Yemen Başbakanı Muin Abdulmelik: Riyad Anlaşması büyük fırsat

Yemen Başbakanı Muin Abdulmelik: Riyad Anlaşması büyük fırsat
TT

Yemen Başbakanı Muin Abdulmelik: Riyad Anlaşması büyük fırsat

Yemen Başbakanı Muin Abdulmelik: Riyad Anlaşması büyük fırsat

Yemen Başbakanı Dr. Muin Abdulmelik, Suudi Arabistan’ın sarf ettiği çabaların arabuluculuk kavramının ötesine geçtiğini açıkladı. Çabaların, aynı kadere bağlılığı, sorunun köklerini ve sebeplerini aşmak için umutsuzluğu bilmeyen bir arzuyu, sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için açık ve bilinçli bir iradeyi yansıttığını belirten Abdulmelik, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamaya, Riyad Anlaşması sonrasında hükümetin önceliklerinin devlet daireleri ve kuruluşlarını restore etmek olduğunu ifade etti.
E-posta aracılığıyla Şarku’l Avsat’a açıklamada bulunan Dr. Muin Abdulmelik, İngiltere’nin Yemen büyükelçisinin “İran’ı Husilerden ayırmanın mümkün olduğu” yönündeki görüşlerine ilişkin bir soruya da “İran ve Husiler arasındaki ilişkinin bazı uluslararası tarafların öngördüğünden çok daha güçlü olduğu” cevabını verdi. Abdulmelik ayrıca, anlaşmanın diğer yönlerine, sağlanan imtiyazlara, kapsamlı bir çözüme ve devlet çalışanlarının maaşlarının ödenmesine de değindi.
Yemen Başbakanı Dr. Muin Abdulmelik’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı:
- Sayın Başbakan, Riyad Anlaşması’nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Uygulanma başarısı hususunda iyimser misiniz?

Riyad Anlaşması, geçmiş bir mesele ya da kolay bir iş değildi. Meşruiyetin iç cephesini bir araya getiren ve önceliklerini ülkenin bütünlüğünü koruyacak şekilde yeniden düzenleyen önemli bir başarıdır. Tüm ulusal güçlerin meşru taleplerini karşılıyor. Husilerle mücadele etmek ve İran’ın Yemen’deki kolunu kesmek için çeşitli alanlara yönelik reformlar için bir yol haritası çiziyor. Örneğin güvenlik ve askeri açıdan anlaşma, tüm silahlı oluşumların devlet kurumları bünyesine entegrasyonunu şart koşuyor. Kurtarılmış alanlarda güvenlik ve istikrarı koruma, vatandaşların güvenlik ve özgürlüklerini sağlama, devleti restore etme savaşını tamamlama görevi yerine getirilecek. Anlaşma, ekonomik yönü de içeriyor. Kurtarılmış bölgelerde ve Yemen’in diğer bölgelerinde yaşayan vatandaşların hayatları üzerinde olumlu bir ekonomik ve kurumsal etkiye sahip olacak reformlar açısından direktifler sağlıyor. Sayın Cumhurbaşkanının ve Suudi Arabistan’ın yürüttüğü çabalar olmasaydı bu aşamaya ulaşamazdık.
Bu anlaşmanın, halka hizmetleri birleştirecek ve devleti onaracak yeni aşama ortaya koyacağı hususunda iyimseriz. Hükümette, Cumhurbaşkanının talimatları uyarınca bu anlaşmanın başarısı için tam bir ciddiyete sahibiz. Suudi Arabistan’ın, bu anlaşmanın uygulanması için yanımızda siyasi ve askeri bir ağırlık oluşturması dolayısıyla iyimseriz. Tavrımız, devleti ve Yemen halkını restore etme mücadelesinde yer alan tüm güçlere de bir mesajdır.
- Sayın Başbakan, Riyad Anlaşması’nın imzalanması sonrasındaki ilk adımınız nedir?
Hükümetin Aden’e geri dönüşüne ilişkin düzenlemeler, anlaşmanın imzalanmasından sonraki ilk görevdir. Geri dönüş hizmetleri sağlama, halkın acılarını hafifletme, devlet dairelerinin ve kurumlarının düzenini ve işleyişini onarma amaçlı bir planla bağlantılı olmak zorunda. Aden’deki durumu normalleştirmek için bir öncelikler listesi ve vatandaşların hayatlarını olumlu etkileyen ve devletin varlığını yeniden güçlendiren bir acil önlemler paketi belirledik. Zorlukların büyüklüğü ve risklerin niteliği hakkında bir anlayışa sahibiz. Sayın Abdurabbu Mansur Hadi’nin liderliğine, Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman önderliğindeki Suudi Arabistan’ın desteğine güveniyoruz.
- Anlaşmayı nasıl değerlendirirsiniz? Sizde sevinçli, hüzünlü veya etkili bir anı bırakan ayrıntılar var mı?
Anlaşma, önemli bir tarihi sınavdan önce Yemen Devleti’nin geleceğini, meşruiyeti destekleyen koalisyonun görevini, hedeflerini ortaya koyan ayrıntılar içeriyor. Anlaşma, devletin yeniden imarının önündeki engellerin üstesinden gelmek, ülkeyi kurtarma ve kuruluşları onarma iradesini ciddiye almak için bir fırsat teşkil ediyor. Sevinçli, hüzünlü anılar ya da zor anlar hususunda ise bunları anlatmak için birçok uygun an olacak.
- Son görüşmelerde Suudi Arabistan arabuluculuğu konusunda dikkatinizi çeken bir şey oldu mu? Sizce Suudi Arabistan, bu görüşmelere en üst düzeyde önemle sponsor olarak hangi mesajı iletmek istiyor?
Suudi Arabistan’ın çabaları arabuluculuk kavramının önüne geçiyor. Çabalar, aynı kadere bağlılığı, sorunun köklerini ve sebeplerini aşmak için umutsuzluğu bilmeyen bir arzuyu, sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için açık ve bilinçli bir iradeyi yansıtıyor. Sayın Cumhurbaşkanıyla yakın işbirliği içerisindeki Suudi Arabistan liderliği, anlaşmaya ulaşma yükünün büyük bir kısmını taşıdı. Maliyetinin ve anlaşmanın başarı faktörlerinin büyük bir kısmını karşıladı. Yani durum, sadece arabuluculuk değil, kardeşliğin ve liderliğin en iyi şeklidir.
- Yemen meselesiyle ilgilenenlerin çoğu, krizin ne zaman sonlanacağını merak ediyor.
Yemen krizi için kapsamlı bir çözüm mümkün değil. Bu çözüm, zor şartların gerçekleşmesi veya büyük imtiyazların sağlanmasıyla bağlantılı da değil. Bu durum, temel hak ve özgürlükler sistemine uymak, devletin egemenliğini, yasaları ve eşit vatandaşlık haklarını tanımakla ilgili. Bunlar, açıkça 3 ilke uyarınca da sabittir. Diğer tüm engellerin ve zorlukların, federal bir ulusal devlet ve siyasi sistem demokrasisi şemsiyesi altında aşılabileceğine inanıyoruz.
3 ilkedeki ısrarımız, darbeci ve isyancı güçler de dahil, tüm güçlerin yasal ve siyasi varlığını düzelterek barışın sağlandığına dair algımızdan kaynaklanıyor. Bu durum, Körfez Girişimi ve ulusal diyalog sonuçlarında ve 2216 sayılı Güvenlik Konseyi (BMGK) kararında da geçmektedir. Barışı sağlayacak bir çözüm, yalnızca çatışma tarafları arasında iktidar paylaşımı yoluyla bir çözüm olmayacak.. Aksine tam yetki ve güçlere sahip, modern, demokratik, medeni ve federal bir devletin imarı amacıyla yasadışı durumların çözümü olacak.
- İngiltere’nin Yemen Büyükelçisi Michael Aron, birkaç gün önce Şarku’l Avsat’a verdiği bir röportajda Husilerin İran’da ayrılabileceğini söyledi. Katılıyor musunuz?
Hükümetin ilk andan beri sağladığı tüm delillere rağmen ve bu ilişkinin kanıtlarına rağmen uluslararası toplumun bazı kesimlerin Husiler ve İran arasındaki ilişkinin varlığını idrak etmesi uzun zaman aldı.
Hükümette, İran ile Husiler arasındaki ilişkinin bazı uluslararası tarafların öngördüğünden daha güçlü olduğuna inanıyoruz. Husiler ve İran arasındaki bağlantının ve aralarındaki çıkarların niteliği, kolay kopmayacak kadar kesin. Bana göre bunun yanlış bir şekilde değerlendirilmesi, Yemen ve bölgede barış ve istikrar umutları için önemli riskler ortaya koyuyor. İran’a Arap yarımadasının güneyinde Hizbullah’ın açık stratejisi dahilinde, yeni bir kopyasının inşası için olanak tanıyabilir.
- Hükümet, anlaşmanın ardından Husilerin kontrolündeki bölgelerde yaşayan vatandaşlar da dahil devlet personellerinin maaşlarını ödeyecek mi?
Hükümet içerisinde maaşları ödeme hususundaki taahhüdümüz tamamlandı. Devlet kaynaklarının yetersizliği ve Husilerin bu kaynakların büyük bir kısmını elinde bulundurması sorunuyla karşı karşıyayız. Bu taahhüt, hükümetin ilk günden bu yana ortaya koyduğu performansa da yansıdı. Kurtarılmış bölgelerdeki tüm sivil, askeri ve güvenlik sektörlerinde çalışanların maaşlarının ödenmesinin yanı sıra geçmiş dönemde Yemen’deki tüm sağlık sektörünü ele aldık (Husilerin kontrolü altındaki bölgelerde 23 bin çalışan da dahil).
Hükümet, tüm üniversite profesörlerinin, çalışanların ve Husi kontrolündeki bölgelerde bulunan bazı araştırma merkezlerinin personellerinin (11 bin personel) maaşlarını ödüyor. Hükümet, darbecilerin kontrolü altındaki Hudeyde şehrinin tüm çalışanlarının (32 bin personel) maaşlarını ödüyor. Genel olarak hükümet, darbecilerin kontrolü altındaki bölgelerde çalışan yaklaşık 82 bin personel de dahil, kamu ve karma sektör çalışanlarının yaklaşık yüzde 65’inin maaşlarını ödemektedir. Hükümet ayrıca, ülke genelinde 123 bin emeklinin maaşlarından da sorumlu.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.