Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli:İran Nasrallah ile Hizbullah içinde askeri darbe yaptı

Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli (Getty)
Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli (Getty)
TT

Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli:İran Nasrallah ile Hizbullah içinde askeri darbe yaptı

Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli (Getty)
Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli (Getty)

Sevsen Mehanna
 Lübnan’ın en etkin iki Şii partisi Emel Hareketi ve Hizbullah'ın takip ettiği politikayı ve İran’ın Ortadoğu'ya yönelik müdahalesini eleştirel tutumlarıyla tanınan Hizbullah’ının ilk Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli, Süleymani ve Muhendis suikastini değerlendirdi. Tufeyli, “Iraklılar, ABD ve ajanlarını Irak’tan kovmak ve İran da haddini bilmek zorundadır” ifadelerini kullandı.
1991 yılında Şeyh Abbas el-Musavi parti liderliğine geçmeden önce 1989 yılında Hizbullah’ın genel sekterliğine seçilen Şeyh Tufeyli, 1997'deki ‘Açlık Devrimi’ni yöneterek, Lübnan’daki Şiilerin kötüleşen sosyal ve ekonomik durumlarını protesto etmek için hükümete karşı sivil itaatsizlik eylemi başlatmış ve nihayetinde durum, Tufayli’nin Hizbullah’tan ayrılmasına yol açmıştı.
Şarku'l Avsat'ın aktardığı habere göre Independent Arabia muhabiri Sevsen Mehanna eski Hizbullah’ın Genel Sekreteri ile Baalbek'teki evinde bir görüşme gerçekleştirdi.
Şeyh Tufeyli’den Komutan Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ve devrimden yaklaşık 23 yıl sonra koşulların yansımaları hakkında görüşlerini paylaşmasını istedik.
Süleymani Tahran rejimi için büyük kayıp
Şeyh Subhi et-Tufeyli, Süleymani’nin öldürülmesi hakkında “Süleymani’yi şahsen tanımıyorum. Suikast, ABD Başkanı Donald Trump’ın yaklaşmakta olan başkanlık seçimlerinde elini güçlendirmek için yapılmış olabilir. Bir ABD’linin öldürülmesinin bu abartılı yanıtı haklı çıkarmayacağı göz önüne alındığında Süleymani’nin bu zamanda öldürülmesi, Irak’ta gerçekleşen sahnenin bir yansıması değil” değerlendirmesinde bulundu.
Medyada yer alan, suikastın İran’ın bilgisi ve koordinasyonuyla gerçekleştiği iddiaları hakkında ise Tufeyli, “İranlıların, Süleymani’nin suikastına katıldığını düşünmenin delilik olduğunu düşünüyorum. Çünkü Süleymani en önemli generallerinden biri ve onunla gurur duyuyorlar. Bölgede yaptıklarını destekleyip desteklememize bakılmaksızın İran'a birçok hizmet verdi” dedi.
Tufeyli, “ABD ve İran arasındaki hiçbir koşulun, örtülü anlaşmaları yok etme düzeyine ulaşacağına inanmıyorum” dedi.
İran ve ABD birbirlerinden faydalandılar
Hizbullah’ın eski genel sekreteri, olayların yankıları ve Lübnan’ın İran’ın yanıtı için bir arena olması olasılığı hakkında ise “Lübnan’dan yanıt hususunda, İran’ın bölgedeki genişlemesinin, ABD uyumu nedeniyle geliştiğini ve karşılıklı hizmet alışverişinde bulunulduğunu düşünüyorum. ABD ve İran arasındaki hiçbir koşulun, örtülü anlaşmaları yok etme düzeyine ulaşacağına inanmıyorum. Kaçınılmaz olarak, ABD’liler ile uygun bir yöntem ve çıkış yolu hakkında bir uzlaşıya ulaşarak İran’ın içindeki ve dışındaki takipçilerinin önünde yüzünü kurtarmaya çalışacaklar. Bir süre önce Beyrut’ta Siyonistler Hizbullah Genel Merkezi'ne saldırdığında, o dönemde İsraillilerle bir yanıt tiyatrosu hususunda anlaşma sağlandı. Yanıt, bu minvalde olacaktı. Süleymani’nin öldürülmesinin, ABD kibri ve İran paranoyası altındaki yoksul ve ezilmiş halklara kurtuluş getirmesini umuyoruz” ifadelerini kullandı.
Hizbullah, yolsuzluğun bir parçası
Şeyh Subhi el-Tufeyli, Lübnan’daki halk intifadasına dair Hizbullah’ın rolü ve konumu hakkında da dikkate değer bir görüşe sahip. Öyle ki Tufeyli, “Hizbullah, Lübnan'daki kota rejiminin bir parçasıdır. Bu nedenle yolsuzluğun da en esas payadasını o yapıyor. Zira özellikle reform konusunda en yetenekli olduğu ve bu konunun en büyük sorumlusu olduğu düşünülüyor. Ama yolsuzluğun bitirilmesi, Hizbullah’ın da bitişi demektir. İntifadanın zaferinden, adaletin zaferinden veya yolsuzluğun zaferinden bahsediyoruz. Bu durum, yolsuzluğun tüm ayaklarını yenmek anlamına geliyor. Bu durumda Hizbullah, kendisini savunamaz ve yolsuzlukların bir parçası olmadığını, aksine bozgunculara karşı ana savunucu olduğunu söyler. 1997 yılında Açlık Devrimi’nin karşısında durdu, İran ve Esed rejimi ile birlikte reform çağrısında bulundu. O dönemde Lübnan devleti, talepleri karşılamaya yakındı. Eğer devrimimiz başarılı olsaydı, tanık olduğumuz bu duruma düşmezdik. Hizbullah, isimleri diğerleri kadar parlak olmasa da adı yolsuzluklara karışan birçok ismi barındırıyor. Bu sebeple de bu yozlaşmış sistemi koruyor. Bu yüzden de Kota rejimine bağlı kaldığını ve onu beslediğini görüyoruz. Hükümetin hayatta kalması ve istifasının önlenmesi hususunda önemli şekilde ısrarcı. Sonra hükümeti yenilemeye çalıştı. Yaklaşık 2 ay boyunca Başbakan Saad Hariri hususunda ısrar ederek, bir öncekine benzer bir hükümet kurulması söylemine geri döndü. Hükümetin hayatta kalması ve savunulması konusunda kayda değer düzeyde ısrarcı olan tek kişi Haririydi” değerlendirmesinde bulundu.
Tufeyli, Lübnan kota sistemi içerisinde Hizbullah tarafından korunan tüm isimleri zikretmekte de tereddüt etmezken, “Şii liderlik başta olmak üzere Dürzi, Sünni ve Maruni olan parlak isimler, yolsuzluklarda istisnasız şekilde kök salmış haldedir” dedi.
Ülkedeki yolsuzluğun ilk koruyucusu Hizbullah’tır. Hepsi, yolsuzluklarda pay kapmak istiyor. Ancak zayıf yönleri, onları engelliyor.
Mezhepçi lider demek isterken Hizbullah ve Emel ikilisini kastedip etmediği sorusuna ise, “Hayır ikili değil. Yani ülkedeki yolsuzluğun ilk koruyucusu Hizbullah’tır. Hepsi, yolsuzluklarda pay kapmak istiyor. Ancak zayıf yönleri, onları engelliyor. Bazıları, soygunculuk arzularına sahip, ama kılıçları kısa/güçleri yetersiz. Ama bu arzuyu en fazla taşıyanlar ise, Emel Hareketi gibi uzun bir kılıca sahip olanlar” ifadelerini kullandı.
İran, yolsuzluk yapanları koruyor
Şeyh Subhi el-Tufeyli, İran Devrim Rehberi Ali Hamaney’i Irak ve Lübnan’daki en büyük yolsuzluk savunucusu olarak tanımladı. 250’den fazla insanı öldüren ve 11 bin insanı yaralayanların da onun silahlı adamları olduğunu hatırlatan Tufeyli, “Lübnan’daki silahlı adamlarınızı da öldürdük” dedi. Tufeyli, “Hizbullah, İran’ın emirlerini doğrudan ve tamamen uygulamaya koyuyor. Kısacası Hizbullah’ın Lübnan’da izlediği politika, İran tarafından benimsenen bir politikadır. Tahran, Lübnan’da yolsuzluk yapan kişileri korumak istiyor. Başarılı bir devlete veya ekonomiye sahip olmak ya da Lübnan halkını güçlendirmek onun çıkarına değil. Denklem açık. Lübnan ne kadar zayıfsa İran da onu, o kadar elinde tutabilir. Bunun tersi de geçerlidir. Ülke siyasi veya ekonomik olarak iktidardan ne kadar çok memnunsa, dış güçlerin eli zayıflar. Dolayısıyla Lübnan’ın gücünün kalıcı olarak yok olması, İran’ın çıkarınadır” dedi.
Esed'i İran ayakta tutuyor
Tufeyli, “İkinci mesele, hiç kimse Suriye’de yozlaşmış, zalim ve katliamcı bir diktatörlük olduğunu ve Suriye halkının kurtulmaya, iyi bir devlet kurmaya ve adaleti sağlamaya çalıştığını inkâr etmiyor. İran, kendi lisanıyla Suriye rejimi lideri Beşşar Esed’in gitmeyi düşündüğünü açıkladı. Ama ona baskı yaptı ve kalmasını istedi. Suriye’de bir iç savaş hazırlığı yaptı. Daha sonra olanların da tam sorumluluğunu o taşıyor. Suriye savaşında Lübnan Şiilerini, Hizbullah’ın kanatları altına sürükleyen oydu. Suriye halkına ve bölgeye karşı yapılan bu adaletsiz savaş, başarısız olduğunda, ülkeyi bitiren Rusların yardımına başvurmak zorunda kaldı” ifadelerini kullandı.
Yaklaşık 500 Iraklıyı öldüren ve 200 bin eylemciyi yaralayan kim? Onları evlerinin önünden kaçıran ve öldüren kim?
Şeyh Subhi el-Tufayli, sözlerinin devamında ise şunları söyledi:
“Lübnan’a benzeyen Irak hususunda, olasılıklar, tasavvurlar, spekülasyonlar, analizler veya bana söylenenlerden bahsetmiyoruz. Ben bir tanıktım. İranlı yetkililer ABD ile müttefik olmaya çalıştılar. Şii siyasi muhalif hareketleri, o zamanlar, Saddam Hüseyin’e karşı, ABD’ye itaat ve sadakat sunmaya yöneldi. Nitekim ABD’liler, Şiilerin ABD işgalinin hizmetinde olmaları koşuluyla İran’ın anlayışı ve güvencesi dışında Irak’a girmediler. Olan buydu. Bu yüzden ABD, Irak’a İranlılarla işbirliği ve koordinasyon ile girdi ve sahada pratik açıdan müttefik oldular. Irak, çok zengin bir ülke. Bölgedeki ikinci en büyük petrol rezervine sahip. Ekonomik potansiyeli oldukça büyük. Ama tamamen yağmalandı, herkes tarafından. Oğulları ise haksızlıklar içinde korkunç şekilde öldürüldü. Bugün ne ABD ne de İran’da gösteriler var. Bu durum, halkın açlık çığlığıdır. Yaklaşık 500 Iraklıyı öldüren ve 200 bin eylemciyi yaralayan kim? Onları evlerinin önünden kaçıran ve öldüren kim? Meydanlarda katliamlar var. Şu ana kadar Iraklı yetkililer, yolsuzluk rejiminin bir parçası oldukları için neler olup bittiğine dair soruşturmalar yürütmedi. Irak halkı ne talep ediyor, adalet mi, hukuk devleti mi ve yolsuzluk yapmayan bir hükümet mi istiyorlar? İran rejimi, neden Irak'ta intifadaya karşı çıkıyor, neden Iraklı yetkililerin protestoculara müdahale etmesini istiyorlar?"
Tufeyli, sözlerine ABD'nin Ortadoğu politikalarını değerlendirerek devam etti:
"ABD, güçlü ve adil uluslar olmamızla ilgilenmiyor. Ayrıca İran, Lübnan gibi Irak’ı da zayıf tutabilmekle ilgileniyor. Acımız, açlığımız, kahrımız ve aşağılanmamız bu iki ülkenin çıkarınadır. Kerkük’teki füze saldırısına karşılık olarak ABD büyükelçiliğine ve bazı ABD üslerine saldıran İran güçleri ve ABD’liler arasında bir tür ilişki var. İkisi de Irak halkının sırtından geçiniyor.
İran politikasına gelince, ABD işgali başlığı altında açlıklarını ve acılarını unutan Iraklıların işgali onların yararınadır. İran, Irak topraklarında başlattığı şeyleri, ABD ile çatışma başlığı altında takip edebiliyor. ABD de aynı şekilde davranıyor. Her ikisi de ülkenin kötülüğünü istiyor. İranlılar, eylemcileri öldürüyor, ABD’liler Haşdi Şabi’yi öldürüyor. İki şekilde de ezilen taraf Irak halkı oluyor”.
Bölge halkları fedakâr
Hizbullah’ın eski Genel Sekreteri, İran hegemonyasına karşı çıkabilen ve ABD müdahalesini durdurabilen bir Arap projesinin yokluğu dolayısıyla Arap ülkelerine de eleştiri oklarını yöneltti. Şeyh Subhi el-Tufeyli, “Arap ülkeleri ortada yok, Siyonist uşağı işe yaramaz kişiler var. Arkadaşı Binyamin Netanyahu ile gurur duyanlar var. Ülkelerimizdeki iktidarlar, Batı tarafından desteklenen rejimlerdir. Bu yüzden insanlar ayaklandığında bastırılıyor.
Bu rejimler açısından, halklar fedakardırlar ve kanları ucuzdur. Filistin’deki tüm baskılar, tüm adaletsizlik ve tüm zulüm, hapishanelerin içindeki ve dışındaki kadınların, çocukların ve erkeklerin hiçbirini es geçmedi. Bu halk çok fedakar! Suriye halkı, sınır dışı edildikleri her ülkede yok edildi, terk edildi ve küçük düşürüldü. Lübnan’daki statüleri bunun bir kanıtı ve Suriyeliler hala sabrediyor. Lübnan’da ve Irak’ta tüm baskı ve cinayetlerle birlikte sokaktan çekilmeyen halk, öldürüldü ve yaralandı ama ayakta kaldı. Elinde pankart taşıyan Iraklı bir gence ilişkin bir sahne var. Çevresinde kurşunlar uçuşuyor, ama o, yerinden hareket etmiyor. Mermilere karşı kararlı şekilde direniyor. Libya halkı da birçok şeye tahammül ediyor. Sudan’da rejimi devirmek için gösteriler yapılıyor. Ordu müdahale etti, gerçek yönetim ordunun elinde. Halkın yönetimde olması yasak. Bölge halkları, bedel ödeyen güçlü halklardır. Adaletsizlik, zulüm, baskı, saldırganlık ve yolsuzluğa dair bilinçli bir cesaret mevcut” değerlendirmesinde bulundu.
Bazı Afrika ülkeleri de dahil Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’ta görüldüğü üzere İran’ın bölgedeki genişlemesinin, ABD’lilerin gözü önünde gerçekleştiği açıkça anlaşılmalıdır.
Siyasal Şiilik marjinalleşiyor
“Tüm Arap hezimetlerine karşılık İran’ın hırslarını yerine getirebildiğini görüyoruz. Bugünlerde Şii olmak ne anlama geliyor? Bölgedeki siyasi Şiilik, özellikle Hizbullah’ın Suriye savaşına müdahalesi sonrasında marjinalleşirken, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif arasında bir olaydan söz edeceğim. ABD’liler, bölgedeki varlıklarını güçlendirme hususunda hiçbir itirazları olmadığını belirtti. Bazı Afrika ülkeleri de dahil Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’ta görüldüğü üzere İran’ın bölgedeki genişlemesinin, ABD’lilerin gözü önünde gerçekleştiği açıkça anlaşılmalıdır. ABD’lilerin yerinde olsaydık, gözlerimiz ekonomik ve medeniyet açısından zengin bir bölgede olsaydı, ABD politikasının benzerini uygulardık. Yani bölgede geleceği olmayacak tarafı teşvik ederdik. Zira İslam dünyasının ana gövdesi Ehl-i Sünnet olduğundan  Şiilerin bölgede etkin, belirleyici bir geleceği olması mümkün değil. Hiç kimsenin bu düşünceyi savunması mümkün değil. Şii düşüncesi, İslam, Ehl-i Beyt, Hz. Ali ile ya da bir başkasıyla ilişkili değil. Bu düşünce, bölgeye yabancı olan dinlerden geldi ve pazarlanamaz. Dahası biz Şiiler azınlık bir grubuz. Bölgenin geleceğini şekillendiremeyiz. Bölgenin geleceği, Müslümanların genel çoğunluğuyla şekillenir. Bugün Sünni dünyası olarak bilinen şey budur. Şii varlığı ise maalesef sadece bir engeldir. Bu varlık, büyür ve etkili hale gelirse, etkinliği ulus için zararlı olacaktır ve hiçbir yararları dokunmayacaktır. Dolayısıyla ABD’nin Şiileri güçlendirmeye gösterdiği ilgi buradan kaynaklanıyor.”
Ne Sünniyim ne de Şii!
Şeyh Subhi el-Tufeyli, sosyolojik olarak Şii toplumuna bağlı olduğunu ifade ederken, “Evet, ama ben Sünni de değilim Şii de. Kur’an’ın söylediklerini yaparım. Çünkü bugün Sünnilerin yaptıkları, sahabelerle de Resulullah’la da ilişkili değil. Şiilerin yaptıklarının da Resulullah’la, Ehl-i Beyt ile ve Kur’an ile bir ilgisi bulunmuyor. Bunlar diğer projelerle ilgilidir. Biz din ticareti yapmıyoruz, Rabbi ile ilgilenenlerin alkışa da tezahürata da ihtiyacı yoktur. İran, din ticareti yapıyor. Buradan ABD’lilere kapıları açtı ve Lübnan’ı, Suriye’yi ve Yemen’i yıktı” ifadelerini kullandı.
Tufeyli, “Bölgeye girmek isteyen herkes, hedef ve emellerine ulaşmak için mezhepçi İran’ı kullanıyor. Saddam Hüseyin’in bir diktatör ve bozguncu olduğuna bakılmıyor. Ama İran’ın desteği olmasaydı ABD, Irak’a girip, Şiileri susturup, onları ABD askeri aracının hizmetine sokamazdı. Bu da bir gerçektir. Bugün İranlı hiç kimsenin ya da müttefikinin ABD’lilere saldırmaya hakkı yoktur. Bundan siz de sorumlusunuz ve siz de suçlusunuz! Eğer ABD’liler bir Iraklıyı öldürdüyse, buna siz de ortaksınız. ABD’liler bir Filistinliyi istismar ederse, bunun ortağısınız. Eğer ABD’liler bir Suriyeliye saldırırsa, siz de buna ortaksınız. Çünkü onları bölgeye getiren sizdiniz ve bölgeye karşı komplo kurdunuz. Bölgeyi yıkan sizsiniz. Ben ABD’lilerle şiddetli şekilde savaştım. ABD’lilere karşı dururken aynı zamanda İranlılara karşı da durdum” dedi.
İran, direnişi istismar ederek Lübnan’ı sömürdü
Ondan ayrıldıktan sonra Hizbullah’ın politikasını kimin değiştirdiği ve şu anki yolunun nereye doğru olduğu, Hizbullah’ın hala direniş gösterip göstermediği, siyasallaşıp siyasallaşmadığı ve bir iktidar partisi olup olmadığı hakkında da açıklamada bulunan Tufeyli, sözlerini şöyle sürdürdü.
“Hizbullah, ilkeler ışığında kurulmuş bir kurum. Bu dünyada kimse, ne yapacağını planlamadan adım atmaz. Lübnan çöküp İsraillilerin eline geçtikten sonra Lübnan’daki Emel Hareketi Başkanı Nebih Berri başta olmak üzere Lübnan’daki gettolar işgale teslim oldu. Ülkenin işgal edildiğini, Siyonist yörüngenin bir parçası haline geldiğini gördük. Lübnan, İsrail etrafında dönen bir uydu haline geldi. O dönemde zorlandık. Ben dindar bir adamım. General değilim. Ama zorunluluğun hükümleri var. O zamanlarda İmam Humeyni ile iyi bir ilişkimiz vardı ve İran’da devrim yeni olmuştu. Devrimden önce ve sonra İran’daydım. Bu yüzden bize destek sağlamaları adına bu ilişkiden yararlandık. Çünkü askeri eylem ve özgürlük yetenek gerektirir. Ancak tüm ülkeler gibi, dünyevi ve çıkar projelerine sahip olan tüm insanlar gibi İran yönetimi de Lübnan’ı kullanmaya, "Direniş" söylemiyle insanları istismar etmeye başladı. O günlerde farkındaydım, kör değildim. Sadece İsrail düşmanıyla savaşmadığımı biliyordum. Ayrıca Lübnan halkının çıkarlarına hizmet etmeyen tahakküm projelerinden korkuyordum. Bu bağlamda İran devletinin daha o zamanlarda İsrail'e direniş ile ilgisi olmayan askeri projeleri olduğunu hatırlıyorum. Beyrut’taki Zavarib’de mezhep savaşlarına girdiler, suikastlar düzenlediler”.
Tufeyli, İran'ın amaçlarını gerçekleştirmek için kimi hedeflediğine de değinirken Tahran rejiminin Lübnan Şiilerini birbiriyle çatıştırarak nasıl kontrol altına aldığını detaylarıyla açıkladı: “Lübnan halkı olarak, İran askeri kadrolarını ve uzmanlığını kullandık. Bu kadrolar, o zamanlarda bizim gençlerimizle de birlikteydiler. İsrail düşmanıyla savaşmak için planlama, yönetme ve benzeri konularda uzmanlıklarını kullanan bazı memurlarımız vardı. Bulundukları konumlardan yararlandılar. Emel ve Hizbullah arasındaki çatışmanın başlangıcında Lübnan’ın güneyindeki Nebatiye şehrine saldırdılar. İranlılar, Sur şehrinde Emel'e kurtarılmış bölge bırakmak  karşılığında Nebatiye’de bir kurtarılmış bölge kurma projesine sahipti. Böylece Suriye kontrolü dışında bir nüfuza sahip olacaklardı. O zamanlarda Hizbullah olarak Emel ile çatıştık. İranlılar; Hizbullah ve Emel arasında üç yıllık bir fitne oluşturdu. Bunun tüm sorumluluğu İran'a aitti. Askeri liderleri yargıya yönlendirdik. Çünkü çatışmalar, benim emirlerime rağmen yapılmıştı. Ancak İran yönetimini temsilen bir heyet ülkeye gelerek Hizbullah Şura Konseyi üyelerine gitti ve vatandaşlarının yargılanmamasını istedi. Tahran’dan bana, askeri yargılanma istemedikleri hususunda bir mesaj geldi. Ancak yargı konusundaki fikrimde kararlı kaldım. Sonradan ortaya çıktı ki alaycı ve saygısız bir şekilde İranlılar, Hasan Nasrallah’ı benim bilgim olmadan örgütün silahlı kanadına  liderlik etmesi için görevlendirdi. Bu basit bir ayrılık değil örgüt içinde askeri bir darbeydi. Aslında Hasan Nasrallah ve Humeyni’nin liderlik emirlerine uyuyorlardı. İran’ın fitne projesine karşıydık. Evet o zaman, Hizbullah’ın Genel Sekreteri’ydim. Ama öldürenleri, fitne yayanları yargılamak istedim. Emel Hareketi ile fitne tedavisi başlığı altında İran’dan gelen bir komite ile yapılan bir toplantı sırasında, başlangıçta bir polemik oluşturdular ve nihayetinde isteklerini söylediler. İranlılar, tüm yeteneklere sahip. Direniş projesini kim finanse ederse onu durdurmak isterler. Bize de söylediler: Gelecek ay için paramız yok, yani işimiz bitti. O zaman kabul ettim. Ancak bir şartla. Heyet, Emel ve Hizbullah arasındaki çatışmayı durdurarak polis memuru Dr. Beşarti başta olmak üzere Beyrut ve Şam büyükelçilerini, Muhafızlar Bakanlığı’ndan, Güvenlik Bakanlığı’ndan ve Dışişleri Bakanlığı’ndan insanları içerecekti. Çünkü bu çatışmaya girmemizin hiçbir gerekçesi yoktu ve güvence istiyordum. Ama bana güvence vermeyi reddettiler. Nihayetinde de dedim ki, ya iki örgüt arasındaki çatışmayı durdurun ya da heyetin başkanı benimle Nebih Berri arasında bir arabulucu olacak ve Berri'nin mesajlarını müdahaleniz olmadan bana iletecek. Bunu da reddettiler. O zaman da dedim ki, ben Hizbullah’ın Genel Sekreteriyim. Güvencenin sizin elinizde olduğunu biliyorum. Ama bunu istemiyorum. Onların politikalarını o zamandan beri biliyoruz. Onların manipülasyonunu ve hilelerini biliyoruz. Allah’tan korkmuyorlar”
Sonradan ortaya çıktı ki alaycı ve saygısız bir şekilde İranlılar, Hasan Nasrallah’ı benim bilgim olmadan örgütün silahlı kanadına  liderlik etmesi için görevlendirdi. Bu basit bir ayrılık değil örgüt içinde askeri bir darbeydi.
İran’ın hedefinin önce Lübnan Şii toplumunu kendi kontrolü altına almak ardından da tüm Lübnan'ı bu güdümlü örgütle ele geçirmek olduğunu belirtti:
“Şiiler, bu yolla mı iktidara geliyorlar, size sundukları ne? Şu an Irak’ta olduğu gibi? Anlatılanlar açlık, sindirilme, lafı dolandırmaydı. Nebih Berri veya Hasan Nasrallah’ı Lübnan'ın esas patronu yapacak olanlar da ülkeyi talan eden siyasi elitlerdi. Hamaney Irak halkının katledilmesinden ne elde etti? Ölüm, baskı, yağma ve aşağılama. Herkesten önce Şiiler tarafından aşağılanacaklar ve lanetlenecekler. Ülkeler ve medeniyetler, hırsızlarla veya ahlaksızlarla inşa edilmez, onurlu insanlarla ve adaletle inşa edilir. Lübnan'ın rejim şeklini değiştirmek istediklerini düşünmüyorum. Amaçlarının ise bölgeyi zayıflatmak olduğuna inanıyorum. Onlar efendidir. Hz. Muhammed’in ümmetinin, Kur’an’ın ümmetinin, İslam’ın ümmetinin ve 1400 yıldan uzun bir süredir insanlığı yöneten bir ümmetin yok edilmesi o kadar kolay değil.”
Lübnan’ın kanser sorunu
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı röportajda Tufeyli, Lübnan'da Ekim ayında başlayan halk hareketi sonrasında ülkenin karşılaştığı zorluklardan da söz etti. Şeyh Subhi et-Tufeyli, ifadelerini şöyle sürdürdü:
“Eğer 1997 yılındaki Açlık Devrimi’nde tek başımıza olmasaydık, bugün ulaştığımız bu acı ve ıstırap yıllarından kendimizi kurtarabilirdik. Lübnan’daki yolsuzluk ve yozlaşma çok büyük, tüm Lübnanlıların düşündüğünden de daha fazla. Normal bir Lübnanlı gerçek yolsuzluğun boyutunun ve bu yöneticilerin Lübnan halkını nasıl gördüklerinin farkında değil. Lübnanlılar, birkaç gösteriyle sorunun üstesinden gelebileceğini düşünebilirler, ancak hayır. Lübnan’ın sorunu kanserli oluşudur. Çaba, sabır ve kararlılığa, karşıt kesimlerin uzlaşısına ihtiyaç var. Mezhep liderleri ise halkı zorla boyunduruk altına almak üzere kendi planlarını uyguluyorlar.
Bence işler şu ana kadar iyiydi. Halk olarak iyi adımlar attık. 17 Ekim'de başlayan İntifada, daha büyük bir ivme, daha fazla farkındalık ve baskı ile devam etmeli. Aziz, cömert, saygılı, adil ve canlı bir ülke inşa etmek için sokaklarda ne kadar kalırsak, gözlerimiz de hatalara o kadar açık kalır, bir adım ilerleriz. Bunlar 10 ya da 20 yılda inşa edilemez. Bilgili ve olgun bir insana ihtiyaç var. İnanıyorum ki, inşallah Lübnanlıların çoğunluğu bu yoldadır”.
İç savaş uzak ihtimal
Tufeyli, Lübnan’da bir iç savaşı uzak bir ihtimal olarak görürken, “Ben rahatım. İç savaş mevcut değil. Çünkü İran rejimi İsrail işgaline karşı teslim etmediklerini öne sürdükleri Hizbullah silahlarını bir iç savaş pahasına boşa harcamaz. Bizi koruduğuna inandığımız silah, gerçekte İsrail sınırını koruyor. ABD’liler de uzun bir süre Lübnan’da bu sınırları korudu, İsrail’i korudukları için onlara destek verdi. Hizbullah’ın, sınırdan uzaklaştığını var sayalım, Hizbullah gibi koruma sağlayacak kim var? Bu yüzden Lübnan’da iç savaş yok, rahat olun. İran, bir iç savaşın kolay bir risk olmadığını da biliyor. Suriye’de İran ekipleri Hizbullah, Irak, Hindistan, Pakistan, Afganistan'dan getirdikleri Şii milisler ve Esed ordusuyla birlikteydi. Kendilerini ölümden kurtarmak için kitle imha silahı olan Rus ordusunu kullanmak zorunda kaldılar. İç savaş, birilerinin karar verebileceği kolay bir durum değildir” dedi.



Halep Valisi Azzam el-Garib: Kürtler ve Şeyh Maksud mahallesi sakinleri ile ilişkilerimiz iyi, devletin egemenliğine geri dönecekler

Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
TT

Halep Valisi Azzam el-Garib: Kürtler ve Şeyh Maksud mahallesi sakinleri ile ilişkilerimiz iyi, devletin egemenliğine geri dönecekler

Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)

Abbas Şerife

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı röportajda Halep Valisi Azzam el-Garib, ‘Kürtlerle ilişkilerin olumlu olduğunu ve bu ilişkilerin köklü bir arada yaşama temeline dayandığını’ söyledi. Vali Garib, 10 Mart'ta Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yapılan anlaşmanın Halep'teki Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerini kapsadığını ve ‘bu mahallelerin tamamen devletin egemenliğine geri dönmesinin ve Halep Şehir Konseyi'nin yönetimi altında hizmetlerin yeniden sağlanmasının öngörüldüğünü belirtti.

Şehrin DEAŞ’a bağlı hücreler de dahil olmak üzere ‘karmaşık güvenlik sorunları’ ile karşı karşıya olduğunu belirten Vali Garib, güvenlik güçlerinin ‘Hayderiya, el-Halk ve es-Safira mahallelerinde terörist faaliyetlere karışan kişileri yakalamak amacıyla özel operasyonlar düzenlediğini’ açıkladı. Suriye'nin ikinci büyük şehri olan Halep'te silahların kontrol altına alınamamasının büyük bir sorun olduğunu ve gönüllü silah teslim programları aracılığıyla yasadışı silahları topladıklarını ifade eden Vali Garib, yetkililerin güvenliği artırmak için 2 bin güvenlik kamerasının kurulması çalışmasına başladığını belirtti. Vali Garib, istikrar ve yeniden yapılanma ile Halep’in 5-10 yıl içinde ekonomik başkent olarak eski konumunu geri kazanacağını söyledi.

Türkiye'nin Halep'in istikrarında ‘merkezi’ bir rol oynadığını ve ‘stratejik bir ortak’ olduğunu vurgulayan Vali Garib, “Türkiye'nin Suriye topraklarında herhangi bir emeli olduğunu düşünmüyorum” diye devam etti.

İşte Halep Valisi Azzam el-Garib ile gerçekleştirilen röportajın tam metni:

*Bu geçiş döneminde özellikle Halep rejim ordusu tarafından savaş ve yıkımdan çok fazla zarar gördüğünden karşılaştığınız zorluklar neler? Birkaç gün önce başlatılan “Senin için ey Halep” girişimi ne anlama geliyor?

Suriye'nin karşı karşıya olduğu zorluklara rağmen Halep, güvenlik istikrarını güçlendirme, idari performansı iyileştirme, enerji krizlerini çözme ve devlet kurumlarını yeniden kurma ve kamu hayatının düzenini sağlama konusunda ulusal uzlaşıları uygulama çabalarını sürdürüyor.

Birkaç gün önce, ‘Senin için ey Halep’ adlı bir girişim başlattık. Bu girişim altyapıyı iyileştirmek, güvenlik durumunu düzeltmek, parkları ve sokakları güzelleştirmek, sağlık ve eğitim hizmetlerini iyileştirmek ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünü hızlandırmak amacıyla valiliğin desteğiyle başlatılan bir sivil girişimdir.

İstikrar ve yeniden yapılanma ile Halep, uluslararası ve yerel destek sağlanması koşuluyla Halep’in 5-10 yıl içinde ekonomik başkent olarak eski konumunu geri kazanacak.

*Halep vilayetinin karşı karşıya olduğu en önemli güvenlik sorunları nelerdir? Özellikle güvenlik, kalkınmanın iyileştirilmesi ve yatırımcıların çekilmesi için en önemli faktör olduğu bilindiği üzere, güvenlik istikrarını sağlamak için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Halep, Beşşar Esed rejiminin düşüşünden sonra karmaşık güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya. Ancak, özellikle SDG ile yapılan ve Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerini kapsayan anlaşmanın ardından, güvenlik tehditlerinde önemli bir azalma görüldü. Bununla birlikte, başta aşağıdakiler olmak üzere birçok sorun halen devam ediyor:

1- DEAŞ’a bağlı hücreler: Güvenlik güçlerinin Hayderiya, Helek ve Safira mahallelerinde gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda terör faaliyetlerine karışan unsurlar yakalandı.

2- Eski rejimin kalıntıları: Güvenlik operasyonları kapsamında ihlallere karışan kaçak kişilerle sert bir şekilde mücadele edilirken, geçiş dönemi adalet komisyonları da faaliyete geçirildi.

3- Kaçak silahlar: Gönüllü teslim programları aracılığıyla yasadışı silahların toplanması.

4- Daha fazla istikrar sağlamak için, güvenlik güçlerinin yeniden yapılandırılması, birleşik yerel güçlerin eğitilmesi ve toplumsal diyalog ve girişimler yoluyla güvenin güçlendirilmesi.

5- Senin için ey Halep Girişimi kapsamında güvenlik kameraları yerleştirmek üzere ‘Güvenliğimiz Geleceğimiz’ projesi başlatıldı. Fiber optik kabloların döşenmesinin yüzde 80'ini tamamladık ve ikinci aşamada güvenliği artırmak için 800 bin dolarlık bir maliyetle 2 bin kamera kurmayı hedefleniyor.

df
Başkent Şam'ın Duveylia bölgesindeki Mar İlyas Kilisesi'nde meydana gelen intihar saldırısının yol açtığı hasar ve kan, 22 Haziran 2025 (AFP)

*Halep, ulusal üretime büyük katkı sağlayan Suriye'nin ekonomik başkenti olduğu biliniyor. Yerel ekonomiyi canlandırmak ve yatırımı teşvik etmek için ne gibi planlarınız var? Halep yeniden Suriye’nin ekonomik başkenti olacak mı?

Halep muazzam bir ekonomik potansiyele sahip. Ancak önceki rejimin mirası olan kurumsal gevşeklik, idari yolsuzluk, verimsizlik ve dengesiz vergi sistemi gibi sorunlarla boğuşuyor. Planımız şunları içeriyor:

İlk olarak, vergi sistemini reform etmek ve büyümeyi teşvik etmek için hükümetle koordinasyon içinde vergileri yeniden düzenlenmesi.

İkincisi, geleneksel sektörlerin canlandırılması ve Şeyh Neccar gibi sanayi bölgelerinin yeniden yapılandırılması, vergi kolaylıkları ve enerji desteği sağlanması. Ayrıca Halep’teki turizm sektörünü destekleyecek çeşitli atölye çalışmaları düzenledik.

Senin için ey Halep girişimi kapsamında, ‘Işılda ey Halep’ projesi Halep'in doğu ve batı sokaklarını aydınlatmaya devam ediyor. 2,3 milyon dolarlık bir bütçeyle 11 bölgede 3544 aydınlatma ünitesi kurmayı hedefledik. Sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde ilk aşamayı (45 km için 932 aydınlatma ünitesi) tamamladık ve ikinci ve üçüncü aşamaları Halep kırsalını da kapsayacak şekilde tamamlayarak ticari faaliyetleri güçlendirdik.

Halep'in yeniden ekonomik başkent olmasına gelince istikrar ve yeniden yapılanma ile Halep, uluslararası ve yerel destek sağlanması koşuluyla, 5-10 yıl içinde eski konumunu geri kazanma adaylığı için uygun olacak.

Türkiye'nin Suriye topraklarında herhangi bir emeli olduğunu sanmıyorum, özellikle de Türkiye her zaman Suriye topraklarının bütünlüğünü desteklemiş ve bölünme projelerini reddetmiştir.

Kürt sorunu, Suriye genelinde zorlu bir sorun oluşturuyor. Ancak Halep düzeyinde sorarsak, Eşrefiye ve Şeyh Maksud'daki Kürt nüfusla ilişkisini nasıl tanımlarsınız?

Kürt bileşenle ilişkiler olumlu ve tarihsel bir arada yaşama üzerine kuruludur. SDG ile yapılan anlaşma, Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerini kapsıyor. Dolayısıyla bu mahallelerin kaderi, devletin egemenliğine tamamen geri dönmek ve Halep Belediye Meclisi'nin yönetimi altında hizmetlerin geri gelmesidir.

Yerel temsil konusunda, yerel meclislerde ve yönetim kurumlarında Kürtleri dahil ediyor ve adil temsilini sağlıyoruz.

u7ı
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara (sağda) ve SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'nin devlet kurumlarına entegrasyonu için anlaşma imzaladı, 10 Mart 2025 (AFP)

*Türkiye, geçtiğimiz yıllarda Suriye'nin kuzeyinde açık bir nüfuza sahipti, ancak şimdi (Beşşar Esed rejiminden) kurtarılmasından sonra Türkiye'nin Halep'teki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu stratejik bir ortaklık mı yoksa geçici bir iş birliği mi?

Türkiye, altyapı ve hizmetleri destekleyerek Halep'in istikrarında merkezi bir rol oynuyor.

Rolün değerlendirilmesine gelince, şu anda stratejik bir ortaklık var, ancak bu ortaklık bölgesel dengelerle ilgili bazı koşullu yönler içeriyor. İş birliği örnekleri arasında Gaziantep ile imzalanan kardeş şehir anlaşması, mültecilerin geri dönüşünü destekleyen projeler ve Türkiye'nin eğitim ve sağlık alanındaki projeleri sayılabilir. İş birliğinin Halep’in çıkarlarına uygun olmasını ve Halep'in egemenliğini ve önceliklerini saygı duyulmasını önemsiyoruz.

*Türkiye’nin Halep'te stratejik çıkarları olduğuna şüphe yok. Bazıları bu hedefleri Suriye'nin kuzeyindeki hırslar olarak tanımlamaya çalışsa da sizin bakış açınızdan Halep Türkiye için stratejik olarak ne kadar önemli?

Türkiye'nin Suriye topraklarında özellikle de Suriye'nin toprak bütünlüğünü her zaman desteklemiş ve bölünme projelerini reddetmiş olması nedeniyle herhangi bir emeli olduğunu sanmıyorum. Ancak Halep'in Türkiye için birçok nedenden dolayı büyük önemi olduğu söylenebilir:

1- Coğrafi konumu. Halep, Suriye'nin kuzey kapısıdır ve bu da onu ticari bir merkez ve Türkiye'nin ulusal güvenliğinin destekçisi haline getiriyor.

2- Mülteci akınını sınırlayan ve (DEAŞ, kontrolsüz silahlı gruplar gibi) güvenlik tehditlerini azaltan istikrar.

3- Ekonomik çıkarlar: Halep tarihi bir ticaret merkezidir ve Türkiye ticaret ilişkilerini güçlendirmeyi hedefliyor. Halep'in çıkarları, dengeli ortaklıklar aracılığıyla bu ilişkinin bir parçası olacaktır.

Eğitim ve sağlık alanlarında, ‘İzini Bırak’ girişimi ve eğitim desteği planlarımız kapsamında okul ve hastanelerin iyileştirilmesi için çalışıyoruz.

*Halep Valisi olduğunuzda bir vizyonunuz ve çalışma planınız olduğuna şüphe yok. Bu yüzden size şunu sormak istiyorum: Önümüzdeki beş yıl içinde Halep'in Suriye haritasındaki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Halep, konumu ve geçmişi sayesinde hayati bir merkez olmaya devam edecek. Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Halep'e yaptığı son ziyaretinde, şehrin en büyük ekonomik fener olacağını vurguladı ve kalenin kalbinden, zorbalarla savaşımızın sona erdiğini ve yoksullukla mücadelemizin başladığını açıkladı.

Ekonomik olarak, sanayi bölgelerinin yeniden inşası ve altyapının iyileştirilmesi ile sanayi ve ticaret merkezi olarak rolünü geri kazanacak. İdari olarak, siyasi gidişata bağlı olarak, ademi merkeziyetçilik kapsamında daha bağımsız bir idari merkez haline gelebilir. Mevcut zorluklar arasında güvenlik ve finansman eksikliği de yer alıyor. Ancak vizyonumuz ve hedeflerimiz Halep'i hızlı toparlanmanın bir örneği haline getiriyor.

cdy
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Halep’teki Hristiyan mezhebinden bir heyeti kabul etti, 28 Mayıs 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)

*Karşılaştığınız zorlukların büyük ve çetin olduğuna şüphe yok. Ancak önümüzdeki dönemde önceliklerinizi belirlediğinizi düşünüyorum. Vali olarak acil ve başlıca öncelikleriniz neler?

Önceliklerimiz; güvenlik, yani kaçak silahların toplanması ve ihlallerin kontrol altına alınması, Güvenliğimiz Geleceğimiz Girişimi kapsamında 800 bin dolarlık bir maliyetle 2 bin adet güvenlik kamerasının kurulması gibi birçok alanı kapsıyor.

Altyapı konusunda ise elektrik ve su şebekelerinin onarımına devam ediyoruz. Hükümet, 5 bin megavat kapasiteli elektrik santralleri kurmak üzere Katarlı bir şirketle sözleşme imzaladı. Bu sayede üç yıl içinde elektrik kapsama oranı yüzde 70-85'e çıkacak. Yerel düzeyde Deyr Hafir santralini faaliyete geçiriyor, iç şebekeyi onarıyor, endüstriyel şebekeyi ev şebekesinden ayırıyor ve kablo hırsızlığıyla mücadele ediyoruz.

Eğitim ve sağlık alanında, İzini Bırak Girişimi ve eğitim desteği planlarımız kapsamında okulları ve hastaneleri yenileme çalışmaları yürütüyoruz. Bu planlar arasında okulların onarımı, model okulların kurulması ve üniversite hastanesi için endoskopi gibi gelişmiş cihazlarla hastanelerin geliştirilmesi yer alıyor. Ekonomi alanında ise bürokrasiyi reform ederken, yatırımı teşvik etmek ve fabrikaları çalıştırmak için çalışıyoruz.

*Hiç şüphesiz yükler ağır ve devlet ile valilik tek başına tüm bu yükleri kaldıramaz. Peki, yerel topluma alan açmayı düşünüyor musunuz? Yerel toplum ve yerel konseylerin Halep'in istikrarında rolü nedir?

Yerel toplum ve yerel konseyler temel bir dayanak noktası. Toplumun rolüne gelince biz sivil girişimleri teşvik ediyor, memnuniyetle karşılıyor ve destekliyoruz. Halep, geçtiğimiz aylarda bu türden birçok girişime sahne oldu ve bunların şehrin gerçekliği üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu gördük.

Ayrıca, idari ademi merkeziyetçiliği destekliyoruz. Yerel konseylerin hizmet ve kalkınma kararlarını almalarını sağlarken, tüm bileşenlerin temsil edilmesini garanti ediyoruz.

Şu an karşı karşıya olduğumuz en büyük zorluk, geçiş dönemi ve geçiş aşaması nedeniyle mevcut merkeziyetçilik, ancak yerel temsilciliği desteklemek için yasal bir çerçeve üzerinde çalışıyoruz.

Halep'i ekonomik ve sosyal bir merkez olarak yeniden inşa etme taahhüdümüzü, şehrin çeşitliliğini ve tarihini koruyarak teyit ediyoruz. Ayrıca, halkının ve ortaklarının desteğiyle, ilin eski ihtişamını geri kazandıracak bir gelecek hayal ediyoruz.

*Biliyorsunuz, Halep’in doğusu rejim ordusu tarafından büyük bir yıkıma uğradı. Bu durum bir göç ve sığınma dalgasına neden oldu. Halep’in doğu mahallelerini yeniden inşa etmek ve mültecilerin geri dönüşünü hızlandırmak için nasıl bir planınız var?

Halep'in doğu mahalleleri büyük bir yıkıma uğradı. Şu anda yeniden inşa, altyapı (su, elektrik, yollar) ve konutların hedef alınması, enkazın kaldırılması ve okulların ve hastanelerin rehabilite edilmesini içeren bir planımız var. Senin için ey Halep Girişimi kapsamındaki Işılda Ey Halep Projesi, ilk aşamada doğu mahallelerine 45 kilometre karelik bir alana aydınlatma desteği sağlıyor ve şehirdeki kavşakları ve girişleri güzelleştiriyor. 

Karşılaştığımız zorluklar ise finansman eksikliği ve mülkiyet haklarının karmaşıklığıdır. Eski rejimin milisleri, birçok vatandaşın mülklerini yasadışı yollarla ele geçirmiştir. Ancak, daha önce el konulan tüm mülklerin mülkiyet haklarını incelemek ve gözden geçirmek üzere ‘Zorla El Koyma Komitesi’ni kurduk.

yh
Halep’te hasar görmüş bir binanın önünden motosikletle geçenler, 14 Mayıs 2025 (Reuters)

*Halep'in yurtdışındaki evlatlarına, Halep'li tüccarların ve Arap yatırımcıların sermayedarlarına ne söylemek istersiniz?

Mülteci olunan ülkelerde ve mülteci kamplarında yaşayan Halep halkına mesajım şu: “Halep sizi bekliyor, size çok ihtiyacı var ve yaralarını sarmanız ve ona yeniden hayat vermeniz için size sesleniyor. Eskisi gibi ona sadık kalın!” Ayrıca Suriyeli ve Arap yatırımcıları, Suriye'nin kalbi ve ekonomik başkenti olan Halep'e yatırım yapma fırsatını kaçırmamaya davet ediyorum. 

Şu anda, lojistik kolaylıklar ve desteklerle birlikte, endüstri (tekstil, gıda), ticaret ve hizmetler (turizm, lojistik) alanlarında büyük yatırım fırsatları bulunuyor. Altyapı ve güvenlik iyileştiriliyor.

Yatırımcılara mesajım: “Halep'in yeniden canlanmasına yaptığınız yatırım ve katkınız, sadece ekonomik bir kazanç değil, şehrin geleceğini inşa etmek anlamına da geliyor. Bu, kâr elde etme çabasından önce ahlaki ve vatansever bir tutum olacaktır.

*Peki Halep’in geleceği için ne söyleyeceksiniz?

Halep'i ekonomik ve sosyal bir merkez olarak yeniden inşa etme taahhüdümüzü, şehrin çeşitliliğini ve tarihini koruyarak teyit ediyoruz. Ayrıca, halkının ve ortaklarının desteğiyle, ilin eski ihtişamını geri kazandıracak bir gelecek hayal ediyoruz.