DEAŞ'ın Libya'da canlanma ihtimali

2016’da Libyalı güçlerin IŞİD mevkilerine düzenlediği operasyonlardan bir kare (Getty)
2016’da Libyalı güçlerin IŞİD mevkilerine düzenlediği operasyonlardan bir kare (Getty)
TT

DEAŞ'ın Libya'da canlanma ihtimali

2016’da Libyalı güçlerin IŞİD mevkilerine düzenlediği operasyonlardan bir kare (Getty)
2016’da Libyalı güçlerin IŞİD mevkilerine düzenlediği operasyonlardan bir kare (Getty)

Erdoğan'ın Tunus’a gerçekleştirdiği ziyaretin ardından, birçok Tunus partisi, sendika ve sivil toplum kuruluşu, Tunus’un; Libya’da savaşmak için Suriye’den getirilecek savaşçıların geçiş güzergâhı olma ihtimalinden ötürü tepki gösterdi.
Tunus’taki muhalif güçlerin kaygısı; Suriye’den getirilecek cihatçı savaşçıların Libya’da terör örgütü DEAŞ'ı yeniden canlandırabileceği yönünde.
Muhaliflere göre, Türkiye’nin desteklediği silahlı grupların, Suriye ve Irak örneğinde olduğu gibi Libya’da yeni bir IŞİD oluşturma potansiyeli var.  
Türkiye’nin de resmi olarak müdahil olduğu Libya’daki kaos ortamında yaşanan olağanüstü gelişmeler, savaşın Akdeniz’e ve Afrika derinliklerine de sıçrama ihtimali olduğunu gösteriyor.
Libya’daki DEAŞ tehlikesinin öncesinde sorulması gereken soru, IŞİD’in ilk ortaya çıktığı Irak ve Suriye’deki durumunun ne olduğudur.
Yanıt, Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü araştırmacısı Aaron Y. Zelin’in verdiği bilgilerde saklı. Zelin’in Pentagon verilerine dayandırdığı tahminine göre; DEAŞ'ın halen Irak ve Suriye’de 14 ila 18 bin savaşçısı bulunuyor. Peki bu savaşçılar şimdi tam olarak ne yapıyor? 
Kuşkusuz terör örgütleri üyelerini her zaman yeni hedeflere kanalize etmek için aktif halde tutar, DEAŞ da üyelerini yandaş mahkûmları kaçırmak için planlarla oyalıyor, düşmanlarını yoracak gerilla savaşıyla, kaybettikleri toprakları yeniden ele geçirmeyi hedefliyorlar.
DEAŞ aynı zamanda otorite boşluğu olan bölgeleri yakından takip ediyor ve bu ülkelerde (kendilerine yer açacak) mezhep savaşlarının daha da kızışma ihtimali üzerinde duruyor.
Örgüt’ün terörist operasyonlara harcama yapma noktasında hala finansal gücü var mı?
Birleşmiş Milletler’in Temmuz 2019'da yayınladığı rapora göre, DEAŞ'ın halen yaklaşık 300 milyon dolar tutarında bir bütçesi var. BM raporuna göre DEAŞ kendi üyeleri dışında uyuyan hücrelerinin adına legal alanlara yatırım yapmış durumda. DEAŞ'ın emlak ve oto galeri sektörlerinde yatırım yaptığı biliniyor. ABD Hazine Bakanlığı'na göre, bu yatırımların bir kısmı Türkiye’de, bu doğrultuda bazı döviz büroları ve şahısların kırmızı listeye alındığı kaydedilmişti.
Bu veriler ne anlama geliyor?
Özetle; terör örgütü hala aktif durumda ve arkasındaki karanlık güçlerin desteği ile Akdeniz’i geçerek kendine yeni bir yaşam alanı bulmanın eşiğinde.
Bilindiği üzere Libya’nın doğusunda Mısır Cumhuriyeti yer alıyor, 2013’te Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından desteklenen Mısır’daki yönetimin devrilmesi, iki ülke arasındaki ilişkileri tehlikeli bir şekilde zedeledi. ‘Sahte Bahar’ sonrası adeta bir halife gibi başa geçen Müslüman Kardeşler destekli yönetimin devrilmesi Erdoğan tarafından unutulmuş değil. İhvanı Müslimin’den oluşan beşinci tabur aracılığıyla Mısır’ın iç işlerine müdahale ederek bu ülkedeki istikrarı sarsmayı hedefleyen Erdoğan başarısız olduğu için, Libya’nın doğusundan bu ülkeyi hedef alacak örgütleri destekleyebilir. Mısır ordusu ve yönetiminin son gelişmeleri yakından takip ettiği biliniyor.
Erdoğan’ın bölgesel planlarda Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile yakın işbirliği içinde hareket ediyor. Libya’nın doğusundaki güçlere göre UMH, içinde Müslüman Kardeşler, El-Kaide ve birçok cihatçı örgüt üyesini barındırıyor. Türkiye’nin UMH’yi desteklemesinin biri kuzeyde, öteki güneyde olmak üzere muhtemel sonuçları olacaktır.
Kuzeyden kast ettiğimiz Avrupa’dır, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmamış olması, Batı ile Türkiye arasındaki tarihi düşmanlığı yeniden canlandırmış olabilir. Erdoğan da iç kamuoyuna yaptığı birçok açıklamada bu durumu ima eden dogmatik ifadeler kullanmıştı.     
Libya’da Akdeniz sahillerinde DEAŞ'ın varlığı Avrupa Birliği’ne bir tehdit anlamına gelir. Erdoğan’ın bu gerçekliği, Almanya, Fransa, İtalya ve Portekiz'e karşı koz olarak kullanması da mümkündür. Özellikle Yunanistan ve Kıbrıs’ı kökten dinci terörle tehdit etmesi muhtemeldir. Başkan Erdoğan daha önce yaptığı açıklamalarda, defaaten; Türkiye’nin mültecilerin önünde set oluşturduğunu, istenirse kapıların açılıp milyonlarca mültecinin Avrupa’ya akışının sağlanabileceğini söylemişti. Bu mültecilerin arasında teröristlerin de olacağı zımnen ifade edilmiş oluyordu.
Erdoğan'ın Afrika kıtasının derinliklerine ulaşmak istemesi de muhtemel. Orta Doğu'da ‘Yeni Osmanlıcılık’ hedeflerinin çökmesinin ardından, güvenlik sorunları ve kargaşanın egemen olduğu birçok Afrika ülkesinde etki alanları oluşturmak isteyebilir. Bu ülkelerdeki Şebab Hareketi, Boko Haram gibi cihatçı örgütlerin DEAŞ'a dönüşme eğilimlerinin olduğu açıktır.
Açıkçası Erdoğan’ın Libya’da DEAŞ’ın bir kolunu yaratmak istediğini söylemek gerçeklerle bağdaşmaz. Ancak DEAŞ'a dönüşebilecek potansiyeli olan, tabiri caizse ‘gizliden DEAŞ’lı olan’ örgütlerin canlandırılması söz konusu olabilir. Bilindiği üzere Libya’da Muammer Kaddafi’nin 2011 yılında devrilmesinde İhvan ideolojisinden beslenen kitleler etkili olmuştu. Kaddafi ardından Suriye ve Irak’ta olduğu gibi dini referanslı yönetimler hüküm sürmüş, Misrata’lı savaşçılar ABD özel kuvvetlerin ve F16’ların desteği ile Aralık 2016’da DEAŞ örgütünü Sirte’den çıkarmayı başarmıştı. Söz konusu operasyonda çok sayıda militan öldürülmüş, geri kalanları ise güvenli sığınaklar bulmak için güneye kaçmıştı. Güneyde yeniden yapılanmaya çalışan örgüt, petrol nakliyelerini soymak için eğitim kampları kurmuş ve kaçakçılıktan gelirler elde etmişti. Yeni operasyonlar sonucunda da, sayıları az olsa da bir kısım örgüt mensubu Nijer’e kaçarak, terör faaliyetlerini bu ülkeden organize etmişti.
Sirte’de son dönemlerde DEAŞ'ın yeniden canlanması yönünde korkular var, geçenlerde bölgede, DEAŞ’a üye olma suçlamasıyla 10 kişi tutuklandı, aralarında evinde iletişim sistemi bulunan mühendis bir kadın vardı, ayrıca şehir dışında kontrol noktası kurarak hala var olduklarını ilan ettiler.
Son zamanlarda, zehirli Erdoğan müdahalesinden önce bile, organizasyona sempati duyduğundan şüphelenen on kişi tutuklandığından, Sirte'de endişe tekrar artmaya başladı.
Tunuslular son seçimlerde aldandılar mı?
Başkanlık Sarayı’na kim oturmuş olursa olsun, Tunus Nahda Partisi’nin Müslüman Kardeşler örgütüne bağlılığı tartışılmaz. Nahda; uluslararası Müslüman Kardeşler örgütü ile organik bağı olan bir parti, talimatları da İhvan merkezinden alıp uyguluyor.
Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu (LUO), Libya’da yeni bir IŞİD oluşturulmak üzere Tunus havalimanlarının kullanıldığını ileri sürüyor. Libya Ordusu’na göre Cerbe Havaalanı’na teröristleri taşıyan uçaklar indi, teröristler daha sonra Batı Dağı yolu üzerinden ve Mısrata havaalanı üzerinden Libya’ya giriş yaptı. LUO’nun açıklamasına göre bu savaşçılar arasında çok sayıda Nusra Örgütü militanı yer alıyordu.
Bu bağlamda, DEAŞ’ın önümüzdeki süreçte Tunus’ta da güçlenmesi beklenebilir. Nahda seçimlerde başarı kazanmadan önce Tunus Parlamentosu bu konuda uyarılarda bulunmuştu. Cihatçı örgütlerin geçiş güzergahına dönüşmesi durumunda Tunus’un da bu tehlikeden nasibini alacağı beklenir. Tunus’ta İhvan'ın egemen olduğu bir süreçte cihatçı eğilimin azalmak bir yana, artacağı öngörülüyor.
Libya’da sözde İslam Devleti örgütünün yeniden yapılandığını söylediğimizde sadece öngörülerden değil somut gerçeklerden hareket ediyoruz. Son olarak 5 Aralık’ta yayınladıkları bir video kaydında, aralarında devlet memurlarının da olduğu vatandaşların boğazını kestikleri görüldü. Fukaha kasabasında düzenledikleri eylemde de, elleri bağlı olan kişileri toplu olarak kurşuna dizdiklerini gördük.
İlgili video kaydını DEAŞ'a bağlı Amak ajansı yayınladı, yaklaşık 31 dakikalık video kaydında terör örgütü üyelerinin sivillere ağır işkence yaptığı ve ardından kafalarına kurşun sıkarak infaz ettikleri gözlendi.
Merak edilen soru şu; Avrupa, ortaçağı andıran Libya savaşını ve bu olanları elleri kolları bağlı olarak hiçbir şey yapmadan izleyecek mi? Avrupa’nın Kaddafi rejimini devirdikten sonra ertesi gün için hiç mi planı yoktu?
Amerika Birleşik Devletleri’nin Libya siyaseti niçin hala belirsizliğini koruyor? ABD yönetimi Erdoğan’dan çekindiği için mi Libya’ya askeri müdahalede bulunmuyor? yoksa kendi iç sorunları ve yaklaşan seçimler nedeniyle mi Libya ile ilgilenmiyorlar.
Libya iç savaşı bölgesel bir savaşa dönüşmeden önce Birleşmiş Milletler Anlaşmasının barışla ilgili 7. Maddesi yürürlüğe girmelidir.
Libya’da nüfuzunu arttırmak isteyen Rusya’nın da, Türkiye’yi Libya’da atacağı tehlikeli adımlara karşı uyarması beklenir.



Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
TT

Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)

Mustafa el-Feki
Eski ve modern Arap tarihini araştıran herhangi biri olayların bağlamından, liderliğin doğasından ve yönetimin kalitesinden özgürlüğün her zaman kritik bir konu olduğunu görecektir. Şiirde ve nesirde, övgüde ve hicivde ağırlığı olan bir konuşma özgürlüğünün mirasçısı olan Arapçanın kökenlerinin özgürlük duygusuna ve savunuculuğuna dayandığını keşfedecektir. Burada, ulusal çıkarların sınırlarını aşmayan, ‘diğerleri arasından sivrilme’ mantığıyla şöhret peşinde koşmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen ve diğerini rencide etmeyen sorumlu özgürlüğü kastediyoruz. Özgürlük, insanlığın yaradılışından itibaren alışık olduğu açık ve net bir kavramdır. “Hiç elleri kelepçeli doğan bir bebek gördünüz mü?” diyenler haklılar.  Zira insan hür yaratılmıştır. Hür yaşar ve hür ölür. Bunlar tartışmaya kapalı konulardır. Ama bizi ilgilendiren, insan hakları arasında öne çıkan özgürlük hakkını, modern dünyamızın içinde bulunduğu mevcut koşulları çerçevesinde Araplara ve Arap dünyasında olan bitenlere özel bir uygulamayla nasıl kullanacağımızdır. Bu yüzden Arap ülkelerindeki özgürlük tartışması ve halkların bu tartışmaya karşı tutumu ile ilgili olarak şu maddeleri ele aldık:
1 - Arap dünyası, son on yıl içinde Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat (buyurgan) rejimlerin çöküşüyle ​​diktatörlüklere darbe vurdu. Bu gelişmelerin ardından bölgedeki siyasi harita, olduğu gibi değişti. ‘Arap Baharı’ olayları, Arap dünyasında daha önce var olmayan bir özgürlüğe kapıyı araladığını kabul etmemize rağmen tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak tartışmanın koşulları, konunun netleşmediğini anlamamızı sağlıyor. Arap Baharı olaylarının, büyük güçlerin bazı Arap ülkelerinin içinde bulundukları şartlar üzerinden bölgeyi şekillendirmek istedikleri stratejik bir planın ve bu ülkelerde yaygın olan yolsuzluk, ihmalkârlık ve zayıflığın bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde bu olayların, halkların çektiği acılardan ve yaygın işsizlik oranlarından yararlanılarak değişim sloganlarıyla bu ülkelerin tek bir sisteme dönüştürülmeleri için kullanıldığını da düşünüyorum. Bunu bir kenara bırakalım. Zira bu sistemlerin ömrü, ya devrim niteliğindeki teklifler ya sloganlar sonucunda ya da bazılarının gevşemesi ve kendilerine biçilen ömrün sona ermesiyle bitmiştir.
2 – Araplar bir yanda siyasi bağımsızlık, diğer yanda özgürlükler arasında kemikleşmiş ve yaygın bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Değerler ve fikirlerin kaybolduğu ve özellikle özgürlük tek başına yeterli olmadığından, buna ekonomik özgürlüğün elde edildiği, en kalabalık ve en yoksul sınıfları hesaba katan, çağın ruhuna ve modern teknolojiye ayak uyduran, arzulanan toplumsal dönüşüme de kapıları ardına kadar açan bir reform programının eşlik etmesi gerektiğinden dolayı rahatlığı çağrıştırmayan sahnelerle karşı karşıyayız. Aynı şekilde günümüz dünyasında, gelişmiş ülkelerin geçtiği ve yükselen ulusların her zaman yöneldiği vizyona doğru değişim ve ilerleme yoluyla reform yapabilmemizi zorunlu kılan bazı büyük değişimlerle de karşı karşıyayız. Arapların zamanın medeniyetine çok sınırlı bir yaklaşıma sahip olmaları ve zenginliklerimizin büyük bir bölümünün Arap olmayanlar tarafından kullanılması bizim çıkarımıza değil. Bu yüzden kalıcı bir zihinsel ve entelektüel olgunlaştırma süreci başlatmak da bize düşüyor. Akıl, davranışların belirleyicisidir. Geri kalmışlığın entelektüel bir durgunluk olması gibi değişim de zihinsel bir karardır.
3 – Araplar olarak özellikle büyük bir mirasın gölgesinde yaşadığımız için siyaset ve din arasında bir ayrım yapmamızın zamanı geldi. Memleketimiz semavi mesajların diyarıdır. Bu yüzden dinlerin ve medeniyetlerin döndüğü noktadır. Bu yüzden dinin derinliklerimize kök salması doğal bir durum ve bu iyi bir şey. Fakat asıl sorun, dinin siyasetle iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden taraflar kendi amaçlarına hizmet etmesi için dini kullanmalarına imkan doğar. Bize din adına farklı bir yaşam tarzı dayatmak isterler. Oysa din tüm bunlardan uzaktır. Özgürlük tartışması, semavi mesajları uzaklaşmadan ya da abartmadan anlamak adına dini ılımlılıkla bağlantılı olmalı. Böylece gerçek din, makasidu'ş-şeriat (dini kuralların amaçları) ile tutarlı olarak hayatımızdaki baskın maneviyat kavramı haline gelir. İslam dünyasında dini siyasete alet etme girişiminin ilk etapta dine zarar verdiğini bile düşünüyorum. Siyasete gelince; siyaset petrol gibidir. Yapışkan ve kirlidir. Sonuç, manevraya, ertelemeye, ilerlemeye ve geciktirmeye başvuran siyasi oyunlar ile dini değerler arasında bariz çelişkinin varlığıyla onu takip edenler ve takipçilerinden nefret edenler karşısında dinin yüce çehresini çarpıtır! Siyaset, ahlak nedir bilmezken din, manevi değerlerin damarı ve bizi daha iyiye götüren inancın kaynağıdır.
4 - Ülkemizde özgürlük tartışması, kimi zaman dinle kimi zaman rejimlerle olmak üzere her defasında geçmişten miras kalan değerlerle kesişiyor. Dolayısıyla özgürlüğün insanların ödediği ve milletlerin uğruna çabaladığı bir bedeli vardır. Bu zorlu denklem, bir yanda özgürlükleri, diğer yanda dini duyguları, diğer yanda ise yönetim sistemlerini uzlaştırmaya başlar. Buna sınıflar arasındaki eşitsizliğinin etkisini ve ekonomik durumun bu mesele üzerindeki etkisini eklediğimizde ortaya bir ikilem çıkar. Eskiler, seçim özgürlüğünün bir somun ekmekle bağlantılı olduğunu söylerler. Bunun siyasi anlamı, özgürlük, ekonominin doğal bir ürünü demektir. Bazıları insanların özgürlük ile arayış içerisinde oldukları ufuklara doğru yola çıkmak arasındaki bağı koparmak için halkların öne atıldığı bir tür diktatörlükten bahsedebilirler.
5 – Özgürlük, doğası gereği göreceli bir meseledir. Mutlak özgürlük, gerçeklikten ziyade kurguya daha yakındır. Özgürlüğün önündeki engeller genellikle eğitim, medya ve dini kurumun rolü gibi diğer faktörlerle ilgilidir. Bu yüzden özgürlükler geniş bir cephede ilerliyor. Toplumun bileşenlerini ve halkın mirasını, geleneklerini ve göreneklerini bir araya getiriyor. Bir ülkede belirli bir zamanda kabul edilebilir olan, başka bir ülkede ve farklı bir zamanda kabul edilemeyebilir. Özgürlük, insan hakları sorunlarının en başında geliyor. Bu yüzden imzalanan farklı sözleşmelerde insan hakları ile karakterize edilen aynı ölçülere sahip olması doğaldır. Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü ortak unsurları olduğundan bu konuda büyük bir eşitsizlik yoktur. Aynı durum, ikamet ve hareket özgürlüğü gibi sınırları başkalarının özgürlüğüyle biten kişisel özgürlükler için de geçerli. Burada ‘özgürlük kültürü’ olarak adlandırılabilecek duruma dikkati çekmeliyim. Özgürlük kültürü, eğitimin kalitesine ve her bireyin kendi birikmiş deneyimlerine bağlı olarak oluşan kültürel bir kalıptır. Eskilerin bir sözü vardır: Senin adına ne suçlar işleniyor ey özgürlük!
Bu söz kültürün, insan davranışı ve sosyal düzeyi olduğuna işaret eder. Özgürlüğün anlamı, her döneme ve mevcut koşullara göre şekillenir ve doğasını anlamada önemli bir faktör oluşturur.
Tüm bu maddelerle Arap dünyasındaki özgürlükler tartışmasını aktarmaya çalıştık. Herkesin ülkelerinin günümüz dünyasında modern toplumların çabaladığı amaç ve hedeflerine ulaşmadaki sorunlarına bağlı olarak özgürlüğün anlamıyla ilgili ortak bir formül ve tek bir kavram belirlemeleri için bir uyarıda bulunmayı istedik. Zaman faktörü her zaman siyasi ve toplumsal hareketle bağlantılı olduğundan, görmezden gelinmesi zor bir dönüm noktasından geçtiğimizi anlamalıyız. Dünya bugün çelişkili akımlarla dalgalanan ve sonuçları halkların çıkarları uğruna bazı özgürlüklerin geçici olarak askıya alınması olan bir salgınla karşı karşıya. Burada, özgürlüğün mutlak hakim olmadığını, zaman ve mekan şartlarının yanı sıra eğitim, kültür ve çağdaş dünyamızdaki diğer gelişim tezahürleri gibi bir takım faktörlere bağlı olduğunu bir kez daha vurgulamalıyız.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.