Irak ve İran'daki dini otoriteler arasında devam eden çatışma din kisvesi altında siyasi bir çatışma mı yoksa siyasi görünümlü dini bir çatışma mı?

(Şarku'l Avsat)
(Şarku'l Avsat)
TT

Irak ve İran'daki dini otoriteler arasında devam eden çatışma din kisvesi altında siyasi bir çatışma mı yoksa siyasi görünümlü dini bir çatışma mı?

(Şarku'l Avsat)
(Şarku'l Avsat)

Alaa Hamid
Irak'ın en yüksek Şii dini otoritesi Ayetullah Ali Sistani, ilk kez ülkedeki bir protesto hareketinin etkilerine karşı açıklamalarda bulundu. Yine ilk kez başta Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler olmak üzere Irak’ın birçok şehrinde yaşanan gösteriler sırasında Ali Hamaney ve Kasım Süleymani gibi İranlı yetkililerin posterleri yakılarak protestolar gerçekleştirildi.


Bağdat’ta Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin posterini yakan göstericiler (EPA)

Tahran’daki yetkililerin iddialarına göre gösterilerin, dış mihraklar tarafından ABD ve Batı ülkelerinin İran’a karşı başlattığı kampanyanın bir parçası olarak kışkırtıldığı suçlamaları yapılırken, Sistani’nin müdahalesi, İran’ın dini lideri Ali Hamaney tarafından birkaç kez vurgulanan İran’ın resmi tutumu karşısında protestocuların yanında yer alması açısından büyük önem taşıyor. İranlı liderler, Bağdat’taki yetkilileri, protestolara güç kullanarak müdahale etmeye çağırırken, Sistani, hükümet güçlerini göstericileri öldürmeyi durdurmaya ve taleplerine cevap vermeye çağırdı.
Iraklılar, ülkelerine yönelik müdahalelere karşı artık daha hassas
Necef (Irak) ve Kum’daki (İran) dini otoriteler arasında yaşanan bu çekişme, dini açıdan Velayet-i Fakih sistemiyle ilgili uzun zamandır var ve yeni değil. Siyasi açıdan da her kesimden ve mezhepten Iraklıların ülkelerini dış müdahalelerden ve yabancı nüfuzundan koruma içgüdülerinden kaynaklanan bir çekişme mevcut. Özellikle bu nüfuzun Irak’ın zenginliklerinin sömürülmesine kapı açmasının ardından Iraklılar, ülkelerine yönelik müdahalelere karşı daha da hassas hale geldi. Bu yüzden Irak'ın egemenliğini korumak için bir ayaklanma başlattılar. Bu ayaklanma, Iraklıların ABD işgali etkisinin azalmasından ve İran’ın ülkelerinin zenginlikleri üzerindeki hakimiyetinin başlamasından bu yana boyutunu ve kapsamını bilemedikleri bir nüfuza karşı başladı.
Necef ve Kum arasında ortaya çıkan çekişmeyi anlamak için şu 3 konunun anlaşılması gerekiyor;
1 -
İki dini otorite arasındaki benzerlik ve farklılıklar
2 - Nüfuz alanları
3 - Her ikisinin de sahip oldukları araçlar ve mekanizmalar
Bu çekişmenin çoğu zaman bir tür sessiz çatışmaya neden olduğu açık.  Bu çatışma, bazen dini bazen de siyasi boyutta olabiliyor. Ne Necef’teki ne de Kum’daki dini otorite, herhangi bir açıklama yapmamış olsa da Irak’taki (Necef) Velayet-i Fakih’i benimsemeyen dini otorite, Kum’daki dini otoriteden daha sınırlı bir yapıya sahip.
Her iki dini otoritenin de bir birilerine benzerlikleri olmasına rağmen siyaset ve iktidarla ilgilenme biçimlerinde aralarında bir takım farklılıklar bulunuyor. Necef’teki dini otorite, kriz veya olağanüstü durumlarda veya kendisinden bir talepte bulunulmadıkça siyasetle meşgul olmaz. Ancak Saddam Hüseyin’in 1980 yılında Ayetullah Muhammed Bakır es-Sadr’ı idam ettirmesi olayında olduğu gibi tamamen siyasetten uzak kaldığı da söylenemez.
Sistani tarafından temsil edilen Necef’teki dini otoritenin rolü, Şii Müslümanların bulunduğu diğer ülkeler hariç, Irak içindeki Şiilere tavsiyelerde bulunmak ve rehberlik etmekten ibarettir. İran’daki dini otoritenin rolü ise diğerinin tam tersidir. İran’ın dini lider Hamaney’in de teyit ettiği üzere Irak, Lübnan, Filistin, Suriye, Bahreyn ve Yemen dahil Ortadoğu’nun birçok bölgesinde etki oluşturmaya ve var olmaya çalışıyor.
Dolayısıyla her iki dini otoritenin tarzı ve çalışması bakımından etki alanları önemli ölçüde farklıdır. Necef’teki dini otorite kısa mesafe prensibine dayalı bir yöntem uygularken, halkla ilgili meselelerde ayrıntılara girmekten kaçınır. Ancak Kum’daki dini otorite Velayet-i Fakih ilkesinden yola çıkarak, kendisini takip eden Şiilerle ilgili tüm meselelerin detaylarında var olmaya çalışır.
İki otorite arasındaki dini ve siyasi çatışmanın tezahürlerine ve mekanizmalarına baktığımızda, Necef’teki dini otoritenin İran’daki dini otoriteyle olan çekişmesinin kapsamının yalnızca Irak’la sınırlı olduğu unutulmamalı. Diğer bölgelerde bu çekişme yok. Bu da Necef dini otoritesinin, Şii Müslümanları için sembolik ve dini statüsünün olmasının yanı sıra Irak'ın genel olarak Şii ve İslam tarihindeki güçlü varlığı dahil olmak üzere birçok nedenden kaynaklanıyor. Bu yüzden Necef’teki dini otorite, diğer ülkelerdeki Şii varlığıyla yalnızca manevi ve dini açıdan ilgilenir. Çünkü toplumların kendi yerel ve ulusal sabiteleri olduğuna ve bu özelliğin dikkate alınması gerektiğine inanır. Necef'teki dini otorite, Kum’daki Velayet-i Fakih destekçisi, sosyal bir yapı oluşturmaya çalışan dini otoritenin aksine, bu toplumlarda ortaya çıkan krizlerle ilgili bir görüş bildirmez veya siyasi olarak rehberlik etmez.
2003 sonrası derinleşen çekişme
2003 sonrası Irak’ta iki dini otorite arasındaki çekişme daha da derinleşirken, çatışmanın biçimi, yeni siyasi sistemle olan ilişki temelinde şekillendi. Necef’teki dini otorite, 2005 yılında ‘parlamento seçimlerinin yapılması ve anayasanın yazılması’ konularında adımlar atılması için baskı yaptı. Söz konusu adımlarla ilgili bir takım çekinceleri olsa da bu sistemin temelini oluşturması gerekiyordu. Daha sonra 2010 yılında 9 ayı aşkın bir süre başbakanlık için bir isim önerilememesinden doğan krizle ilgili görüşünü bildirmesi istendikten sonra konuya müdahil olmak zorunda kaldı.
Musul’un kontrolünü DEAŞ’ın ele geçirmesinin ardından…
Necef’teki dini otorite, 10 Haziran 2014’te DEAŞ’ın Musul’un kontrolünü ele geçirmesinin ardından Velayet-i Fakih destekçisi dini otoritenin aksine ‘cihat’ ilan etti. Bundan sonra iki dini otorite arasındaki farklar daha da arttı. Velayet-i Fakih destekçisi dini otorite, askeri istihbarat ve ideolojik araçlara sahip olan siyasi bağlantıları ve güçleri sayesinde yeni rejim ile ilişkilerini ahlaki ve maddi eylemlerle desteklerken, Necef’teki dini otorite, fiziksel bir harekette bulunmadan sadece ahlaki ve dini rehberlik görevi üstlendi. İki otorite arasındaki farka ayrıca İran ile ABD arasındaki Irak’la ilgili çekişme de yeni bir boyut kazandırdı.
Necef’teki dini otorite yine Velayet-i Fakih destekçisi dini otoritenin aksine Irak'taki bölgesel ve uluslararası müdahaleyi reddettiğini defalarca kez vurguladı. Tıpkı 15 Ekim 2019 tarihinde Kerbela’da Necef’teki dini otoritenin temsilcisi tarafından verilen cuma hutbesinde olduğu gibi. İki taraf arasındaki çekişmenin çıktıları, Necef’teki dini otoritenin gerici tutumlarla çatıştığına işaret ediyor. Kum’daki dini otoritenin ise eylemleriyle ilgili tartışmalara girmeye başladı. Hem resmi hem de gayri resmi yönleri olduğu için kendi içinde ve dışında sosyal ve siyasi varlık oluşturmakla görevlendirildiğine inanıyor. Ancak aynı durum Necef’teki dini otorite için söz konusu değil.
İki dini otorite (Necef ve Kum) arasında dolaylı yollardan da olsa yaşanan bu çekişme, bugün sorulması gereken şu soruyu akıllara getiriyor;
“Aralarında devam etmekte olan çatışma din kisvesi altında siyasi bir çatışma mı yoksa tam tersi, siyasi görünümlü dini bir çatışma mı?”
İki otorite arasındaki fark, bu sorunun içinde saklı. Necef’teki dini otoritenin yetkisi, tavsiye ve rehberlik bakımından üstlendiği dini role dayanıyor. İnsanların bunu böyle kabul etmesi gerekiyor. Ancak İran’daki dini otorite, siyasi ve dini yönlerini bir birinden ayrı tutmuyor ve siyasetin sağlam bir dini inançla yapılabileceğine inanıyor. Bu nedenle, Kum’daki dini otorite siyasi araçlarla varlığını oluşturmuştur ve söz konusu inancı güçlendirmekle görevli kurumları vardır.
İki dini otorite arasındaki sessiz siyasi çatışma, aralarındaki farkın derinliğini ortaya koyuyor. Bunun nedenlerinin başında ise Velayet-i Fakih meselesi ve hareket edebilecekleri alanlarla ilgilenme usulleri geliyor. Necef’teki dini otorite, özellikle iktidarda söz sahibi olan Şiilerin yoğun olarak yaşadığı ülkelerde bir takım krizler yaşandığında manevi rolünü korumak için iktidardan uzak duruyor ve bağımsızlığını sürdürüyor. Buna karşın Velayet-i Fakih destekçisi dini otorite, sürekli iktidarda olmanın yanı sıra kamusal ve özel alanlarda hareket kabiliyeti olmasını istiyor.



İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor
TT

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz  bugün (Cuma) yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'ın nükleer tesislerine yönelik yakın bir İsrail askeri saldırısı uyarısında bulunmasından kısa bir süre sonra İsrail ordusunun İran'a karşı “önleyici bir saldırı” başlattığını duyurdu.

Buna karşılık İran silahlı kuvvetleri İsrail'e karşılık vermede “sınır tanımayacaklarını” vurguladı.

Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Kudüs'ü işgal eden rejim tüm kırmızı çizgileri aştığına göre ... Bu suça karşılık vermenin sınırı olmayacaktır.”

Şu ana kadar yaşanan gelişmelerden bazıları...

  • Yükselen Aslan Operasyonu: Cuma günü şafak vakti İsrail, Natanz'daki Ahmedi Ruşen uranyum zenginleştirme kompleksi de dahil olmak üzere İran'daki çok sayıda nükleer ve askeri tesisin yanı sıra birçoğu suikasta kurban giden üst düzey askeri komutanların evlerine “kesin ve önleyici” saldırılar düzenledi.
  • Hedef alınan İranlı liderler: Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Ortak Operasyonlar Dairesi Komutanı General Gulam Ali Raşid öldürüldü.
  • Nükleer bilim adamlarına yönelik suikastlar: Saldırılarda başta Muhammed Mehdi Tahrani ve Feridun Abbasi olmak üzere altı nükleer bilim adamı öldürüldü.
  • İran'ın tepkisi: Tahran Tel Aviv'e doğru çok sayıda füze ile karşılık verdi.

*İran Devrim Muhafızları: Füze saldırımızda ülkemizi vurmak için kullanılan İsrail askeri merkezlerini ve hava üslerini hedef aldık.

*Washington'un İran füzelerine karşı İsrail'e yardım ettiğini söyleyen ABD'li bir yetkili: “ABD'nin İsrail'i hedef alan füzelerin düşürülmesine yardımcı olduğunu teyit ediyorum” dedi.

*İsrail medyasında yer alan haberlere göre acil servisler İran'ın füze saldırısında ikisi ağır olmak üzere 40 kişinin yaralandı.

*CNN'e konuşan İsrailli yetkili şu ifadeleri kullandı: "Bakanlar Kurulu şu anda İran'ın füze saldırısına verilecek yanıtı görüşmek üzere toplanıyor."

*İsrail Savunma Bakanlığı İran'a ait onlarca hava savunma sistemi hedefinin imha edildiğini duyurdu.

*İsrail ordusu , gerekli olduğu sürece operasyonlara devam etmeye hazır olduğunu açıkladı.

*İsrail ordusu, Hemedan ve Tebriz de dahil olmak üzere İran Hava Kuvvetleri'ne ait askeri üslere saldırdığını ve imha ettiğini açıkladı.

*Trump, Washington'un bölgesel güvenlik ve istikrarın korunması amacıyla krizin çözümüne yönelik çabalara katılmaya hazır olduğunu teyit etti.

*Suudi Arabistan Nükleer Düzenleme Kurumu: Krallığın çevresi herhangi bir radyolojik sonuca karşı güvenlidir.

*Katar Emiri Trump ile telefonda görüşerek gerilimin azaltılması ve diplomatik çözümlere ulaşılması gerektiğini vurguladı.

*İran hava sahası Cumartesi gününe kadar kapalı kalacak.

*İran Televizyonu: Hava savunma sistemleri ilk kez iki İsrail F-35 savaş uçağını düşürdü.

*İran'a yönelik daha fazla saldırıda bulunma sözü veren Netanyahu yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı: “Son 24 saat içinde üst düzey askeri komutanları, önde gelen nükleer bilim adamlarını, rejimin en önemli uranyum zenginleştirme tesislerini ve balistik füze cephaneliğinin büyük bir bölümünü ortadan kaldırdık. Daha fazlası gelecek... Rejim kendisine ne yapıldığını ya da ne yapılacağını bilmiyor. Hiç bu kadar savunmasız olmamıştı."

*İsrail ordusu: İran İsrail'e en az 100 roket fırlattı, bunların çoğu engellendi ya da hedefe ulaşmadı

*ABD Enerji Bakanı: Ortadoğu'daki mevcut durumun küresel enerji kaynakları üzerindeki olası etkilerini izlemek üzere Ulusal Güvenlik Konseyi ile yakın işbirliği içerisinde çalışıyoruz.

*İran , Fordo ve İsfahan tesislerinde sınırlı hasar olduğunu doğruladı.

*UAEA Genel Direktörü Rafael Grossi Güvenlik Konseyi'ni bilgilendirdi:

*Nükleer tesislerin güvenliğini teyit etmek üzere İranlı yetkililerle temas halindeyiz.

*İran, Natanz uranyum zenginleştirme tesisinin İsrail saldırılarının ilk dalgası sırasında hedef alındığını doğruladı.

*İranlı yetkililer bize Fordo ve İsfahan'daki iki nükleer tesisin saldırıya uğradığını bildirdi.

*İran'ın yüzde 60'a kadar zenginleştirilmiş uranyum ürettiği bir yer üstü tesisi imha edildi.

*Natanz'daki yeraltı zenginleştirme tesislerine yönelik bir saldırı olduğuna dair herhangi bir belirti yok ancak güç kaynağına yönelik saldırı santrifüjlere zarar vermiş olabilir.

*Sebepleri ya da koşulları ne olursa olsun nükleer tesisler asla saldırıya uğramamalıdır.

*İsrail Savunma Bakan, "İran, İsrail'deki sivil yerleşim yerlerine roket atarak kırmızı çizgileri aşmıştır. İran rejimi ağır bir bedel ödeyecektir" dedi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı, "İran rejimi her zamankinden daha zayıftır ve bu İran halkının rejime karşı durması için bir fırsattır. Netanyahu'dan İran halkına: Ben ve İsrail halkı sizinle birlikteyiz. İran'ın balistik füze cephaneliğinin büyük bir bölümünü imha ettik. İsrail, İran'a karşı tarihin en büyük askeri operasyonlarından birini başlattı. İranlıları baskıcı ve şeytani rejime karşı birleşmeye çağırıyorum."

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı Ortadoğu'da güvenlik, barış ve istikrarın sağlanması için birlikte çalışmaya devam etmenin önemine vurgu yaptılar.

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı itidal, gerilimi azaltma ve tüm anlaşmazlıkların diplomatik yollarla çözülmesinin önemini ele aldı.

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi, İranlı hacıların tüm ihtiyaçlarının karşılanması ve anavatanlarına ve ailelerine güvenli bir şekilde dönmeleri için koşullar hazır olana kadar kendilerine tüm hizmetlerin sağlanması talimatı verdi.

*İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İsrail'in askeri ve nükleer tesislere yönelik büyük saldırısının ardından ülkesinin itidal çağrılarını reddettiğini vurguladı.

*İsrail itfaiyesi İran'dan atılan roketin ardından binada mahsur kalanları kurtardı.

*İsrail itfaiyesi İran'ın füze saldırısının yol açtığı büyük olaylara müdahale ettiğini duyurdu

*İran devlet televizyonu: İsrail'e dördüncü roket dalgası fırlatıldı

*İsrail ordu sözcüsü İran medyasında yer alan bir savaş uçağının düşürüldüğü ve pilotun yakalandığı haberlerini yalanladı


İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.