Suriyeli mülteciler Hizbullah’ın kontrolü altındaki Kuseyr’e dönmeye başladı

Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
TT

Suriyeli mülteciler Hizbullah’ın kontrolü altındaki Kuseyr’e dönmeye başladı

Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)

“Memleketim Kuseyr’de gömülmek istiyorum.” Bu sözler, ailesiyle birlikte 2012 yılında memleketinden Şam kırsalındaki Kalamun’a savrulduktan sonra bedeni yaşadığı depresyon ve yaşlılığın getirdiği hastalıklarla adeta çöken ve 20 yaş daha yaşlı görünen emekli bir öğretmene ait.
Eşi ve oğluyla geçen ay Kuseyr ve Humus’a geri dönenler listesinde yer alan emekli öğretmenin evinin sadece bir odası halen ayaktaydı. Gelir gelmez hemen moloz yığınlarını ve taşları temizleyerek tamir işlerine giriştiler. 65 yaşını geçmiş olan emekli öğretmene evinin yıkıldığını bilmesine rağmen neden buraya geri döndüğü sorulduğunda şu yanıtı verdi:
“Sahip olduğunuz evin molozunun üstündeki bir çadırda yaşamak, bir mülteci olarak kalmaktan ve kira ödemekten bin kat daha kolaydır. Yıllardır Kuseyr’in dışında mülteciliği yaşadım. Memleketimde ölmek için dua ediyorum.”
Stratejik önem
Humus’un 35 kilometre batısındaki Kuseyr şehri, Lübnan sınırına 15 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Suriye'deki savaş sırasında ilk ve en büyük yerinden edilmeler burada yaşandı. 2013 yılına gelindiğinde nüfusunun 65 bin civarı olduğu tahmin edilen şehirde geriye sadece 10’larla ifade edilebilecek sayıda kişi kaldı. Kuseyr ve kırsal bölgelerinin kontrolünü halen paylaşan rejim güçleri ve Hizbullah şehre girdiğinde nüfusun büyük çoğunluğunu Sünni Müslümanlar oluştururken az sayıda Hıristiyan, Alevi ve Şii bulunuyordu.
Lübnan’ın Hirmil ilçesinden gelen Asi Nehri’nin içinden geçtiği Kuseyr, Humus - Balbek uluslararası karayolunun da ortasından geçmesi nedeniyle Hizbullah için önemli, stratejik bir konuma sahip. Bununla birlikte 1919 yılında açılan Cussiye (Elka) Sınır Kapısı’yla Lübnan’ın Bekaa Vadisi bölgesinin Suriye’nin Humus vilayetine bağlanması, Kuseyr’i Humus ile Lübnan’ın kuzeyi arasındaki ticaret merkezlerinden biri haline getirdi. Böylece Şam kırsalındaki Kalamun’a daha da yaklaşırken Kalamun dağlarında başlayıp Asi Nehri’nde sona eren Rabia Vadisi bölgesiyle bağlantısı da güçlendi.
Rejim güçleriyle birlikte bölgeyi kontrol altına alan Hizbullah, Humus'u Lübnan'a bağlayan yolların birleşim noktalarında önemli merkezlerin yanı sıra batı kırsalında merkez büroları kurdu. Bu arada Kuseyr şehir merkezi ve doğusuna rejime bağlı güvenlik birimlerinin karargah ve müfrezeleri konuşlandırıldı. Şam-Humus uluslararası karayoluna bağlanan Kuseyr - Şenşar otoyolundaki kontrol noktası sayısı 3’e düştü. Birincisi Şenşar kavşağında bulunuyor ve en büyük kontrol noktası olma özelliğini taşıyor. İkincisi doğudaki ed-Demine köyü yakınlarında yer alıyor. Üçüncüsü ise Hirmil yolu üzerinde, Kuseyr’in girişinde konuşlu.
Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan yerel kaynaklara göre Kuseyr’e sadece buranın kendi halkının girmesine izin veriliyor. Bununla birlikte Cussiye Sınır Kapısı, 2017 yılının sonlarında açıldıktan sonra Lübnan'a gidenler pasaport kontrolünün ardından Kuseyr’e geri dönebiliyor. Doğu girişi dışında Kuseyr’e girişlerin hepsinin kapalı olduğuna dikkati çeken kaynaklar böylece 2013 yılında Kuseyr bölgesinin rejim ve ona sadık gruplar tarafından tamamen kontrol altına alınmasının ardından Alevi, Şii ve Hıristiyan azınlıkların geri dönmesine izin verildiğini belirttiler. Kaynaklar, 2013-2017 arasında toplam 8 bin kişinin geri döndüğü bilgisini verdi. Mülteci konumundaki Sünnilerin dönüşü ise geçen temmuz ayına kadar engellenirken Rusya’nın mültecilere geri dönüş sözü verdiği girişimle rejim karşıtı faaliyetlerde bulunmayacakları doğrulanan kişilerin şartlı olarak geri dönüşlerine izin verildi. Kaynaklar, böylece güvenlik izni verilen mültecilerin Humus şehri ve Hasya, Şenşar, Cendar kasabaları ve Şam kırsalındaki Kalamun bölgesine geçiş yaptıklarını ve çoğunluğunu devlet memurları veya çocukları rejim güçleri saflarında görev yapan ailelerin oluşturduğunu aktardı.
Yıkım ve imkanlar
Kaynaklar tarafından yapılan açıklamalarda geçen temmuz ayında ilk geri dönüşlerin yapıldığı, Hizbullah'ın kontrolünde olan ve yaklaşık bin kişinin yaşadığı batı kırsalındaki köylerde birçok Hizbullah bayrağı olduğu belirtildi. Öyle ki Suriye bayrakları ve Devlet Başkanı Beşşar Esed’in resimleri neredeyse görünmüyordu. Bu, bölgeyi kontrol eden gerçek gücü gözler önüne seren bir sahneydi. Açıklamalrda daha sonra mültecilerden 3 grubun daha geri döndüğü ve ekim ayı başlarında Kuseyr’e dönenlerin sayısının 5 bine ulaştığı kaydedildi. Ancak bu kez Suriye bayrakları ve Esed’in resimleri baskın bir görüntü oluşturuyordu. 2013 yılından bu yana Kuseyr ve kırsal bölgelerine dönenlerin sayısı 14 bini buldu.
Geçen ay Kuseyr’e dönen aileler, oldukça sınırlı imkanlarla evlerini tamir etmeye başladı. Ancak mali durumları evlerini yeniden inşa etmelerine izin vermediğinden hayırseverler, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumlarından yardım bekliyorlar.
Aynı şekilde belediye de görevlerini yerine getirmekte yetersiz kalıyor. Altyapının yarısının hasar gördüğü tahmin edilirken bir zamanlar muhaliflerin merkezi olan kuzey ve batı mahalleleri gibi bazı yerlerde evlerin yüzde 80’i tamamen yıkılmış durumda. Muhaliflerle yaşanan çatışmalar sırasında rejimin kontrolü altında kalan doğu mahallesi ise hasar oranı yüzde 5’in altına düşüyor. Güvenlik merkezleri bu mahallede bulunuyor. Hizbullah ve 2013 yılında rejimin bölgeyi kontrol altına almasının hemen ardından geri dönüşlerine izin verilen rejim yanlısı sivillerin karargahları da burada yer alıyor. Dönenlerin hayatı bu mahalleyle sınırlıyken diğer mahalleler tamamen yıkılmış haldeydi. Geçen temmuz ayına kadar hayatın tamamen durduğu bu mahallelerde yaşam yavaş yavaş geri dönmeye başladı. Yıkıntılar arasındaki küçük dükkanlar açılırken meyve, sebze ve temel gıda maddeleri satılmaya başlandı. Artık telefon hatları kullanılabiliyor.
Kuseyr Belediye Başkanı geçen ay yaptığı açıklamada kentin temel hizmetlerin büyük bir kısmına ihtiyaç duyduğunu, şehre geri dönen 5 bin kişinin, bir kısmının yıkılmış evlerinde ya da açıkta uyuduklarını ve Suriye Kızılayı tarafından kendilerine şişe su temin edildiğini söyledi.
Rejimin bölgeyi tamamen kontrol altına almasından bu yana Kuseyr Belediyesi hasar gören altyapının bir bölümünü yeniden inşa etti. Fon yetersizliğinin yanı sıra yeniden yapılanma, bakım ve acil durumlarda çalışacak profesyonel personel eksikliği nedeniyle temel hizmetler asgari düzeyde tutulmaya çalışıldı. Ancak bununla birlikte Birleşmiş Milletler (BM) yardımıyla tamir edilen kanalizasyon ağı geri dönenlerin ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Halen elektrik kesintilerinin yaşandığı bölgede sokak aydınlatmaları sadece şehir girişindeki birkaç ana caddede bulunuyor. Aynı şekilde geri dönen tüm ailelere kullanılabilir su temin etmekte büyük sıkıntılar yaşanıyor. Kuseyr ve kırsal bölgelerinde geri dönüşlerin ardından yaşanan ekmek sıkıntısı ise başlı başına bir sorun.
Lübnan’da yaşayan Kuseyrli bir mültecinin geçen temmuz ayında kırsal bölgeye dönen kız kardeşi ve ailesinden aktardığına göre sadece bir tane olan tıp merkezinde uzman doktorların bulunmamasından kaynaklı şikayetler de var. Yine ailesinden işittiği yaşanan bir olayı aktaran mülteci, tıp merkezi tatil nedeniyle kapalıyken ağır kanamalı bir hastanın ambulansın da olmamasıyla özel bir araçla Humus’taki bir hastaneye götürülmek zorunda kalındığını ve hastanın ölümün kıyısından döndüğünü belirtti.
Memleketini anlatmaya devam eden Kuseyrli mülteci şunları söyledi:
“Kuseyr savaştan önce Lübnan sınır köyleri dahil olmak üzere komşu köylerin sakinlerinin alışverişten tedaviye ve eğitime kadar ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı batı kırsalının başkenti konumundaydı. Ekmek almak için bile Kuseyr’e gelirlerdi. Kuseyr’de tüm köylere yetecek kadar ekmek üretilirdi. Hastaneler, sağlık merkezleri ve onlarca klinik vardı. Sınırdaki Lübnan köylerinin sakinleri tedavi, alışveriş, ekmek, sebze, et ve ihtiyaç duydukları her şey için daha düşük fiyatların olduğu Kuseyr'e gelirlerdi. Sınırın her iki tarafında da kaçakçılık faaliyetleri vardı. Lübnan'dan Suriye'de bulunmayan sigara, elektrikli ev aletleri ve beyaz eşya gibi çeşitli yabancı ürünler getirirlerdi. Buradan da Humus'a ve daha sonra diğer yakın bölgelere gönderilirdi. Hirmil’e gizlice Suriye ekmeği, sebze ve meyveleri sokulurdu. Bu atmosfer, herhangi bir siyasi veya milli kimliğin ötesinde güçlü sosyal çıkar ilişkileri inşa etmişti.”
Kendisine Kasım (takma ad) olarak hitap etmemizi isteyen Kuseyrli mülteci, Hizbullah'ın varlığının eskiden bölgede ve hatta komşu köylerde dahi oldukça az olduğuna işaret ettiği açıklamasını şöyle sürdürdü:
“2000’li yıllarla birlikte Suriye'den Lübnan'a kaçak yollarla sokulan maddeler listesine Kuseyr üzerinden yapılan dizel yakıt da girdi. Bölge büyük bir yasa dışı kaçakçılık furyasına kapıldı. Bu kaçakçılık faaliyetleri rejime bağlı güvenlik birimlerinin yozlaşmış yönetimlerinin kontrolü altındaydı. Lübnan’dan Suriye’ye yapılan uyuşturucu kaçakçılığı ise 2005 yıldan sonra gün geçtikçe arttı.  Kısa yoldan para kazanmak isteyen gençlerin zaten kötüleşmeye başlayan ekonomik durumla birlikte okulu bırakmaları ve işsizlik oranında büyük bir artış olması toplumu yıktı. Kuseyr’de ekonomik faaliyetin bel kemiği olan tarımın azalmasıyla birlikte geleneksel sosyo-ekonomik formülleri yerle bir eden kaçakçılık faaliyetlerinde patlama yaşandı.”
Hizbullah’ın kontrolü
Bölge nüfusunun 2013 yılında yerlerinden edilmesinin ardından Hizbullah, Asi Nehri’nin batı bölgesini ele geçirdi ve bölge sakinlerini kendi geleneksel ortaklarına karşı mücadele etmeleri için saflarına çekmeyi başardı. Hizbullah ayrıca, Kuseyr ve Lübnan bölgelerini birbirine bağlayan meşru ve yas adışı yolların kontrolünü ele geçirdi. Böylece Lübnan’dan Suriye’ye ve daha sonra Lazkiye Limanı’ndan deniz yoluyla dünyanın dört bir yanına yapılan uyuşturucu kaçakçılığının en önemli geçiş noktalarından birini ele geçirmiş oldu.
Aynı şekilde Hizbullah, şehir merkezinde ve çevresindeki birçok alana ve mülke el koyarak üyeleri için karargahlara dönüştürdü. Halen buraların gerçek sahiplerine iade edilmesini veya kira ödenmesini engelliyor. Hizbullah, Asi Nehri’nin batısında yerlerinden edilmiş insanların tarım alanlarından da faydalandı. Sadece bazı köylülere kenevir yetiştirmeleri için tarlaları kullanmalarına izin verdi. Kaçakçılık, tek başına hareket eden kişilerin faaliyetleri olmaktan çıkıp bölgesel ağlara bağlı örgütlü çetelerin yaptığı faaliyetlere dönüştü. Bu dönüşüm, Kuseyr’de savaş bölgesi düzeyinde normal standartlara kıyasla zengin bir sınıfın ortaya çıkmasına neden oldu. Bu yeni sınıfa, savaşın yoksullaştırdığı orta sınıftan gelenler öncülük etti.
Kaynaklar savaş öncesi Kuseyr’in Suriye'deki diğer bölgeler gibi büyük bir kısmının tarımsal alandan oluştuğuna, okur-yazar oranının yüksek olduğuna ve genel olarak orta sınıf insanların bulunduğuna işaret ediyor. İnsanların geçimlerini genel olarak tarımcılıktan sağladığını belirten kaynaklar genel olarak kayısı, elma, patates, buğday ve arpa yetiştirildiğini ancak şu an bu tarlaların büyük bir bölümünün tahrip edilmiş halde olduklarını aktardı. Halkın halen tarımcılığı sürdürdüğü Kuseyr’in doğusundaki tarlalarda ise faaliyetler oldukça az. Kuseyr’i nüfusu sınırlı, ekonomik faaliyetleri ise zayıf bir şehir olarak niteleyen kaynaklar, günlük ihtiyaçları için Humus kentine ve komşu köylere bağımlı olduğunun altını çizdiler.
Yeşeren umutlar
Kaynaklar, yerinden edilenlerin şehre dönüşüyle birlikte Kuseyr’in hayata dönmeye başladığını ve umutların yeşerdiğini belirtti. Çalışmaların başlaması için molozların kaldırılması, onarımların yapılması ve zarar gören altyapının yeniden inşa edilmesi gerektiğini ifade eden kaynaklar yine de umutların yeniden yeşerdiğini kaydetti. Temmuz ayında Kuseyr kırsalına ilk dönüşlerin başladığı dönemde rejim yanlılarının gizli de olsa buna karşı olduklarını belirten kaynaklar, özellikle savaşta oğullarını kaybedenlerin öfke duyduklarını ancak yeni yaşam döngüsünün başlamasıyla karşı çıkışların sona erdiğini bildirdi. Kuseyr’e geçen ay yapılan dönüşler daha kabul edilebilir gözüküyordu. Dönenlerin çoğunluğunun devlet memurlarından oluşması, Kuseyr’de daha fazla resmi kurum ve devlet dairesinin faaliyete geçeceği anlamına geliyordu. Savaş sırasında Humus’a devredilen nüfus ve emlaklarla ilgili resmi daireler de yeniden Kuseyr’e iade edilecek.
Bununla birlikte Kuseyr-Humus hattında toplu taşıma araçlarının faaliyete geçmesi konusunda da acilen harekete geçilmesi gerekiyor.  Söz konusu hatta son dönemde Humus Baas Üniversitesi’nin çalışanlarının ve öğrencilerinin ulaşımları için 7 minibüs ve 1 midibüs çalışmaya başladı. Ancak bu sayı geri dönenlerin ulaşım sorununu çözmekte yetersiz kaldı.
Otobüs kalkış noktasının yeniden Kuseyr şehir merkezine taşınması, 2013 yılından bu yana rejim yanlıları tarafından korunan Doğu Mahallesi sakinleri ile Belediye Meclisi arasında tartışmalara neden oldu. Son dönemde geri dönenler için yapılan girişimler, Rusların müdahalesi öncesinde ‘rejimin yanında savaştıkları için’ kamu hizmetlerinden öncelikli olarak yararlanmaları gerektiğine inanan Doğu Mahallesi sakinlerini kızdırdı.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.