Suriyeli mülteciler Hizbullah’ın kontrolü altındaki Kuseyr’e dönmeye başladı

Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
TT

Suriyeli mülteciler Hizbullah’ın kontrolü altındaki Kuseyr’e dönmeye başladı

Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)

“Memleketim Kuseyr’de gömülmek istiyorum.” Bu sözler, ailesiyle birlikte 2012 yılında memleketinden Şam kırsalındaki Kalamun’a savrulduktan sonra bedeni yaşadığı depresyon ve yaşlılığın getirdiği hastalıklarla adeta çöken ve 20 yaş daha yaşlı görünen emekli bir öğretmene ait.
Eşi ve oğluyla geçen ay Kuseyr ve Humus’a geri dönenler listesinde yer alan emekli öğretmenin evinin sadece bir odası halen ayaktaydı. Gelir gelmez hemen moloz yığınlarını ve taşları temizleyerek tamir işlerine giriştiler. 65 yaşını geçmiş olan emekli öğretmene evinin yıkıldığını bilmesine rağmen neden buraya geri döndüğü sorulduğunda şu yanıtı verdi:
“Sahip olduğunuz evin molozunun üstündeki bir çadırda yaşamak, bir mülteci olarak kalmaktan ve kira ödemekten bin kat daha kolaydır. Yıllardır Kuseyr’in dışında mülteciliği yaşadım. Memleketimde ölmek için dua ediyorum.”
Stratejik önem
Humus’un 35 kilometre batısındaki Kuseyr şehri, Lübnan sınırına 15 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Suriye'deki savaş sırasında ilk ve en büyük yerinden edilmeler burada yaşandı. 2013 yılına gelindiğinde nüfusunun 65 bin civarı olduğu tahmin edilen şehirde geriye sadece 10’larla ifade edilebilecek sayıda kişi kaldı. Kuseyr ve kırsal bölgelerinin kontrolünü halen paylaşan rejim güçleri ve Hizbullah şehre girdiğinde nüfusun büyük çoğunluğunu Sünni Müslümanlar oluştururken az sayıda Hıristiyan, Alevi ve Şii bulunuyordu.
Lübnan’ın Hirmil ilçesinden gelen Asi Nehri’nin içinden geçtiği Kuseyr, Humus - Balbek uluslararası karayolunun da ortasından geçmesi nedeniyle Hizbullah için önemli, stratejik bir konuma sahip. Bununla birlikte 1919 yılında açılan Cussiye (Elka) Sınır Kapısı’yla Lübnan’ın Bekaa Vadisi bölgesinin Suriye’nin Humus vilayetine bağlanması, Kuseyr’i Humus ile Lübnan’ın kuzeyi arasındaki ticaret merkezlerinden biri haline getirdi. Böylece Şam kırsalındaki Kalamun’a daha da yaklaşırken Kalamun dağlarında başlayıp Asi Nehri’nde sona eren Rabia Vadisi bölgesiyle bağlantısı da güçlendi.
Rejim güçleriyle birlikte bölgeyi kontrol altına alan Hizbullah, Humus'u Lübnan'a bağlayan yolların birleşim noktalarında önemli merkezlerin yanı sıra batı kırsalında merkez büroları kurdu. Bu arada Kuseyr şehir merkezi ve doğusuna rejime bağlı güvenlik birimlerinin karargah ve müfrezeleri konuşlandırıldı. Şam-Humus uluslararası karayoluna bağlanan Kuseyr - Şenşar otoyolundaki kontrol noktası sayısı 3’e düştü. Birincisi Şenşar kavşağında bulunuyor ve en büyük kontrol noktası olma özelliğini taşıyor. İkincisi doğudaki ed-Demine köyü yakınlarında yer alıyor. Üçüncüsü ise Hirmil yolu üzerinde, Kuseyr’in girişinde konuşlu.
Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan yerel kaynaklara göre Kuseyr’e sadece buranın kendi halkının girmesine izin veriliyor. Bununla birlikte Cussiye Sınır Kapısı, 2017 yılının sonlarında açıldıktan sonra Lübnan'a gidenler pasaport kontrolünün ardından Kuseyr’e geri dönebiliyor. Doğu girişi dışında Kuseyr’e girişlerin hepsinin kapalı olduğuna dikkati çeken kaynaklar böylece 2013 yılında Kuseyr bölgesinin rejim ve ona sadık gruplar tarafından tamamen kontrol altına alınmasının ardından Alevi, Şii ve Hıristiyan azınlıkların geri dönmesine izin verildiğini belirttiler. Kaynaklar, 2013-2017 arasında toplam 8 bin kişinin geri döndüğü bilgisini verdi. Mülteci konumundaki Sünnilerin dönüşü ise geçen temmuz ayına kadar engellenirken Rusya’nın mültecilere geri dönüş sözü verdiği girişimle rejim karşıtı faaliyetlerde bulunmayacakları doğrulanan kişilerin şartlı olarak geri dönüşlerine izin verildi. Kaynaklar, böylece güvenlik izni verilen mültecilerin Humus şehri ve Hasya, Şenşar, Cendar kasabaları ve Şam kırsalındaki Kalamun bölgesine geçiş yaptıklarını ve çoğunluğunu devlet memurları veya çocukları rejim güçleri saflarında görev yapan ailelerin oluşturduğunu aktardı.
Yıkım ve imkanlar
Kaynaklar tarafından yapılan açıklamalarda geçen temmuz ayında ilk geri dönüşlerin yapıldığı, Hizbullah'ın kontrolünde olan ve yaklaşık bin kişinin yaşadığı batı kırsalındaki köylerde birçok Hizbullah bayrağı olduğu belirtildi. Öyle ki Suriye bayrakları ve Devlet Başkanı Beşşar Esed’in resimleri neredeyse görünmüyordu. Bu, bölgeyi kontrol eden gerçek gücü gözler önüne seren bir sahneydi. Açıklamalrda daha sonra mültecilerden 3 grubun daha geri döndüğü ve ekim ayı başlarında Kuseyr’e dönenlerin sayısının 5 bine ulaştığı kaydedildi. Ancak bu kez Suriye bayrakları ve Esed’in resimleri baskın bir görüntü oluşturuyordu. 2013 yılından bu yana Kuseyr ve kırsal bölgelerine dönenlerin sayısı 14 bini buldu.
Geçen ay Kuseyr’e dönen aileler, oldukça sınırlı imkanlarla evlerini tamir etmeye başladı. Ancak mali durumları evlerini yeniden inşa etmelerine izin vermediğinden hayırseverler, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumlarından yardım bekliyorlar.
Aynı şekilde belediye de görevlerini yerine getirmekte yetersiz kalıyor. Altyapının yarısının hasar gördüğü tahmin edilirken bir zamanlar muhaliflerin merkezi olan kuzey ve batı mahalleleri gibi bazı yerlerde evlerin yüzde 80’i tamamen yıkılmış durumda. Muhaliflerle yaşanan çatışmalar sırasında rejimin kontrolü altında kalan doğu mahallesi ise hasar oranı yüzde 5’in altına düşüyor. Güvenlik merkezleri bu mahallede bulunuyor. Hizbullah ve 2013 yılında rejimin bölgeyi kontrol altına almasının hemen ardından geri dönüşlerine izin verilen rejim yanlısı sivillerin karargahları da burada yer alıyor. Dönenlerin hayatı bu mahalleyle sınırlıyken diğer mahalleler tamamen yıkılmış haldeydi. Geçen temmuz ayına kadar hayatın tamamen durduğu bu mahallelerde yaşam yavaş yavaş geri dönmeye başladı. Yıkıntılar arasındaki küçük dükkanlar açılırken meyve, sebze ve temel gıda maddeleri satılmaya başlandı. Artık telefon hatları kullanılabiliyor.
Kuseyr Belediye Başkanı geçen ay yaptığı açıklamada kentin temel hizmetlerin büyük bir kısmına ihtiyaç duyduğunu, şehre geri dönen 5 bin kişinin, bir kısmının yıkılmış evlerinde ya da açıkta uyuduklarını ve Suriye Kızılayı tarafından kendilerine şişe su temin edildiğini söyledi.
Rejimin bölgeyi tamamen kontrol altına almasından bu yana Kuseyr Belediyesi hasar gören altyapının bir bölümünü yeniden inşa etti. Fon yetersizliğinin yanı sıra yeniden yapılanma, bakım ve acil durumlarda çalışacak profesyonel personel eksikliği nedeniyle temel hizmetler asgari düzeyde tutulmaya çalışıldı. Ancak bununla birlikte Birleşmiş Milletler (BM) yardımıyla tamir edilen kanalizasyon ağı geri dönenlerin ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Halen elektrik kesintilerinin yaşandığı bölgede sokak aydınlatmaları sadece şehir girişindeki birkaç ana caddede bulunuyor. Aynı şekilde geri dönen tüm ailelere kullanılabilir su temin etmekte büyük sıkıntılar yaşanıyor. Kuseyr ve kırsal bölgelerinde geri dönüşlerin ardından yaşanan ekmek sıkıntısı ise başlı başına bir sorun.
Lübnan’da yaşayan Kuseyrli bir mültecinin geçen temmuz ayında kırsal bölgeye dönen kız kardeşi ve ailesinden aktardığına göre sadece bir tane olan tıp merkezinde uzman doktorların bulunmamasından kaynaklı şikayetler de var. Yine ailesinden işittiği yaşanan bir olayı aktaran mülteci, tıp merkezi tatil nedeniyle kapalıyken ağır kanamalı bir hastanın ambulansın da olmamasıyla özel bir araçla Humus’taki bir hastaneye götürülmek zorunda kalındığını ve hastanın ölümün kıyısından döndüğünü belirtti.
Memleketini anlatmaya devam eden Kuseyrli mülteci şunları söyledi:
“Kuseyr savaştan önce Lübnan sınır köyleri dahil olmak üzere komşu köylerin sakinlerinin alışverişten tedaviye ve eğitime kadar ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı batı kırsalının başkenti konumundaydı. Ekmek almak için bile Kuseyr’e gelirlerdi. Kuseyr’de tüm köylere yetecek kadar ekmek üretilirdi. Hastaneler, sağlık merkezleri ve onlarca klinik vardı. Sınırdaki Lübnan köylerinin sakinleri tedavi, alışveriş, ekmek, sebze, et ve ihtiyaç duydukları her şey için daha düşük fiyatların olduğu Kuseyr'e gelirlerdi. Sınırın her iki tarafında da kaçakçılık faaliyetleri vardı. Lübnan'dan Suriye'de bulunmayan sigara, elektrikli ev aletleri ve beyaz eşya gibi çeşitli yabancı ürünler getirirlerdi. Buradan da Humus'a ve daha sonra diğer yakın bölgelere gönderilirdi. Hirmil’e gizlice Suriye ekmeği, sebze ve meyveleri sokulurdu. Bu atmosfer, herhangi bir siyasi veya milli kimliğin ötesinde güçlü sosyal çıkar ilişkileri inşa etmişti.”
Kendisine Kasım (takma ad) olarak hitap etmemizi isteyen Kuseyrli mülteci, Hizbullah'ın varlığının eskiden bölgede ve hatta komşu köylerde dahi oldukça az olduğuna işaret ettiği açıklamasını şöyle sürdürdü:
“2000’li yıllarla birlikte Suriye'den Lübnan'a kaçak yollarla sokulan maddeler listesine Kuseyr üzerinden yapılan dizel yakıt da girdi. Bölge büyük bir yasa dışı kaçakçılık furyasına kapıldı. Bu kaçakçılık faaliyetleri rejime bağlı güvenlik birimlerinin yozlaşmış yönetimlerinin kontrolü altındaydı. Lübnan’dan Suriye’ye yapılan uyuşturucu kaçakçılığı ise 2005 yıldan sonra gün geçtikçe arttı.  Kısa yoldan para kazanmak isteyen gençlerin zaten kötüleşmeye başlayan ekonomik durumla birlikte okulu bırakmaları ve işsizlik oranında büyük bir artış olması toplumu yıktı. Kuseyr’de ekonomik faaliyetin bel kemiği olan tarımın azalmasıyla birlikte geleneksel sosyo-ekonomik formülleri yerle bir eden kaçakçılık faaliyetlerinde patlama yaşandı.”
Hizbullah’ın kontrolü
Bölge nüfusunun 2013 yılında yerlerinden edilmesinin ardından Hizbullah, Asi Nehri’nin batı bölgesini ele geçirdi ve bölge sakinlerini kendi geleneksel ortaklarına karşı mücadele etmeleri için saflarına çekmeyi başardı. Hizbullah ayrıca, Kuseyr ve Lübnan bölgelerini birbirine bağlayan meşru ve yas adışı yolların kontrolünü ele geçirdi. Böylece Lübnan’dan Suriye’ye ve daha sonra Lazkiye Limanı’ndan deniz yoluyla dünyanın dört bir yanına yapılan uyuşturucu kaçakçılığının en önemli geçiş noktalarından birini ele geçirmiş oldu.
Aynı şekilde Hizbullah, şehir merkezinde ve çevresindeki birçok alana ve mülke el koyarak üyeleri için karargahlara dönüştürdü. Halen buraların gerçek sahiplerine iade edilmesini veya kira ödenmesini engelliyor. Hizbullah, Asi Nehri’nin batısında yerlerinden edilmiş insanların tarım alanlarından da faydalandı. Sadece bazı köylülere kenevir yetiştirmeleri için tarlaları kullanmalarına izin verdi. Kaçakçılık, tek başına hareket eden kişilerin faaliyetleri olmaktan çıkıp bölgesel ağlara bağlı örgütlü çetelerin yaptığı faaliyetlere dönüştü. Bu dönüşüm, Kuseyr’de savaş bölgesi düzeyinde normal standartlara kıyasla zengin bir sınıfın ortaya çıkmasına neden oldu. Bu yeni sınıfa, savaşın yoksullaştırdığı orta sınıftan gelenler öncülük etti.
Kaynaklar savaş öncesi Kuseyr’in Suriye'deki diğer bölgeler gibi büyük bir kısmının tarımsal alandan oluştuğuna, okur-yazar oranının yüksek olduğuna ve genel olarak orta sınıf insanların bulunduğuna işaret ediyor. İnsanların geçimlerini genel olarak tarımcılıktan sağladığını belirten kaynaklar genel olarak kayısı, elma, patates, buğday ve arpa yetiştirildiğini ancak şu an bu tarlaların büyük bir bölümünün tahrip edilmiş halde olduklarını aktardı. Halkın halen tarımcılığı sürdürdüğü Kuseyr’in doğusundaki tarlalarda ise faaliyetler oldukça az. Kuseyr’i nüfusu sınırlı, ekonomik faaliyetleri ise zayıf bir şehir olarak niteleyen kaynaklar, günlük ihtiyaçları için Humus kentine ve komşu köylere bağımlı olduğunun altını çizdiler.
Yeşeren umutlar
Kaynaklar, yerinden edilenlerin şehre dönüşüyle birlikte Kuseyr’in hayata dönmeye başladığını ve umutların yeşerdiğini belirtti. Çalışmaların başlaması için molozların kaldırılması, onarımların yapılması ve zarar gören altyapının yeniden inşa edilmesi gerektiğini ifade eden kaynaklar yine de umutların yeniden yeşerdiğini kaydetti. Temmuz ayında Kuseyr kırsalına ilk dönüşlerin başladığı dönemde rejim yanlılarının gizli de olsa buna karşı olduklarını belirten kaynaklar, özellikle savaşta oğullarını kaybedenlerin öfke duyduklarını ancak yeni yaşam döngüsünün başlamasıyla karşı çıkışların sona erdiğini bildirdi. Kuseyr’e geçen ay yapılan dönüşler daha kabul edilebilir gözüküyordu. Dönenlerin çoğunluğunun devlet memurlarından oluşması, Kuseyr’de daha fazla resmi kurum ve devlet dairesinin faaliyete geçeceği anlamına geliyordu. Savaş sırasında Humus’a devredilen nüfus ve emlaklarla ilgili resmi daireler de yeniden Kuseyr’e iade edilecek.
Bununla birlikte Kuseyr-Humus hattında toplu taşıma araçlarının faaliyete geçmesi konusunda da acilen harekete geçilmesi gerekiyor.  Söz konusu hatta son dönemde Humus Baas Üniversitesi’nin çalışanlarının ve öğrencilerinin ulaşımları için 7 minibüs ve 1 midibüs çalışmaya başladı. Ancak bu sayı geri dönenlerin ulaşım sorununu çözmekte yetersiz kaldı.
Otobüs kalkış noktasının yeniden Kuseyr şehir merkezine taşınması, 2013 yılından bu yana rejim yanlıları tarafından korunan Doğu Mahallesi sakinleri ile Belediye Meclisi arasında tartışmalara neden oldu. Son dönemde geri dönenler için yapılan girişimler, Rusların müdahalesi öncesinde ‘rejimin yanında savaştıkları için’ kamu hizmetlerinden öncelikli olarak yararlanmaları gerektiğine inanan Doğu Mahallesi sakinlerini kızdırdı.



Demokratik ülkeler ‘gri bölge’ savaşlarını nasıl kazanır?

Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
TT

Demokratik ülkeler ‘gri bölge’ savaşlarını nasıl kazanır?

Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)

Savaş ve barış arasında, kavramların farklılaştığı ve kuralların karmaşıklaştığı ‘gri bölge’ olarak anılan belirsiz bir bölge var. Bu bölge, bir ülkenin bir başka ülkeye zarar veren faaliyetlerde bulunduğu yeri temsil ediyor. Öte yandan bu faaliyetler, savaş eylemleri olarak kabul edilse de yasal açıdan savaş eylemleri değildir.
Eski bir İngiliz ordu mensubu olan Albay Richard Kemp tarafından hazırlanan ve ABD merkezli Gatestone Enstitüsü tarafından yayımlanan bir raporda, demokratik ülkelerin gri bölgedeki otoriter devletlerin ve terör örgütlerinin eylemlerine ilişkin tutumları ve bunlarla nasıl mücadele edebileceklerine dair bir incelemeye yer verildi.
İngiltere Kabine Ofisi'nde uluslararası terörle mücadele ekibinin başkanı olarak görev yapan Kemp, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin, bu ay geçici ulusal güvenlik strateji belgesini yayınladığını, aynı şekilde Atlantik Okyanusu’nun karşısında İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın, Parlamento’ya entegre bir güvenlik, savunma, kalkınma ve dış politika belgesi sunduğunu söyledi. Biden ve Johnson, söz konusu belgelerde gri bölgedeki giderek artan zorluklarla ilgili endişelerini dile getirirken bunlara daha etkili bir şekilde yanıt vermek için önlemler alma sözü verdiler. Rapor, gri alanın, ülkeler arasındaki normal jeopolitik rekabetin dışında kalan, ancak silahlı çatışma düzeyine ulaşmayan zorlayıcı eylemlerin yer aldığı barış ve savaş arasındaki yer olduğuna dikkati çekti. Gri bölgedeki eylemler, genellikle teröristler dahil olmak üzere vekiller kullanan ülkeler ve terör örgütlerinin kendileri tarafından gerçekleştiriliyor. Gri bölgenin kuralları genellikle agresif, belirsiz, inkar edilebilir ve görünmezdir. Hedef ülkelere zarar vermeyi, onları zorlamayı ve etkilemeyi veya istikrarlarını bozmayı ya da uluslararası statükoya zarar vermeyi amaçlar. Bir yandan büyük bir askeri müdahaleden kaçınırken diğer yandan gerilimi daha da artırma tehdidiyle hedef ülkeyi yıldırmaya ve caydırmaya çalışırlar.
Albay Kemp, Alman Haber Ajansı’nda (DPA) yer alan analizinde, gri bölgenin yeni bir fenomen olmadığını, aksine dünya genelinde en baskın çatışma biçimi olduğunu belirtiyor. Bunun yanı sıra küreselleşme ve teknolojinin, bu tür eylemlerin sıklığını, etkililiğini ve ortaya çıkma hızını artırdığına işaret eden Albay Kemp, ABD ve İngiltere'nin de bu durumun farkında olduklarını vurguladı. Albay Kemp, siber alan, uzay, internet, sosyal medya, dijital propaganda ve insansız hava araçları (İHA) gibi giderek daha güçlü hale gelen ‘gri savaş’ araçlarını kullanan daha fazla aktörün devreye girdiğine dikkati çekti. Bu aktörlere verilen örnekler arasında Rusya’nın 2018 yılında Birleşik Krallık'ta bir kişiyi sinir gazı ile öldürme girişimi, Kırım'ın ilhakı, Avrupa parlamentosu seçimlerine müdahale çabaları, Çin'in Güney ve Doğu Çin denizlerindeki tartışmalı adalar üzerinde egemenlik ilan etme taktikleri ve eylemleri, Hindistan'a karşı Ladakh bölgesindeki askeri saldırısı, Hong Kong'a yönelik şiddetli baskısı ve İran’ın Ortadoğu, Güney Amerika, ABD, Avrupa ve diğer yerlerde tekrarlanan terörist saldırıları, uluslararası tankerlere el koyma ve saldırıda bulunma ve vekilleri aracılığıyla Irak’taki ABD’ye ait tesislere füze saldırıları düzenlemesi de yer alıyor. Batılı ülkelerin elinde, kendilerini veya müttefiklerini hedef alan ve çok taraflı koordinasyonu daha etkin bir şekilde kullanan gri bölge eylemlerine karşılık vermek için birçok proaktif ve reaktif seçenek bulunuyor. Amaç, caydırıcılığın yanı sıra topyekün bir çatışmaya yol açabilecek gerilimleri önlemektir. Seçenekler, diplomasi, basın, ekonomi ve askeri olmak üzere dört kategoriye ayrılır.
Söz konusu gri bölge eylemlerine askeri olarak karşılık verme kategorisi, NATO güçlerinin, Rusya'nın saldırı olasılığına karşı Litvanya'da konuşlandırılması ve İngiliz Kraliyet Donanmasına ait uçak gemilerinin Güney Çin Denizi'ndeki seyrüsefer özgürlüğünün sağlanması için devriye gezmeleri gibi sembolik güç gösterilerinin yanı sıra sınırlı konvansiyonel savaş, gizli operasyonlar, siber saldırılar ve casusluk gibi seçenekleri barındırıyor. 
Bu seçeneklerin her biri, gri bölge eylemlerine karşı son derece önemli olabilir, ancak önemli politik riskleri de beraberinde getirmektedir. ABD’nin 2020’de İran'ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi hedef alan füze saldırısı, bunun en büyük örneğidir. Süleymani, diğer kötü niyetli faaliyetlerin yanı sıra, uzun yıllar ABD’yi ve müttefiklerini hedef alan saldırıları organize eden ve gri bölgenin önde gelen isimlerinden biriydi. Demokratik ülkelerin gerilim yaşama korkusu, gri bölgede askeri seçeneklerin kullanımı konusunda büyük kısıtlamalara yol açarken bu durum İran gibi otoriter ülkeler tarafından sömürülüyor. Oysa verilecek karşılık dikkatli bir şekilde hesaplandığı takdirde Başkan Biden’ın uyardığı türden bir tırmanma pek olası değildir. Gri bölge eylemlerinin asıl amacı, ABD ve müttefikleri ile topyekun bir çatışmaya girmekten kaçınmaktır.
Kemp, Batılı güçler tarafından yürütülen tüm askeri operasyonların, hükümetlerin askeri operasyonların yürütülmesinin veya kanunları uygulama prosedürlerinin belirli operasyonlarda geçerli olup olmadığına dair net bir karar almasıyla gri bölge de dahil olmak üzere iç ve uluslararası hukuka uygun olarak yürütülmesi gerektiğini düşünüyor.
Ancak yasalara bağlı olmak, askeri operasyonun siyasi açıdan zarar vermeyeceğini garanti etmez. Özellikle de operasyon ters giderse bu kaçınılmaz olur ve oldukça risklidir. Bazı durumlarda, dolaylı bir yaklaşım benimsenmesi ve gri bölgede başka bir ülkedeki bir düşmana ve onu harekete geçiren davadan farklı bir davaya karşı askeri bir operasyon düzenlenmesi gerektiğinden durum daha da karmaşık bir hale alır.
Eğer siyasi çıkarlar çok yüksekse, gri bölgedeki askeri operasyona karşılık vermek gerekir mi? İngiltere Başbakanı Johnson’ın Parlamento’ya sunduğu belgede, “Ülkeleri cezalandırılma ihtimalleri olduğunu belirterek, bu eylemleri yapanları açığa çıkararak, bunları kimin işlediğini açıklayarak ve buna göre cevap vererek düşmanca eylemlerinden caydırmaya çalışacağız. Caydırıcılık tek başına askeri bir seçenek anlamına gelmez. Mümkün olduğunda, yaptırımların uygulanması için diplomasi ve basın yolunun kullanılması ve ekonomik tedbirler alınması tercih edilir. Ancak bazen aynı şekilde yanıt vermek gerekebilir. Askeri seçeneği kullanmak isteyen gri bölge muhalifleri de gerçek bir askeri tehditle karşı karşıya kalmalıdır” ifadeleri yer aldı.
Albay Kemp raporunda “Liberal demokrasilerin gri bölgede çalışmak istediklerinden ne kadar eminiz?” diye soruyor. İngiltere, on yılı aşkın bir süredir İran’ın askeri mühimmatlarını kullanan vekil güçler, Irak'ta İngiliz (ve Amerikan) askerlerini öldürüldüğünde ve sakat bıraktığında dahi gri bölgede herhangi bir askeri operasyon düşünmedi. Her şey ortada olmasına rağmen İran’a düşmanlık bile beslemedi.  Bunun yerine diplomatik çabalara dayandı ve cinayetler devam etti” değerlendirmesinde bulunuyor.
Bu zayıf tutumun sonuçları, İran'ın devam eden gri bölge saldırılarında görülmeye devam ediyor. Eğer bu zayıflığın nedeni, -askerleri öldürülen ülkelerin- siyasi liderlerinin o dönemdeki gerilim yaşama korkusu ve siyasi yankılarsa, bugün özellikle çok yüksek bir risk taşımıyorsa gri bölgede askeri operasyonlar düzenlemeyi ciddi olarak düşünme ihtimalleri nedir?