The Irishman'ın yönetmeni Scorsese Şarku'l Avsat'a konuştu: İster yönetmen ister izleyici olun film hayatınıza bir şekilde yansıyor

Robert De Niro, Martin Scorsese ve Al Pacino
Robert De Niro, Martin Scorsese ve Al Pacino
TT

The Irishman'ın yönetmeni Scorsese Şarku'l Avsat'a konuştu: İster yönetmen ister izleyici olun film hayatınıza bir şekilde yansıyor

Robert De Niro, Martin Scorsese ve Al Pacino
Robert De Niro, Martin Scorsese ve Al Pacino

Cannes film festivalinin ardından Quentin Tarantino imzalı ‘Bir Zamanlar Hollywood’da’ (Once Upon a Time in Hollywood) filminin yılın yapımı olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Sinema dünyasının en büyük uluslararası film festivali olan Cannes, büyük bir prömiyere tanıklık etmişti. Geniş bir kelime dağarcığıyla yazılan senaryosu ve heyecan verici hikâyeleriyle dikkatleri üzerine çeken filmin belki de en önemli özelliği Hollywood’dan bahsetmesiydi.
Ancak sadece birkaç ay sonra getirdiği büyük sesi yavaş yavaş kaybetmeye başlayan Bir Zamanlar Hollywood’da, ‘İrlandalı’ (The Irishman) filminin New York, Londra, Kahire gibi başkentlerin ev sahipliği yaptığı film festivallerinde, sinema salonlarında ve internet üzerinden gösterime girmesiyle popülaritesini neredeyse tamamen yitirdi.
Yönetmeni Martin Scorsese ile film hakkında yaptığımız bu röportaj, İrlandalı filmiyle ilgili çeşitli eleştirileri sonlandırmasa da filmin önümüzdeki dönemde sinema alanındaki tüm ödül törenlerine damgasını vuracağını ortaya koydu.
Burada filmin senaryosu, oyuncuları, yönetmeni, çekim teknikleri, yenilikçi tasarımları ve diğer yarışması beklenen alanlarla ilgili konuşulacak çok konu var. Çünkü aldığı tüm övgüleri hak eden bir çalışma. Çünkü hayatının 59 yılını sinemaya vermiş 76 yaşındaki yönetmeninin tüm hayatını ortaya koyarak yaptığı bir film. Çünkü böyle bir deneyime bugün Francis Ford Coppola, Clint Eastwood, Woody Allen ve Brian De Palma gibi çok az kişi erişebildi.
Usta yönetmen Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, bu projenin arka planında saklı kalanları açığa çıkarırken, filmi dünyanın dört bir yanında sinema salonlarına dağıtmayacak bir şirketle çalışmayı nasıl kabul ettiğinden ve bu yeni deneyimden ne gibi ve nasıl bir fayda sağladığından bahsetti. Çete filmlerindeki kişisel deneyimini de anlatacak olan Scorsese, kendisini ve filmin aktörlerini bir araya getiren ‘nostaljiden’ de bahsedecek.
İşte ünlü yönetmen Martin Scorsese ile gerçekleştirilen röportajın tamamı;
- Sürekli sizin tek tutkunuzun tıpkı diğer çalışmalarınızda da olduğu gibi dünyanın dört bir yanındaki sinema salonlarında beyaz perdeye yansıtılacak filmler yapmak olduğu söylendi. Netflix gibi doğrudan evdeki izleyiciye ulaşan bir şirket ile işbirliği yapmak bu tutkuyu nasıl sınırladı?

Bu önemli bir soru. O yüzden bu soruyu cevaplarken sizi hızlıca bir geçmişe götürmeliyim. Kariyerimin önceki yıllarında da söylediğim gibi ister ABD’de ister dünyanın herhangi bir yerinde olsun, benim ya da başkalarının yaptığı filmlerin sinema salonlarındaki büyük perdelerde gösterilmesi gerektiğine inandım. Bana göre bu, tüm yapımlar için doğru ve yeri doldurulamaz bir tercih. Son birkaç yıldır Robert De Niro ile tekrar çalışma fırsatı yakalamaya çalıştım. Ara sıra neyle meşgul olduğunu öğrenmek için iletişime geçiyordum. O da bana ne üzerinde çalıştığımı soruyordu. Tekrar birlikte çalışmayı dört gözle bekliyorduk.
- En son 1995 yılında, ‘Casino’ filminde bir araya gelmiştiniz…
(Gülerek) Evet, çok şeyin yaşandığı uzun bir süreç oldu. Charles Brandt’ın kaleme aldığı ‘I Heard You Paint Houses’ (Evleri boyadığını duydum) romanını okuduğunu biliyordum. Bana telefon etti. Çok heyecanlıydı. Sonra bir araya geldik, daha da heyecanlandık. De Niro'nun kitapla ilgili görüşlerini duyduğumda onunla tekrar birlikte çalışma fırsatı yakaladığımı anladım ve ikimiz için de doğru işi bulduğumu hissettim. Senarist Steven Zaillian aradım ve ona genel tabloyu anlattım. Fakat bu olduğunda yıl 2009’du.
- Neden bu kadar gecikti?
Hepimizin ayrı ayrı ailevi sorunları ve iş bağlantıları vardı. Hem Robert hem de benim kesinlikle bitirmek zorunda olduğumuz projelerimiz vardı.
- Bazı gazeteler ve internet siteleri, ‘dijital gençleştirme’ (de-age) teknolojisini iyi bir çözüm olmadığı gerekçesiyle eleştiriyor. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?
Hayır, 2010-2011 yılları arasında şimdi olduğu gibi dijital gençleştirme imkânı yoktu. O dönem, belirli açılardan çekim yaparak ve plastik maske sanatçılarının yardımıyla bunun üstesinden gelebileceğimizi düşündüm. Ancak bu bir yere kadar mümkündü. Fakat zaman geçti ve bu fırsatı da kaçırdık. 2016 yılında Silence (Sessizlik) filmi çekimleri sırasında görsel efekt yönetmeni Pablo Helman’dan Al Pacino, Robert De Niro ve Joe Pesci’nin gençlik yıllarındaki yüzlerini ekrana yansıtabilmenin bir yolunu bulmasını istedim.
- Al Pacino, Robert De Niro ve Joe Pesci’nin gençliğine benzeyen sanatçılarla bunu yapma gibi başka bir seçeneğiniz yok muydu?
İsteseydim olurdu, fakat doğru çözüm değildi. Yaptığımız şey bulabileceğimiz en iyi çözümdü. Belki biliyorsunuzdur, de-age teknolojisi, biz filmi çekerken sürekli geliştiriliyordu. Bu teknolojiyle ilgili gelişmeleri öğrendiğimizde yeniden çektiğimiz birçok sahne oldu.
- Hollywood’daki bir şirketin sizinle anlaşma yapmaya çok yaklaştıktan sonra film Netflix’e nasıl gitti?
Birkaç tarafla görüşmelere başladık. Açıkçası, projenin ilk yıllarında bile herhangi bir heyecan yoktu. İletişim ve girişimlerle çok zaman harcandı. Ancak sonunda bütçenin projenin önünde engel teşkil ettiğini gördük. Film şirketleri, bahsi geçen üç aktörle olsun veya olmasın projenin başarılı olabileceğinden şüpheliydiler. Netflix sürpriz bir şekilde projeyi destekleyeceği haberini gönderdi.
- Bu arada Netflix’in şartları nelerdi?
Netflix koşulsuz bir şekilde projeyi desteklerken diğer şirketler için engel olan bütçeyi de kabul etti ve bana tam bir özgürlük verdi. Kabul etmeden önce 75 yaşında olduğumu, senaryonun hazır olduğunu ve filmde çalışırken bazı boşlukları doldurmak için değişiklik yapma imkanına sahip olduğumu göz önünde bulundurup düşündüm.
- Bu, yaratıcı özgürlüğünüz karşılığında filmin finanse edilmesi gibi bir çeşit alışverişti, öyle değil mi?
Doğru. Netflix, film internette yayınlanmadan önce birkaç hafta sinemalarda göstermeme izin verdi. Bence bu adil bir alışverişti. Bu arada, Netflix ile çalışmak mükemmeldi. Onunla çalışmaktan keyif aldım. Sinemaya başladığımdan bu yana hiçbir geleneksel şirketle çalışırken bu kadar özgür olmamıştım.
- Filmlerinizin sinema salonlarında yayınlanması açısından farklı fırsatlar yakaladınız. Ancak her zaman şanslı değildiniz.
Kesinlikle. Bu benim de aklıma geldi. Netflix, filmi ABD ve dünyanın farklı ülkelerindeki sinema salonlarda gösterecek. Ancak dediğin gibi beyaz perdede yayınlanması için yaptığım bazı filmler, bir haftayı geçmeden gösterimden kaldırıldı. Örneğin 39 yıl önce yaptığım ‘Alice Artık Burada Oturmuyor’ (Alice Doesn't Live Here Anymore) filmi sadece Oscar ödüllerine aday olmak için sinemalarda bir haftalığına gösterildi. (Gülerek) Bir haftanın ardından yerini ‘Komedi Kralı’ (King of Comedy) filmine bıraktı. Her ortamın kendi yöntemi ve formatı olduğunu düşünürüm. Demek istediğim, filmi istediğim gibi yapabilmem Netflix ile çalışmanın avantajlarından biriydi.
- Nasıl yani?
Filminizi bir film şirketi için çektiğinizde, zaman çizelgesi gibi aşılamayacak bir takım sınırlamalara tabi olursunuz. Bildiğiniz gibi bir film genellikle 2 ila 2,5 buçuk saat sürer. Bu iyi, fakat buna uyum sağlamalısınız. Netflix ile çalışmak ise size çalışma süresi açısından daha fazla özgürlük sağlıyor. İlk durumda, filmi kabul edilebilir sürede tutmak için çektiğiniz bazı sahneleri silmeniz gerekiyor. Ancak ikinci durumda iyi bir senaryonuz ve yeterli malzemeniz varsa böyle bir şeye ihtiyaç kalmıyor.
İçinde yaşadığımız dünya
- Günümüz teknolojisiyle aranız nasıl? Yenilikleri takip ediyor musunuz?
Oldukça az. Bugün iyi olmadığım birçok film çekme yöntemi var. Sen ve ben bu devrin dışında kaldık. İPhone’larla film çekiyorlar. (Gülerek) Bu konuda hiçte iyi değilim. Bir klavye tuşuna basıp bir duvarı çökertebiliyorlar. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama oluyor. Bize göre sinema bu değil, fakat gelecek günlerde muhtemelen olacak.
- Son zamanlarda ortaya çıkan film serilerinin sinema olmadığını söylerken bunu mu kastettiniz?
Bir dereceye kadar. Elbette birçok izleyici ve yapımcı için bu sinema olabilir, ama benim için ona izleyecek kadar vakit ayırmaktan fazlasını gerektirmiyor.
- Günümüzle sinemanın ilk hayal kaynağı olduğu 40 yıl öncesi arasında ne gibi değişiklikler oldu?
Yetenek konusunda değişiklikler oldu. Bugün birçok yönetmen yetenekli değil. Yeteneğe ihtiyaç var. Sinemayı yaratıcılığı ifade etmenin bir yolu olarak kullanmaları gerekiyor. Genç yönetmenler anlatının ve görselliği ifade etmenin en iyi yolunu aramalılar. Bunu öğrendikten sonra benimsemeleri gerekiyor. Sadece motivasyon ya da sinemada olmayı istemek yetmez. Yetenekli ve yaratıcı dürtüleri olan bir yönetmen iyi filmler yapmadıkça yemek yiyemez, uyuyamaz veya normal bir hayat sürdüremez. Bilmek istediği her şeyi öğrenebilir. İyi bir öğrenci olabilir. Ama eğer yetenek ve yaratıcılık yoksa sınırlı ve belki de eksik bir başarıya ulaşabilir. İhtiyacı olan şey bundan sonra değerini kanıtlamak için elinden gelenin en iyisini yapmaktır... Ama dürüst olalım, yetenekli olmalarına rağmen kaç yazar, ressam veya müzisyen başarısız oldu... Film yönetmenliğinde de durum farklı değildir. Bazen yetenekli olmanıza rağmen başarısız olabilirsiniz.
- Bugün içinde yaşadığımız dünya için endişeli misiniz?
Ben siyasetçi değilim. En son kendime baktığımda, hala bir insan olduğumu fark ettim. Üç kızım, bir torunum var ve geride bıraktığımız dünya için endişeleniyorum. Bugün yaşadıklarımızın birçoğuna ilişkin uyarılarda bulunan bazı filmlere bakıyorum ve şu soruyu soruyorum; “Mevcut durumu nasıl ifade edebilir ve insanları uyarabiliriz? Bugün merhamet yoksunluğundan kaynaklı adalet kıtlığı çekiyoruz. Sosyal eşitsizlik var. Bazı şeylere sahip olanlar ve olmayanlar var. Bazılarının diğerine karşı saygı eksikliği var. Tüm bunların sonunda ortaya sorunlu bir dünya çıkıyor. Başka kültürlere saygı yok. İnsanlar karşısındakine savaş açmadan önce onu tanımak zorundalar. Belki bu sayede başkalarıyla daha iyi iletişim kurabilirler.
- Siz en kültürlü görüntü yönetmenisiniz ve her zaman ABD dışındaki sinemalarla ilgili konuşuyorsunuz. Bu ilginiz ne zaman başladı?
Bu ilgim çok genç yaşlarda başladı. 1960'lar, sinemaya sadece bizim sahip olmadığımız yıllardı. Hint ve Japon filmlerini izlediğimde merak ile bu merakın peşinden gitmenin farklı şeyler olduğunu anladım. Kültürlerin farkına vardım. Onlar gibi olmak zorunda olduğunuzu söylemiyorum, ama onları anlamak zorundasınız.
- Bugün birkaç saniye içinde başkalarıyla iletişim kurabiliyor olmamız garip bir şey. Fakat 1950’lerde dış dünyaya kapalıydık.
Kesinlikle doğru.
Suikastlar
- Röportajın geri kalanında İrlandalı filminin prodüksiyon yönüyle değil, daha çok hikayesiyle ilgili merak edilenleri soracağım. Daha önce de gangster filmleri yönettiniz. Ama İrlandalı filmi farklı. Goodfellas (Sıkı Dostlar) filminde olduğu gibi olumlu ‘portreler’ yansıtmıyor.

Bu çok iyi bir soru. Özellikle Casino filminin ardından kendime yeni bir yol seçmenin zamanının geldiğini, ‘gerçek gücü’ beyaz perdeye aktarabilmem gerektiğini düşündüm. Çünkü gerçek güç, karanlık ve sessizdir. Onlar tarihin karanlık güçleridir. Kimin güç sahibi olduğunu göremezsiniz. Gerçekten John F. Kennedy’e kimin suikast düzenlediğini bilmiyoruz. Bobby’den (Robert Kennedy) Martin Luther King'e bu suikastları kimin düzenlediğini bilmiyoruz. Bilsek bir şey fark eder mi? onu da bilmiyoruz. Bu bilgiler ulaşabileceğimizin çok ötesinde. Küçükken mahallemizdeki insanların bu olanlara verdiği tepkilere şahit oldum. Aralarında bir panik yaşandığını biliyordum. Bazı durumlarda saygı duyup yolunuza devam edebilirsiniz. Fakat onlar işlerine geri dönemediler. Bu yüzden tamda bu noktada konuyu daha derinlemesine araştırmaya karar verdim. İki veya üç erkeğin bir bar, restoran veya araba etrafında toplanması derin bir boşluktur. Ne yapmak istediklerini anlatmaya gerek yok. Bunu onlara bakarak anlayabilirsiniz.
- Yine de İrlandalı filminde zamana ve karakterlere karşı bir ‘nostalji’ yaşadığınızı hissediyorum...
Evet, buna katılıyorum. Nostalji bazen yapaydır. Ama benim nostaljiyle yetiştirilme tarzım ve Al (Pacino), Bob  (De Niro) ve Joe (Pesci) aracılığıyla bir ilişkim var.
- Jimmy Hoffa, kitaba ve filme göre mafyanın gazabına uğradı. Onu kimin ve neden öldürdüğü soruları onlarca yıldır soruluyor. Fakat filmin bu soruları sormuyor, aksine doğrudan cevabını veriyor.
Karşılıklı diyaloglarda bir takım işaretler vardı. Ancak Jimmy Hoffa mafyayı hafife aldı. Onları doğru şekilde okuyamadı. Kimse onları hafife alamazdı. Eğer yollarına çıkarsan seni ortadan kaldırırlardı. Kendini tamamen Julius Sezar’ın yerine koymuştu. Evlatlık oğlu Brutus da aynısını yapmak zorundaydı.
- Film ne kadar tehlikeli olursa karakterlerin gerçekçiliği de o kadar artıyor.
Kesinlikle doğru. Çember daraldı ve başka bir şey yapmama gerek kalmadı.
- Neden görüntü yönetmeni olarak Rodrigo Prieto'yu seçtiniz?
(Gülerek) Çünkü o iyi bir insan. Eğlenceli ve iyi bir kamera gözü var. Onunla birçok kez çalıştım. Çalışırken eksik noktaları bulup bunlara yoğunlaştığını gördüm. Bana hiç ‘bunu yapamıyorum’ demedi. Talep edilenin karşılığını vermeye çalışıyor. Yaptığı işe özgürce ve ince dokunuşlarla şiirsel bir hava kattığını düşünüyorum. Kamera hareketleri ve ışık açısından muazzam bir göze sahip.
- Daha önce bana Joe Pesci, Al Pacino ve Robert De Niro arasındaki bir ‘kimyadan’ bahsetmiştin. Onları nasıl yönetiyorsun? Rollerini canlandırırken özgürler mi?
Canlandırdıkları hikayenin doğası onları özgür olmaya zorluyor. Ayrıca bunu canlandırdıkları karakterler belirliyor. Bu dünyanın olayların yaşandığı bir yer olduğunun farkındalar.
- Fakat illa ki bir yerde müdahale edilmesi gerekiyordur. Mesela nerelerde?
Çekeceğimiz sahnenin yerini öğrendiğimizde o sahnenin nereye gideceğini ve bir sonraki sahneye nasıl bağlanacağını da öğreniyoruz. Bu bir haritayı masanın üzerine açmak gibi. Her nokta bir başka yola açılıyor. Haritayı bir kez açtığımızda kendilerini rahat hissetmelerini ve rollerine bürünmeden önce sadece özümsemelerini bekliyorum.
- Film iyi bir çıkış yakaladı. Çok az insanın filmi hikayesindeki kısıtlı bilgilerle çekmeyi başarabileceğini düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Bence her yönetmenin kendine özgü bir perspektifi var. Bu perspektif, tecrübe birikimine, hayatınızdaki ve çevrenizdekilerin yaşamlarında meydana gelen değişikliklere göre bir yönetmenden diğerine değişiklik gösteriyor. İster yönetmen ister izleyici olun film hayatınıza bir şekilde yansıyor.



Yeraltı dünyasının karanlık yüzü: MobLand'i sevenlerin beğeneceği 10 dizi

MTV Entertainment ve 101 Studios ortak yapımı MobLand, birer saatlik 10 bölümden oluşuyor (Paramount+)
MTV Entertainment ve 101 Studios ortak yapımı MobLand, birer saatlik 10 bölümden oluşuyor (Paramount+)
TT

Yeraltı dünyasının karanlık yüzü: MobLand'i sevenlerin beğeneceği 10 dizi

MTV Entertainment ve 101 Studios ortak yapımı MobLand, birer saatlik 10 bölümden oluşuyor (Paramount+)
MTV Entertainment ve 101 Studios ortak yapımı MobLand, birer saatlik 10 bölümden oluşuyor (Paramount+)

Londra'nın yeraltı dünyasında geçen MobLand, ilk bakışta alışıldık bir suç dizisi gibi görünebilir. Ancak Tom Hardy, Helen Mirren ve Pierce Brosnan gibi dev isimlerin yer aldığı kadrosu ve Top Boy'un yaratıcısı Ronan Bennett’in kalemi sayesinde çok daha fazlasını sunuyor. Pierce Brosnan, Harrigan ailesinin sert ve karizmatik lideri Conrad rolüyle öylesine güçlü bir performans sergiliyor ki, izleyiciyi adeta koltuğa mıhlıyor.

Dizi Harrigan ve Stevenson aileleri arasındaki amansız güç savaşını işlerken, izleyiciyi sadakat, yozlaşma ve şiddet üçgenine çekiyor. Hardy'nin canlandırdığı Harry Da Souza karakteri, bu savaşın tam ortasında, karmaşık ve tehlikeli bir rol üstleniyor.

Bu iddialı yapım, klasik suç anlatılarına farklı bir enerji getiriyor. Sokakların dili, güç sahiplerinin dünyası ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan adamların hikayesi çarpıcı bir şekilde ekrana taşınıyor. Bu yüzden MobLand, sadece bir suç hikayesi değil; aynı zamanda aile, güç ve intikam üzerine bir karakter draması.

Dizinin açılış müziği ise İstanbul konserine gün saydığımız Fontaines D.C.'nin Starburster adlı parçası. Kaotik, tehditkâr ve karanlık sözleriyle bu şarkı, dizinin hem atmosferini hem de karakterlerinin iç dünyasını fazlasıyla yansıtıyor; bir yandan içsel çöküşü anlatırken, bir yandan da dış dünyanın şiddetini fısıldıyor.

İlk sezonuyla büyük ilgi gören yapım, şimdiden ikinci sezon için beklenti yaratmış durumda. Yeni bölümler gelene kadar MobLand’in evrenine benzeyen başka dünyalara dalmak isteyenler için seçenek çok. Yeraltı imparatorlukları, acımasız hesaplaşmalar, çelişkilerle dolu anti-kahramanlar...

Peşinen uyaralım, bu listede The Sopranos ve Peaky Blinders gibi kült dizilere yer vermedik çünkü onların bu türün mihenk taşları olduğu tartışılmaz. Ama bu, onların yok sayıldığı anlamına gelmiyor, aksine bu listeyi onların açtığı yolda ilerleyen yapımlarla genişletiyoruz.

Yani MobLand sizi içine çektiyse, şimdi bahsedeceğimiz diziler de sizi kolay kolay bırakmayacak. Yaşamlarını yasalara aldırış etmeden sürdüren hatta kendi kanunlarını yazan karakterleri, kırılma anlarını ve kirli ittifakları sevenlere özel, kan revan içinde bir liste bu.

Biz yeni sezon onayının bir an önce çıkmasını umut ederken, MobLand'in yokluğunu en aza indirecek 10 diziyle karşınızdayız.

Power

50 Cent'in hem ilham verdiği hem de yapımcısı olduğu Power, New York'un karanlık yüzünü anlatırken bir yandan da meşru bir hayat kurma çabasının gerilimli rotasını çiziyor. Başroldeki James St. Patrick, namı diğer Ghost, hem gece kulübü sahibi hem de yeraltı dünyasının kilit figürlerinden biri. Ancak Ghost'un hayali, suç dünyasını geride bırakıp düzgün bir hayat kurmak. Ne var ki karşısına çıkan her engel, onu daha da derine çekiyor. 

sdfgthy
Fotoğraf: Starz

Dizideki çift yaşam teması, karakterlerin sadakat sınavları ve sürekli artan tehditlerle birleşince ortaya nefes kesen bir anlatı çıkıyor. Özellikle Ghost'un eşi Tasha, suç ortağı Tommy ve hem aşkı hem düşmanı olan savcı Angela Valdes, anlatıya dinamik bir derinlik katıyor. 

6 sezonluk hikayenin her bölümü, yeni bir tehlike ve ihanetle örülmüş. Sürükleyici senaryosuyla Power, suç dizileri arasında kendine özel bir yer açıyor. Üstelik bu başarının, 4 ayrı yan diziyle büyüyen bir evrene dönüşmesini sağladığını hatırlatalım. 

Power, sokakların gücüyle sistemin içindeki gizli oyunları ve entrikaları aynı potada eriten, karanlık ama fazlasıyla cazip bir dünya sunuyor.

Nereden izlenir: Amazon Prime Video
IMDb: 8.1

Banshee

MobLand'in organize suç dünyasını sevdiyseniz ama daha küçük ölçekli, çarpık ve karakter odaklı bir hikayeye hazırsanız, Banshee tam size göre. Başroldeki isimsiz eski mahkum, Pennsylvania'nın Banshee adlı küçük kasabasına gelip sığınıp ölü bir şerifin kimliğine bürünüyor. Böylece hem kendi geçmişiyle yüzleştiği hem de kasabanın karanlık güçleriyle mücadele ettiği bambaşka bir hayata adım atıyor.

zxcvdfgh
Fotoğraf: Cinemax

Dizi, yalnızca dövüş sahneleri ya da çete savaşlarıyla değil, karakterlerinin iç çatışmaları ve aidiyet duygusuyla da dikkat çekiyor. Amiş mafyasından beyaz üstünlükçülere kadar her kesimden tehlikenin kol gezdiği Banshee kasabası, bir suç hikayesi için ideal zemin.

Ana karakter Lucas Hood, tıpkı MobLand'in Harry'si gibi, olayların dışında kalmak istese de sevdiklerini korumak için çizgiyi aşmak zorunda kalıyor. Şiddetin dozu kimi zaman çizgi roman estetiğine kaçsa da Banshee'nin asıl gücü, noir ve western etkilerini başarıyla harmanlamasında yatıyor.

Kimi zaman delice, kimi zaman şaşırtıcı şekilde duygusal olan Banshee, suç dizilerine başka bir pencereden bakmak isteyenler için keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazine.

Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda yer almıyor
IMDb: 8.4

Londra Çeteleri (Gangs of London)

Eğer MobLand'in dünyası hoşunuza gittiyse, bir sonraki durağınız Londra Çeteleri olmalı. Londra Çeteleri, gerçek bir hikayeye ya da romana dayanmıyor, ilginç şekilde bir video oyunundan uyarlanmış. Ama bu sizi yanıltmasın çünkü karşında ekranlardaki en acımasız ve stilize suç dizilerinden biri var. 

Dizinin Baskın (The Raid) serisiyle tanınan ortak yaratıcısı Gareth Evans sayesinde Londra Çeteleri, organize suçun şiddet dolu gerçeklerine yaptığı vurguyu tamamlayan bolca aksiyona sahip.

sdfrgt
Fotoğraf: Sky Atlantic / AMC+

Dizi, Londra'nın yeraltı dünyasındaki güç savaşlarını şiddetin filtresiz haliyle anlatıyor. Açılış sahnesiyle birlikte şehirdeki en güçlü mafya babasının öldürülmesiyle taşlar yerinden oynuyor. Dizi, sadece sürükleyici kurgusuyla değil, Evans imzasını taşıyan etkileyici dövüş sahneleriyle de dikkat çekiyor.

İzlerken zaman zaman nefesini tutmak zorunda kalıyorsun çünkü her sahne, bir başka patlamaya dönüşebiliyor. Londra Çeteleri, uluslararası suç ağlarını da işin içine katarak kapsamını genişletiyor ve MobLand'in gidebileceği yöne dair ipuçları da veriyor. Joe Cole, Colm Meaney ve Michelle Fairley gibi isimlerle oyuncu kadrosu da göz kamaştırıyor. Üçüncü sezonu Mart 2025'te izleyiciyle buluşan dizinin 4. sezonu da yolda.

Nereden izlenir: Amazon Prime Video
IMDb: 8.0

The Penguin

Süper kahraman maskesini çıkarıp doğrudan yeraltı dünyasına inen The Penguin, Gotham'ın gölgelerinde yükselen karanlık bir mafya anlatısı sunuyor. Matt Reeves'in The Batman evreninde geçen dizi, çizgi roman kökenlerini unutup daha çok bir suç dramasına dönüşüyor. Colin Farrell, Oswald "Oz" Cobblepot rolünde sadece karizmatik değil, aynı zamanda ürkütücü bir yükseliş öyküsünün merkezinde yer alıyor. Şehirdeki güç boşluğunu doldurmak için sokağa inen Oz, her adımda daha tehlikeli, daha acımasız biri haline geliyor. Özellikle Falcone'un kızı Sofia'yla kurduğu dengesiz ittifak ve genç Victor'ı himayesine alışı, dizinin dramatik gerilimini artırıyor. 

dfgrt
Fotoğraf: HBO

The Penguin, kanlı hesaplaşmalarla örülü, sadakat ve ihaneti sınayan klasik bir "zirveye tırmanma" öyküsü. Gotham belki çizgi romanların şehri ama bu anlatı, gerçek bir suç hikayesi. Farrell'ın sessiz ama yoğun performansı, onu bir Emmy yarışçısına dönüştürmekle kalmıyor, diziye sinema kalitesinde bir derinlik de katıyor. 

Şiddet, entrika ve güç oyunlarını seven Mobland izleyicileri için The Penguin, karanlığın içinden gelen güçlü bir alternatif. Mafya dizilerini sevenlerin kaçırmaması gereken, atmosferi yoğun, karanlık bir yapım.

Nereden izlenir: Max
IMDb: 8.6

Top Boy

Top Boy, Londra'nın doğusundaki Hackney sokaklarında geçen, yalnızca suçun değil, sistemin içindeki adaletsizliğin de başrol oynadığı bir dizi. MobLand'in yaratıcısı Ronan Bennett imzası taşıyan bu yapım, uyuşturucu ticaretiyle hayatta kalmaya çalışan Dushane ve Sully'nin hikayesini anlatıyor. Ancak dizi yalnızca sokak çatışmalarına odaklanmıyor; eşitsizlik, gentrifikasyon ve sistematik adaletsizlik gibi derin meseleleri de ele alıyor. 

dfrgty
Fotoğraf: Netflix

Karakterlerin kişisel çatışmaları, hayatta kalma çabaları ve aile ilişkileri hikayeye duygusal bir katman kazandırıyor. Dizinin başrolündeki Ashley Walters ve Kane Robinson kadar, etkileyici yardımcı oyuncu kadrosu da diziyi güçlü kılıyor. 

Dizinin 2011-2013'te ekranlara gelen iki sezonunun ardından iptal edilmesi hayranlarını üzse de Kanadalı rap yıldızı Drake'in projeye sahip çıkması Top Boy'u küresel bir fenomene dönüştürdü. Netflix'e geçişle birlikte üç sezon daha kazanan yapım, etkisini katlayarak devam ettirdi. Yeni sezonlar, hikayeyi daha da derinleştirdi ve Top Boy'u sadece bir suç dizisi olmaktan çıkarıp dönemin ruhunu yansıtan politik bir anlatıya dönüştürdü. Gündelik hayattaki travmalar, aile bağları ve güç oyunları arasında sıkışan karakterlerin portresi rahatsız edici derecede gerçekçi. 

Top Boy, sadece "tepeye çıkmak" için verilen bir mücadele değil, aynı zamanda bir toplumun aynası. Mobland'in karanlığını sevenler için bu dizi, son derece derin bir anlatı vaat ediyor. Sokakların diliyle yazılmış ama vicdanla izlenmesi gereken bir hikaye.

Nereden izlenir: Netflix
IMDb: 8.4

Love/Hate

İrlanda'nın karanlık suç dünyasına içeriden bir bakış sunan Love/Hate, yıllar içinde sessiz sedasız bir efsaneye dönüştü. Başlangıçta hak ettiği ilgiyi göremese de üçüncü sezonuyla birlikte bir milyona yakın izleyiciye ulaşarak İrlanda televizyonunun en çok konuşulan yapımlarından biri haline geldi. Dizi, Dublin'in yeraltı dünyasında hayatta kalmaya çalışan üç eski arkadaşın yükselişini ve kaçınılmaz çöküşünü anlatıyor.

yuı
Fotoğraf: RTÉ One

MobLand'de olduğu gibi burada da dostluk, ihanet, güç savaşları ve suça bulaşan hayatların psikolojik yıkımı ön planda. Harrigan ailesi gibi Love/Hate'in suç örgütü de yalnızca dış tehditlerle değil, içten içe parçalanmayla mücadele ediyor. Darren, Nidge ve John Boy'un etrafında örülen hikayede, sokakların şiddetiyle baş etmeye çalışan gençlerin nasıl karanlığa çekildiğine tanık oluyoruz.

Dublin'de geçen dizi, gerçekçi çekimleri ve etkileyici performanslarıyla sadece bir suç draması değil, aynı zamanda bir şehir portresi. 19 İrlanda Film ve Televizyon Ödülü kazanan Love/Hate, 2013'teki 12 adaylıkla da rekor kırmıştı. Oyuncu kadrosunda Aidan Gillen, Robert Sheehan ve Tom Vaughan-Lawlor gibi isimlerin yer alması da yapımı unutulmaz kılan unsurlardan.

İrlanda suç dizilerinin en iyilerinden biri olarak kabul edilen Love/Hate, hem atmosferi hem de anlatımıyla MobLand sonrası izlemeniz gereken yapımların başında geliyor.

Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda yer almıyor
IMDb: 8.5

Gomorrah

Eğer MobLand’deki aile içi savaş, iktidar oyunları ve sokakların acımasızlığı sizi etkilediyse, Gomorrah'ya bayılacaksınız. İtalyan mafyasının gerçekçi ve cilasız bir portresini çizen dizi, Napoli'nin suçla örülü atmosferinde geçiyor. Gerçek olaylardan esinlenen ve Roberto Saviano'nun aynı adlı kitabından uyarlanan Gomorrah, Savastano ailesinin yavaş yavaş çözülen iktidar düzenini ve bu çöküşün etrafında dönen kanlı hesaplaşmaları anlatıyor.

frgty6
Fotoğraf: Sky Atlantic

Tıpkı MobLand'de olduğu gibi, burada da çatışmanın tam ortasında kalan karakterler sadece hayatta kalmakla kalmıyor, aynı zamanda ailelerini ayakta tutmaya çalışıyor. Ciro ve Gennaro'nun arasındaki sürükleyici ilişki, Harry ve Kevin arasında gelişen gerilimi andırıyor. Her iki dizide de dışarıdan gelen tehditler kadar içeriden gelen ihanete karşı verilen savaş ön planda.

Gomorrah, mafya dizilerinde alışık olduğumuz "karizmatik suçlular" kalıbını yıkıyor ve çamura batmış, sert gerçeklikte yaşayan karakterlerle karşımıza çıkıyor. Eleştirmenler tarafından "İtalya'nın Breaking Bad'i" yakıştırması yapılan dizi "The Sopranos'un daha karanlık ve olgun bir versiyonu" diye tanımlanıyor. Birleşik Krallık'ın Guardian gazetesiyse diziyi anti-kahraman hikayeleri arasında "mükemmel bir örnek" olarak öne çıkarıyor.

Gerilimi, atmosferi, oyunculukları ve yazımıyla övgü toplayan Gomorrah, 5 sezon boyunca gücünü hiç kaybetmeyen ender yapımlardan biri. Eğer MobLand sonrası boşluğa düştüyseniz, Napoli sokaklarına adım atmanın tam sırası.

Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda yer almıyor
IMDb: 8.6

Ray Donovan

MobLand'in The Donovans ismiyle Ray Donovan'ın yan dizisi olarak planlandığını biliyor muydunuz? Bu bilgi, iki dizi arasındaki bağı daha da anlamlı kılıyor. Ray Donovan, Hollywood'un perde arkasında skandalları temizleyen profesyonel bir iş bitiricinin öyküsünü anlatıyor. Ray, işinde son derece başarılı olsa da aile ilişkileri darmadağın. Geçmiş travmaları ve babası Mickey'nin gelişiyle her şey daha da sarpa sarıyor.

fgrthyu
Fotoğraf: Showtime

Tıpkı MobLand'deki Harry Da Souza gibi Ray de suç dünyasında sessizce ipleri elinde tutan bir gölge kahraman. Ancak Harry sorunlarını bastırıp işine devam edebilirken, Ray'in iç dünyası dışarı taşıyor ve tüm dengeler sarsılıyor. Her iki karakter de sistemin çarklarını döndürürken kendi hayatlarında parçalanıyor.

Liev Schreiber'ın Ray'e kattığı ağırlık ve Jon Voight'un çarpıcı Mickey performansı, diziyi klasik bir suç hikayesinin ötesine taşıyor. Showtime tarihinin en çok izlenen ilk bölümüyle başlayan dizi, 7 sezon boyunca sadık bir izleyici kitlesi oluşturdu. 2022'de yayımlanan filmle veda eden Ray Donovan, eleştirmenlerden de yüksek not aldı.

Tempolu anlatımı, karanlık atmosferi ve güçlü karakter çalışmalarıyla Ray Donovan, MobLand'deki suç ve güç eksenli evreni, daha derinlikli duygusal çatışmalarla keşfetmek isteyen izleyiciler için biçilmiş kaftan.

Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda yer almıyor
IMDb: 8.3

The Gentlemen

The Gentlemen, Guy Ritchie imzasını taşıyan o tanıdık, keskin suç mizahını Netflix'e taşıyor. Dizi, 2019 tarihli aynı adlı filmin evreninde geçiyor ama yepyeni karakterlerle, başlı başına ayakta duran bir hikaye sunuyor. Theo James'in canlandırdığı Eddie Horniman, babasından görkemli bir malikaneyle birlikte gizli bir uyuşturucu imparatorluğu da devralıyor. Üst sınıf görgüsünün arkasında dönen kirli işler, MobLand'deki Harrigan ailesini hatırlatacak kadar vahşi ve kurnazca. Tıpkı Harry Da Souza gibi Eddie de kendini suç dünyasında istemeden bulan ama kısa sürede bu oyunun kurallarını öğrenen biri.

sadfrgt
Fotoğraf: Netflix

İki yapım da aile, miras, sadakat ve gücün karanlık yüzünü incelikle işlerken, kara mizahı da eksik etmiyor. Özellikle Guy Ritchie'nin klasik stiline aşina olanlar için The Gentlemen, zekice yazılmış diyalogları, bol entrikalı öyküsü ve tempolu yapısıyla cezbedici. Dizi, Ateşten Kalbe Akıldan Dumana (Lock, Stock and Two Smoking Barrels) ve Snatch gibi kült işlerden aşina olduğumuz Vinnie Jones'u da kadrosuna katarak hayranlarını memnun etmeyi başarıyor. Giancarlo Esposito ise her zamanki gibi karizmatik ve tehditkar.

The Gentlemen, ilk sezonuyla son derece iyi eleştiriler aldı ve yeni bölümler için yeşil ışık çoktan yakıldı. Suçun incelikle işlenmiş hallerine, stilize şiddete ve incelikli karakter çatışmalarına ilgi duyanlar için The Gentlemen tam bir ziyafet. 

Nereden izlenir: Netflix
IMDb: 8.0

Mayor of Kingstown

Mayor of Kingstown, yozlaşmış bir sistemin tam ortasında kalmış, karanlık bir arabulucunun hikayesi. Jeremy Renner'ın hayat verdiği Mike McLusky, tıpkı MobLand'deki Harry gibi düzenle suç arasındaki ince çizgide yürüyen, güç dengelerini yönetmeye çalışan bir bir iş bitirici. Hapishanelerle çevrili, Kingstown adındaki bu hayali kasaba, suçun kol gezdiği bir başka paralel evren gibi.

sdfrgty
Fotoğraf: Paramount+

Tıpkı Harry gibi Mike da sadece profesyonel görevlerle değil, kişisel travmaları ve ailesinin mirasıyla da mücadele ediyor. Her iki karakterin de amacı benzer: Patlamak üzere olan bir barutu kontrol altında tutmak. Ancak zamanla bu görev, onları da içten içe yutan bir şiddet sarmalına dönüşüyor.

Taylor Sheridan ve Hugh Dillon imzalı dizi, sistemin iç yüzünü acımasızca gösteriyor; ırkçılık, adaletsizlik ve gücün yozlaştırıcı etkisi üzerine cesur şeyler söylüyor. MobLand'in sokakları nasıl tehdit ve entrikayla örülüyse, Mayor of Kingstown da hapishane duvarlarının içinde ve dışında benzer bir gerilim kuruyor.

Eleştirmenlerden hem olumlu hem de olumsuz yorumlar alsa da dizi, izleyicisini her sezonda daha fazla içine çekiyor. Eğer MobLand'in gergin atmosferini sevdiyseniz, Mayor of Kingstown da sizi benzer şekilde kendine bağlayacak. Zira bu iki yapım, yasaların ötesinde adalet arayan adamların iç dünyasına aynı karanlık ışıkla bakıyor.

Nereden izlenir: TV+
IMDb: 8.2

Independent Türkçe