The Irishman'ın yönetmeni Scorsese Şarku'l Avsat'a konuştu: İster yönetmen ister izleyici olun film hayatınıza bir şekilde yansıyor

Robert De Niro, Martin Scorsese ve Al Pacino
Robert De Niro, Martin Scorsese ve Al Pacino
TT

The Irishman'ın yönetmeni Scorsese Şarku'l Avsat'a konuştu: İster yönetmen ister izleyici olun film hayatınıza bir şekilde yansıyor

Robert De Niro, Martin Scorsese ve Al Pacino
Robert De Niro, Martin Scorsese ve Al Pacino

Cannes film festivalinin ardından Quentin Tarantino imzalı ‘Bir Zamanlar Hollywood’da’ (Once Upon a Time in Hollywood) filminin yılın yapımı olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Sinema dünyasının en büyük uluslararası film festivali olan Cannes, büyük bir prömiyere tanıklık etmişti. Geniş bir kelime dağarcığıyla yazılan senaryosu ve heyecan verici hikâyeleriyle dikkatleri üzerine çeken filmin belki de en önemli özelliği Hollywood’dan bahsetmesiydi.
Ancak sadece birkaç ay sonra getirdiği büyük sesi yavaş yavaş kaybetmeye başlayan Bir Zamanlar Hollywood’da, ‘İrlandalı’ (The Irishman) filminin New York, Londra, Kahire gibi başkentlerin ev sahipliği yaptığı film festivallerinde, sinema salonlarında ve internet üzerinden gösterime girmesiyle popülaritesini neredeyse tamamen yitirdi.
Yönetmeni Martin Scorsese ile film hakkında yaptığımız bu röportaj, İrlandalı filmiyle ilgili çeşitli eleştirileri sonlandırmasa da filmin önümüzdeki dönemde sinema alanındaki tüm ödül törenlerine damgasını vuracağını ortaya koydu.
Burada filmin senaryosu, oyuncuları, yönetmeni, çekim teknikleri, yenilikçi tasarımları ve diğer yarışması beklenen alanlarla ilgili konuşulacak çok konu var. Çünkü aldığı tüm övgüleri hak eden bir çalışma. Çünkü hayatının 59 yılını sinemaya vermiş 76 yaşındaki yönetmeninin tüm hayatını ortaya koyarak yaptığı bir film. Çünkü böyle bir deneyime bugün Francis Ford Coppola, Clint Eastwood, Woody Allen ve Brian De Palma gibi çok az kişi erişebildi.
Usta yönetmen Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, bu projenin arka planında saklı kalanları açığa çıkarırken, filmi dünyanın dört bir yanında sinema salonlarına dağıtmayacak bir şirketle çalışmayı nasıl kabul ettiğinden ve bu yeni deneyimden ne gibi ve nasıl bir fayda sağladığından bahsetti. Çete filmlerindeki kişisel deneyimini de anlatacak olan Scorsese, kendisini ve filmin aktörlerini bir araya getiren ‘nostaljiden’ de bahsedecek.
İşte ünlü yönetmen Martin Scorsese ile gerçekleştirilen röportajın tamamı;
- Sürekli sizin tek tutkunuzun tıpkı diğer çalışmalarınızda da olduğu gibi dünyanın dört bir yanındaki sinema salonlarında beyaz perdeye yansıtılacak filmler yapmak olduğu söylendi. Netflix gibi doğrudan evdeki izleyiciye ulaşan bir şirket ile işbirliği yapmak bu tutkuyu nasıl sınırladı?

Bu önemli bir soru. O yüzden bu soruyu cevaplarken sizi hızlıca bir geçmişe götürmeliyim. Kariyerimin önceki yıllarında da söylediğim gibi ister ABD’de ister dünyanın herhangi bir yerinde olsun, benim ya da başkalarının yaptığı filmlerin sinema salonlarındaki büyük perdelerde gösterilmesi gerektiğine inandım. Bana göre bu, tüm yapımlar için doğru ve yeri doldurulamaz bir tercih. Son birkaç yıldır Robert De Niro ile tekrar çalışma fırsatı yakalamaya çalıştım. Ara sıra neyle meşgul olduğunu öğrenmek için iletişime geçiyordum. O da bana ne üzerinde çalıştığımı soruyordu. Tekrar birlikte çalışmayı dört gözle bekliyorduk.
- En son 1995 yılında, ‘Casino’ filminde bir araya gelmiştiniz…
(Gülerek) Evet, çok şeyin yaşandığı uzun bir süreç oldu. Charles Brandt’ın kaleme aldığı ‘I Heard You Paint Houses’ (Evleri boyadığını duydum) romanını okuduğunu biliyordum. Bana telefon etti. Çok heyecanlıydı. Sonra bir araya geldik, daha da heyecanlandık. De Niro'nun kitapla ilgili görüşlerini duyduğumda onunla tekrar birlikte çalışma fırsatı yakaladığımı anladım ve ikimiz için de doğru işi bulduğumu hissettim. Senarist Steven Zaillian aradım ve ona genel tabloyu anlattım. Fakat bu olduğunda yıl 2009’du.
- Neden bu kadar gecikti?
Hepimizin ayrı ayrı ailevi sorunları ve iş bağlantıları vardı. Hem Robert hem de benim kesinlikle bitirmek zorunda olduğumuz projelerimiz vardı.
- Bazı gazeteler ve internet siteleri, ‘dijital gençleştirme’ (de-age) teknolojisini iyi bir çözüm olmadığı gerekçesiyle eleştiriyor. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?
Hayır, 2010-2011 yılları arasında şimdi olduğu gibi dijital gençleştirme imkânı yoktu. O dönem, belirli açılardan çekim yaparak ve plastik maske sanatçılarının yardımıyla bunun üstesinden gelebileceğimizi düşündüm. Ancak bu bir yere kadar mümkündü. Fakat zaman geçti ve bu fırsatı da kaçırdık. 2016 yılında Silence (Sessizlik) filmi çekimleri sırasında görsel efekt yönetmeni Pablo Helman’dan Al Pacino, Robert De Niro ve Joe Pesci’nin gençlik yıllarındaki yüzlerini ekrana yansıtabilmenin bir yolunu bulmasını istedim.
- Al Pacino, Robert De Niro ve Joe Pesci’nin gençliğine benzeyen sanatçılarla bunu yapma gibi başka bir seçeneğiniz yok muydu?
İsteseydim olurdu, fakat doğru çözüm değildi. Yaptığımız şey bulabileceğimiz en iyi çözümdü. Belki biliyorsunuzdur, de-age teknolojisi, biz filmi çekerken sürekli geliştiriliyordu. Bu teknolojiyle ilgili gelişmeleri öğrendiğimizde yeniden çektiğimiz birçok sahne oldu.
- Hollywood’daki bir şirketin sizinle anlaşma yapmaya çok yaklaştıktan sonra film Netflix’e nasıl gitti?
Birkaç tarafla görüşmelere başladık. Açıkçası, projenin ilk yıllarında bile herhangi bir heyecan yoktu. İletişim ve girişimlerle çok zaman harcandı. Ancak sonunda bütçenin projenin önünde engel teşkil ettiğini gördük. Film şirketleri, bahsi geçen üç aktörle olsun veya olmasın projenin başarılı olabileceğinden şüpheliydiler. Netflix sürpriz bir şekilde projeyi destekleyeceği haberini gönderdi.
- Bu arada Netflix’in şartları nelerdi?
Netflix koşulsuz bir şekilde projeyi desteklerken diğer şirketler için engel olan bütçeyi de kabul etti ve bana tam bir özgürlük verdi. Kabul etmeden önce 75 yaşında olduğumu, senaryonun hazır olduğunu ve filmde çalışırken bazı boşlukları doldurmak için değişiklik yapma imkanına sahip olduğumu göz önünde bulundurup düşündüm.
- Bu, yaratıcı özgürlüğünüz karşılığında filmin finanse edilmesi gibi bir çeşit alışverişti, öyle değil mi?
Doğru. Netflix, film internette yayınlanmadan önce birkaç hafta sinemalarda göstermeme izin verdi. Bence bu adil bir alışverişti. Bu arada, Netflix ile çalışmak mükemmeldi. Onunla çalışmaktan keyif aldım. Sinemaya başladığımdan bu yana hiçbir geleneksel şirketle çalışırken bu kadar özgür olmamıştım.
- Filmlerinizin sinema salonlarında yayınlanması açısından farklı fırsatlar yakaladınız. Ancak her zaman şanslı değildiniz.
Kesinlikle. Bu benim de aklıma geldi. Netflix, filmi ABD ve dünyanın farklı ülkelerindeki sinema salonlarda gösterecek. Ancak dediğin gibi beyaz perdede yayınlanması için yaptığım bazı filmler, bir haftayı geçmeden gösterimden kaldırıldı. Örneğin 39 yıl önce yaptığım ‘Alice Artık Burada Oturmuyor’ (Alice Doesn't Live Here Anymore) filmi sadece Oscar ödüllerine aday olmak için sinemalarda bir haftalığına gösterildi. (Gülerek) Bir haftanın ardından yerini ‘Komedi Kralı’ (King of Comedy) filmine bıraktı. Her ortamın kendi yöntemi ve formatı olduğunu düşünürüm. Demek istediğim, filmi istediğim gibi yapabilmem Netflix ile çalışmanın avantajlarından biriydi.
- Nasıl yani?
Filminizi bir film şirketi için çektiğinizde, zaman çizelgesi gibi aşılamayacak bir takım sınırlamalara tabi olursunuz. Bildiğiniz gibi bir film genellikle 2 ila 2,5 buçuk saat sürer. Bu iyi, fakat buna uyum sağlamalısınız. Netflix ile çalışmak ise size çalışma süresi açısından daha fazla özgürlük sağlıyor. İlk durumda, filmi kabul edilebilir sürede tutmak için çektiğiniz bazı sahneleri silmeniz gerekiyor. Ancak ikinci durumda iyi bir senaryonuz ve yeterli malzemeniz varsa böyle bir şeye ihtiyaç kalmıyor.
İçinde yaşadığımız dünya
- Günümüz teknolojisiyle aranız nasıl? Yenilikleri takip ediyor musunuz?
Oldukça az. Bugün iyi olmadığım birçok film çekme yöntemi var. Sen ve ben bu devrin dışında kaldık. İPhone’larla film çekiyorlar. (Gülerek) Bu konuda hiçte iyi değilim. Bir klavye tuşuna basıp bir duvarı çökertebiliyorlar. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama oluyor. Bize göre sinema bu değil, fakat gelecek günlerde muhtemelen olacak.
- Son zamanlarda ortaya çıkan film serilerinin sinema olmadığını söylerken bunu mu kastettiniz?
Bir dereceye kadar. Elbette birçok izleyici ve yapımcı için bu sinema olabilir, ama benim için ona izleyecek kadar vakit ayırmaktan fazlasını gerektirmiyor.
- Günümüzle sinemanın ilk hayal kaynağı olduğu 40 yıl öncesi arasında ne gibi değişiklikler oldu?
Yetenek konusunda değişiklikler oldu. Bugün birçok yönetmen yetenekli değil. Yeteneğe ihtiyaç var. Sinemayı yaratıcılığı ifade etmenin bir yolu olarak kullanmaları gerekiyor. Genç yönetmenler anlatının ve görselliği ifade etmenin en iyi yolunu aramalılar. Bunu öğrendikten sonra benimsemeleri gerekiyor. Sadece motivasyon ya da sinemada olmayı istemek yetmez. Yetenekli ve yaratıcı dürtüleri olan bir yönetmen iyi filmler yapmadıkça yemek yiyemez, uyuyamaz veya normal bir hayat sürdüremez. Bilmek istediği her şeyi öğrenebilir. İyi bir öğrenci olabilir. Ama eğer yetenek ve yaratıcılık yoksa sınırlı ve belki de eksik bir başarıya ulaşabilir. İhtiyacı olan şey bundan sonra değerini kanıtlamak için elinden gelenin en iyisini yapmaktır... Ama dürüst olalım, yetenekli olmalarına rağmen kaç yazar, ressam veya müzisyen başarısız oldu... Film yönetmenliğinde de durum farklı değildir. Bazen yetenekli olmanıza rağmen başarısız olabilirsiniz.
- Bugün içinde yaşadığımız dünya için endişeli misiniz?
Ben siyasetçi değilim. En son kendime baktığımda, hala bir insan olduğumu fark ettim. Üç kızım, bir torunum var ve geride bıraktığımız dünya için endişeleniyorum. Bugün yaşadıklarımızın birçoğuna ilişkin uyarılarda bulunan bazı filmlere bakıyorum ve şu soruyu soruyorum; “Mevcut durumu nasıl ifade edebilir ve insanları uyarabiliriz? Bugün merhamet yoksunluğundan kaynaklı adalet kıtlığı çekiyoruz. Sosyal eşitsizlik var. Bazı şeylere sahip olanlar ve olmayanlar var. Bazılarının diğerine karşı saygı eksikliği var. Tüm bunların sonunda ortaya sorunlu bir dünya çıkıyor. Başka kültürlere saygı yok. İnsanlar karşısındakine savaş açmadan önce onu tanımak zorundalar. Belki bu sayede başkalarıyla daha iyi iletişim kurabilirler.
- Siz en kültürlü görüntü yönetmenisiniz ve her zaman ABD dışındaki sinemalarla ilgili konuşuyorsunuz. Bu ilginiz ne zaman başladı?
Bu ilgim çok genç yaşlarda başladı. 1960'lar, sinemaya sadece bizim sahip olmadığımız yıllardı. Hint ve Japon filmlerini izlediğimde merak ile bu merakın peşinden gitmenin farklı şeyler olduğunu anladım. Kültürlerin farkına vardım. Onlar gibi olmak zorunda olduğunuzu söylemiyorum, ama onları anlamak zorundasınız.
- Bugün birkaç saniye içinde başkalarıyla iletişim kurabiliyor olmamız garip bir şey. Fakat 1950’lerde dış dünyaya kapalıydık.
Kesinlikle doğru.
Suikastlar
- Röportajın geri kalanında İrlandalı filminin prodüksiyon yönüyle değil, daha çok hikayesiyle ilgili merak edilenleri soracağım. Daha önce de gangster filmleri yönettiniz. Ama İrlandalı filmi farklı. Goodfellas (Sıkı Dostlar) filminde olduğu gibi olumlu ‘portreler’ yansıtmıyor.

Bu çok iyi bir soru. Özellikle Casino filminin ardından kendime yeni bir yol seçmenin zamanının geldiğini, ‘gerçek gücü’ beyaz perdeye aktarabilmem gerektiğini düşündüm. Çünkü gerçek güç, karanlık ve sessizdir. Onlar tarihin karanlık güçleridir. Kimin güç sahibi olduğunu göremezsiniz. Gerçekten John F. Kennedy’e kimin suikast düzenlediğini bilmiyoruz. Bobby’den (Robert Kennedy) Martin Luther King'e bu suikastları kimin düzenlediğini bilmiyoruz. Bilsek bir şey fark eder mi? onu da bilmiyoruz. Bu bilgiler ulaşabileceğimizin çok ötesinde. Küçükken mahallemizdeki insanların bu olanlara verdiği tepkilere şahit oldum. Aralarında bir panik yaşandığını biliyordum. Bazı durumlarda saygı duyup yolunuza devam edebilirsiniz. Fakat onlar işlerine geri dönemediler. Bu yüzden tamda bu noktada konuyu daha derinlemesine araştırmaya karar verdim. İki veya üç erkeğin bir bar, restoran veya araba etrafında toplanması derin bir boşluktur. Ne yapmak istediklerini anlatmaya gerek yok. Bunu onlara bakarak anlayabilirsiniz.
- Yine de İrlandalı filminde zamana ve karakterlere karşı bir ‘nostalji’ yaşadığınızı hissediyorum...
Evet, buna katılıyorum. Nostalji bazen yapaydır. Ama benim nostaljiyle yetiştirilme tarzım ve Al (Pacino), Bob  (De Niro) ve Joe (Pesci) aracılığıyla bir ilişkim var.
- Jimmy Hoffa, kitaba ve filme göre mafyanın gazabına uğradı. Onu kimin ve neden öldürdüğü soruları onlarca yıldır soruluyor. Fakat filmin bu soruları sormuyor, aksine doğrudan cevabını veriyor.
Karşılıklı diyaloglarda bir takım işaretler vardı. Ancak Jimmy Hoffa mafyayı hafife aldı. Onları doğru şekilde okuyamadı. Kimse onları hafife alamazdı. Eğer yollarına çıkarsan seni ortadan kaldırırlardı. Kendini tamamen Julius Sezar’ın yerine koymuştu. Evlatlık oğlu Brutus da aynısını yapmak zorundaydı.
- Film ne kadar tehlikeli olursa karakterlerin gerçekçiliği de o kadar artıyor.
Kesinlikle doğru. Çember daraldı ve başka bir şey yapmama gerek kalmadı.
- Neden görüntü yönetmeni olarak Rodrigo Prieto'yu seçtiniz?
(Gülerek) Çünkü o iyi bir insan. Eğlenceli ve iyi bir kamera gözü var. Onunla birçok kez çalıştım. Çalışırken eksik noktaları bulup bunlara yoğunlaştığını gördüm. Bana hiç ‘bunu yapamıyorum’ demedi. Talep edilenin karşılığını vermeye çalışıyor. Yaptığı işe özgürce ve ince dokunuşlarla şiirsel bir hava kattığını düşünüyorum. Kamera hareketleri ve ışık açısından muazzam bir göze sahip.
- Daha önce bana Joe Pesci, Al Pacino ve Robert De Niro arasındaki bir ‘kimyadan’ bahsetmiştin. Onları nasıl yönetiyorsun? Rollerini canlandırırken özgürler mi?
Canlandırdıkları hikayenin doğası onları özgür olmaya zorluyor. Ayrıca bunu canlandırdıkları karakterler belirliyor. Bu dünyanın olayların yaşandığı bir yer olduğunun farkındalar.
- Fakat illa ki bir yerde müdahale edilmesi gerekiyordur. Mesela nerelerde?
Çekeceğimiz sahnenin yerini öğrendiğimizde o sahnenin nereye gideceğini ve bir sonraki sahneye nasıl bağlanacağını da öğreniyoruz. Bu bir haritayı masanın üzerine açmak gibi. Her nokta bir başka yola açılıyor. Haritayı bir kez açtığımızda kendilerini rahat hissetmelerini ve rollerine bürünmeden önce sadece özümsemelerini bekliyorum.
- Film iyi bir çıkış yakaladı. Çok az insanın filmi hikayesindeki kısıtlı bilgilerle çekmeyi başarabileceğini düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Bence her yönetmenin kendine özgü bir perspektifi var. Bu perspektif, tecrübe birikimine, hayatınızdaki ve çevrenizdekilerin yaşamlarında meydana gelen değişikliklere göre bir yönetmenden diğerine değişiklik gösteriyor. İster yönetmen ister izleyici olun film hayatınıza bir şekilde yansıyor.



Kızıldeniz Film Festivali 5. yılında dünya yıldızlarını Cidde’de buluşturdu

Kızıldeniz Film Vakfı Mütevelli heyeti Başkanı Cumana er-Raşid Kızıldeniz Film Yarışması jüri üyeleriyle birlikte görüntülendi. (Festival Yönetimi)
Kızıldeniz Film Vakfı Mütevelli heyeti Başkanı Cumana er-Raşid Kızıldeniz Film Yarışması jüri üyeleriyle birlikte görüntülendi. (Festival Yönetimi)
TT

Kızıldeniz Film Festivali 5. yılında dünya yıldızlarını Cidde’de buluşturdu

Kızıldeniz Film Vakfı Mütevelli heyeti Başkanı Cumana er-Raşid Kızıldeniz Film Yarışması jüri üyeleriyle birlikte görüntülendi. (Festival Yönetimi)
Kızıldeniz Film Vakfı Mütevelli heyeti Başkanı Cumana er-Raşid Kızıldeniz Film Yarışması jüri üyeleriyle birlikte görüntülendi. (Festival Yönetimi)

“Sinemaya Aşk” sloganıyla düzenlenen 5. Kızıldeniz Uluslararası Film Festivali, Cidde’de görkemli bir açılışla başladı. Etkinlik, Suudi Arabistan Kültür Bakanı Prens Badr bin Abdullah bin Ferhan ile Kızıldeniz Sinema Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Cumana er-Raşid’in yanı sıra Suudi Arabistan’ın sinema, oyunculuk ve yapım alanındaki önde gelen isimlerini bir araya getirdi.

4–13 Aralık tarihleri arasında devam edecek festival, bölgedeki yeteneklerin buluştuğu ve uluslararası ortaklıkların geliştiği bir merkez olarak konumunu güçlendirmeyi sürdürüyor.

Kırmızı halı töreni, dünyanın farklı ülkelerinden gelen ünlü sinema isimlerinin yoğun ilgisine sahne oldu. Festivalde gün boyunca düzenlenen gösterimler ve söyleşiler geniş katılım çekti. Açılış gününün dikkat çeken konukları arasında ABD’li oyuncu ve müzisyen Queen Latifah, Hollywood yıldızı Kirsten Dunst ve Bollywood’un ünlü ismi Aishwarya Rai yer aldı.

Festival, Britanyalı-Hintli yönetmen Rowan Athale’nin “The Giant (El-Amilaq)” filmiyle perdelerini açtı. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da ilk kez gösterilen film, Yemen kökenli Britanyalı boksör Naseem “Naz” Hamed’in yaşam hikâyesini anlatıyor.

Bu yılki program, dünya sinemasından seçilmiş yapımların yanı sıra bölgeden ilk kez gösterilecek projeleri de içeriyor. Beş kıtadan filmlerin yer aldığı resmi yarışma, festivalin en prestijli bölümleri arasında bulunuyor. Ayrıca festival boyunca çeşitli söyleşiler, ustalık sınıfları ve yetenek geliştirme programları düzenlenerek yeni seslere destek veriliyor.


Biraz nostalji, biraz keşif: İz bırakan 10 bilimkurgu dizisi

Legion'un başrolünde Downton Abbey, Zero Day ve Tutsak Abigail (Abigail) gibi yapımlarla da tanınan 42 yaşındaki Dan Stevens yer alıyor (FX)
Legion'un başrolünde Downton Abbey, Zero Day ve Tutsak Abigail (Abigail) gibi yapımlarla da tanınan 42 yaşındaki Dan Stevens yer alıyor (FX)
TT

Biraz nostalji, biraz keşif: İz bırakan 10 bilimkurgu dizisi

Legion'un başrolünde Downton Abbey, Zero Day ve Tutsak Abigail (Abigail) gibi yapımlarla da tanınan 42 yaşındaki Dan Stevens yer alıyor (FX)
Legion'un başrolünde Downton Abbey, Zero Day ve Tutsak Abigail (Abigail) gibi yapımlarla da tanınan 42 yaşındaki Dan Stevens yer alıyor (FX)

Bilimkurgu, televizyon tarihinde her zaman özel bir yere sahip oldu; kimi zaman uçsuz bucaksız uzayda, kimi zamansa zihnimizin derinliklerinde geçen hikayelerle. Bir dönem Uzay Yolu'nun (Star Trek) "son sınır" dediği evrende yolculuk ederken, Alacakaranlık Kuşağı (The Twilight Zone) izleyiciyi hayal gücünün sınırlarını zorlamaya davet ediyordu. Ardından Gizli Dosyalar (X-Files) ve Ziyaretçiler (V) gibi diziler, bilinmeyenin ürkütücü cazibesini evlerimize taşıdı. Bugün ise dijital platformların altın çağında, bilimkurgu yalnızca bir tür değil; insan olmanın ne demek olduğunu anlamaya yönelik en yaratıcı alanlardan biri.

Doctor Who, Black Mirror, Lost, Westworld, Alien: Earth, Andor ve Stranger Things gibi yapımlar, modern izleyiciyi uzun zamandır türün merkezinde tutuyor. Ama bu listede amacımız, belki biraz gölgede kalmış, uzun ömürlü olamamış, vaktinden erken unutulmuş ya da hatta yarıda bırakılmış yapımları hatırlayarak masaya yatırmak. Çünkü bilimkurgu tarihi, yalnızca dev hitlerden değil kültleşmiş, zamanla kıymeti daha iyi anlaşılan dizilerden de oluşuyor.

Battlestar Galactica'nın karanlık politik atmosferinden Firefly'ın kısa ömrüne rağmen kalıcı olan ruhuna, Dark'ın akıl dolu zaman döngülerinden The Expanse'in sert gerçekçiliğine kadar, bu dizilerin her biri farklı bir evreni önümüze seriyor. Devs özgür iradeyi sorgulatırken, Utopia bizi paranoyanın kıyısında dolaşan distopik bir dünyaya çekiyor. Orphan Black klonlarla kimliği tartışmaya açarken, Legion zihnin karanlık labirentlerini görsel bir şölene dönüştürüyor.

Bu diziler bazen büyük bütçelere, bazen yalnızca cesur fikirlere dayanıyor. Ancak ortak noktaları, ekran başında hem kalbimizi hem de zihnimizi harekete geçirmeleri. Televizyonun soğuk ışıkları altında bir anda kendimizi, yıldızlar arası bir savaşın tam ortasında ya da bir laboratuvar deneyinin sonuçlarıyla yüzleşirken bulabiliyoruz.

Ve işte bu yüzden, bilimkurgu dizilerinin izleyicide bıraktığı izler kolay kolay silinmiyor. Çünkü her biri, kendi döneminin hayallerini, korkularını ve umutlarını yansıtıyor.

Bu listeyi hazırlarken amacımız, biraz nostaljiyi biraz da keşif duygusunu canlandırmak oldu. Eğer unutulmuş favorilerinizi yeniden hatırlamak ya da hiç bilmediğiniz bir bilimkurgu dünyasına adım atmak istiyorsanız, doğru yerdesiniz.

Çünkü bilimkurgu yalnızca geleceği hayal ettirmekle kalmaz, bugünü anlamak için de en güçlü merceklerden biridir.

Firefly

Bilimkurguyu western ruhuyla buluşturan Firefly, televizyon tarihinin en kısa ömürlü fakat en unutulmaz dizilerinden biri oldu. Joss Whedon'un yarattığı evrende galaksiler arası yolculuk, at sırtındaki yalnız kovboy hikayeleriyle aynı nefeste yan yana duruyordu. Yalnızca 14 bölüm süren bu macera, aslında büyük bir savaşın kaybedenlerinin hayatta kalma mücadelesiydi. 

ert5y6
Fotoğraf: Fox

Serenity mürettebatı, hem galaksiyi yöneten otoriteye hem de kendi içlerindeki yaralara karşı direnirken izleyicinin kalbine dokunmayı başardı. Nathan Fillion'ın canlandırdığı Kaptan Malcolm Reynolds, modern bir Han Solo gibi hem anti-kahraman hem de umudun sembolüydü. 

Firefly, devasa uzay savaşlarına değil, karakterlerinin yaralı ruhlarına ve aralarındaki bağa odaklanarak fark yarattı. İngilizce ve Çincenin bir arada konuşulduğu çok kültürlü gelecek tasviri ise temsil eksikliklerine rağmen cesur ve ileri görüşlüydü. 

Yayından kaldırılması, hayranlarının gözünde onu daha da özel bir yere taşıdı ve dizi kült statüsüne yükseldi. 2005'te vizyona giren Serenity, hikayeyi beyazperdede noktalasa da Firefly'ın asıl mirası hayranlarının bağlılığı ve sonraki bilimkurgu yapımlarına verdiği ilham oldu. Kısacık ömrüne rağmen Firefly, televizyon tarihinin en çok "Keşke bitmeseydi" dedirten dizilerinden biri olmaya devam ediyor.

Nereden izlenir: Disney+
IMDb: 8,9

Dark

Dark, çok emek isteyen ama izleyicisine karşılığını fazlasıyla veren bilimkurgu dizilerinden biri. 2017'de sessizce başlayan hikaye, üç sezon sonunda televizyon tarihinin en karmaşık ve en incelikli yapbozlardan birine dönüştü.

Winden adlı küçük Alman kasabasında bir çocuğun kaybolmasıyla başlayan olaylar, kısa sürede 4 ailenin kaderini kuşaklar boyunca süren bir zaman yolculuğu labirentine sürüklüyor. Her bölümde yüzler, ilişkiler ve gizler birbirine ekleniyor; seyirci ise hem geçmişi hem geleceği aynı anda çözmeye çalışıyor.

rgty
Fotoğraf: Dark

Dizinin cesareti, hiçbir noktada izleyicinin elinden tutmamasında yatıyor. Dark, karmaşık kurgusunu kolaylaştırmaya çalışmadan, izleyiciyi dikkatle düşünmeye zorluyor. Zaman döngüleri, determinist paradokslar ve kuantum ihtimalleri öyle ustaca işleniyor ki, izleyici her seferinde yeni bir ayrıntıyı fark ediyor. Jonas karakteri etrafında şekillenen bu hikaye, kişisel seçimlerin yalnızca geleceği değil, geçmişi de değiştirdiğini gösteriyor.

Atmosferi, müzikleri ve kasvetli görselliğiyle Dark, yalnızca bir bilimkurgu değil, aynı zamanda insan doğasının karanlık yönlerine ayna tutan bir dram. Finalinde akılda hâlâ onlarca soru bırakıyor ama işte bu sorular diziyi unutulmaz kılıyor. Dark, izleyiciyi zihin açıcı bir yolculuğa çıkaran, zaman ve kader üzerine kurulmuş en çarpıcı televizyon deneyimlerinden biri.

Nereden izlenir: Netflix
IMDb: 8,7

Severance

Ofis koridorlarının bu kadar ürkütücü olabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? Severance, bilimkurguyu uzay gemilerinden ya da uzak geleceklerden değil, hepimizin çok yakından bildiği iş hayatının soğuk duvarlarından çıkarıyor. Apple TV+ yapımı dizi, Lumon Industries adlı şirketin çalışanlarının hafızalarını iş ve özel hayat arasında cerrahi bir operasyonla ayırdığı distopik bir düzeni anlatıyor. Bu düzen, "içerideki" ve "dışarıdaki" benlikleri birbirinden tamamen farklı iki kişiye dönüştürüyor ve izleyiciyi kimlik, özgürlük ve aidiyet üzerine rahatsız edici sorularla baş başa bırakıyor.

uı8
Fotoğraf: Apple

Adam Scott'ın canlandırdığı Mark, kaybının acısıyla bu işe sığınırken, içerideki benliği adeta bir labirentin içinde sıkışıp kalıyor. John Turturro'nun hayat verdiği Irving'in iş yerinde filizlenen kırılgan ilişkisi ise insanın en karanlık yerde bile umut bulabileceğini hatırlatıyor. Dizinin retro-fütüristik tasarımı, beyaz koridorlar ve yeşil masalarla modern kapitalizmin ruhsuzluğunu neredeyse kabus gibi gözler önüne seriyor. Ben Stiller'ın yönetmenliği ve Dan Erickson'ın senaryosu, bu soğuk atmosferi bir gerilim ve gizem oyununa dönüştürüyor.

Severance, büyük bir bilimkurgu hikayesinin uzaylılara ya da galaksilere ihtiyaç duymadığını, asıl gücünü cesur bir fikir ve güçlü bir anlatımdan aldığını kanıtlıyor. Çünkü bazen en ürkütücü distopya, sabah işe gitmek için açılan kapının ardında gizlidir.

Nereden izlenir: Apple TV+
IMDb: 8,7

Battlestar Galactica

Bilimkurgunun televizyon tarihindeki en çarpıcı örneklerinden biri olan Battlestar Galactica, uzayın sonsuzluğunu bir geminin dar koridorlarına sığdırarak insan hikayelerinin gücünü kanıtladı. Birkaç dakika içinde yok edilen 12 koloni, geriye kalan yalnızca 49 bin insan ve yeni bir yurt arayışı... İşte dizinin tüm ağırlığı bu umutsuz başlangıca yaslanıyor. Filonun son savunma hattı, yıpranmış bir savaş gemisi olan Galactica ve onun karizmatik komutanı William Adama. Ancak asıl tehlike, yalnızca dışarıdaki düşman değil; kime güvenileceğini bilemediğiniz bir dünyada insanın insana yabancılaşması.

frgthy
Fotoğraf: Sci-Fi

Dizi, yoğun aksiyon sahneleriyle izleyiciyi nefessiz bırakırken, kimlik, sadakat ve insan olmanın anlamına dair felsefi sorularla zihni sürekli uyanık tuttu. Özellikle Cylonlar, yalnızca birer robot değil, insanlığın kendi kusurlarının ve ikilemlerinin aynasıydı. 11 Eylül sonrası döneme denk gelen dizi, politik göndermeleri ve sosyal eleştirileriyle çağının ruhunu yakaladı.

4 sezon boyunca sürükleyici, paranoya dolu bir atmosfer kuran Battlestar Galactica, bilimkurgu televizyonunu 21. yüzyılda yeniden tanımlayarak gelecek kuşaklara ilham verdi.

Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda bulunmuyor
IMDb: 8,7

The Expanse

Bilimkurguya bilimsel titizlikle yaklaşan bir dizi arıyorsanız, The Expanse tam da bu beklentiyi fazlasıyla karşılıyor. James S.A. Corey'nin romanlarından uyarlanan dizi, insanlığın Güneş Sistemi'ni kolonileştirdiği bir gelecekte geçiyor. Dünya, Mars ve Kuşak arasındaki gerilim, her an büyük bir savaşa dönüşebilecek kırılgan bir denge üzerinde ilerliyor.

Tüm bu politik kargaşanın ortasında Rocinante gemisinin mürettebatı kendilerini insanlığın kaderini değiştirecek bir komplonun merkezinde buluyor. James Holden, Naomi Nagata, Amos Burton ve Alex Kamal gibi karakterler, sıradan kahraman klişelerinin ötesine geçiyor: Kusurları, çelişkileri ve insanlıklarıyla gerçeğe dokunan figürler.

frg
Fotoğraf: Syfy

Diziyi ayrıcalıklı kılan unsurlardan biri, sıfır yerçekiminin fiziksel gerçekçiliğinden, farklı kültürlerin dillerine kadar her detaya gösterilen özen. Politik entrikalar, ekonomik sömürü ve sınıf çatışmaları, uzak bir geleceğin değil bugünün dünyasının da aynası gibi. The Expanse bilimkurguyu sadece bir tür değil, insanlığın neye dönüşebileceğini gözler önüne seren güçlü bir hikaye aracı haline getiriyor.

Her sezon farklı bir olay örgüsüne odaklansa da tüm hikayeler büyük resmin içinde ustaca birleşiyor. Gerçekçi yaklaşımı ve sürükleyici karakterleriyle The Expanse, modern televizyonun en etkileyici bilimkurgu destanlarından biri olarak izleyicinin hafızasında yer ediyor.
    
Nereden izlenir: Amazon Prime Video
IMDb: 8,5

Utopia

"Jessica Hyde nerede?" sorusu, televizyon tarihinin son yıllardaki en ürkütücü ve unutulmaz repliklerinden biri haline geldi. Utopia, sıradan bir çizgi roman takıntısını, insanlığı hedef alan karanlık bir komploya dönüştüren benzersiz bir hikayeyle izleyiciyi yakaladı. Dennis Kelly'nin 2013'te ekranlara taşıdığı dizi, renkleriyle hipnotize, şiddetiyle rahatsız eden ve zekasıyla büyüleyen bir yapımdı. Komplo teorilerinin gündelik sohbetlere karıştığı bir dünyada Utopia, bu paranoyayı en uç noktaya taşıdı. Çizgi romanın sayfalarından fırlayan karanlık bir örgüt, masum insanların üzerine acımasızca çökerken, biz de gerçeğin peşinde koşan sıradan karakterlerin çaresizliğine tanık olduk. 

fg
Fotoğraf: Channel 4

Dizi, cesur anlatımı ve stilize şiddetiyle sınırları zorlayarak izleyiciye rahatsız edici ama gözlerini alamadığı bir deneyim sundu. Fiona O'Shaughnessy'nin canlandırdığı Jessica Hyde, televizyon tarihinin en unutulmaz ve tehlikeli kadın karakterlerinden biri olarak akıllara kazındı. Utopia'nın kısa ömrü, onun kült statüsünü daha da güçlendirdi zira dizi tam zirvedeyken sona erdi. Amerikan uyarlaması ise bütçesine rağmen orijinalin ruhunu yakalayamadı. Ve geriye, hâlâ zihinlerde yankılanan o soru kaldı: "Jessica Hyde nerede?"

Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda bulunmuyor
IMDb: 8,4

Orphan Black

Orphan Black bilimkurgunun en çarpıcı klon hikayelerinden birini sunarken, merkezine tek bir oyuncunun çoklu kimliklerini yerleştirerek fark yaratıyor. Kanadalı yıldız Tatiana Maslany'nin olağanüstü performansı sayesinde Sarah, Alison, Cosima, Helena ve Rachel yalnızca farklı kişilikler değil, sanki bambaşka oyuncular tarafından canlandırılmış insanlar gibi görünüyor. 

Dizi, şirket komploları ve genetik deneyler gibi ağır bilimkurgu ögelerini işlerken asıl gücünü bu karakterlerin etkileşimlerinden alıyor; Alison'la Helena'nın komik anları ya da Sarah'yla Cosima'nın kırılgan dostluğu, hikayeye duygusal bir katman ekliyor. Bu da Orphan Black'i yalnızca bir bilimkurgu komplosu değil, aynı zamanda güçlü bir kimlik ve aidiyet anlatısı haline getiriyor. 

rgthy
Fotoğraf: Space

Kadın bedeninin ve biyolojisinin güç odaklarınca metalaştırılmasına karşı verdiği mesaj, diziyi adeta feminist bir televizyon manifestosuna dönüştürüyor. Emmy ödüllü Maslany'nin 11 farklı karakteri canlandırma becerisi, diziyi unutulmazlar arasına sokuyor. Bu gerilim, bilimsel doğruluğa verdiği önemle de dikkat çekiyor; danışmanların katkısıyla genetik temalar gerçekçi bir zemine oturtuluyor. Her bölüm, yüksek konseptli bir bilimkurgu fikrini insani ilişkilerle harmanlayarak izleyiciyi hem düşündürüyor hem de içine çekiyor. 

Orphan Black, karmaşık komplolarla dolu evrenini; kaybolmadan, akıcı bir anlatıyla izleyiciye sunmayı başarıyor. Sonuç olarak dizi, son yılların en yaratıcı ve sürükleyici bilimkurgu işlerinden biri olarak hâlâ hafızalarda.

Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda bulunmuyor
IMDb: 8,3

Legion

Şu sıralar ortamlarda Alien: Earth'ü överken adını sık sık zikrettiğimiz Noah Hawley, Fargo'ya UFO'ları taşıdığında aslında bizi Legion'a hazırlıyordu... X-Men evreninden beslenen bu dizi, süper kahraman klişelerinden çok daha fazlasını vaat ediyor. Legion'un merkezinde David Haller var: Çocukluğundan beri şizofreni teşhisiyle yaşayan ama aslında dünyayı altüst edebilecek kadar güçlü bir mutant. İzleyiciye sürekli şu soruyu düşündürüyor: David deli mi, yoksa dehası gerçeği mi büküyor?

fgthy
Fotoğraf: FX

Legion'un büyüsü, hikayeyi onun karmaşık zihninin merceğinden aktarmasında yatıyor. Çarpıcı görseller, doğrusal olmayan anlatı ve bilinç akışı estetiği, izleyiciyi başkarakterle birlikte kaybolmaya davet ediyor. Aubrey Plaza'nın sınırları zorlayan performansı ise diziyi bambaşka bir boyuta taşıyor. Hawley, Kubrick göndermelerinden müzikal sekanslara kadar, bir dizide cesaretle nelerin yapılabileceğini gözler önüne seriyor.

Üç sezonluk yolculuğu boyunca Legion, delilikle dahilik arasındaki çizgiyi ustalıkla siliyor. Ortaya çıkan sonuç ise hem aklın hem de bilimin sınırlarını zorlayan, türünün en özgün bilimkurgu dizilerinden biri.

Nereden izlenir: Disney+
IMDb: 8,1

Altered Carbon

Netflix'in bilimkurgu türündeki en cesur adımlarından biri olan Altered Carbon, Richard K. Morgan'ın romanından uyarlanan karanlık ve felsefi bir gelecek tasviri sunuyor. Dizi, bilincin farklı bedenlere aktarılabildiği bir dünyada kimliği, ölümsüzlüğü ve sınıf uçurumlarını sorguluyor. Ana karakter Takeshi Kovacs, bir askerin bilincini taşıyan bir dedektif olarak izleyiciyi hem kişisel hem de toplumsal çatışmaların içine çekiyor.

u78ı
Fotoğraf: Netflix

İlk sezonda Joel Kinnaman, ikinci sezonda ise Anthony Mackie'nin hayat verdiği Kovacs, farklı bedenlerde ama aynı kimlikle karşımıza çıkıyor. Altered Carbon, Japon animesi Akira ve video oyunu Cyberpunk 2077 gibi kült yapımlarla kıyaslanabilecek kadar stilize ve çarpıcı bir estetiğe sahip. Üstelik yalnızca görselliğe yaslanmıyor; noir atmosferiyle aynı zamanda derin bir polisiye de sunuyor. Ölümsüzlüğün yalnızca zenginlere ait bir ayrıcalık olduğu bu evrende, sınıf mücadelesi sert ve düşündürücü bir şekilde işleniyor.

İki sezonun ardından iptal edilse de türün meraklıları için hâlâ son yılların en özgün ve güçlü bilimkurgu dizilerinden biri olan Altered Carbon, izleyicisini hem büyüleyici görsellerle hem de zihni kurcalayan sorularla baş başa bırakıyor.

Nereden izlenir: Netflix
IMDb: 7,9

Devs

En son söylenecek şeyi baştan söyleyelim: Devs, bir Alex Garland harikası. Son olarak Çatışma (Warfare) ve İç Savaş (Civil War) gibi çarpıcı filmlerini izlediğimiz Garland'ın yarattığı, yazıp yönettiği Devs, izleyicisini yavaş temposuyla içine çeken ama bir daha çıkmasına izin vermeyen bir bilimkurgu deneyimi. Özgür irade, kader ve teknolojinin tanrısal ihtimalleri üzerine kurulu bu hikaye, adını bile bilinçli bir harf oyunuyla Latincede Tanrı anlamına gelen "Deus"a yaklaştırıyor. 

Hikayenin merkezinde Lily var; sevgilisi Sergei, Amaya adlı dev teknoloji şirketinde işe başladıktan yalnızca bir gün sonra gizemli bir şekilde ölüyor. Lily, sevgilisinin ölümünün ardındaki sırları araştırdıkça şirketin en karanlık projeleriyle ve Nick Offerman'ın canlandırdığı patronu Forest'ın gizli amaçlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor.

htyju
Fotoğraf: FX / Hulu

Garland, önceki işlerinde olduğu gibi burada da bilimin ve teknolojinin sınırlarında dolaşan derin sorular soruyor. Devs sadece bir ölüm gizemini çözmek için izlenmiyor; aynı zamanda bizi, geçmişin ve geleceğin gerçekten ne kadar değişmez olduğu üzerine düşünmeye zorluyor. Yavaş ilerleyişi, aslında dizinin felsefi derinliğinin bir parçası. Hal böyle olunca sabırla izleyenler için unutulmaz bir deneyim yaratıyor.

Karanlık ve melankolik atmosferiyle seyirciyi adeta bir meditasyona davet eden Devs, yalnızca bir bilimkurgu dizisi değil, aynı zamanda varoluşsal bir yolculuk. Final sahneleri ise şu soruyu izleyicinin zihnine kazıyor: 

Gerçeği bilmek mi, yoksa bilmemek mi daha ağır?

Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda bulunmuyor
IMDb: 7,6


Venedik Film Festivali’nin yapıldığı adada binlerce kişi Gazze'ye destek yürüyüşü düzenledi

Venedik Film Festivali’nin yapıldığı adada binlerce kişi Filistin'e destek yürüyüşüne katıldı. (AP)
Venedik Film Festivali’nin yapıldığı adada binlerce kişi Filistin'e destek yürüyüşüne katıldı. (AP)
TT

Venedik Film Festivali’nin yapıldığı adada binlerce kişi Gazze'ye destek yürüyüşü düzenledi

Venedik Film Festivali’nin yapıldığı adada binlerce kişi Filistin'e destek yürüyüşüne katıldı. (AP)
Venedik Film Festivali’nin yapıldığı adada binlerce kişi Filistin'e destek yürüyüşüne katıldı. (AP)

Venedik'te binlerce kişi dün Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerle dayanışma içinde, siyasi bir hava kazanan Venedik Film Festivali'nin yapıldığı adada yürüyüş düzenledi.

Venedik bölgesindeki sol örgütlerin çağrısına yanıt veren göstericiler, sıkı güvenlik önlemleri altında festival alanının girişinde toplandı.

Gösteri sırasında, çok sayıda Filistin bayrağı arasında İsrail'i boykot ve ‘soykırıma son’ çağrısı yapan pankartlar açıldı.

Birçok katılımcı, dünya çapında Filistin yanlısı gösterilerde sıkça kullanılan ‘Özgür Filistin’ sloganını attı.

Yürüyüşe katılan 31 yaşındaki yazılım mühendisi Marco Siutola, “Eğlence endüstrisi büyük bir takipçi kitlesine sahip, bu yüzden Gazze konusunda tavır almaları gerekiyor. Herkesin soykırımdan bahsetmesi gerektiğini kastetmiyorum, ama en azından herkes bir tavır almalı. Çünkü bu siyasi bir mesele değil, insani bir mesele” ifadelerini kullandı.

Filistin bayrağı taşıyan öğretmen Claudia Boji ise “Hepimiz neler olduğunu biliyoruz ve bu böyle devam edemez” dedi.

srty7u
Venedik Film Festivali’nin yapıldığı adada binlerce kişi Filistin'e destek yürüyüşüne katıldı. (Reuters)

Son günlerde Venedik Film Festivali'nde birçok sanatçı Filistinlilere desteklerini dile getirdi. Bunlar arasında Faslı yönetmen Maryam Touzani ve eşi yönetmen Nabil Ayouch da vardı. İkili, cuma akşamı kırmızı halıya “Gazze'deki soykırımı durdurun” yazılı siyah bir pankartla çıktı.

Touzani dün AFP'ye verdiği demeçte, “Sesimizi duyurmamız gerektiğini düşünüyorum. Herkesin bu konuda fikirlerini ifade edebilmesini ve sesini yükseltebilmesini istiyorum” dedi.

Geçtiğimiz perşembe günü, Yunan yönetmen Yorgos Lantimos, uzun metrajlı filmi Bugonia'nın basın toplantısında Filistin bayrağının renklerinde bir rozet taktı.

Venedik Film Festivali, on bağımsız İtalyan yönetmen tarafından kurulan ‘Filistin için Venedik’ grubunun, 7 Ekim 2023'te Hamas'ın İsrail yerleşimlerine düzenlediği eşi görülmemiş saldırının ardından başlayan Gazze Şeridi'ndeki savaşı kınayan mektubu ile açıldı.

Grubun kurucularından Fabio Massimo Luzi AFP'ye şunları söyledi: “Mektubun amacı, Gazze Şeridi ve Filistin'i Venedik'te kamuoyunun dikkatinin merkezine koymaktı ve öyle de oldu.”

‘Mektubun 2 bin imza topladığını’ doğrulayan Luzi, Ken Loach, Audrey Diwan ve Abel Ferrara gibi uluslararası film yıldızlarının da imzaları olduğunu belirtti.

frgtyu
Venedik Film Festivali’nin yapıldığı adada binlerce kişi Filistin'e destek yürüyüşüne katıldı. (AP)

Venedik Film Festivali'nin sanat yönetmeni Alberto Barbera AFP'ye verdiği demeçte, festivalin ‘doğrudan siyasi pozisyon almadığını’ söyledi. Barbera, Gazze'deki trajik duruma duyduğu üzüntüyü vurguladı.

Ancak Barbera, Venedik Filistin Derneği'nin talebi doğrultusunda, İsrail'i aktif olarak destekledikleri için bazı sanatçıları festivalden çıkarmayı kategorik olarak reddetti. Dernek, özellikle yarışma dışı gösterilen In the Hand of Dante filminin başrol oyuncuları Gerard Butler ve Gal Gadot'u kastediyor.

dfrgthyu
Hind Receb'in Sesi... (Venedik Film Festivali)

Hind Receb'in Sesi filmi, çarşamba günü festivalde gösterime girecek. Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania, filmde 29 Ocak 2024'te Gazze Şeridi'nde bombardımanlardan kaçmaya çalışan altı yaşındaki Filistinli bir kız çocuğunun ve ailesinin birkaç üyesinin öldürülmesini anlatıyor.

Filmde, Hind Receb'in ölümünden önce Filistin Kızılayı ile yaptığı telefon görüşmesinin ses kaydı kullanılıyor. Bu kayıt yayınlandıktan sonra dünya çapında büyük yankı uyandırdı.

Filmin gösterimi, festivalde büyük ilgi görüyor.

İlgili bir gelişme olarak, dün Almanya'nın Frankfurt kentinde binlerce kişi, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşını protesto etmek için gösteri düzenledi.

Polise göre, öğleden sonra liman parkında yaklaşık 6 bin 500 kişi toplandı. Ancak organizatörler ilgili makamlara gösteriye sadece 5 bin kişinin katılacağını bildirmişti.

Filistin bayrakları sallayan protestocular, hoparlörlerden ‘Nehirden denize özgür Filistin’ ve ‘Filistin'e özgürlük’ gibi sloganlar attı. Gösteri, ‘Gazze için Birleşin - Soykırımı Durdurun’ sloganıyla yapıldı.