Politik sinemanın öncüsü Costa-Gavras: Batı insandan vazgeçti

Costa-Gavras’ın Adults In The Room adlı filminin setinden bir kare (Independent Arabia)
Costa-Gavras’ın Adults In The Room adlı filminin setinden bir kare (Independent Arabia)
TT

Politik sinemanın öncüsü Costa-Gavras: Batı insandan vazgeçti

Costa-Gavras’ın Adults In The Room adlı filminin setinden bir kare (Independent Arabia)
Costa-Gavras’ın Adults In The Room adlı filminin setinden bir kare (Independent Arabia)

Hovik Habashian*
Politik sinemanın öncüsü Costa-Gavras’ın ‘Adults In The Room’ adlı filmi tam bir ustalık eseridir.  Yunan asıllı Fransız yönetmen bu filmle politik sinemayı adeta 1960’lardaki ihtişamlı günlerine geri döndürdü.
Costa-Garvas’ın son filmi Adults In The Room’da 2008 yılından bu yana anavatanı Yunanistan’ı sarsan ekonomik krizin nedenlerini anlamaya yardımcı olan dosyaları gün yüzüne çıkarıyor, suçluyor ve kınıyor.
Ekonomi profesörü olan ve Alexis Çipras hükümetinde Maliye Bakanlığı yapan Yanis Varufakis’in kaleme aldığı ‘Adults in the Room: My Battle With Europe's Deep Establishment’ adlı kitabından uyarlanan film, Varufakis’in bakanlık görevine başlamasının ilk 6 ayında yaşadıklarını konu ediyor.
Varufakis, kitabında bizi, Brüksel'deki zarif ofis kapılarının arkasında şeytanın ayrıntıda gizlendiği müzakerelere götürüyor. Bununla birlikte Varufakis, bir avuç para canavarıyla arasındaki uzun tartışmaların ve derin anlaşmazlıkların insanların kaderini nasıl belirlediğini anlatıyor.
Ekonomiyle ilgili hiçbir fikri olmayan bir izleyici bile Varufakis'in başkanlığındaki Yunan heyeti ile Euro Grup temsilcileri arasındaki görüşmeleri büyük bir ilgiyle izleyebiliyor. Costa-Gavras, filminde basit bir anlatımı tercih ettiği için sıkıcı siyasi konuşmalara yer vermemesi, izleyiciyi adeta büyülüyor. Filmin bir konferans değil sinema yapımı olduğunu unutmayan usta yönetmen, filmdeki ekonomi atmosferini bize bir şov şeklinde sunuyor. Filmin karakterlerini ise insanların zarar görmesi pahasına paraya sımsıkı sarılmalarıyla alay konusu olan figürler oluşturuyor.
İşte politik sinemanın usta yönetmeni Costa-Garvas ile gerçekleştirilen röportajın tamamı;
- Hiç Yunanistan’daki ekonomik krizden bahsetmek için henüz erken olduğunu düşündünüz mü? Daha patlak vermesinin üzerinden uzun bir süre geçmedi.

Yunanistan'da tepkilerle karşılaşacağımı önceden biliyordum. Çünkü krizle boğuşan insanların duyguları hala taze. Fakat bu hikayeyi içinde bulunduğumuz zaman dilimine koymak benim için önemliydi. Yunanlar ne olup bittiğine dair birçok şeyi bilmiyorlar. Bu kritik zamanda Avrupa hakkında konuşmak da ilgimi çekiyordu. Bu Avrupa için 15 yıl süren utanç verici bir süreçtir. Bu süreç Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile başladı ve Jean-Claude Juncker ile daha da kötüleşerek devam etti.
- Yunanistan'daki ekonomik krizin nedenlerini açıklamak için komedi türünü seçmenizin sebebi nedir?
Bu filmi oldukça trajik bir komedi olarak niteliyorum. Tabiri caizse bizi trajikomediye iten yaşanan zor şartlardı. Ortada bir trajedi var, çünkü insanlar acı çekiyor. Bazen işin içine komedi girince sorunlarımıza bile gülüyoruz. Filmde bir şov sunuyorum. Bazen olaylara farklı bakış açılarından bakmak gerekiyor.
- Avrupa’da politik sinema 1960’lar ve 70’lerde en parlak dönemini yaşadı. Sonra bu rolü belgesel sineması üstlendi. Hala uzun metrajlı bir filmin politika hakkında konuşacak kadar iyi olduğuna inanıyor musunuz?
Zaman değişti. Hala aynı şeyleri söylüyoruz, ama farklı şekillerde. Yaklaşım da değişti. Artık aşk filmleri ya da dans eden ve şarkı söyleyen komik karakterleri çekmiyoruz. Sinema bu atmosferden uzaklaştı. Artık genç kitleye odaklanan filmler yapılıyor. Ancak burada kısa film ya da belgesel yapmadığımı bir kez daha tekrar edeyim. Sunduğum şey bir şovdu. Bir duygu yaratmayı hedefledim. Ancak bunu yaparken kitabın ana hatlarına sadık kaldım.
- Siz Yunan asıllı bir Fransızsınız. Filmdeki çatışmanın kısmen Fransa ile Yunanistan arasında olması nedeniyle bu iki kimliği içinizde nasıl barındırdınız?
(Gülerek) Kendimi bir Yunandan çok Fransız hissediyorum. Yaklaşık 55 yıldır Fransa'da yaşıyorum. Ailem Fransız. Akıcı bir şekilde Fransızca konuşuyorum. Yunancam çok zayıfladı. Çünkü onu kullanmıyorum. Ayrıca filmlerimi Fransa’da çekiyorum. Ama Yunanistan benim anavatanım, bunu asla unutmam. Böyle bir çatışmada, Yunan tarafıyla uyumluyum. Krizin başlangıcından bu yana olan biteni anlamaya çalıştım ve birçok bilgi topladım.
- Filmde, ağırlıklı olarak siyasetçiler tiye alınıyor. Avrupa siyasetinde övgüye değer bulduğunuz biri var mı?
Filmde haklı bir alay söz konusu. Bununla birlikte hiçbir şekilde bir mağduriyet yok. Fransa'nın Yunanistan ekonomik krizindeki konumu filmde tam olarak yansıtılıyor. Hiçbir eklemede bulunmadım ve sırf eğlence olsun diye mizah koymadım. Fransız bir bakan bize “Yanınızdayız” dedikten sonra bir başkasına bunun tersini söyledi. Tam olarak bunu yaşadık. Bunu ben üretmedim. Böyle ‘oldukça komik’ olarak nitelendirilebilecek durumlar ortaya çıktı. Filmde geçen, “Fransa eskisi gibi değil” repliği ise görüşmeler sırasında söylenmişti. Gerçekten de Fransa’nın bir yandan Almanya’ya yakın kalma çabaları ile diğer yandan Yunanistan'a amansız yardım girişimleri arasında oldukça tuhaf bir konumu vardı. Fransa her zaman Yunanistan’ın yanında bir duruş sergiledi. Bunun nedeni iki ülke arasındaki eski bir hikayeye dayanıyor. Elbette bunu Fransız politikacıların Yunanistan ile olan ilişkisinde göremiyoruz. Fransızlar Yunanistan’a yardım etmek istedi, ama bir yandan da Almanları memnun etmeye de çalıştılar.

Costa-Gavras’ın yeni filminden bir sahne (Independent Arabia)

- Filmde Almanya Maliye Bakanı karakteri, Peter Sellers’in canlandırdığı Dr. Strangelove’u (Dr. Garipaşk) hatırlatıyor. Bu hiç aklınıza geldi mi?
(Gülerek) Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble, ülkesinin çıkarlarını savunmaktan asla vazgeçmedi. Aynı zamanda ülkesinin yanında olduğu için Avrupa Birliği'ni (AB) de savundu. Başta Yunanistan olmak üzere dünyanın geri kalanında olan biteni umursamadı bile. Ancak buna karşın çok da dürüst biri. Yalan söylemiyor. Dürüst bir adam. Onu fazla sevmesem de takdir ediyorum. Ama bize göre bir felaketi temsil ediyor.
- Sizin eğilip bükülmeden söylemek istediklerinize kestirmeden ulaştıran film dinamiğini çok beğeniyorum…
Amacım her zaman bu oldu. Bunun için hızı benimsedim. Ancak bu hedefime ulaşmam, anlattığım hikayeye de bağlı. Ancak bazı hikayeler, karakterlerin anlaşılması için bir miktar yavaş olmayı gerektiriyor. Bu hikayede ise işlerin olabildiğince hızlı ilerlemesi gerekiyordu.
- Hikayenin en kötü tarafı, insanların hayatlarını ve hayallerini vuran trajedinin bazı adamların ofislerinde oturup tartışmalarıydı…
Hayatımızı nasıl idame ederiz? Parayla. Bankalar para işlemlerimizi yönetmekle yükümlüdür. Peki çaresi ne? Paranızın olmaması. Ben bir yönetmen olarak sadece ortaya bir soru atıyorum.
- Filmde birçok sinematik özellik var. Ancak maalesef, tüm diyaloglar politika ve ekonomi etrafında dönecek…
Doğru. Filmim Yunanistan’ın ekonomik krizine ilişkin akademik bir söylem değil. Kimin ‘Siyaset, ekonomi ve ekonomik bir trajedidir’ dediğini hatırlamıyorum ama bu lafı unutmuyorum. Ne yazık ki Batı her şeyi ekonomi terazisine koydu ve insandan vazgeçti.
- Politikacıların gözünden ekonomik krizi ele alıyorsunuz. Bu konu kurbanlar, yani sıradan insanlar açısından da ele alınabilir mi?
Tabii ki, ama tuzağa düşenlerle tuzağı kuranlar arasında seçim yapmak zorunda kaldım ve ikincisini seçtim. Tuzağa düşenler aynı sorunla ilgili başka bir hikayede ele alınmalı.
- Avrupa'nın Yunanistan'ı aşağıladığını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. İnsanların fakirleşmesine katkıda bulundu. Asgari ücret aylık 600 doların altına düştüğünde bu bir aşağılamadır. Krizin başlarında işsizlik oranı yüzde 28’di. Birçok genç, yeniden ailelerinin evine dönmek zorunda kaldı. Buna karşın bazı insanların lüks Mercedes arabalarına bindiklerini görüyorsunuz...
- Avrupa sisteminin bugün yaşadığı sorunu teşhis edebildiniz mi?
Her şeyden önce sorunlardan biri, Avrupa Komisyonu'nun Barroso ve Juncker gibi oldukça kötü insanlara emanet edilmesidir. İkisi de sürekli en kötüyü seçtiler. Sadece ekonomiyi düşünerek Avrupa’yı darmaduman ettiler. Başta Barraso olmak üzere ikisi de son derece kültürsüz adamlar. Juncker, ülkesi Lüksemburg’u Orta Avrupa'nın vergi cennetine dönüştürdü. Lüksemburg'da vergi ödemekten kaçan yaklaşık 340 dev şirket bulunuyor. Bu kabul edilemez bir durum!
- Amerikan ‘birleşik devletler’ modelinin Avrupa için çözüm olabileceğini düşünüyor musunuz?
Bir kere Avrupa ülkeleri olarak aynı dili konuşmuyoruz. Bu büyük bir engel. Sonra diller dışında düşünceler de farklı. Çeşitli Avrupa ülkelerinde ayrı ayrı düşünceler var.
- Yakın gelecekte gündeme getirmek istediğiniz önemli siyasi meseleler var mı?
Şu an gezegenin nasıl korunabileceğiyle ilgileniyorum. Tüm dünyayı mahvettik. Bu konuda makaleler yayınlanıyor. Okuyoruz ve sonra hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu alanda hiçbir ilerleme kaydedilmedi. İnsanların bu konuyla nasıl etkileşime girdiğini görmek istiyorum. Bu bağ beni müthiş büyülüyor. Felaket her geçen gün bize daha da yaklaşıyor.
- Yanis Varufakis, filmi izledi mi? Alexis Çipras hakkında ne düşünüyorsunuz?
Varufakis filmi izledi, ama henüz filmin müzikleri yapılmadı. Beğendi ve çok heyecanlandı. Çok mutlu oldu. (Gülerek) Çipras’a gelince bilet parasını ödemesini istiyorum.
- Her şeye rağmen iyimser olmayı tercih ettiğinizi düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Evet. Biraz mantıkla birlikte iyimser olmayı tercih ederim.
*Bu röportaj Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



Ucuz Roman'ı tekrar izlerken dikkat edilmesi gereken 10 detay

8 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Ucuz Roman'da, John Travolta ve Uma Thurman arasındaki ünlü dans sahnesi doğaçlamaydı (Miramax Films)
8 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Ucuz Roman'da, John Travolta ve Uma Thurman arasındaki ünlü dans sahnesi doğaçlamaydı (Miramax Films)
TT

Ucuz Roman'ı tekrar izlerken dikkat edilmesi gereken 10 detay

8 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Ucuz Roman'da, John Travolta ve Uma Thurman arasındaki ünlü dans sahnesi doğaçlamaydı (Miramax Films)
8 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Ucuz Roman'da, John Travolta ve Uma Thurman arasındaki ünlü dans sahnesi doğaçlamaydı (Miramax Films)

Quentin Tarantino'nun 1994 tarihli başyapıtı Ucuz Roman (Pulp Fiction), sinema tarihinde çığır açan yapımlardan biri oldu. Zamanı bükerek anlattığı hikayesi, kara mizahı, unutulmaz karakterleri ve tabii ki dikkat kesildiğimiz akıllıca diyaloglarıyla kült statüsünü yıllar içinde daha da sağlamlaştırdı. Ama bu filmi yeniden izlemek, sadece nostaljiyle yetinmek değil; her seferinde yeni bir şey fark etmek demek. Çünkü Tarantino, sahnelerin aralarına hem sinema tarihine hem de karakter psikolojisine dair küçük sürprizler serpiştirmiş usta bir anlatıcı.

Ve size güzel bir haberimiz var: Ucuz Roman bugün bir kez daha sinema salonlarında izleyiciyle buluşuyor. Filmi tekrar izlemeye hazırlanırken, bazı detayları gözden kaçırmamak önemli. Bir bakış, bir replik, bir şarkı ya da arka plandaki bir obje bile bambaşka bir kapı aralayabiliyor. Hem Tarantino'nun zekasını hem de sinema dilinin inceliklerini keşfetmek için size bir yol haritası hazırladık. 

Eğer koltuğunuza kurulup o çantanın içini bir kez daha merak etmeye hazırsanız, işte Ucuz Roman'ı yeniden izlerken dikkat etmeniz gereken 10 detay...

1. Açılış ve kapanış sahnesi

Pumpkin (Balkabağım) ve Honey Bunny (Tavşanım) çiftinin, kafede soygun planı yaptığı açılış sahnesi, sadece filmin değil tüm zamanların en ikonik açılışlarından biri. Ama asıl ilginç olan, bu sahnenin final sahnesiyle birebir kesişmesi.

dfrgt
Ucuz Roman'ın ikonik açılış sahnesi Amanda Plummer ve Tim Roth'un nefis oyunculuklarının eseri (Miramax Films)

Film boyunca hikayenin farklı zamanlarda aktığını ve bazı olayların birbirine paralel yaşandığını fark ederseniz, Tarantino'nun ne kadar matematiksel bir kurguyla çalıştığını görebilirsiniz. Özellikle John Travolta'nın canlandırdığı Vincent Vega'nın hâlâ hayatta olduğu bir sahne finalde görünüyorsa, demek ki aslında o an geçmişte bir yerlerdeyiz... Bu tür zaman kaymaları filmi düz bir çizgide değil, döngüsel bir biçimde izlememizi sağlıyor. Bir nevi, Tarantino'nun zamanı eğip büktüğü ilk büyük sinema deneyi bu.

2. Kahve, kan ve Bay Wolf

Silah patlayıverdi, neden bilmiyorum.

Vincent yanlışlıkla Marvin'in beynini uçurduğunda, Jules'a tam da böyle diyor. Bu, ilk bakışta Tarantino filmlerinde alışık olduğumuz sıradan kanlı bir sahne gibi görünebilir. Ama hemen ardından gelen Bay Wolf sekansı, Tarantino'nun mizah anlayışının ne kadar stilize olduğunun bir göstergesi aslında.

dfrgthy
Harvey Keitel, 1992 yapımı Rezervuar Köpekleri'nde (Reservoir Dogs) de Tarantino'yla çalışmıştı (Miramax Films)

Filmde beyni patlamış bir cesetle uğraşırken bir yandan kahve gurmeliği yapılır ve kriz anında bir "temizlikçi" rock yıldızı edasıyla sahneye girer. Bu sekans, gerçeklikle alay eder gibi hem aşırı ciddi hem de absürt tonlar taşır. Bay Wolf karakteri, klasik gangster filmlerinin "her şeyi çözen adam" figürünün karikatürize halidir. Aynı zamanda izleyiciye şunu fısıldar: Bu, kuralları kendi yazanların filmi.

3. Vincent'ın tuvaletle imtihanı

Film boyunca Vincent Vega'nın her tuvalete gidişi, olayların çığrından çıkmasıyla sonuçlanıyor. Uma Thurman'ın canlandırdığu Mia'nın aşırı doz alması, Bruce Willis'in oynadığı Butch'un eve geri dönmesi, kafe baskını... Hepsi Vincent'ın klozetle randevulaştığı anlarda patlak veriyor. Bu detay, hem kara mizahın bir bir örneği hem de karakterin kaderini şekillendiren alışkanlıklarına bir gönderme.

csdfrgthy
John Travolta, Vincent rolüne hazırlanırken bir uyuşturucu bağımlısıyla görüşerek eroinle ilgili bilgi aldı (Miramax Films)

Tarantino tesadüfleri ustalıkla mizaha ve gerilime dönüştürüyor. Aynı zamanda, yönetmenin "Her an her şey olabilir" hissini güçlendiren küçük ama etkili bir yapı taşı. Tuvalet, Vincent için bir güvenli alan gibi görünse de aslında felaketin başlangıç noktasıdır. Yeniden izlerken, her sifon sesinde içiniz cız edebilir.

4. Çantanın içinde ne var?

Samuel L. Jackson'a göre gerçek cevap "iki pil ve bir ampul". Ama o parıltılı ışık, yıllardır çok daha yaratıcı teorilere yol açtı. En popülerlerinden biri, çantanın içinde birinin (ya da Marsellus Wallace'ın) ruhu olduğu yönünde. Ve Vincent'la Jules'un da onu geri almak için gönderildiği düşünülüyor.

Ancak muhtemelen bu konuda alabileceğimiz en net cevap, filme hikaye yazarı olarak katkı veren ve Quentin Tarantino'yla birlikte En İyi Özgün Senaryo Oscar'ını kazanan Roger Avary'den geliyor. Roger Ebert'in Movie Answer Man köşesinde verdiği bir röportajda Avary şöyle diyor:

Başta çantanın içinde elmaslar vardı. Ama bu fazlasıyla sıkıcı ve klişe geldi. Sonunda çantanın içindekilerin asla gösterilmemesine karar verdik. Böylece izleyici, kendi kafasında oraya neyin yakışacağını hayal edebilecekti. Bilmen gereken tek şey, içindekinin 'inanılmaz güzel' olduğuydu. Hiçbir aksesuar sorumlusu, her izleyicinin hayal gücünden daha iyisini bulamaz. En azından fikir buydu. Sonra birileri (bence bu hataydı) çantanın içine turuncu bir ampul koyma fikrini ortaya attı. Ve işte o anda, her şey olabilecek bir şey, 'doğaüstü bir şeye' dönüştü. Böyle bir etkiyi zorlamaya gerek yoktu. İnsanlar yine yıllarca bunu tartışırdı ve çok daha ince bir detay olurdu.

Bu detay, filmin kült statüsünü perçinleyen en büyük mitlerden biri. Önemli olan içi değil, ona yüklenen anlam. Işıkla aydınlanan o iç kısım, izleyicinin hayal gücüne davet. Her izleyişinizde farklı bir şey düşünmeniz doğal çünkü belki de gerçekten ne olduğunu bilmeniz gerekmiyor.

5. Mia ve Vincent dans yarışmasını gerçekten kazandı mı?

Cevap veriyoruz: Hayır! Jack Rabbit Slim's'ten ayrıldıktan sonra Mia ve Vincent, ellerinde kocaman bir kupayla eve dönüyor. Keyifler gıcır, bir yandan dans etmeye devam ediyorlar. Bu da haklı olarak bize dans yarışmasını kazandıklarını düşündürüyor. Ancak filmin Butch'un olduğu bölümünde, fonda açık olan bir televizyonda, Jack Rabbit Slim's'teki dans kupasının çalındığına dair bir haber duyuluyor.

Yani Mia ve Vincent, aslında kupayı kazanmamış çalmış. Ve biz de bir kez daha anlıyoruz ki, bir Tarantino filmi izlerken sadece ne gördüğümüze değil ne duyduğumuza da dikkat etmemiz gerekiyor.

6. Boks maçından sonra Butch'u götüren taksici

Butch'un maçta rakibini devirdikten sonra kaçtığı sahnede, kendimizi egzotik taksici Esmeralda Villalobos'un arabasında buluyoruz. Esmeralda'yı Angela Jones canlandırıyor ve Tarantino bu rolü özellikle onun için yazmış. Tarantino, Jones'u 1991 yapımı Curdled adlı kısa filmde izlemiş.

fgrthy
Angela Jones, en son 2021 yapımı komedi Natasha Hall'da rol aldı (Miramax Films)

Jones o filmde, cinayet mahallerini temizleyen birini oynuyordu. Tarantino'nun fikriyse Esmeralda'nın, o karakterin farklı bir versiyonu olmasıydı. Esmeralda bu yüzden ölüm konusuna bu kadar takıntılı ve Butch'a "Bir adam öldürmek nasıl bir his?" diye soruyor.

7. Mia'nın aşırı doz sahnesi

Dans yarışmasını "kazandıktan" sonra Mia, Vincent'ın pardesüsünün cebinde bir poşet buluyor. Kokain sandığı bu poşet aslında eroin dolu... Mia, eroini burnundan çekip aşırı doz alıyor. Vincent, onu yerde kendinden geçmiş halde bulduğunda hemen uyuşturucu satıcısı Lance'in evine götürüyor ve ona hayat kurtarıcı bir adrenalin iğnesi yapıyor.

rgthy
Meşhur aşırı doz sahnesinde Tarantino'nun kırmızı noktaya, şırıngaya ve Vincent'ın sıkıntılı yüzüne yaptığı yavaş zoomlar, izleyiciye bir dehşet duygusu yaşatıyor (Miramax Films)

Mia'yı yerde, ağzının kenarında tükürüklerle baygın halde gördüğümüz sahnede, aslında Campbell's marka mantar çorbasına bakıyoruz.

Ayrıca Vincent'ın iğneyi Mia'nın göğsüne sapladığı o meşhur sahne, aslında tersten çekildi. Yani Vincent, aslında iğneyi saplamıyor, geri çekiyor. Dikkatli bakarsanız, Mia'nın göğsündeki işaretin iğne saplandığı anda kaybolduğunu görebilirsiniz.

8. Jules'un "Ezekiel 25:17" tiradı

Samuel L. Jackson'ın canlandırdığı Jules karakteri, birini öldürmeden önce kendi versiyonuyla Hezekiel 25:17'yi okuyor. Ancak İncil'de aslında böyle bir metin yok. Bu süslü metin Tarantino'nun kaleminden çıkma da değil. Aslında bu replik, neredeyse birebir şekilde, 1976 yapımı Karate Kiba adlı dövüş sanatları filminden alınmış. Başrolde Sonny Chiba'nın yer aldığı filmdeki metin, daha sonra Tarantino'nun Kill Bill: Volume 1'de kılıç ustası Hattori Hanzo rolünü canlandıran Chiba tarafından seslendiriliyor.

Bu sahne, Jules'un bir gangsterden fazlası olmak istemesiyle ilgili. Hayatındaki dönüşümün fitilini ateşleyen bu sahte İncil alıntısı, karakterin kaderini ve felsefesini şekillendiriyor. Aynı zamanda Tarantino'nun kelime oyunlarını ve retoriği ustalıkla kullandığını gösteriyor. Bu tirad belki ilahi bir adaletin tecellisi değil ama bir şekilde Jules'un adaletten anladığı şeyi temsil ediyor. Her seferinde tekrar izlenmeye değer bir mini tiyatro performansı adeta.

9. Tarantino'nun ayak fetişi

Tarantino'nun ayak fetişi artık şehir efsanesi değil sinemasal bir imza. Ucuz Roman'da da Uma Thurman'ın çıplak ayaklarını uzun uzun izliyoruz. Dans sahnesindeki klasik ayak hareketleri, evin içindeki yalınayak yürüyüşleri, neredeyse kameraya "poz" veriyor.

sdfrgt

Bu detay, yönetmenin karakterlerine ne kadar kişisel bir bakışla yaklaştığını gösteriyor. Onlar sadece kurgu figürleri değil, saplantıların, arzuların birer izdüşümü. Tarantino sineması, küçük detaylarda kendini ele veriyor. Bu fetiş ögesi de o evrenin samimi ama tuhaf bir parçası.

10. Müziğin anlatıyı sırtlaması

Tarantino'nun Ucuz Roman'da müziği kullanma biçimi, filmin ruhunu ve temposunu belirleyen en güçlü anlatı araçlarından biri. Film, açılış sahnesinde Dick Dale'in Misirlou'su eşliğinde seyirciyi hızla içine çekiyor ve temposunu daha ilk saniyeden hissettiriyor. Tarantino, şarkıları sadece fon müziği olarak değil, karakterlerin dünyasını tamamlayan anlatısal ögeler olarak kullanıyor. Vincent ve Mia'nın Jack Rabbit Slim's'deki dans sahnesinde çalan Chuck Berry'nin You Never Can Tell parçası, karakterlerin anlık özgürlüğünü ve absürt dünyanın ritmini kusursuzca yansıtıyor.

Filmde özel olarak bestelenmiş özgün bir film müziği yok. Kullanılan tüm müzikler önceden kaydedilmiş parçalardan seçilmiş. Tarantino, dönemin eski şarkılarını seçerek karakterlerin zaman ve mekan dışı bir atmosferde yaşadığını hissettiriyor. Honey Bunny ve Pumpkin'in kafedeki soygun sahnesinde kullanılan sessizlik ve sonrasında gelen müzik seçimi, tansiyonu yönetmede önemli rol oynuyor. Mia'nın aşırı doz almadan hemen önce çalan Girl, You'll Be a Woman Soon, ironik biçimde trajediyi vurguluyor. Müzik, filmde olayların ağırlığını hafifletirken, kimi zaman da kara mizahın altını çizerek izleyiciyi rahatsız edici bir keyifle baş başa bırakıyor. Ucuz Roman şarkıların, bir filmin diline ve hafızalara nasıl işleyebileceğinin en çarpıcı örneklerinden biri hiç kuşkusuz...

Indpendent Türkçe