Paul Bremer: Obama ABD birliklerini geri çekerek ülkeyi İran ve DEAŞ'a hediye etti

ABD eski Başkanı George W. Bush ve ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer (Getty)
ABD eski Başkanı George W. Bush ve ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer (Getty)
TT

Paul Bremer: Obama ABD birliklerini geri çekerek ülkeyi İran ve DEAŞ'a hediye etti

ABD eski Başkanı George W. Bush ve ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer (Getty)
ABD eski Başkanı George W. Bush ve ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer (Getty)

Advan el-Ahmeri
ABD, Saddam Hüseyin’in 2003 yılının Nisan ayında devrilmesinden sonra, daha önce herhangi bir Arap ülkesinde çalışmamış olan diplomatlarından L. Paul Bremer’i Irak Devlet Başkanlığı statüsünde olan Geçici Koalisyon Yönetimi'nin başkanı olarak seçti. Merkez olarak Yeşil Bölge’yi tercih eden ABD, çoğunluğunu Şiilerin ve Kürtlerin oluşturduğu bir koalisyon kurdu.
Independent Arabia'ya konuşan Paul Bremer, 1966'da ABD’nin diplomatik ekibine katıldı. Ülkesinin Afganistan, Malavi ve Norveç'teki elçiliklerinde görev yaptı. Ayrıca ABD’nin 6 Dışişleri Bakanı’nın özel yardımcısı olarak görev yaptı. Eski ABD Başkanı Ronald Reagan, 1983’te Bremer’i Hollanda büyükelçisi olarak atadı. 1986 yılında Bremer, ABD Dışişleri Bakanlığı’na Terörle Mücadele Özel Temsilcisi olarak atandı. 23 yıl boyunca ABD Dışişleri Bakanlığı'nda çalışan Bremer, 1986-1989 arasında Başkan Reagan'a uluslararası terörizm uzmanı olarak danışmanlık yaptı. Bremer, bu görevden sonra eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in danışmanlık şirketi Kissinger Associates’e geçti.
Bremer, 12 Mayıs 2003’te, George W. Bush'un şahsi elçisi olarak Bağdat’a gitti. Onun Irak'ta geçirdiği zaman, ülkenin geleceğine dair geniş etkileri olan bir dizi önemli gelişmenin yaşandığı bir dönem olarak biliniyor. Bremer, eski Başkan Barack Obama'nın 2011 yılında ABD askerlerini Irak’tan çekerek, ülkeyi İran ve DEAŞ’a altın tabakta hediye ettiğini düşünüyor.
Kendisiyle görüştüğüm sırada sorduğum iki soru onu kışkırttı ve saçma olarak nitelendirdiği sorularıma savunmacı bir tavırla cevap verdi.
Sorularımdan ilki, Ebu Gureyb Cezaevi'nde işlenen suça ilişkindi. Kendisine, bu suçları işleyenlerin neden adil bir şekilde yargılanmadıklarını ve neden bunun yerine ordudaki rütbelerinin alınmasıyla yetinildiğini sordum.
Diğer sorum, Başkan George W. Bush’un babasının Kuveyt'in kurtuluşu olarak bilinen Körfez Savaşı'nda kurmuş olduğu ittifak benzeri bir ittifak kurmakta neden başarısız olduğuna ilişkindi.
Paul Bremer röportajının tam metni:
“Uzman değilim ama bölgeyi biliyorum”
Neden siz? Askeri veya idari herhangi bir görevde bulunmadınız. Daha ziyade diplomatik bir geçmişiniz var. Hiçbir Arap ülkesinde çalışmadınız. Nitekim bölge hakkında uzman olmadığınızı söyleyenler var. Neden siz seçildiniz?

- Bu soru daha önce de bana soruldu. Bu bir gerçek. Bölge konusunda uzman değildim. Afganistan’da yaşadım, Ortadoğu’da değil. Oradaki insanlar farklı bir dilde konuşuyordu ve farklılardı. Fakat burada yaşadım. 1970 yılında Henry Kissinger'ın ekibinin başkanlığını yaptığım süre içerisinde Ortadoğu diplomasisinde tecrübe kazandım. Her ne kadar bölgede zaman geçirmiş olsam da, bu beni uzman yapmıyor. Ronald Reagan ve Bill Clinton yönetimleri sırasında ve Bush yönetiminin ilk döneminde terörle mücadelede kazandığım deneyimin, seçilmemin sebeplerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Bush’a neden sizi seçtiğini sordunuz mu?
- Hiçbir zaman başkana beni neden seçtiğini sormadım.
Aslında ilk sözleri “Neden bu korkunç görevi kabul etmeye karar verdim?” oldu.
Irak'a girme kararı ve Baba Bush’un reddi
Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra (bazıları bu savaşı İkinci Körfez Savaşı olarak adlandırıyor ve birinci savaşın İran-Irak Savaşı (1980-1988) olduğunu söylüyor) Baba Bush, Irak'a girmeyi reddetti. Kuveyt’in kurtuluşundan, Saddam Hüseyin’in ve güçlerinin sınır dışı edilmesinden ve Irak güçlerinin sınırda tahrip edilmesinin ardından girip istila edebilirdi. Ancak amaç bu değildi.
Paul Bremer’e ABD’yi 2003’te fikir değişikliğine iten şeyin ne olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi:
- Birinci Körfez Savaşı sırasında hükümette değildim. Bundan dolayı ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Irak’ın 2003’te kurtuluşu konusunda, başkanın sadece ABD istihbaratından değil, farklı ülkelerin istihbarat kaynaklarından bilgiler elde ettiğinin hatırlanması gerekir. Fransızlar, Almanlar, İngilizler ve Ruslardan Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair bilgiler geliyordu. Saddam Hüseyin’in bu konuda yalan söylediğini biliyorduk. Ülkeyi bütün silahlardan arındırdığını söylüyordu fakat müfettişler 1995 yılında biyolojik silahlar buldular.
Yalnızca ABD’nin istihbarat servisleri değil, diğer bir dizi istihbarat da Saddam’ın kitle imha silahları edinmeye çalıştığını gösteriyordu. Başkan, Afganistan’a gitmeye ve Irak’taki görevi nihayetlendirmeye karar verdi.
Kitle imha silahları nerede?
Bush’un istihbarat servislerinden aldığı bilgiler, Saddam’ın 2003 yılında kitle imha silahlarına sahip olduğunu ve işgalden sonra bu silahların orada bulunmadığını teyit ediyordu.
Ona, bunun Irak’ı istila etmek için sadece bir bahane olup olmadığını ve oraya giden ABD hükümetinin bunu kanıtlayamadığı zaman ne hissettiklerini sordum. Bremer soruma şöyle cevap verdi:
“Silah meselesi net değildi. İstihbarat servislerimizin hatasının sebebi konusunda açık ve net bir gerekçe görmedim. Buna atıfta bulunanların, müfettişlerimizin ulaştıkları sonuçlardan bahsetmeyi unutmamaları gerekiyor. Nitekim hiçbir şey bulamadıkları zaman, Saddam'ın bilim adamlarıyla konuştular. Kitle imha silahları üzerinde çalışmış olan bu kişiler, bunu teyit ettiler. O sıra raporu yazan müfettiş Charlie Dufour, Saddam’ın işçileri ve malzemeleri elinde tuttuğunu ve biz ayrılır ayrılmaz nükleer, kimyasal ve biyolojik programları yeniden başlatmayı planladığını kaydetti. Müfettişlerin ulaştıkları nihai sonuç, yaptırımların kaldırılması ve Saddam’ın iktidarda kalması halinde, bu programların yeniden başlatılacağı yönündeydi. Bu maddelerin kaderi halen gizemini koruyor. Olanlarla ilgili birçok teoriniz olabilir. Ancak Başkan Bush’a sunulan kanıtlara sahip olan aklı başında herhangi bir kişi, aynı sonuca ulaşırdı. Bunlar arasında başkanlık seçimlerinde Bush'un rakibi olan Al Gore de dâhil.”
ABD’nin Irak’a girip kitle imha silahları olmadığını itiraf etmesinin ardından en yaygın görüş, bunun Washington tarafından bir bahane olarak kullanıldığı yönündeydi. Bremer'e, “Kitle imha silahlarının bir geçekçe olarak kullanılması sizce bir hata mıydı? Saddam'dan kurtulmak için savaştan başka çıkar yol yok muydu?” diye sordum. Sorumu şöyle cevapladı: “Aradan geçen 15 yılın ardından Irak halkı ve ABD bugün bölgede daha iyi bir durumdalar. Kararı savunmak konusunda hiçbir tereddüdüm yok. Başkana sunulan kanıtlara bakıldığında, başka seçenek yoktu.”
“Araplarla temaslar ve ordunun dağıtılmaması yönündeki müdahaleler”
Bremer, Irak'ta görevini yerine getirdiği sırada, ABD yönetiminin diğer ülkelerle olan temaslarından ve diplomatik ilişkilerinden haberdar olmadığı konusunda ısrar ediyor. Hatta Suudi yetkililer tarafından o zamanlar Veliaht Prens olan Kral Abdullah’la iletildiği söylenen mesajlardan bile haberdar olmadığını söylüyor. Ona Suudilerle veya Mısırlılarla herhangi bir temasın olup olmadığını veya müdahale etmek isteyip istemediklerini sorduğum zaman da farklı bir şey söylemedi ve şöyle devam etti:
“Irak’a geldiğim zaman tek görevim, Irak dosyası üzerinde çalışmaktı. Dışişleri Bakanlığı’nın Suudi Arabistan, Mısır veya Kuveyt gibi diğer ülkelerle olan diplomatik ilişkilerinde yer almadım. Bundan dolayı bu görüşmeler hakkında herhangi bir bilgim yok. Benim görevim, Iraklıların ülkelerini geri kazanmalarını sağlamaya çalışmaktı.”
Bremer, Irak'ta kaldığı süre boyunca Suudi veya Mısırlı görmediği ve kendisinin de onlara gitmediğini ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu hususta bilgimin olmaması, bunların yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Ben Bağdat’ta yöneticiydim. Suudi Arabistan ile görüşmüş olabilirler. Fakat benim bundan haberim yoktu. Hiçbir ABD’liden bu konu hakkında herhangi bir şey duymadım. Oysa pek çok kişiyle konuştum, fakat kimse bir şey söylemedi.”
Meseleyi teyit etmek için ‘cevap vermek istemediği konusunda’ ısrar ettim ve ‘Suudilerle ve Mısırlılarla temasların olup olmadığını açıklamak istemediğini’ söyledim, fakat cevap vermek istemediğinden değil, gerçeği anlattığını söyledi.
Bremer, Irak'ta kaldığı süre boyunca yaptığı dış ziyaretler kapsamında konuşmasını sürdürdü ve Başkan Bush'un isteği üzerine Katar'a yaptığı bir ziyaretten bahsetti. Bu ziyaret sırasında herhangi bir Katar yetkilisi ile görüşmediğini söyleyen Bremer, bir futbol maçı izlemek için Bahreyn'e olan seyahatini de hatırlatmayı da unutmayarak, “Kuveyt'in işgalinden sonra olimpiyatlardan atılan Iraklı sporcuların tekrar olimpiyatlara katılımlarını sağlamak için Bahreyn'e gittim” dedi.
Irak dosyasına İran'ın müdahalesi
Körfez ve Arap ülkelerinin çoğu -özellikle Irak’ın çevresinde olanlar-, Saddam Hüseyin'in deliliğinden kurtarılmış olsa bile 2003’te Irak’ın işgalinin, İran’ın bölgedeki siyasi kararlara müdahale etmesinin ve burayı kontrol etmesinin önünü açtığını düşünüyor. Bu, Saddam Hüseyin'in düşüşünün hemen ardından Irak’ı yönetmek için askeri bir uçakla buraya gelen ilk adamla yapılan röportajda göz ardı edilemeyecek bir nokta. Ancak ABD’nin Bağdat’taki sivil yöneticisi bu konuda farklı bir görüşe ve detaylara sahip.
Bremer İran’ın Irak’a müdahalesine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“İranlılar orada bulundukları sırada oldukça dikkatliydiler. Çünkü ABD’nin doğu ve batı sınırlarında bir ordusu vardı. İranlılar ise, ordu ya da Devrim Muhafızları tarafından gerçekleştirilen devriyelerle zaman zaman burada görünüyorlardı. Sınıra geldikleri zaman ordumuz tarafından uzaklaştırılıyorlardı. Onlarla aramızda herhangi bir çatışma meydana gelmedi. İranlılar o sıra Araplar kadar Irak’ta etkin değillerdi.”
Suudilerle veya Mısırlılarla olan temaslar ile İran'ın Irak dosyasına müdahalesi meselelerinin ardından Bremer, Suriye müdahalesi hakkında konuşmaya başladı. Suriye’nin müdahalesinin farklı şekillerde gerçekleştiğini ifade eden Bremer sözlerine şöyle devam etti: “Suriyeliler, teröristlerin Suriye sınırını geçmelerine yardım ettiler. Aralarında Libya'dan gelen birçok kişi de vardı. Hakkında doğrudan bilgi sahibi olmadığım birtakım söylentiler dolaşıyordu. Suudi Arabistan da dâhil olmak üzere bazı ülkelerin, bu kişilerin bir kısmının girişini finanse ettiği söyleniyordu. Fakat dediğim gibi bu konuda net bir bilgim yok, sadece söylentiler bu yöndeydi.”
Kendisine neden kimsenin teröristlerin girişini engellemediğini soruduğumda şu cevabı verdi; 
“Bu daha büyük bir problem yaratıyordu. Orada bulunduğum süre boyunca yeterli güvenlik gücümüz yoktu.”
Baba ve oğul Bush’un kurduğu ittifaklar
Baba Bush, Birinci Körfez Savaşı’nda büyük bir ittifak kurmayı başarmıştı. Fakat oğul Bush’un Irak işgali sırasında bu çapta bir ittifak kurduğuna dair herhangi bir malumat yok. Bremer’e bunun sebepleri hakkında birkaç soru sordum. Oğul Bush, babasının Birinci Körfez Savaşı’nda yaptığı gibi neden büyük bir ittifak kurmayı başaramadı? Oradaki birlikler, binlerce teröristin Suriye sınırından girişini nasıl engelleyemedi?
Bu sorum Bremer’i kışkırtmış olmalı ki savunmacı bir tutumla karşılık vererek şunları söyledi:
“Bu doğru değil. Bush bunu başardı. Orada geçirdiğim 14 ay zarfında 45 ülkeden askerler vardı. Benim yetkim altında 3 bin kişi vardı. Hollanda’nın Divaniye’de, Ukrayna’nın Kut’ta, İtalya’nın Nasıriye’de, Japonların kuzeyde ve Korelilerinin Erbil’de tugayları vardı.”
“Öyleyse neden bu büyük ittifak el-Kaide’nin Suriye'den Irak'a geçişini önleyemedi?” diyerek sorumu tekrarladım. Bremer bu seferki cevabında ise Irak'ın coğrafi olarak bölümlenmesine değindi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Eğer Divaniye’de iseniz, Suriye sınırını kontrol edemezsiniz. Sorun, yeterli sayıda ABD birliklerinin bulunmamasıydı. Çünkü tugaylar ve diğer taburlar şehirlerde konuşlandırıldı. Bu sebeple sınırlar kontrol altına alınamadı. ABD kuvvetleri daima Anbar ilini kontrol etmek zorundaydı ve sayıları yeterli değildi. Bundan dolayı sınırlar kontrol altına alınamadı. Suriyeliler ve belli bir noktada İranlılar, sınır geçişlerini teşvik etti.”
Bremer’in sözleri teröristlerin sınırdan geçişinin Suriyeliler ve İranlılar tarafından nasıl desteklendiğinin bir göstergesidir.
Dost ve düşman Saddam Hüseyin
Saddam Hüseyin, 1980'lerde İran’la olan savaşında kendisini her düzeyde destekleyen müttefiki ABD’yi kaybetti ve daha sonra bir düşman konumuna evrildi. ABD’yi Irak'ı işgal etmeye iten şey buydu. Paul Bremer, Saddam Hüseyin’i ABD’nin düşmanı haline getiren şeyin ne olduğu hakkındaki soruma şöyle cevap verdi:

“Saddam’ın Amerikalıların bir müttefiki olduğunu düşünmüyorum. ABD’nin Saddam’a desteği sadece birkaç yılla sınırlıydı. Yani, sadece geçici bir müttefikti. Saddam'ın halkına, özellikle de Kürtlere yönelik acımasızlığı, müttefiki olan ABD’yi kaybetmesinin başlıca nedenidir. 1980'lerde Kürtlere karşı soykırım gerçekleştirdi ve Mart 1988'de Halepçe’de onlara karşı kimyasal silahlar kullandı. Bu, ABD’nin ondan uzaklaşmaya başlamasının ilk kıvılcımıydı. Öte yandan İran’ın 1983 yılında Lübnan’daki Amerikalıları öldürmek amacıyla Hizbullah’ı kullanmaya başlamasıyla ilişkilerimiz bozuldu. Başkan Ronald Reagan döneminde denklemin, İran ve Irak’la yüzleşmekten ziyade Suriye ve İran’la yüzleşmeye kaydığını düşünüyorum.”
 “Saddam ile ilişkiler 1990'lı yıllarda oldukça kötüleşti. O sıra Saddam Kuveyt’i Irak’a dâhil etmek için büyük bir hırs gösteriyordu. Müfettişler tarafından yapılan denetlemelerin ardından kimyasal silahlara sahip olmadığı yönündeki sözlerinin yalanlanmasından sonra durum daha da kötüleşti. Böylece ABD’li yetkililerin Saddam'a duydukları sempati sona erdi.”
Irak ordusunun dağıtılması
Paul Bremer'in ismini andığımızda, onun Irak’ın kaderini belirleyen iki kararı hakkında konuşmamak olmaz: Irak ordusunun ve Baas Partisi'nin dağılması. Her iki karar da Irak'taki demografik ve politik durumlarda değişikliklere yol açtı. Fakat Bremer, röportaj sırasında özellikle ordu söz konusu olduğunda ‘onun dağıtıldığı’ yönünde bir ifadenin kullanılmasının yanlış olduğunu söyledi ve Irak’a geldiği sırada burada herhangi bir ordunun bulunmadığını belirtti.
Bremer’e ‘Irak ordusunu tutmanın ne gibi bir tehlikeyi içerdiğini’ sordum. Sorumu şöyle cevaplandırdı;
“Orduyu tutmanın yolu yoktu. Bağdat'ın düşmesinin ardından Irak'ta hiçbir yerde varlık göstermiyordu. 9 Nisan’da Bağdat’ın düşmesinin ardından, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nın Irak'taki komutanı General John Abizaid’e göre, ülkenin hiçbir yerinde silah taşıyan herhangi bir Irak ordusu birliği yoktu. Pentagon, o sıra Irak ordusunun terhis olduğunu söyledi. Aslında bu şık bir kelime değil, fakat gerçekten de askerler evlerine gittiler. Eğer bir hata yaptıysam, bu da ‘ordunun dağıtılması’ ifadesinin kullanmış olmamdır.”
Irak’taki sivil yönetici Bremer’e göre buraya gelmesinin ardından ortaya çıkan en büyük sorun, ordunun yeniden toparlanmasının gerekip gerekmediği meselesiydi. Bremer, ABD hükümetinin ve Pentagon’un bu konudaki görüşünün, bunun gerekmediği yönünde olduğunu söyledi. Çünkü ordu, Saddam'ın halkına karşı olan acımasızlığının temel aracıydı.
Irak ordusu hakkında konuşmasını sürdüren Bremer şunları söyledi:
“Ordu, 315 bin askerden oluşuyordu. Gönüllü bir ordu değildi. Neredeyse bütün askerler Şii’ydi. Çok az sayıda Kürt dâhil subayların neredeyse tamamı Sünni’ydiler. Askerler ordunun savaşı kaybettiğini gördüklerinde kaçtılar. Gitmeden önce de kışlaları yıktılar. Orduyu yeniden toparlayacak hiçbir yer yoktu.”
Iraklı bileşenlerin ordunun yeninden yapılandırılması konusundaki tutumları
Bremer’e göre Iraklı grupların, orduyu, Saddam’ın 30 yıl boyunca kendilerine karşı uyguladığı vahşetin bir aracı oldukları görmeleri dolayısıyla, ordunun yeniden yapılandırılmasını destekleyen herhangi bir siyasi tutum yoktu. Bremer, Kürt liderler Celal Talabani ve Mesut Barzani’nin, orduyu toparlamak isteyen bazı Amerikan subaylarının varlığına ilişkin söylentiler duyduklarını kendisine söylediklerini belirterek şöyle devam etti:
“Kürtler benimle olan konuşmalarında, ordunun yeniden yapılandırılması konusundaki tutumlarında net ve kararlıydılar. Bana, kendilerine karşı soykırım işleyen bir ordunun yeniden toparlanması için çağrı yapıldığı takdirde, Irak'tan ayrılacaklarını söylediler. Nitekim Mesud Barzani, bu soykırımda yaklaşık 3 bin akrabasını kaybetmişti.”
Irak ordusunun dağıtılması ve Şiiler konusunda konuşmasını sürdüren Bremer şu ifadeleri kullandı:
“Bazı istatistiklere göre nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şiiler, Şiilerin en büyük dini merci Ayetullah Ali es-Sistani’nin talimatı ile bizimle iş birliği yaptılar. Şii liderleri bana, orduyu yeniden toparlamam durumunda Saddam’ın vahşetini yeniden dirilteceğimi söylediler. Dolayısıyla burada ordunun yeniden toparlanmasını destekleyen herhangi bir siyasi tutum bulunmuyordu.”
Ona, Saddam'ın ordu subaylarının çoğunun da aralarında bulunduğu Sünnilerin ne düşündüğü sorduğum zaman şu cevabı verdi;
“Onlar da aynı şekilde ordunun yeninden toparlanmasını istemediler ve hiçbir zaman bizden böyle bir şey talep etmediler. Sünniler, hem Araplar hem de Kürtler olmak üzere yönetim kuruluna katıldılar.”
Bremer, eski ordunun yeniden toparlanmaması konusunda görüş birliği olmasına rağmen Nisan 2004’te yaşanan bir olayı anlattı ve olayın vermiş oldukları kararda haklı olduklarını kanıtladığını söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“O zamanlar Anbar iline bağlı bir kasaba olan Felluce'de çok zor zamanlar geçirdik. ABD’li bir general bana veya Washington'a danışmadan eski ordudan bir tugayı geri çağırmaya karar verdi. Bu tugayı kaos içerisinde bulunan Felluce'ye girmek ve burayı temizlemek için kullanacaklarını söylediler. Fakat tugay bunu yapmak yerine, düşman saflarına katıldı. Bundan dolayı çağrıda bulunan general, tugayı dağıtmak zorunda kaldı. Bu, eski ordunun çağrılmasının mümkün olmadığının bir kanıtıdır. Birisi bir kere bunun iyi bir fikir olduğunu düşündü, fakat neticesi felaket ve tam bir başarısızlıktı.”
Irak için yeni bir ordunun kurulması!
Irak ordusunun dağılmasının ve yeniden çağırılması fikrinin Iraklı bileşenler tarafından reddedilmesinin ardından ABD, yeni bir ordu kurma planının uygulanmasından önce, maaş ödemek ve yeni bir ordu oluşturmak için başvuruları kabul etmek de dâhil olmak üzere çeşitli önlemler aldı.
Bremer, alınan bu önlemlerin çok önemli olduğunu söyledi ve şöyle devam etti:
“Tüm üst düzey subaylara maaş ödedik. Emekli maaşları, Saddam'ın ordusunda kaldıkları sıradakinden en az iki kat daha yüksekti. Onlara avans verdik ve onları eve gönderdik. Albay rütbesine kadar eski ordunun mensuplarının yeni orduda herhangi bir görev için başvuruda bulunmasının yolunu açtık. Onlara karşı hiçbir ayrımcılık söz konusu değildi. 14 ay sonra Irak'tan ayrıldığım sırada, subayların yüzde 80'i eski ordudandı.”
Bremer'ın daha önce belirttiği gibi, Suriye-Irak sınırından teröristlerin geçişişinin önlenmesi için yeterli kuvvetlerin bulunmaması o zamanlar büyük bir problemdi.
Bremer, 2009 yılında el-Kaide'yi mağlup eden ordunun, 2011 ve 2012 yıllarında DEAŞ’ı mağlup ettiğini belirterek, Irak ordusunun Amerikalılar tarafından eğitildiğini söyledi.
Irak'taki savaş sırasında terörist grupların oluşumu
ABD işgali sırasında Irak'ta, Mücahit Şura Meclisi ve DEAŞ gibi birçok terörist grup kuruldu. Beşşar Esed’den Irak’a mümkün olduğunca çok terörist göndermesini isteyen İran, bu terörist grupların bazıları arasında gerçekleşen savaşlardan yararlandı.
Irak’ın sivil yöneticisine, “Bu gruplar Irak’ta nasıl kuruldu? Bu gruplar, bazılarının diğerleriyle birleşmesi sonucu DEAŞ’ı nasıl oluşturdular?” diye sordum. Bremer, sorumu şöyle cevapladı:
“El Kaide, Ensar el-İslam adıyla bilinen terörist grup aracılığıyla işgal öncesinde de Irak’ta etkinliğini sürdürüyordu. Bu terörist oluşumun merkezi Kürt bölgeleriydi ve süreç içerisinde Irak’taki el-Kaide’ye doğru evrildi. En nihayetinde ise DEAŞ’ı kurdular. DEAŞ aslında El Kaide’nin üçüncü versiyonudur.”
Ona bu grupların sayılarının arttığını söylediğim zaman beni teyit etti ve şu ifadeleri kullandı; 
“Doğru söylüyorsun. İranlılar meseleleri bizim için karmaşık bir hale getirmekten çıkar sağlıyorlardı.” Bunun üzerine İranlıların işleri karmaşıklaştırmak için ne yaptıklarını sordum. Bremer, sorumu şöyle cevapladı: “Ben oradayken, İranlılar çok sessizdiler.  Muhtemelen Suriyelilere yardım ediyor ya da onları teşvik ediyorlardı. Teröristlerin çoğunluğunu Libya'dan gelenler oluşturuyordu ve bu kişiler Suriye üzerinden geliyorlardı.”
Baas Partisi’nin dağıtılması
Paul Bremer’in Irak'ta bulunduğu sırada çıkardığı ikinci kararname ise Baas Partisi'nin dağıtılmasıydı. Birçok kimse onun bu kararını, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD ve İngiltere’nin Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin dağıtılması kararına benzetiyor. ABD bunu Irak'ta Baas Partisi'ne de uygulamak istedi. Bazı Iraklıların “Allah’a şükür, ABD Irak bayrağını değiştirmedi” dediğini duyarsınız. Partinin dağılmasından sonra, yüksek mevkide bulunanlar başta olmak üzere parti üyelerinin çoğunun, evlerine döndükleri ve Amerikalılara karşı savaşmaya başladıkları hakkında haberler gelmeye başladı. Bunun en iyi örneklerinden biri Saddam döneminde partinin ikinci adamı olarak bilinen İzzet İbrahim ed-Duri’dir. İzzet ed-Duri’nin aralarında bulunduğu birtakım kimseler kendi gruplarını oluşturup mücadele etmeye başladılar.
Baas partisinin dağıtılması gerçekten de faydalı oldu mu? Siyasi bir partiye dönüştürmek daha iyi olmaz mıydı? Teröristlerin parçalanması ve terör gruplarının oluşumu hakkında konuşmaya başlayan Bremer’e bu soruyu sordum. Sorumu şöyle cevapladı;
“Baas Partisi’nin kıdemli üyeleri, önde gelen bakanlardan ve milletvekillerinden oluşuyordu. Bildiğimiz kadarıyla ülkeyi terk ettiler ve ben hiçbir zaman onlardan herhangi birinin Amerikalılara karşı başlatılan mücadelede yer aldığını duymadım. Baas Partisi'nin bazı üyelerinin kendi halklarına ve ABD güçlerine karşı savaştıkları doğruysa, bu kişilerin yerleri iktidar değildir.”
Bremer konuşmasının devamında, bu kişilerin çalışmakta, dükkân açmakta ve Ürdün’den araba ithal ederek satmakta özgür olduklarını söyledi. Ayrıca onlardan binlercesinin yasalara saygılı vatandaşlar haline geldiğini ve kendileri için yasaklı olan tek şeyin hükümette görev almak olduğunu belirtti. Baas Partisi'nin dağıtılması meselesine geri dönen Bremer, onları Nazilere kıyas ederek şöyle devam etti:
“Baas Partisi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Nazilerin ilkeleri temel alınarak kuruldu. Bu nedenle akla, Suriye Baas Partisi’nde var olan Nazi felsefesinin yansıması geliyor. Bunun aynısını burada, Irak’ta da görüyoruz. Baas Partisi’nin dağıtılması ve üst düzey üyelerinin ülke dışına çıkarılması kararı, Londra, Avrupa, Washington ve diğer birçok yerdeki binlerce Iraklının tavsiyesiyle alındı. Baas Partisi kesinlikle popüler bir parti değildi. ABD bu durumu Iraklılar tarafından bir işaret olarak değerlendirerek, Nazilerin dağıtılması modelini burada da tatbik etti. Ancak iki noktada diğerinden daha ılımlı bir şekilde yaptı. Birincisi ve en önemlisi, bu uygulama sadece partinin yüzde 1’lik bir kısmına uygulandı. Baas Partisi 27 milyon olan Irak nüfusunun yüzde 10'unu temsil ediyordu ve 2 milyon üyesi vardı. ABD’nin kararı, 20 bin insanı etkiledi. 1945'te Almanya'da olduğu gibi kapsamlı bir ulusal tasfiye söz konusu değildi.”
Baas Partisi ile Naziler hakkında konuşmasını sürdüren Bremer sözlerini şöyle sürdürdü:
“ABD, Baas Partisi’nin dağıtılmasının ardından parti üyelerinin çalışmaları konusunda herhangi bir kısıtlama getirmedi ve Irak’ta çalışmalarına izin verdi. Almanya’daki Nazi partisi üyelerine yapılanlar ise bunun aksiydi. Mesela gazete çıkarabiliyorlardı. Orada geçirdiğim üçüncü haftanın sonunda ülkede 100’e yakın gazete vardı. Ayrıca televizyon ve radyo istasyonları açabilir ve cihazlar satmak için dükkân açabilirlerdi. Almanya'da 800 bin Nazi mensubu hapse atıldı ve parti üyelerinin ekonomide herhangi bir rol oynaması engellendi. Biz burada hiç kimseyi hapse atmadık.”
Washington’dan ve ülkedeki büyük boşluktan korkanlar!
Baas Partisi'nin dağıtılmasının ardından iki durum ön plana çıktı.  İlki, Saddam Hüseyin’in yönetiminde yer alanların, herhangi bir siyasi etkinliğe katılmaktan korkmaları; ikincisi ise partinin dağıtılmasının, ülkede büyük bir boşluk yaratması ve ülkeyi dönüştürmesidir. Bu, ABD’nin planının aksine demokrasi temelinde bir devleti değil, mezhepçi bir devleti doğurdu. Bremer’e bu konuda ne düşündüğünü sordum. Bana şöyle cevap verdi;
“Irak, bin yıldan beri mezhepçi bir devlettir. Osmanlı, Haşimi veya Baas dönemlerinde olduğundan daha mezhepçi bir hale geldiğini söylemek doğru değil. Irak, bin yıldır Sünniler tarafından yönetilen bir ülke. Bu sadece Saddam’ın yönetimine münhasır olan bir şey değil. Bin yıl boyunca Şiiler hükmetmiş olsa bile değişen bir şey olmazdı.”
Baas Partisi'nin dağıtılmasından sonra neler yaşandı?
Baas Partisi'nin dağılması Irak'ı nasıl değiştirdi ve ülkenin Saddam Hüseyin'in kontrolü dışında kalmasından sonra ne oldu? Haşdi Şabi bugün Irak’ta ne yapıyor? Irak hala Saddam Hüseyin’in kontrolü altında olsaydı bunlar olur muydu? Bütün bu sorular, Paul Bremer ile yapılacak görüşme hazırlıkları sırasında gündeme geldi. İran Devrim Muhafızları'nın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, ülkeye girip çıkıyor ve kontrolsüz bir şekilde roketleri stokluyor. Ayrıca ABD güçleri hala Irak’ta bulunuyor. Bütün bu siyasi ve demografik değişiklikler Baas Partisi'nin dağıtılmasına katkıda bulundu ve hiç kimse bunları düzeltemedi. Peki, Paul Bremer bu konuda ne düşünüyor?
Bremer, verdiği iki karar temelinde (orduyu ve partiyi dağıtmak) ve ABD’nin bunlarla ne yapmak istediği çerçevesinde bu soruyu şöyle yanıtladı;
“Irak ordusunun dağıtılması kararında, ordunun ülke tarihinde önemli bir rol oynadığını zikrettim. ABD, aynı hizmetleri sağlamak için yeni Irak ordusuyla çalışmayı dört gözle bekliyor. O zaman verdiğimiz kararın doğruluğu hakkında herhangi bir tartışma olduğunu sanmıyorum. Doğru bir karardı ve Irak'ta el-Kaide’yi mağlup eden bir ordu kurulmasıyla neticelendi.  Baas Partisi'nin dağıtılması keyfi bir şekilde gerçekleşmedi, bilakis derin ve dikkatli bir çalışmanın bir neticesiydi. Amerikalılar partinin dağıtılmasının ardından iktidarı Iraklılara devretmek istiyordu, yoksa bazılarının zannettiği gibi iktidarı kontrol etmek gibi bir düşünceleri yoktu. Kararın ardından yaptığım açıklamada, koalisyonda bulunan kimseler olarak katılacak parti üyelerinin birbirinden ayrıt etmemizin mümkün olmadığını söyledim. Zira parti ideolojisine inanıyorlardı veya bunu yapmak zorundaydılar.”
Paul Bremer'in itiraf ettiği ikinci hata, Baas Partisi'ni feshetme kararının doğru olduğuna olan inancına rağmen, kararnameyi kötüye kullanan Irak’taki siyasetçilere iktidarı teslim etmesiydi. Bremer sözlerini şöyle sürdürdü: “Politikacılar kararnamenin uygulanmasının detaylarında hata yaptılar. O sıra yönetim kurulu daha fazla yetkiye sahip olmak için baskı yapıyordu. Iraklılarla birlikte ne yapacağımıza karar vermemiz 5 ay sürdü. Siyasiler iktidara geldi ve konseye ‘Baası ortadan kaldırma konseyi’ adı verildi. Iraklı yargıçlar siyasetten etkilenmediler. Çünkü Saddam, cezalandırmak istediği kimse için mahkemeye başvurmadı. Böylece yargı büyük ölçüde politik hesaplaşmaların dışında kaldı. Saddam, birini öldürmek istediğinde, onu askeri komisyona teslim ediyordu. Iraklılar, Mısırlılar gibi yüksek düzeyde bir hukuk çalışması yaptılar. 1920'lerden bu yana, özellikle İngiliz sömürge döneminde, ülkede iyi avukatlar ve hâkimler vardı. Irak’a vardığımda, burada 900 kadar hâkim vardı. Danışmanlardan onların dosyalarına bakmalarını istedim. Bunların yaklaşık 613'ünün dosyası tamamen temiz çıktı. Saddam ile herhangi bir temasları yoktu. Yargıçlardan oluşan bir kurul oluşturmam ve kimin hangi konumda bulunmasına karar vermeleri için onlara yetki vermem gerekiyordu.”
Eski hesapların görülmesi
Bremer pek çok Iraklı siyasetçinin, “Baas partisinin dağıtılması hususundaki kararname kapsamında kararlaştırılanların ötesine geçildiğini ve partiye mensup ya da partiyi destekleyen herkesin avlanmaya başlandığını düşündüğünü” dile getirdi ve şöyle devam etti;
“Eğitim Bakanı'ndan öğrendiğim kadarıyla ülkeye girmemizin üzerinden geçen yaklaşık 6 veya 7 ayın sonunda 11 bin üniversite profesörü işini kaybetti. Bunun sebebi, ‘Baası ortadan kaldırma konseyinin’ almış olduğu kararlardı. Bu yüzden siyasilerin yetkilerini geri çekmek zorunda kaldım.”
Konuşmanın akışını değiştirmeksizin, “Bu hata birçok insanın işini kaybetmesine neden oldu ve diğer bazı kimselerin de yeniden hükümete katılmak konusunda korku duymalarına yol açtı. Peki, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sordum. Paul Bremer, kendisiyle yaptığım görüşme sırasında sürekli olarak sadece Irak’ta bulunduğu dönemde yaşananlardan sorumlu olduğu konusunda ısrar etti ve 2014 yılının Mart veya Nisan ayında 11 bin profesörün yeniden görevlendirildiğini söyledi. Ayrıca ABD’nin, Baas Partisi’nin dağıtılmasının ardından, üyelerini dışlamaya çalıştığını ve çalışma fırsatlarının önünü kesme girişimlerinde bulunduğunu kabul etmedi. Bremer, partinin dağıtılmasına ilişkin kararnamede birtakım istisnaların bulunduğunu söyledi ve bizzat kendisinin kararnamenin son kısmında, gerektiğinde istisna yapma hakkını saklı tuttuğuna dair bir kayıt koyduğunu belirterek, şu ifadeleri kullandı: “Bu defalarca gerçekleşti. Mesela danışmanlarımdan birinin tavsiyesiyle elektrik şirketinin bir çalışanının görevinde kalması, bu istisnalardan biriydi. Nitekim bu çalışan, teknik detayları çok iyi biliyordu ve danışmanımın ifadesine göre yeri doldurulamayacak biriydi. Bu türden pek çok istisnai durum söz konusu oldu ve bu kişilerin işlerinde kalmalarına izin verdim. Çünkü onlara ihtiyaç vardı.”
Irak'ta demokrasi
Saddam, herkesin öldürülme veya işkence görme korkusuyla itaat ettiği bir diktatördü. Burada sorulması gereken soru şuydu: Neden herhangi bir suçu olmayan kimseler de bedel ödedi? Bremer, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Irak’ın işgalinden iki yıl önce Iraklılar ile temas kurduğunu, onların partinin dağıtılmasını düşündüklerini ve bu kararın halkın tavsiyesiyle alındığını söyledi. İşgal sonrası dönemi ve bugün Irak'ta yaşanan durumu savunan Bremer, “Basitçe söylemek gerekirse, kararda yer alanlardan bazısının intikam almak istediğini söyleyebiliriz” diyerek sözlerini sürdürdü. Bunun üzerine söz konusu kimselerin kimler olduğunu sordum. Bana bu kişilerin kim olduklarını bilmediğini, fakat binlerce kişiyle görüştüklerini ve bunlar arasında Sünnilerin, Şiilerin, Kürtlerin, Yezidilerin, Hristiyanların ve Türkmenlerin bulunduğunu söyledi. Paul Bremer, 2011’de ilk seçimlerini yapan Tunus dışında Arap Baharı’ndan önce 4 parlamento seçimi yapan tek Arap ülkesinin Irak olduğunu dile getirdi.
Ona, “Irak'ı demokratik bir devlete dönüştüreceğinizi söylediniz. Her ne kadar bugün çoğu kimse öyle düşünmese bile, Irak'ta o günün yaşandığını düşünüyor musunuz?” sorusunu sordum. Soruma şöyle yanıt verdi:
“Iraklılar, il yönetimleri için iki kez seçim yaptılar. Ayrıca kendilerinin yazdığı bir anayasa referandumu düzenlediler. Adil Abdülmehdi’nin geçen yıl başbakanlık görevine başlamasıyla birlikte Irak, beşinci barışçıl dönemine geçti. Hiçbir Arap ülkesinde böyle bir şey olmadı.”
Demokrasinin seçimlerden veya oylamadan ibaret olduğunu söylemek mümkün değil. Öte yandan Irak hükümetinin mezhepsel yapısı açık bir şekilde görünüyor. Nuri el-Maliki birçok kez seçimlerden uzaklaştırıldı, fakat her seferinde geri döndü. Bremer’e, Sistani'nin kilit rol oynadığı bir yapı içinde ve Kasım Süleymani’nin Irak'ın gerçek hâkimi olarak kabul edildiği bir zeminde, demokrasiyi nerede konumlandırdığını sordum. Bremer, bu soruma “Dünyanın hiçbir yerinde mutlak demokrasi olduğunu sanmıyorum, burada bile (ABD)” diye yanıt verdi.
Irak'taki durumu çok iyi görmediğini ifade eden ve bunun sebebinin ABD’nin bölgeye ilişkin ilgisinin azalması olduğunu belirten Bremer, özellikle Başkan Barack Obama’nın 2011 yılında ABD askerlerini Irak'tan çekmesiyle bunun açık bir şekilde göründüğünü ve bu durumun Başkan Donald Trump ile de devam ettiğini söyledi. İran, Rusya ve Türkiye olmak üzere 3 eski imparatorluğun bölgedeki çıkarlarının çatıştığını kaydeden Bremer, “Bunu Suriye, Irak ve başka yerlerde görüyoruz” dedi.
ABD ordusunun Irak'tan çekilmesi
ABD’nin geri çekilmesinin dış politika açısından büyük bir hata olduğunu düşündüğünü belirten Bremer, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hâlihazırda oradaki durumu savunmuyorum. Fakat şunu söylüyorum: 2003 ve 2004 yıllarında bizim görevimiz, Iraklıların ekonomilerini ve siyasi yaşamlarını yeniden kazanmalarına yardımcı olmak ve hükümette temsil edilmelerini sağlamaktı. Bunu yaptık ve bu yolu izlediler. Bu yolda sürekli bir şekilde devam edip etmeyeceklerini hiç kimse söyleyemez.”
Irak ordusunun dağıtılması ve iktidarın barışçıl bir şekilde aktarılması meselelerinin ardından Bremer’e, “Iraklıların hiçbir bağlılık ve dış müdahale söz konusu olmaksızın ülkelerini nasıl savunabileceklerini düşünüyorsunuz? Haşdi Şabi’yi ve orduyu tek bir bayrak altında birleştirmenin en iyi yolu nedir?” diye sordum. Sorumu şöyle yanıtladı:
“İranlılar Irak içinde etkili bir üs inşa etmeyi başardılar. Haşdi Şabi de bunlar arasında yer alıyor. Mevcut Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi, Haşdi Şabi’yi merkezi komutanlığın çatısı altında konumlandırmaya çalışıyor. Biz oradayken de benzer bir tutumu benimsemiştik. Bütün milis gruplarının merkezi yönetim çatısı altına girmesi gerekiyor. İran, şüphesiz önemli bir oyuncu olan Süleymani’ye sahip. Bu kötü bir durum. Durumu düzeltmek için gerekli olan şey, mezhepçi parametrelerin dışında bir hükümetin tesis edilmesidir. Ayrıca gücün sadece merkezi hükümetin kontrolünde olması gerekiyor. ABD, Terörle Mücadele Şubesi’yle veya diğer birimlerle yapılacak bir çalışma yoluyla buradaki durumun iyileşmesine katkıda bulunabilir. ABD’nin hedefi bu olmalı.”
Sorumun cevabının sonunda, İran’ın Saudi Aramco'nun Abkayk ve Hurays'ta bulunan petrol tesislerine yönelik gerçekleştirdiği saldırılara değinen Bremer, “İran 14 Eylül'de petrol sahasını hedef alan saldırılar gerçekleştirdi. Bir şekilde bununla başa çıkılması gerekiyor. Ne olacağını göreceğiz” ifadesini kullandı. Röportaj içerisinde bu konuya tekrar döneceğiz.
İran’ın bölgedeki genişlemesi
Bremer, röportajın önceki kısımlarında İran’ın Suriye ile iş birliği yaparak teröristlerin sınırdan geçişini sağladığından ve Haşdi Şabi aracılığıyla Irak’ta bulunuşundan bahsetti. Ordunun dağıtılmasının ve Baas partisinin feshedilmesinin İran’ın bu kadar açık bir şekilde Irak’ta görünmesinde etkisi olup olmadığını kendisine sordum. Bana, bu önemlerin, söz konusu neticeleri gerektirmediğini söyledi. ABD’nin 2011’e kadar Irak’ta güçlü bir şekilde bulunduğunu ve şu an İran’ın etkisinin Saddam döneminden daha büyük olduğunun bilindiğini ifade eden Bremer, Başkan Barack Obama’nın ABD askerlerini buradan çekme kararının, olayların seyrinin değişmesinin başlangıcı olduğunu ve bunun DEAŞ’ın oluşumunu hazırladığını belirtti.
Her ne kadar hatanın Obama’ya ait olduğunu söylese de onun tek sorumlu olarak görülmemesi gerektiği değerlendirmesinde bulunan Bremer, “2003’te yeterli askere ve gerekli stratejiye sahip olmadığımızı yazdım. Başkan George W. Bush’un bunu anlaması uzun zaman aldı. Başkan Bush 2006'nın sonunda Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'i görevden aldı ve birliklerin sayısını arttırmaya karar verdi. Bunun tamamlanması iki yıl sürdü ve 2009'da El Kaide’yi mağlup etmeyi başardık.”
Paul Bremer, İran’ın bugün Ortadoğu’daki yaklaşımını Pers planlamasına benzetiyor ve her Perslinin hayalinde Akdeniz'e gidip Yunanistan'a saldırmaya Xerxes (Serhas) ve Cyrus efsanesinin bulunduğunu söylüyor. Kendisine İran’ın gerek başlangıçta gerekse de sonrasında ABD’nin Irak’taki varlığına karşı çıkıp çıkmadığını ve bölgeyi istikrarsızlaştırma girişimlerinde bulunup bulunmadığını sordum.
Bremer sorumu şöyle yanıtladı;
“Irak’ta bulunduğum sıralarda ara sıra görünüp kaybolmalarının dışında ciddi bir İran varlığından söz edemeyiz. Persler, 3 bin yıllık bir süreçte büyük bir imparatorluk kurdular. Tahran'da kim olursa olsun, onlar Perslerin ardıllarıdırlar ve Akdeniz ile İndus nehri arasındaki bölgeyi kontrol etmeyi düşünüyorlar. Irak’ta 2005 ve 2006’da sıkıntı yaşadığımızı gördüklerinde, sorun yaratma fırsatını yakaladılar ve o zamandan beri devam ediyorlar.”
İran’ı neyin daha tehlikeli hale getirebileceği ya da bölgede onu neyin güçlü kılacağı konusunda Bremer, “İran ekonomik yaptırımlardan oldukça etkilendi. Bundan dolayı ekonominin bir güç kaynağı olacağını düşünmüyorum. Onları daha güçlü kılacak olan şeyin, Irak’taki nüfuzlarını, Suriye üzerinden Lübnan’a doğru genişletme potansiyelleri olduğunu düşünüyorum. Bu, İran’ı Akdeniz’e ulaştırır ki zaten istediği şey bu.”
Obama’nın kararları ve birliklerin geri çekilmesi
İran nükleer anlaşmasını imzalayan Başkan Barack Obama'nın ikili dosyalarda İranlılarla koordineli bir şekilde hareket ettiği söyleniyor. Ayrıca onun dönemine ilişkin bazı bilgiler, bölgedeki birliklerin geri çekilmesi kararının taraflar arasındaki koordinasyonun bir neticesi olarak alındığına işaret ediyor.
Bremer, her ne kadar bunun ihtimal dâhilinde olduğunu söylese de bu konuda elinde herhangi bir delilin bulunmadığını belirtti. Ayrıca gayrı resmi görüşmelere ne zaman başlandığını bilmiyor olmasına rağmen Obama'nın İran'la görüşmeye istekli olduğunu söyledi.
Bremer sözlerini şöyle sürdürdü;
“Onun söylediklerini temele alarak birliklerin geri çekilmesi meselesini açıklamak zor. Obama, Irak’tan geri çekildiklerini, çünkü Iraklıların, ABD'nin Irak'taki askeri varlığının hukuki geçerliliğini uzatan SOFA anlaşmasını reddettiğini söyledi. Fakat bu doğru değil. Maliki 2011 yılının Ekim veya Kasım ayı içerisinde ABD’ye geldi, Obama’yla görüştü ve anlaşmayı imzalamaya hazır olduğunu söyledi. Bunun başbakanın imzasıyla olmayacağını, parlamentodan geçmesi gerektiğini kendisine söyledik. 1945'ten bu yana yaklaşık 86 ülke ile bir anlaşma yaptık. Bu anlaşmalar, askerlerimizi, bulundukları ülkenin yerel yasalarına göre kovuşturulmaktan korumak için yapılan anlaşmalardır. Sadece şiddet suçları anlaşmaya dâhil değil. Bildiğim kadarıyla, herhangi bir ev sahibi ülkeye anlaşmanın onaylanması için ne gibi adımlar atmaları gerektiğini söylemedik. Maliki bir istisna oldu. Maliki’ye başbakanın imzalamasının yeterli olmadığını ve parlamentoya gitmesi gerektiğini söyledik. Parlamentonun tutumu ise açıktı. Birlikleri geri çekmek için bir bahane gibi görünüyordu. Birliklerin çekilmesi, Obama’nın İran’a bir hediyesidir. Bunun DEAŞ için de bir hediye mesabesinde olduğundan eminim. DEAŞ bundan doğrudan faydalandı. İranlılar, bildiğimiz kadarıyla DEAŞ hayranı değiller. Ancak nihayetinde İran’a daha geniş bir alanda hareket etme fırsatı verildi.”
Ebu Gureyb Hapishanesi
Irak'taki koalisyon güçleri tarafından kullanılan Ebu Gureyb Hapishanesi, burada yapılan işkencelerin görüntülerinin yayınlanmasının ardından dünya genelinde bir paniğe sebep oldu. Bu süre zarfında hapishane, ABD yönetimi altındaydı. Paul Bremer'a sorumluların akıbetinin ne olduğuna ilişkin sorular sormam gerekiyordu. Bu kişilere ne oldu ve neden yargılanmadılar? Ebu Gureyb hücrelerinde yaşanan olayların sorumluları kimlerdi? Paul Bremer, Ebu Gureyb Hapishanesi’nin ABD'nin bölgede istediği demokrasi olduğunu söyleyenlerin görüşü hakkında ne düşünüyordu?
Bremer, Ebu Gureyb Hapishanesi dosyasına ilişkin rahatsızlığını gizlemedi ve yaşananlara dair duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Bunları ‘korkunç’ olarak nitelendiren Bremer, “Ebu Gureyb üzerinde herhangi bir otoritem yoktu. Yetkiyi elinde bulunduran ulusal bir güvenlik birimiydi. Açıkçası, durum çok kötüydü” ifadelerini kullandı. Hapishaneden sorumlu komutanın işini kaybettiğini, görevden alındığını ve sonra emekliliğe ayrıldığını belirten Bremer, bu askeri birliğin yaptıklarının affedilemez olduğunu, ancak olayların yayılmasının ardından bundan haberdar olduğunu söyledi.
Sorumun ikinci kısmı Bremer’i kışkırtmış olmalı ki savunmacı bir tavırla şöyle bir cevap verdi,
“Bunu kim söyledi? ABD hakkında herhangi bir şey bilen ve olayların herkesi ne kadar dehşete düşürdüğünden haberdar olan herkes, böyle bir hadisenin ABD’yi temsil ettiğini söyleyemez. Bu hiç mantıklı değil. Bu düşüncede olan kimseler, bizim ne istediğimiz konusunda kesinlikle yanlış düşünüyor. Amerika’nın tarihi hakkında daha fazla şey öğrenmeliler.”
Ona, “Bu olayların ABD’yi temsil ettiğini düşünmüyorlar. ‘Saddam’ın yerini alacak olan demokrasi ve insan hakları bu mu?’ diye soruyorlar” dedim. Bunun üzerine öfkelenerek, “Bu saçmalık. Tüm bu sözler kabul edilemez” dedi.
Kendisine, Iraklı sivillere işkence eden ve vücutlarına elektrik veren kimselerin görevden alınmalarının ve emekliliğe ayrılmalarının yeterli bir ceza olduğunu düşünüp düşünmediğini sordum. Bu soruma, “Ben askeri bir yargıç değilim. Askeri yargının icraatlarına ve mahkemelere tabiydiler. Hapishane komutanı kovuldu ve rütbesini kaybetti. Diğerlerine ne olduğunu bilmiyorum” diye yanıt verdi.
Güncel gelişmeler: Bölge ve Aramco saldırıları
Bremer’e, Aramco saldırılarının İran üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmayacağını sordum. O ise soruma şöyle cevap verdi;

“Tepkilere bağlı. Bu saldırılar karşısında tepki verilmesi gerekiyor. Bu İran'ı etkileyecektir. Eğer cevap verilmezse tekrarlanacaktır. Dolayısıyla işler kontrolden çıkacaktır. Bazı İran rafinerilerine yönelik dikkatli, sınırlı ve iyi çalışılmış bir saldırı ile yanıt verilmesini öneriyorum. Suudi Arabistan'ın saldırıya öncülük etmesi gerekiyor. Çünkü petrol tesisleri İran tarafından gerçekleştirilen saldırılarla zarar gördü.”
Ona göre ekonomik açıdan oldukça yorgun olan İran’ı etkileyebilecek bu önerisinin ardından kendisine, bunun olacağını düşünüp düşünmediğini sordum. Bu konuda şüphe duyduğunu söyledi ve şöyle devam etti;
“Suudilerden değil, ABD yönetiminden şüpheliyim. Trump’ın yanında, İran'ın saldırının arkasında olduğuna karar vermiş olan İngiltere, Almanya ve Fransa var. İstihbarat ile birlikte bu konuda hemfikir olan Avrupalı ​​müttefiklerin varlığı oldukça önemli.”
Saldırı ve olası çözümler hakkında konuştuktan sonra Bremer’a müttefikleri olan iki ülke arasında gelecekte bir savaş görüp görmediğini sordum. Bu soruma şöyle cevap verdi;
“Savaş olasılığını dışlamıyorum ve var olduğunu düşünmüyorum. Ama bence böyle bir fırsatın geri tepilmesi ironik. Bazı rafinerilere veya bir İran nakliye limanına üzerinde çalışılmış bir saldırı gerçekleştirebilirsek ve İranlılara bu tür bir saldırıdan kaçmayacaklarına dair bir işaret gönderebilirsek, sonra bizi Tahran'da temsil eden İsviçre'ye yönelir ve konuşmaya hazır olduğumuzu dile getiririz. Burada görüşmelere başlamanın daha iyi olacağını söylüyoruz. Aksi takdirde işler daha da zorlaşacak.”
İran Ortadoğu’da birçok koldan genişliyor. Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi ve Yemen’de Husi milisleri… Ayrıca Suriye ve diğer ülkelerdeki çeşitli faaliyetleri ile nüfuzunu genişletmeye çalışıyor. Paul Bremer’e İran’ın bölgeden çekilme ihtimali konusunda ne düşündüğünü sordum. Böyle bir şeyi uzak bir ihtimal olarak değerlendirdi ve şöyle devam etti;
“İran’ın iki petrol tesisine yönelik gerçekleştirdiği saldırıların ardından bölgede yaşanan gerilimi hafifletmek amacıyla güçlerini geri çekmek gibi bir yola başvuracağını sanmıyorum. Basında, Suudi Arabistan’ın askerî harekâtı durdurduğunu açıklamasının ardından Husilerle yapılacak bir anlaşmayla onlara yönelik desteğin kesileceği yönünde çıkan haberlere rağmen bu böyle. Ancak Yemen’de birtakım değişikliklerin vuku bulması mümkün. Husilerle anlaşmak imkânsız değil. Onlar, İranlılar için muhtemelen kendilerinin çok sevmediği araçlardan ibaretler.”
Lübnan’la ilgili olarak konuşmaya devam eden Bremer, şu değerlendirmelerde bulundu;
“Hizbullah’ın Lübnan’a katılımı, İran’ın oradaki varlığını güçlendiriyor. Hiçbir koşulda Lübnan'dan ayrılmayacaklar. Siyasi yapıya dâhil oldular ve açık bir şekilde güçlendiler. İran, Lübnan ve Suriye'ye müdahale etmeye devam edecek. Bunun bir tehdit oluşturduğu açık. Özellikle şu an hükümet kurma sürecinde olan İsrail için bu bir sorun olabilir.”
Bremer, İran’ı Suriye’de tutan nedenlerle ilgili olarak şunları söyledi;
“Bir çeşit uzlaşma olmadığı sürece buradan çekilmesi mümkün görünmüyor. Bu oldukça düşük bir ihtimal. Suriye’yi terk etmek İranlıların çıkarları ile çatışıyor. Çünkü Suriye, Irak'tan Lübnan'a taşınacak malzemeler için köprü görevi görüyor. Ruslar, Türkler ve Suriyeliler müzakerelere devam edecekler.”
Kürtler ve Türkiye
Kürtler uzun zamandır ABD’nin müttefikleriydi ve aralarında yıllardır devam eden bir iş birliği var. Saddam’ın Kürtlere kimyasal silahlarla gerçekleştirdiği soykırım ve katliamın ardından dünya, dikkatlerini buraya çevirdi. ABD, Kürtlerin bağımsız bir devletleri olacağını vaat etti. Fakat şu ana kadar Kürtler bunu gerçekleştiremedi. Bremer’e ABD’nin bir gün bu vaadini yerine getirip getiremeyeceğini sordum. Bu konuda iyimser olmadığını, özellikle de yaşananların büyük ölçüde Rusların, Türklerin ve İranlıların çıkarlarına hizmet ettiğine dikkat çekerek şöyle devam etti:
 “Kürtlerin durumunun ne olacağı konusunda fikrim yok. Meselenin Kürtlerin ve özellikle İskenderun bölgesindeki Suriye Türkmenlerinin durumlarının nasıl nihayetleneceğine bağlı olduğunu düşünüyorum. ABD’nin, Kürtlerin dileklerinin gerçekleşmesi için PKK’yı, Erdoğan’la müzakerelere dönmesi konusunda ikna etmeye çalışması gerekiyor. Geçmişte bunu yaptılar ama Erdoğan onlara ihanet etti ve görüşmeleri durdurdu. Suriye Kürtleriyle yapılacak müzakerelerle bir çözüme ulaşılması daha iyi olur. Fakat bu konuda pek iyimser değilim.”
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi olan Türkiye, kısa bir süre önce Rusya'dan gelişmiş hava savunma teçhizatı satın aldı. Türkiye-Rusya anlaşmaları sonrasında yapılan çok sayıda analiz, Washington’un Ankara’ya yaptırım uygulayacağını öne sürdü. Öte yandan Erdoğan, bir Kürt devletinin kurulmasını ilk reddedecek kişi. Bu durum ABD’yi, müttefikleri olan Kürtler ile NATO’daki ortağı olan Türkler arasında bir ikileme sokuyor.
Bremer’e, Türkiye’yle ilişkilerini sürdürürken ABD’nin nasıl olup da Kürtlere verdiği sözleri yerine getireceğini sordum. Sorumu şöyle yanıtladı;
“Sorunuz iyi, ancak cevabı bilmiyorum. Bence, ABD endişeli olmalı ve açık bir şekilde değil de perde arkasından Erdoğan ile görüşmeli. Rus füzeleri satın almalarının, F-35’lerimizi almalarıyla çeliştiğini ve uçakları göndermeyeceğimizi söyledik. Ancak Washington’da, Türkiye'nin NATO üyeliğine verdiği değerle ilgili sorular gündeme geliyor. Bütün bunlardan sonra Türkiye'yi savunmak zorundayız. Eğer bir Türk diplomat olsaydım Erdoğan'a şunu söylerdim: ‘ABD’den daha büyük bir düşmanımız olduğunu biliyorsun: Rusya.’ Bu tarihi bir gerçek. Türklerle Ruslar arasındaki çatışma yüzyıllar boyunca sürdü. Bu yüzden Erdoğan'ın daha dikkatli olması gerektiği ve ikna edilip edilmeyeceği konusunda tartışmalar var. Böylece ABD, Türkiye’nin NATO üyeliğine olan güvenini yitirmez. Durum çok hassas ve ben bilmiyorum.”
Erdoğan ve ABD yönetimi
Paul Bremer, Kürt dosyasıyla ilgili soruları yanıtladığı sırada arkadaşlarının ve diplomatların Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında neler konuştuğuna değinerek, şöyle devam etti;

“Bu konuda ikiye ayrılıyorlar. Türkiye'deki eski ABD’li diplomat arkadaşlarımdan biri, Erdoğan’ın müstebid bir Osmanlı olduğunu ve değişmeyeceğini söylüyor. Kendisi için 500'den fazla odası olan 1 milyar dolar tutarında bir saray inşa etti. Öte yandan kendisine bir mesaj iletildiği takdirde mantıklı hareket edeceğini düşünen ABD'li diplomatlar da var. Sorun, mevcut yönetimin, uygulama stratejilerini belirlemekte iyi olmamasıdır. Başkan Donald Trump şimdi dördüncü ulusal güvenlik danışmanını atadı. Bu, sürekliliğin olmadığı anlamına geliyor. Bu yüzden petrol sahasına yönelik saldırılarla ilgili sorunuza cevap vermek zor. Bunu gerçekten bilmiyorum. Başkan da dâhil olmak üzere idarede kimsenin bunu bildiğinden emin değilim.”
Kendisine, “ABD, neden Türkiye'ye ve diğerlerine karşıt bir şekilde hareket etmek istemiyor?” diye bir soru sordum. Bremer, mevcut yönetim politikasının net olmadığı ve istikrarlı bir bakış açısının olmadığı değerlendirmesinde bulunarak şöyle devam etti;
“İki partiden de sekiz başkan döneminde görev alan profesyonel bir diplomatım. Profesyoneller böyle yapar. Politikasına bakmaksızın başkana hizmet edersin. Başkanın ne istediğini bildiğinden emin değilim. Bu zorluğun aynısı Erdoğan için de geçerli.”
Bremer, Kürt ve Türk dosyalarından ve ABD ile olan ilişkilerden bahsettikten sonra Kürtlerin yakında bağımsız bir devlete sahip olacağına inanmadığını söyledi.
Saddam'dan sonra Irak ve bugün
Paul Bremer ile yaptığımız görüşmenin sonunda kendisine bölgede genel olarak neler olup bittiğine dair vizyonu hakkında çeşitli sorular sordum. Ondan hâlihazırda Irak’taki mevcut durumla, 2003 yılında ve Saddam öncesi dönemdeki durumu kıyaslamasını istedim. Bremer, Iraklıların bugün Saddam Hüseyin döneminde olduğundan çok daha iyi bir durumda olduklarını, hükümetlerini seçtiklerini ve bunu barış içinde 5 kez gerçekleştirdiklerini söyledi. Ayrıca kişi başına düşen GSYİH’nin savaştan önceki döneme kıyasla 6 katına çıktığını belirtti.
Irak’ta önemli gelişmelerin yaşandığını düşünmesine rağmen hükümetin kontrolünde olmayan güvenlik güçleri gibi birtakım ciddi meselelerin bulunduğunu kaydeden Bremer, bu sorunun çözülmesi için ABD birliklerinin Irak'a yeniden girmesi gerektiğine işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü;
“İran tarafından desteklenen Haşdi Şabi birliklerinin sayısı 150 bini buluyor. Dolayısıyla bu gerçek bir sorun. Iraklıların ekonomik ve politik özgürlüklerini sürdürme gücünü muhafaza etmeleri için ABD’nin yeniden Irak’a girmesi gerektiğini düşünüyorum. ABD buraya tekrar girmediği takdirde bunların devam edip etmeyeceği belli değil.”
Obama'nın, nükleer anlaşma yoluyla İran ile koordineli bir şekilde Irak'tan çekildiği yönünde bir teori var. Bunun yanı sıra, Obama'nın bölgede Müslüman Kardeşler'i güçlendirerek büyük bir hata yaptığını söyleyenler de var. Bremer’e bunun doğru olup olmadığını sordum. Soruma şöyle cevap verdi;
“Müslüman Kardeşler’e karşı durmadık ve onları caydırmaya çalışmadık. Bunun onları teşvik ettiğimiz anlamına gelip gelmediğini bilmiyorum. Müslüman Kardeşler’in, özellikle Mısır'da, ABD’nin çıkarları için fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Geri çekilme meselesine gelirsek, bu hususta Obama'nın Suriye'de kimyasal silahların kullanılmasını kesin bir şekilde reddetmesine rağmen bunu sağlamak için herhangi bir eylemde bulunmamasına işaret etmek yeterlidir. Irak’taki askerlerin geri çekilmesi oldukça ciddi bir hataydı.”



Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
TT

Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Irak hapishanelerinden salıverildikten sonra Suriye'ye döndüğünde kendisine iki şart koyduğunu söyledi: ‘Irak'ın mezhep savaşı deneyimini tekrarlamamak ve sadece rejimle mücadeleye odaklanmak.’

Bu ifadeler, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart'ın geçtiğimiz günlerde Şam'da eş-Şera ile bir araya gelerek gerçekleştirdikleri ve ‘Ahmed eş-Şera hapisteki bir El Kaide savaşçısından Suriye'nin liderine nasıl dönüştü?’ başlığıyla yayınlanan podcastte yer aldı.

Eş-Şera, “El Kaide'nin Irak'ta yaptıklarını tekrarlamak istediler ama ben bunu şiddetle reddettim. Bu durum aramızda bin 200'den fazla savaşçımızın öldürüldüğü ve benim de kuvvetlerimin yüzde 70'ini kaybettiğim büyük bir çatışmaya yol açtı. Ancak yeniden toparlandık ve rejimle savaşmaya odaklandık. Aynı zamanda DEAŞ ve benzeri gruplar gibi diğer taraflardan gelen tehditlerle de başa çıkmak zorunda kaldık” ifadelerini kullandı.

Eş-Şera, “Bir savaşçıydınız, bir mahkumdunuz, bir liderdiniz ve şimdi bir cumhurbaşkanısınız… Bu dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Şu anda Esed'in eskiden bulunduğu bu saraydayım. Ben bir savaşçıydım, savaşmak istediğim için değil. Bugün cumhurbaşkanıyım ama cumhurbaşkanı olmak istediğim için değil.”

Irak savaşı deneyimi

Suriye Cumhurbaşkanı, üniversitenin ilk dönemlerinde genç bir adam olarak, Suriyelilerin 60 yıl boyunca maruz kaldığı acımasız baskıdan, Suriye toplumunun sistematik olarak yok edilmesinden ve Irak'ta savaş patlak verdiğinde oraya gitmesi gerektiğini hissetmesinden duyduğu öfkeden bahsetti.

Eş-Şera Irak'ta üç yıl savaşmış, ardından beş yılını hapiste geçirmiş. İngilizler ona hapishanenin onu nasıl değiştirdiğini, bundan ne öğrendiğini ve çeşitli grupların saflarında nasıl hızlı bir şekilde yükselebildiğini sordu.

cdfrgthy
Suriyeli sanatçı Tamara Bessam Ebu Alvan, Şam'da Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlayan bir duvar resmi çiziyor. (Reuters)

Eş-Şera bu soruya şu cevabı verdi: “Suriye'de var olan baskının boyutlarını fark etmeye başladığımda yaklaşık 19 yaşındaydım. Ülkenin kötüye giden durumunu ve önceki rejimin ülkeyi nasıl korkunç bir şekilde yönettiğini görebiliyordum. Şam'ın taşıdığı yük ve rejimin Suriye toplumunu ve bu kadim şehri nasıl istismar ettiği konusunda derin bir acı hissettim.”

Sözlerine şöyle devam etti: “Bu rejimin düşmesi gerektiğine ikna olmuştum ama bunu gerçekleştirecek araçlarımız ya da uzmanlığımız yoktu. Bu yüzden deneyim kazanabileceğim her yere gitmeye karar verdim. O sırada Amerikalılar Irak'a girmeye hazırlanıyordu ve ABD'nin yaptıklarına karşı güçlü bir Arap ve İslami tepki vardı. Unutmamalısınız ki o zamanlar gençtim ve farklı bir düşünce tarzım vardı. Bu yüzden Irak'a gittim ve farklı gruplarla çalıştım. Zaman içinde bu gruplar yavaş yavaş küçülmeye ve El Kaide örgütüyle birleşmeye başladı. Bu şekilde kendimi El Kaide saflarında buldum.”

sxcdfrgt
Yaklaşan Ramazan Ayı için hazırlanan ‘Benatu’l Başa’ adlı dizinin çekimleri Eski Şam'da yapılıyor. (AFP)

22 yıllık bu yolculuk sırasında eş-Şera, Irak'taki deneyimlerinden öğrendiği en önemli şeyin, aynı hataları tekrarlamaktan kaçınmak istiyorsak politikaların sürekli olarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiği olduğunu söyledi. O dönemde Batı'nın Ortadoğu'ya yönelik politikalarını eleştiren eş-Şera, “Bunlar yanlıştı ve değiştirilmeleri gerekiyordu. Bölge halkının her 10 yılda bir kötü kararların bedelini ödemesini istemiyoruz” dedi.

Bir barış adamı!

Kendisini dünyaya bir barış adamı olarak tanıtmak isteyip istemediği ve kendisine halen şüpheyle yaklaşan ülkelerle nasıl ilişkiler kurmayı planladığı sorusuna eş-Şera şu yanıtı verdi: “Bölgemizde, özellikle Suriye'de savaşlardan bıktık. İnsanlık barış ve güvenlik olmadan yaşayamaz, insanların aradığı şey bu, savaş değil. İnsanları bir araya getirebilecek ve savaşa başvurmadan barışçıl çözümlere götürebilecek pek çok şey var. Barış içinde insan olarak bizi birleştiren şeyler, savaş içinde bizi bölen şeylerden çok daha büyüktür.”

scdfvgbth
Yeni Suriye yönetimi geçtiğimiz aralık ayında muhalif grupları birleşik bir Suriye ordusuna entegre etmeye çalıştı. (SANA)

HTŞ grupları

Podcastte eş-Şera’ya bazıları daha radikal olan birçok hareketten oluşan Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) içindeki pratik bir zorluk soruldu: “Burada bizimle birlikte oturmanıza kızanlar olabilir. Şimdi cumhurbaşkanı olduğunuza göre, en radikal olanlar da dahil olmak üzere tüm bu eski gruplarla nasıl başa çıkacaksınız?”

Ahmed eş-Şera şöyle yanıtladı: “Burada sizinle birlikte oturmama izin verilmediğini söylemek büyük bir abartı olur. O kadar da kötü değil. Bir arada yaşamamızı ve birbirimizle savaşmaya gerek kalmadan devrimin hedeflerine ulaşmamızı sağlayacak uygun ve kabul edilebilir bir formüle ulaşana kadar tüm bu taraflarla ikna ve diyalog yöntemlerini kullandım... Pek çok kişi bu yaklaşıma katıldı.”

scdfvgrth
Halep kırsalından Humus şehrine dönen yerinden edilmiş Suriyelileri taşıyan bir otobüsün penceresinden bakan bir çocuk, elinde Suriye bağımsızlık bayrağı tutuyor, 10 Şubat. (AFP)

Anayasa ve seçimler

“Peki ya ‘ulusal konferans’ ve anayasa ile seçimlerin belli bir zaman dilimi içinde yapılmasının garanti edilmesi hakkında ne söylersiniz?”

Eş-Şera, Suriye'nin çeşitli aşamalardan geçtiğini ve önceliğin hükümeti istikrara kavuşturmak ve devlet kurumlarının çöküşünü önlemek olduğunu söyledi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “İdlib hükümetini Şam'ın kontrolünü ele geçirdiğimizde iktidarı devralmaya hazır olacak şekilde hazırladık. Bu aşama için üç ay ayırdık. Daha sonra anayasal deklarasyon, ulusal konferansın toplanması ve cumhurbaşkanının atanmasını içeren bir sonraki aşamaya geçeceğiz. Uluslararası sözleşmelere uygun olarak bir cumhurbaşkanı atadık. Anayasa uzmanlarına danıştıktan sonra muzaffer güçler cumhurbaşkanını atadı, önceki anayasayı iptal etti ve eski parlamentoyu feshetti. Şimdi, yeni bir anayasanın ilan edilmesinin önünü açacak öneriler geliştirmek amacıyla çok çeşitli tarafların yer alacağı ulusal diyalog sürecine geçeceğiz. Geçici bir parlamento oluşturulacak ve bu parlamento yeni anayasayı hazırlamak üzere bir anayasa komitesi kurmakla sorumlu olacak.”

Trump ve Gazze

Eş-Şera, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin Mısır ve Ürdün'e taşınmasına ilişkin açıklamalarıyla ilgili olarak şunları söyledi: “İnsanları topraklarını terk etmeye zorlayabilecek hiçbir güç olmadığına inanıyorum. Birçok ülke bunu yapmaya çalıştı ama hepsi başarısız oldu, özellikle de Gazze Şeridi'ne yönelik son savaş sırasında. Geçtiğimiz bir buçuk yıl boyunca Filistin halkı acıya, ölümlere ve yıkıma katlandı ama yine de topraklarını terk etmeyi reddetti. 80 yılı aşkın süredir devam eden bu çatışmada, Filistinlileri zorla yerlerinden etmeye yönelik tüm girişimler başarısız oldu. Terk edenler kararlarından pişman oldular. Birbirini izleyen Filistinli nesillerin aldığı ders, topraklarına bağlı kalmanın ve onu terk etmemenin önemidir.”

scdfvrgty
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera dün Silikon Vadisi'nden Suriye asıllı Amerikalı uzmanlardan oluşan bir heyetle bir araya geldi. (SANA)

Ekonomik model

Kendisini en çok ilgilendiren küresel ekonomik model ve ekonomi yönetimi açısından ilham aldığı belirli bir ülke ismi sorulan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Singapur, Suudi Arabistan, bazı dönemlerde Brezilya ve kalkınma yolunda büyük zorlukların üstesinden gelen Ruanda gibi ekonomik büyümeye tanık olan birçok ülkeyi incelediğini söyledi. Her ülkenin kendi zorlukları ve kalkınma aşamasıyla şekillenen kendi bağlamına sahip olduğunu belirtti. “Bu örneklerden değerli dersler çıkarılabilecek olsa da bunları körü körüne taklit etmemeliyiz. Bunun yerine, Suriye'nin kendine özgü durumuna uygun bir yaklaşım geliştirmek için bu dersleri uyarlamalı ve entegre etmeliyiz” dedi.

Ordu ve polisin lağvedilmesi

Eş-Şera'ya, Baas'tan arındırma sonrasında Irak'ta yaşananları anımsatan polis ve ordunun lağvedilmesi ve bu konunun nasıl ele alınacağı sorulduğunda, Suriye ve Irak'taki durum arasında büyük farklar olduğunu ve karşılaştırmaların her zaman büyük farklılıklar gösterdiğini söyledi. Suriye ordusunu ‘bir alternatif hazırlamadan’ dağıtmadığını belirtti.

Eski rejimin ordusunun Irak ordusu gibi olmadığını vurgulayan eş-Şera, “Çok sayıda milis ile İran ve Rusya'dan gelen dış müdahalelerle parçalanmıştı. Ordu dağılmış ve çökmüştü. Birçok genç erkek askere gitmemek için Suriye'den kaçıyordu. Dolayısıyla ordunun Suriyeliler için büyük bir önemi yoktu. Bugün Suriye'de zorunlu askerlik uygulamadım. Gönüllü askerliği tercih ettim. Bugün binlerce kişi yeni Suriye ordusuna katılıyor” ifadelerini kullandı.

Devrimci zihniyet bir devlet inşa edemez

Kendisini halen bir devrimci olarak görüp görmediği sorulan eş-Şera, devrimci zihniyetin bir devlet inşa edemeyeceğini söyledi. Şarku'l Avsat'ın Rory Stewart'ın röportajından aktardığına göre Eş-Şera, “Bir devlet inşa etmek ve bütün bir toplumu yönetmek söz konusu olduğunda farklı bir zihniyete ihtiyaç duyarsınız. Benim için devrim, rejimin devrilmesiyle sona erdi” dedi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün ülkenin yeniden inşası, ekonomik kalkınma, bölgesel istikrar ve güvenliğin sağlanması, komşu ülkelere güvence verilmesi ve Suriye ile Batı ülkeleri ve bölge ülkeleri arasında stratejik ilişkiler kurulmasını içeren yeni bir aşamaya geçtik.”

sdfgrt
Ahmed eş-Şera'nın geçen ay yaptığı bir konuşmayı Şam'daki er-Ravza kafede takip eden Suriyeliler (Şarku’l Avsat)

Batı medyasının kendisi hakkında söylediklerine ilişkin tutumu sorulan Ahmed eş-Şera, Suriye'nin küresel etkiye sahip stratejik bir ülke olduğunu söyledi. Eş-Şera, “Geçmişte rejim kasıtlı olarak Suriyelileri Avrupa'ya göç ettirmeyi ve Captagon'u Avrupa'ya ve bölgeye kaçırmayı amaçlıyordu. Şam ayrıca, Suriye içindeki bazı ülkelerin oynadığı son derece olumsuz rol nedeniyle bölgede daha fazla istikrarsızlık tohumları ekmek için bir üs olarak kullanıldı” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye'nin durumunun kökten değiştiğini ve gelecek vaat eden yeni bir ülke haline geldiğini vurgulayan eş-Şera, “Suriye ekonomik kalkınma yoluyla bölgenin istikrara kavuşmasında önemli bir rol oynayacaktır” dedi. Eş-Şera, tarım, sanayi ve ticaret gibi sektörlerde önemli bir merkez olacak olan Suriye'nin tarihi İpek Yolu üzerinde yer aldığını ve Doğu ile Batı arasındaki ticaretin yeniden gelişmesinin beklendiğini belirtti.

Eş-Şera, Batı'nın Suriye'ye bakışını bu açıdan yeniden gözden geçirmesi gerektiğini söyledi.