğunu belirtti.

Otobüs, henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 75 metre derinliğindeki uçuruma yuvarlandı.

Guatemala'da ölümcül trafik kazaları sık sık yaşanıyor. Şarkul Avsat’ın edindiği bilgiye göre şubat ayında, Guatemala şehrinin kuzey eteklerinde bir yolcu otobüsü uçuruma yuvarlanmış ve 54 kişi hayatını kaybetmişti.