Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli:İran Nasrallah ile Hizbullah içinde askeri darbe yaptı

Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli (Getty)
Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli (Getty)
TT

Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli:İran Nasrallah ile Hizbullah içinde askeri darbe yaptı

Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli (Getty)
Lübnan Hizbullah’ının Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli (Getty)

Sevsen Mehanna
 Lübnan’ın en etkin iki Şii partisi Emel Hareketi ve Hizbullah'ın takip ettiği politikayı ve İran’ın Ortadoğu'ya yönelik müdahalesini eleştirel tutumlarıyla tanınan Hizbullah’ının ilk Genel Sekreteri Şeyh Subhi el-Tufeyli, Süleymani ve Muhendis suikastini değerlendirdi. Tufeyli, “Iraklılar, ABD ve ajanlarını Irak’tan kovmak ve İran da haddini bilmek zorundadır” ifadelerini kullandı.
1991 yılında Şeyh Abbas el-Musavi parti liderliğine geçmeden önce 1989 yılında Hizbullah’ın genel sekterliğine seçilen Şeyh Tufeyli, 1997'deki ‘Açlık Devrimi’ni yöneterek, Lübnan’daki Şiilerin kötüleşen sosyal ve ekonomik durumlarını protesto etmek için hükümete karşı sivil itaatsizlik eylemi başlatmış ve nihayetinde durum, Tufayli’nin Hizbullah’tan ayrılmasına yol açmıştı.
Şarku'l Avsat'ın aktardığı habere göre Independent Arabia muhabiri Sevsen Mehanna eski Hizbullah’ın Genel Sekreteri ile Baalbek'teki evinde bir görüşme gerçekleştirdi.
Şeyh Tufeyli’den Komutan Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ve devrimden yaklaşık 23 yıl sonra koşulların yansımaları hakkında görüşlerini paylaşmasını istedik.
Süleymani Tahran rejimi için büyük kayıp
Şeyh Subhi et-Tufeyli, Süleymani’nin öldürülmesi hakkında “Süleymani’yi şahsen tanımıyorum. Suikast, ABD Başkanı Donald Trump’ın yaklaşmakta olan başkanlık seçimlerinde elini güçlendirmek için yapılmış olabilir. Bir ABD’linin öldürülmesinin bu abartılı yanıtı haklı çıkarmayacağı göz önüne alındığında Süleymani’nin bu zamanda öldürülmesi, Irak’ta gerçekleşen sahnenin bir yansıması değil” değerlendirmesinde bulundu.
Medyada yer alan, suikastın İran’ın bilgisi ve koordinasyonuyla gerçekleştiği iddiaları hakkında ise Tufeyli, “İranlıların, Süleymani’nin suikastına katıldığını düşünmenin delilik olduğunu düşünüyorum. Çünkü Süleymani en önemli generallerinden biri ve onunla gurur duyuyorlar. Bölgede yaptıklarını destekleyip desteklememize bakılmaksızın İran'a birçok hizmet verdi” dedi.
Tufeyli, “ABD ve İran arasındaki hiçbir koşulun, örtülü anlaşmaları yok etme düzeyine ulaşacağına inanmıyorum” dedi.
İran ve ABD birbirlerinden faydalandılar
Hizbullah’ın eski genel sekreteri, olayların yankıları ve Lübnan’ın İran’ın yanıtı için bir arena olması olasılığı hakkında ise “Lübnan’dan yanıt hususunda, İran’ın bölgedeki genişlemesinin, ABD uyumu nedeniyle geliştiğini ve karşılıklı hizmet alışverişinde bulunulduğunu düşünüyorum. ABD ve İran arasındaki hiçbir koşulun, örtülü anlaşmaları yok etme düzeyine ulaşacağına inanmıyorum. Kaçınılmaz olarak, ABD’liler ile uygun bir yöntem ve çıkış yolu hakkında bir uzlaşıya ulaşarak İran’ın içindeki ve dışındaki takipçilerinin önünde yüzünü kurtarmaya çalışacaklar. Bir süre önce Beyrut’ta Siyonistler Hizbullah Genel Merkezi'ne saldırdığında, o dönemde İsraillilerle bir yanıt tiyatrosu hususunda anlaşma sağlandı. Yanıt, bu minvalde olacaktı. Süleymani’nin öldürülmesinin, ABD kibri ve İran paranoyası altındaki yoksul ve ezilmiş halklara kurtuluş getirmesini umuyoruz” ifadelerini kullandı.
Hizbullah, yolsuzluğun bir parçası
Şeyh Subhi el-Tufeyli, Lübnan’daki halk intifadasına dair Hizbullah’ın rolü ve konumu hakkında da dikkate değer bir görüşe sahip. Öyle ki Tufeyli, “Hizbullah, Lübnan'daki kota rejiminin bir parçasıdır. Bu nedenle yolsuzluğun da en esas payadasını o yapıyor. Zira özellikle reform konusunda en yetenekli olduğu ve bu konunun en büyük sorumlusu olduğu düşünülüyor. Ama yolsuzluğun bitirilmesi, Hizbullah’ın da bitişi demektir. İntifadanın zaferinden, adaletin zaferinden veya yolsuzluğun zaferinden bahsediyoruz. Bu durum, yolsuzluğun tüm ayaklarını yenmek anlamına geliyor. Bu durumda Hizbullah, kendisini savunamaz ve yolsuzlukların bir parçası olmadığını, aksine bozgunculara karşı ana savunucu olduğunu söyler. 1997 yılında Açlık Devrimi’nin karşısında durdu, İran ve Esed rejimi ile birlikte reform çağrısında bulundu. O dönemde Lübnan devleti, talepleri karşılamaya yakındı. Eğer devrimimiz başarılı olsaydı, tanık olduğumuz bu duruma düşmezdik. Hizbullah, isimleri diğerleri kadar parlak olmasa da adı yolsuzluklara karışan birçok ismi barındırıyor. Bu sebeple de bu yozlaşmış sistemi koruyor. Bu yüzden de Kota rejimine bağlı kaldığını ve onu beslediğini görüyoruz. Hükümetin hayatta kalması ve istifasının önlenmesi hususunda önemli şekilde ısrarcı. Sonra hükümeti yenilemeye çalıştı. Yaklaşık 2 ay boyunca Başbakan Saad Hariri hususunda ısrar ederek, bir öncekine benzer bir hükümet kurulması söylemine geri döndü. Hükümetin hayatta kalması ve savunulması konusunda kayda değer düzeyde ısrarcı olan tek kişi Haririydi” değerlendirmesinde bulundu.
Tufeyli, Lübnan kota sistemi içerisinde Hizbullah tarafından korunan tüm isimleri zikretmekte de tereddüt etmezken, “Şii liderlik başta olmak üzere Dürzi, Sünni ve Maruni olan parlak isimler, yolsuzluklarda istisnasız şekilde kök salmış haldedir” dedi.
Ülkedeki yolsuzluğun ilk koruyucusu Hizbullah’tır. Hepsi, yolsuzluklarda pay kapmak istiyor. Ancak zayıf yönleri, onları engelliyor.
Mezhepçi lider demek isterken Hizbullah ve Emel ikilisini kastedip etmediği sorusuna ise, “Hayır ikili değil. Yani ülkedeki yolsuzluğun ilk koruyucusu Hizbullah’tır. Hepsi, yolsuzluklarda pay kapmak istiyor. Ancak zayıf yönleri, onları engelliyor. Bazıları, soygunculuk arzularına sahip, ama kılıçları kısa/güçleri yetersiz. Ama bu arzuyu en fazla taşıyanlar ise, Emel Hareketi gibi uzun bir kılıca sahip olanlar” ifadelerini kullandı.
İran, yolsuzluk yapanları koruyor
Şeyh Subhi el-Tufeyli, İran Devrim Rehberi Ali Hamaney’i Irak ve Lübnan’daki en büyük yolsuzluk savunucusu olarak tanımladı. 250’den fazla insanı öldüren ve 11 bin insanı yaralayanların da onun silahlı adamları olduğunu hatırlatan Tufeyli, “Lübnan’daki silahlı adamlarınızı da öldürdük” dedi. Tufeyli, “Hizbullah, İran’ın emirlerini doğrudan ve tamamen uygulamaya koyuyor. Kısacası Hizbullah’ın Lübnan’da izlediği politika, İran tarafından benimsenen bir politikadır. Tahran, Lübnan’da yolsuzluk yapan kişileri korumak istiyor. Başarılı bir devlete veya ekonomiye sahip olmak ya da Lübnan halkını güçlendirmek onun çıkarına değil. Denklem açık. Lübnan ne kadar zayıfsa İran da onu, o kadar elinde tutabilir. Bunun tersi de geçerlidir. Ülke siyasi veya ekonomik olarak iktidardan ne kadar çok memnunsa, dış güçlerin eli zayıflar. Dolayısıyla Lübnan’ın gücünün kalıcı olarak yok olması, İran’ın çıkarınadır” dedi.
Esed'i İran ayakta tutuyor
Tufeyli, “İkinci mesele, hiç kimse Suriye’de yozlaşmış, zalim ve katliamcı bir diktatörlük olduğunu ve Suriye halkının kurtulmaya, iyi bir devlet kurmaya ve adaleti sağlamaya çalıştığını inkâr etmiyor. İran, kendi lisanıyla Suriye rejimi lideri Beşşar Esed’in gitmeyi düşündüğünü açıkladı. Ama ona baskı yaptı ve kalmasını istedi. Suriye’de bir iç savaş hazırlığı yaptı. Daha sonra olanların da tam sorumluluğunu o taşıyor. Suriye savaşında Lübnan Şiilerini, Hizbullah’ın kanatları altına sürükleyen oydu. Suriye halkına ve bölgeye karşı yapılan bu adaletsiz savaş, başarısız olduğunda, ülkeyi bitiren Rusların yardımına başvurmak zorunda kaldı” ifadelerini kullandı.
Yaklaşık 500 Iraklıyı öldüren ve 200 bin eylemciyi yaralayan kim? Onları evlerinin önünden kaçıran ve öldüren kim?
Şeyh Subhi el-Tufayli, sözlerinin devamında ise şunları söyledi:
“Lübnan’a benzeyen Irak hususunda, olasılıklar, tasavvurlar, spekülasyonlar, analizler veya bana söylenenlerden bahsetmiyoruz. Ben bir tanıktım. İranlı yetkililer ABD ile müttefik olmaya çalıştılar. Şii siyasi muhalif hareketleri, o zamanlar, Saddam Hüseyin’e karşı, ABD’ye itaat ve sadakat sunmaya yöneldi. Nitekim ABD’liler, Şiilerin ABD işgalinin hizmetinde olmaları koşuluyla İran’ın anlayışı ve güvencesi dışında Irak’a girmediler. Olan buydu. Bu yüzden ABD, Irak’a İranlılarla işbirliği ve koordinasyon ile girdi ve sahada pratik açıdan müttefik oldular. Irak, çok zengin bir ülke. Bölgedeki ikinci en büyük petrol rezervine sahip. Ekonomik potansiyeli oldukça büyük. Ama tamamen yağmalandı, herkes tarafından. Oğulları ise haksızlıklar içinde korkunç şekilde öldürüldü. Bugün ne ABD ne de İran’da gösteriler var. Bu durum, halkın açlık çığlığıdır. Yaklaşık 500 Iraklıyı öldüren ve 200 bin eylemciyi yaralayan kim? Onları evlerinin önünden kaçıran ve öldüren kim? Meydanlarda katliamlar var. Şu ana kadar Iraklı yetkililer, yolsuzluk rejiminin bir parçası oldukları için neler olup bittiğine dair soruşturmalar yürütmedi. Irak halkı ne talep ediyor, adalet mi, hukuk devleti mi ve yolsuzluk yapmayan bir hükümet mi istiyorlar? İran rejimi, neden Irak'ta intifadaya karşı çıkıyor, neden Iraklı yetkililerin protestoculara müdahale etmesini istiyorlar?"
Tufeyli, sözlerine ABD'nin Ortadoğu politikalarını değerlendirerek devam etti:
"ABD, güçlü ve adil uluslar olmamızla ilgilenmiyor. Ayrıca İran, Lübnan gibi Irak’ı da zayıf tutabilmekle ilgileniyor. Acımız, açlığımız, kahrımız ve aşağılanmamız bu iki ülkenin çıkarınadır. Kerkük’teki füze saldırısına karşılık olarak ABD büyükelçiliğine ve bazı ABD üslerine saldıran İran güçleri ve ABD’liler arasında bir tür ilişki var. İkisi de Irak halkının sırtından geçiniyor.
İran politikasına gelince, ABD işgali başlığı altında açlıklarını ve acılarını unutan Iraklıların işgali onların yararınadır. İran, Irak topraklarında başlattığı şeyleri, ABD ile çatışma başlığı altında takip edebiliyor. ABD de aynı şekilde davranıyor. Her ikisi de ülkenin kötülüğünü istiyor. İranlılar, eylemcileri öldürüyor, ABD’liler Haşdi Şabi’yi öldürüyor. İki şekilde de ezilen taraf Irak halkı oluyor”.
Bölge halkları fedakâr
Hizbullah’ın eski Genel Sekreteri, İran hegemonyasına karşı çıkabilen ve ABD müdahalesini durdurabilen bir Arap projesinin yokluğu dolayısıyla Arap ülkelerine de eleştiri oklarını yöneltti. Şeyh Subhi el-Tufeyli, “Arap ülkeleri ortada yok, Siyonist uşağı işe yaramaz kişiler var. Arkadaşı Binyamin Netanyahu ile gurur duyanlar var. Ülkelerimizdeki iktidarlar, Batı tarafından desteklenen rejimlerdir. Bu yüzden insanlar ayaklandığında bastırılıyor.
Bu rejimler açısından, halklar fedakardırlar ve kanları ucuzdur. Filistin’deki tüm baskılar, tüm adaletsizlik ve tüm zulüm, hapishanelerin içindeki ve dışındaki kadınların, çocukların ve erkeklerin hiçbirini es geçmedi. Bu halk çok fedakar! Suriye halkı, sınır dışı edildikleri her ülkede yok edildi, terk edildi ve küçük düşürüldü. Lübnan’daki statüleri bunun bir kanıtı ve Suriyeliler hala sabrediyor. Lübnan’da ve Irak’ta tüm baskı ve cinayetlerle birlikte sokaktan çekilmeyen halk, öldürüldü ve yaralandı ama ayakta kaldı. Elinde pankart taşıyan Iraklı bir gence ilişkin bir sahne var. Çevresinde kurşunlar uçuşuyor, ama o, yerinden hareket etmiyor. Mermilere karşı kararlı şekilde direniyor. Libya halkı da birçok şeye tahammül ediyor. Sudan’da rejimi devirmek için gösteriler yapılıyor. Ordu müdahale etti, gerçek yönetim ordunun elinde. Halkın yönetimde olması yasak. Bölge halkları, bedel ödeyen güçlü halklardır. Adaletsizlik, zulüm, baskı, saldırganlık ve yolsuzluğa dair bilinçli bir cesaret mevcut” değerlendirmesinde bulundu.
Bazı Afrika ülkeleri de dahil Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’ta görüldüğü üzere İran’ın bölgedeki genişlemesinin, ABD’lilerin gözü önünde gerçekleştiği açıkça anlaşılmalıdır.
Siyasal Şiilik marjinalleşiyor
“Tüm Arap hezimetlerine karşılık İran’ın hırslarını yerine getirebildiğini görüyoruz. Bugünlerde Şii olmak ne anlama geliyor? Bölgedeki siyasi Şiilik, özellikle Hizbullah’ın Suriye savaşına müdahalesi sonrasında marjinalleşirken, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif arasında bir olaydan söz edeceğim. ABD’liler, bölgedeki varlıklarını güçlendirme hususunda hiçbir itirazları olmadığını belirtti. Bazı Afrika ülkeleri de dahil Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’ta görüldüğü üzere İran’ın bölgedeki genişlemesinin, ABD’lilerin gözü önünde gerçekleştiği açıkça anlaşılmalıdır. ABD’lilerin yerinde olsaydık, gözlerimiz ekonomik ve medeniyet açısından zengin bir bölgede olsaydı, ABD politikasının benzerini uygulardık. Yani bölgede geleceği olmayacak tarafı teşvik ederdik. Zira İslam dünyasının ana gövdesi Ehl-i Sünnet olduğundan  Şiilerin bölgede etkin, belirleyici bir geleceği olması mümkün değil. Hiç kimsenin bu düşünceyi savunması mümkün değil. Şii düşüncesi, İslam, Ehl-i Beyt, Hz. Ali ile ya da bir başkasıyla ilişkili değil. Bu düşünce, bölgeye yabancı olan dinlerden geldi ve pazarlanamaz. Dahası biz Şiiler azınlık bir grubuz. Bölgenin geleceğini şekillendiremeyiz. Bölgenin geleceği, Müslümanların genel çoğunluğuyla şekillenir. Bugün Sünni dünyası olarak bilinen şey budur. Şii varlığı ise maalesef sadece bir engeldir. Bu varlık, büyür ve etkili hale gelirse, etkinliği ulus için zararlı olacaktır ve hiçbir yararları dokunmayacaktır. Dolayısıyla ABD’nin Şiileri güçlendirmeye gösterdiği ilgi buradan kaynaklanıyor.”
Ne Sünniyim ne de Şii!
Şeyh Subhi el-Tufeyli, sosyolojik olarak Şii toplumuna bağlı olduğunu ifade ederken, “Evet, ama ben Sünni de değilim Şii de. Kur’an’ın söylediklerini yaparım. Çünkü bugün Sünnilerin yaptıkları, sahabelerle de Resulullah’la da ilişkili değil. Şiilerin yaptıklarının da Resulullah’la, Ehl-i Beyt ile ve Kur’an ile bir ilgisi bulunmuyor. Bunlar diğer projelerle ilgilidir. Biz din ticareti yapmıyoruz, Rabbi ile ilgilenenlerin alkışa da tezahürata da ihtiyacı yoktur. İran, din ticareti yapıyor. Buradan ABD’lilere kapıları açtı ve Lübnan’ı, Suriye’yi ve Yemen’i yıktı” ifadelerini kullandı.
Tufeyli, “Bölgeye girmek isteyen herkes, hedef ve emellerine ulaşmak için mezhepçi İran’ı kullanıyor. Saddam Hüseyin’in bir diktatör ve bozguncu olduğuna bakılmıyor. Ama İran’ın desteği olmasaydı ABD, Irak’a girip, Şiileri susturup, onları ABD askeri aracının hizmetine sokamazdı. Bu da bir gerçektir. Bugün İranlı hiç kimsenin ya da müttefikinin ABD’lilere saldırmaya hakkı yoktur. Bundan siz de sorumlusunuz ve siz de suçlusunuz! Eğer ABD’liler bir Iraklıyı öldürdüyse, buna siz de ortaksınız. ABD’liler bir Filistinliyi istismar ederse, bunun ortağısınız. Eğer ABD’liler bir Suriyeliye saldırırsa, siz de buna ortaksınız. Çünkü onları bölgeye getiren sizdiniz ve bölgeye karşı komplo kurdunuz. Bölgeyi yıkan sizsiniz. Ben ABD’lilerle şiddetli şekilde savaştım. ABD’lilere karşı dururken aynı zamanda İranlılara karşı da durdum” dedi.
İran, direnişi istismar ederek Lübnan’ı sömürdü
Ondan ayrıldıktan sonra Hizbullah’ın politikasını kimin değiştirdiği ve şu anki yolunun nereye doğru olduğu, Hizbullah’ın hala direniş gösterip göstermediği, siyasallaşıp siyasallaşmadığı ve bir iktidar partisi olup olmadığı hakkında da açıklamada bulunan Tufeyli, sözlerini şöyle sürdürdü.
“Hizbullah, ilkeler ışığında kurulmuş bir kurum. Bu dünyada kimse, ne yapacağını planlamadan adım atmaz. Lübnan çöküp İsraillilerin eline geçtikten sonra Lübnan’daki Emel Hareketi Başkanı Nebih Berri başta olmak üzere Lübnan’daki gettolar işgale teslim oldu. Ülkenin işgal edildiğini, Siyonist yörüngenin bir parçası haline geldiğini gördük. Lübnan, İsrail etrafında dönen bir uydu haline geldi. O dönemde zorlandık. Ben dindar bir adamım. General değilim. Ama zorunluluğun hükümleri var. O zamanlarda İmam Humeyni ile iyi bir ilişkimiz vardı ve İran’da devrim yeni olmuştu. Devrimden önce ve sonra İran’daydım. Bu yüzden bize destek sağlamaları adına bu ilişkiden yararlandık. Çünkü askeri eylem ve özgürlük yetenek gerektirir. Ancak tüm ülkeler gibi, dünyevi ve çıkar projelerine sahip olan tüm insanlar gibi İran yönetimi de Lübnan’ı kullanmaya, "Direniş" söylemiyle insanları istismar etmeye başladı. O günlerde farkındaydım, kör değildim. Sadece İsrail düşmanıyla savaşmadığımı biliyordum. Ayrıca Lübnan halkının çıkarlarına hizmet etmeyen tahakküm projelerinden korkuyordum. Bu bağlamda İran devletinin daha o zamanlarda İsrail'e direniş ile ilgisi olmayan askeri projeleri olduğunu hatırlıyorum. Beyrut’taki Zavarib’de mezhep savaşlarına girdiler, suikastlar düzenlediler”.
Tufeyli, İran'ın amaçlarını gerçekleştirmek için kimi hedeflediğine de değinirken Tahran rejiminin Lübnan Şiilerini birbiriyle çatıştırarak nasıl kontrol altına aldığını detaylarıyla açıkladı: “Lübnan halkı olarak, İran askeri kadrolarını ve uzmanlığını kullandık. Bu kadrolar, o zamanlarda bizim gençlerimizle de birlikteydiler. İsrail düşmanıyla savaşmak için planlama, yönetme ve benzeri konularda uzmanlıklarını kullanan bazı memurlarımız vardı. Bulundukları konumlardan yararlandılar. Emel ve Hizbullah arasındaki çatışmanın başlangıcında Lübnan’ın güneyindeki Nebatiye şehrine saldırdılar. İranlılar, Sur şehrinde Emel'e kurtarılmış bölge bırakmak  karşılığında Nebatiye’de bir kurtarılmış bölge kurma projesine sahipti. Böylece Suriye kontrolü dışında bir nüfuza sahip olacaklardı. O zamanlarda Hizbullah olarak Emel ile çatıştık. İranlılar; Hizbullah ve Emel arasında üç yıllık bir fitne oluşturdu. Bunun tüm sorumluluğu İran'a aitti. Askeri liderleri yargıya yönlendirdik. Çünkü çatışmalar, benim emirlerime rağmen yapılmıştı. Ancak İran yönetimini temsilen bir heyet ülkeye gelerek Hizbullah Şura Konseyi üyelerine gitti ve vatandaşlarının yargılanmamasını istedi. Tahran’dan bana, askeri yargılanma istemedikleri hususunda bir mesaj geldi. Ancak yargı konusundaki fikrimde kararlı kaldım. Sonradan ortaya çıktı ki alaycı ve saygısız bir şekilde İranlılar, Hasan Nasrallah’ı benim bilgim olmadan örgütün silahlı kanadına  liderlik etmesi için görevlendirdi. Bu basit bir ayrılık değil örgüt içinde askeri bir darbeydi. Aslında Hasan Nasrallah ve Humeyni’nin liderlik emirlerine uyuyorlardı. İran’ın fitne projesine karşıydık. Evet o zaman, Hizbullah’ın Genel Sekreteri’ydim. Ama öldürenleri, fitne yayanları yargılamak istedim. Emel Hareketi ile fitne tedavisi başlığı altında İran’dan gelen bir komite ile yapılan bir toplantı sırasında, başlangıçta bir polemik oluşturdular ve nihayetinde isteklerini söylediler. İranlılar, tüm yeteneklere sahip. Direniş projesini kim finanse ederse onu durdurmak isterler. Bize de söylediler: Gelecek ay için paramız yok, yani işimiz bitti. O zaman kabul ettim. Ancak bir şartla. Heyet, Emel ve Hizbullah arasındaki çatışmayı durdurarak polis memuru Dr. Beşarti başta olmak üzere Beyrut ve Şam büyükelçilerini, Muhafızlar Bakanlığı’ndan, Güvenlik Bakanlığı’ndan ve Dışişleri Bakanlığı’ndan insanları içerecekti. Çünkü bu çatışmaya girmemizin hiçbir gerekçesi yoktu ve güvence istiyordum. Ama bana güvence vermeyi reddettiler. Nihayetinde de dedim ki, ya iki örgüt arasındaki çatışmayı durdurun ya da heyetin başkanı benimle Nebih Berri arasında bir arabulucu olacak ve Berri'nin mesajlarını müdahaleniz olmadan bana iletecek. Bunu da reddettiler. O zaman da dedim ki, ben Hizbullah’ın Genel Sekreteriyim. Güvencenin sizin elinizde olduğunu biliyorum. Ama bunu istemiyorum. Onların politikalarını o zamandan beri biliyoruz. Onların manipülasyonunu ve hilelerini biliyoruz. Allah’tan korkmuyorlar”
Sonradan ortaya çıktı ki alaycı ve saygısız bir şekilde İranlılar, Hasan Nasrallah’ı benim bilgim olmadan örgütün silahlı kanadına  liderlik etmesi için görevlendirdi. Bu basit bir ayrılık değil örgüt içinde askeri bir darbeydi.
İran’ın hedefinin önce Lübnan Şii toplumunu kendi kontrolü altına almak ardından da tüm Lübnan'ı bu güdümlü örgütle ele geçirmek olduğunu belirtti:
“Şiiler, bu yolla mı iktidara geliyorlar, size sundukları ne? Şu an Irak’ta olduğu gibi? Anlatılanlar açlık, sindirilme, lafı dolandırmaydı. Nebih Berri veya Hasan Nasrallah’ı Lübnan'ın esas patronu yapacak olanlar da ülkeyi talan eden siyasi elitlerdi. Hamaney Irak halkının katledilmesinden ne elde etti? Ölüm, baskı, yağma ve aşağılama. Herkesten önce Şiiler tarafından aşağılanacaklar ve lanetlenecekler. Ülkeler ve medeniyetler, hırsızlarla veya ahlaksızlarla inşa edilmez, onurlu insanlarla ve adaletle inşa edilir. Lübnan'ın rejim şeklini değiştirmek istediklerini düşünmüyorum. Amaçlarının ise bölgeyi zayıflatmak olduğuna inanıyorum. Onlar efendidir. Hz. Muhammed’in ümmetinin, Kur’an’ın ümmetinin, İslam’ın ümmetinin ve 1400 yıldan uzun bir süredir insanlığı yöneten bir ümmetin yok edilmesi o kadar kolay değil.”
Lübnan’ın kanser sorunu
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı röportajda Tufeyli, Lübnan'da Ekim ayında başlayan halk hareketi sonrasında ülkenin karşılaştığı zorluklardan da söz etti. Şeyh Subhi et-Tufeyli, ifadelerini şöyle sürdürdü:
“Eğer 1997 yılındaki Açlık Devrimi’nde tek başımıza olmasaydık, bugün ulaştığımız bu acı ve ıstırap yıllarından kendimizi kurtarabilirdik. Lübnan’daki yolsuzluk ve yozlaşma çok büyük, tüm Lübnanlıların düşündüğünden de daha fazla. Normal bir Lübnanlı gerçek yolsuzluğun boyutunun ve bu yöneticilerin Lübnan halkını nasıl gördüklerinin farkında değil. Lübnanlılar, birkaç gösteriyle sorunun üstesinden gelebileceğini düşünebilirler, ancak hayır. Lübnan’ın sorunu kanserli oluşudur. Çaba, sabır ve kararlılığa, karşıt kesimlerin uzlaşısına ihtiyaç var. Mezhep liderleri ise halkı zorla boyunduruk altına almak üzere kendi planlarını uyguluyorlar.
Bence işler şu ana kadar iyiydi. Halk olarak iyi adımlar attık. 17 Ekim'de başlayan İntifada, daha büyük bir ivme, daha fazla farkındalık ve baskı ile devam etmeli. Aziz, cömert, saygılı, adil ve canlı bir ülke inşa etmek için sokaklarda ne kadar kalırsak, gözlerimiz de hatalara o kadar açık kalır, bir adım ilerleriz. Bunlar 10 ya da 20 yılda inşa edilemez. Bilgili ve olgun bir insana ihtiyaç var. İnanıyorum ki, inşallah Lübnanlıların çoğunluğu bu yoldadır”.
İç savaş uzak ihtimal
Tufeyli, Lübnan’da bir iç savaşı uzak bir ihtimal olarak görürken, “Ben rahatım. İç savaş mevcut değil. Çünkü İran rejimi İsrail işgaline karşı teslim etmediklerini öne sürdükleri Hizbullah silahlarını bir iç savaş pahasına boşa harcamaz. Bizi koruduğuna inandığımız silah, gerçekte İsrail sınırını koruyor. ABD’liler de uzun bir süre Lübnan’da bu sınırları korudu, İsrail’i korudukları için onlara destek verdi. Hizbullah’ın, sınırdan uzaklaştığını var sayalım, Hizbullah gibi koruma sağlayacak kim var? Bu yüzden Lübnan’da iç savaş yok, rahat olun. İran, bir iç savaşın kolay bir risk olmadığını da biliyor. Suriye’de İran ekipleri Hizbullah, Irak, Hindistan, Pakistan, Afganistan'dan getirdikleri Şii milisler ve Esed ordusuyla birlikteydi. Kendilerini ölümden kurtarmak için kitle imha silahı olan Rus ordusunu kullanmak zorunda kaldılar. İç savaş, birilerinin karar verebileceği kolay bir durum değildir” dedi.



Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
TT

Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi, Al Majalla’ya verdiği röportajın ikinci bölümünde Sudan’la ilgili uluslararası ve bölgesel bir tartışmanın olduğunu belirtti. Minawi, “Sudan’ı ya bölmek istiyorlar ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar” diyerek dışarıdan ülkeyi bölmeye yönelik bir plan yapıldığı uyarısında bulundu.

Röpottajın iilk bölümünde 15 Nisan’da Hartum'da tanık olduklarını anlatan Darfur Bölgesi Valisi Minawi, Muhammed Hamdan Dagalu komutasındaki HDK'nın başlangıçta yaklaşık 25 bin kişiden oluştuğunu ancak savaş başlamadan önce Hartum’a 120 bin HDK üyesinin getirildiğini belirterek, “Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkent Hartum’a) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi” şeklinde konuştu.

HDK’nın Darfur bölgesindeki 5 eyaleti askeri olarak kontrol ettiğini, ancak tam kontrole sahip olmadığını söyleyen Minawi, HDK’nın yanında Rus paralı asker grubu Wagner’in de rolü olduğuna dikkati çekerek “HDK üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası yabancı uyruklu ve operasyon odalarında Sudanlı olmayan yabancı subaylar oturuyor” ifadelerini kullandı.

Rusya’nın Port Sudan’da askeri bir üs kurma anlaşmasının ‘öldüğünü’ belirten Minawi, ancak Sudan Ordusu ile Tahran arasında, askeri ortaklık karşılığında İran’ın ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satın alımının da olduğu bir mutabakata varılabileceğini göz ardı etmedi.

İşte Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ile Zoom uygulaması üzerinden yaptığımız röportajın ikinci bölümü:

*Sudan’daki savaşın, iki general (Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu) arasındaki bir savaş olduğunu, Darfur’daki savaşın bir uzantısı olarak patlak verdiğini ve dolayısıyla Darfur’daki savaşın bitmediğini, mevcut savaş başlayınca Darfur'daki savaşın bir uzantısı olarak oldubittiye getirildiğini söyleyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu doğru. Bu savaş, Darfur’daki savaşın, 1955 yılında Torit şehrinde patlak veren savaşın, Güney Sudan’daki savaşın, Nuba Dağları’ndaki savaşın, Mavi Nil’de yaşanan savaşın ve tüm birikmiş meselelerin bir uzantısıdır. Bunu neden söylediğime gelince öncelikle HDK'nın yapısı kabile temellidir. Kurulduğu dönemde Darfur'da çıkan olaylar adına oluşturuldu. Ben de başlarda bu oluşum içinde yer aldım. HDK, dönemin Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i, bazı generalleri ve yardımcılarıyla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarana kadar birtakım eylemler gerçekleştirdi.

Darfur'da bir soykırımın yaşandığı, 2003 yılında başlayan etnik temizliğin 2006 ve 2007 yıllarına kadar devam ettiği herkesçe biliniyor. Darfur’daki çatışmanın tüm dünyayı, bölgenin kontrolünü Afrika Birliği (AfB) tarafından gönderilen AMIS (African Union Mission in Sudan) adlı barışı koruma gücüne devredecek kadar ikilem içerisine soktuğu biliniyor. Durumun kötüleşmesi üzerine AfB Barışı Koruma Gücü’nün (AMIS) misyonu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından oluşturulan bir görev gücüne devredildi. BM ve AfB’nin ortak görev gücüne o dönemde dünyanın en büyük misyonu olan ‘UNAMID’ (BM-AfB Darfur Misyonu) adı verildi.

FOTO: Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)
 Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)

Tüm bunlar olurken, merkez ile kenarlar arasındaki gerginlik, merkez beni çağırıncaya kadar zaman zaman şekil değiştirdi. O sıra iktidarda siyasal İslamcı Ulusal Kongre Partisi hükümeti vardı. HDK, demokratik dönemde Sadık el-Mehdi hükümeti ve şu ​​an Milli Ümmet Partisi’nin lideri olan general tarafından kurulmuş bir kabile ordusu olmasına rağmen ondan yardım istediler.

HDK, devletin kendisine sağladığı imkanlar sayesinde orduyu destekleyen bir yapıdan paralel bir orduya dönüştü.

*HDK, bahsettiğim gibi Darfur’daki daha önceki savaşta önemli bir rol üstlenmişti. Bu savaş yeniden başlamış gibi görünüyor. İhlallerden, sahadaki ve insani durumdan bahsediliyor. Şu an Darfur'daki askeri durumla ilgili nasıl bir harita çizersiniz?

HDK 2003-2004 döneminde bu saydıklarınızı içeren bir kültür üzerine kuruldu. Tıpkı ‘her kap içindekini dışına sızdırır’ deyiminde ifade edildiği gibi. HDK, son dakikaya yani hedef aldığı düşmanın kafasına sıkacağı son kurşuna kadar uygulanmak üzere manifesto geliştiren bir yapıdır. Dolayısıyla HDK’nın sahip olduğu bu kültür, karşınıza çıkan ne varsa mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini salık verir. Karşısına çıkan tüm kadınlara tecavüz etmesi gerekiyor, çünkü o dönemde bu gücü oluşturan istihbarat üyelerinin bu güçleri oluşturmadaki gerçek niyeti bu tür ihlallere yol açmaktı. ‘Her kap içindekini dışına sızdırır’ derken kast ettiğim o kabın içindeki işte bu. Dolayısıyla bir şekilde iktidarı ele geçirmeye karar verdiklerinde, komşu ülkelerden çok sayıda paralı asker, savaş tutkunu, para düşkünü ve kaos müptelası, hiç eğitim almamış, vicdanı olmayan, çölden gelmiş, insanlık nedir bilmeyen kim varsa getirdiler. Hepsi Sudan sahasında, savaş alanında toplandı. Herkes bunun bir parçası oldu. Tecavüz olsun, yağma olsun, insanlara baskı olsun, başka şeyler olsun istediklerini yapıyorlar. Tam özgürlüğe sahipler. Hartum'da evlere el koydular. Sudan dışından gelenler ne Sudan halkını ne de Sudan ruhunu umursuyorlar. Çünkü ele geçirmek için geldiler. Yaklaşım bu. Onlara verilen mesaj da bu. Dolayısıyla aldıkları mesajı yerine getiriyorlar.

HDK’nın operasyon odalarında yabancı uyruklu, Sudanlı olmayan subaylar oturuyor

*HDK askeri olarak Darfur’un kontrol ediyor mu?

Evet, Darfur’u askeri olarak kontrol ediyor. Darfur dört eyaletten oluşuyordu. Darfur’daki savaş sırasında Ulusal Kongre Partisi hükümeti bu sayıyı Batı Darfur, Orta Darfur, Güney Darfur, Doğu Darfur ve Kuzey Darfur eyaletleri olmak üzere beşe çıkardı. HDK dört eyaleti kontrol ediyor, ama yönetimi ele geçirmedi. Tam bir kaos yaşanıyor. Vatandaşlar da bu yüzden tüm bu eyaletlerden kaçıyorlar. Gerçekler bunlar.

*Wagner güçlerinin HDK’ya Darfur'daki operasyonlarında yardım ettiği konuşuluyor. Bununla ilgili bir bilginiz var mı?

Bu konuda yeterli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Fakat savaştan önce bile duyduklarım ve elde ettiğim bilgiler doğrultusunda bunu göz ardı etmiyorum. Ama bu savaşı destekleyenler ve bu savaşı çok yüksek bir oranda, yüzde 50’nin üstünde yönetenler Sudanlı değiller. HDK’nın operasyon odalarında Sudanlı değil, yabancı uyruklu subaylar oturuyor.

(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)
(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)

*Sudanlı olmayanlar da var dediniz. Wagner’den olanların ve olmayanların olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Evet, Wagner’den olanlar ve Wagner’den olmayanlar var.

*Wagner’den olmayanlar, yani Afrikalılar. Bildiğiniz gibi Çad'da darbe girişimi yaşandı. Kabilelerin Darfur bölgesine müdahalesi nedeniyle Darfur'daki savaşın Çad ve Orta Afrika'da yansımaları olduğunu düşünenler var. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Ben herhangi bir ülkenin adını vermedim ve daha fazla ileriye gitmek de istemiyorum. Ama Çad’a ile ilgili ne kastettiniz. Orada darbe girişimi mi oldu yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Fakat güvenlik durumu ve kriz haline gelip çözülmesi gereken siyasi gerginliklerin yaşandığını biliyoruz. Ama bahsettiğim rol, Sudan'ın savaşın yönetilmesinde oynadığı rol. Burada Çad devletini kastetmiyorum.

Altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürülmesi korkunç bir durum.

*Wagner meselesine dönecek olursak, basında Wagner'in HDK'yı desteklediğine dair birçok haber yer alıyor. Altın kaçakçılığına karıştığı konuşuluyor. Sizce bu haberler doğru mu? Bununla ilgili herhangi bir bilginiz var mı?

Biz bu tür haberleri ve bilgileri, hassas istihbarat bilgilerine sahip, modern istihbarat eğitimi almış, tecrübesi ve kabiliyeti yüksek, bu tür gelişmeleri takip edebilecek uyduları olan kişilerden alıyoruz. Elimde, basında çıkan haberleri teyit edecek bir bilgi yok ama altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürüldüğü açık. Bu çok korkunç. Sudan'da kaynaklar gibi birçok alanda da sömürü var. Dolayısıyla bu sömürü sayesinde şimdi bu savaşın büyük potansiyeli ortaya çıktı.

*Milislerden ve HDK'dan bahsetmişken, sizce Orgeneral Hamideti ile ne ölçüde temas halindeydiniz? Hamideti’nin HDK’yı tamamen kontrol ettiğini düşünüyor musunuz? HDK’ın kaç üyesi var?

Bu güçler bir ya da birkaç kabileden oluşuyor. Hatta bu güçlerin içindeki kabilelerin doğal olarak kardeş lidere ve komutan yardımcısına yakınlıklarına göre düzenlenmiş kategorileri var. Bu yüzden sayıları çok. Ancak bu güçlere liderlik edenler seçkin kesimlerden kişiler. Seçkinler ve elitler birdir, kabile de birdir. Kabile içinde bile ailelerin en üst düzeyden en alt düzeye kadar çeşitlilik gösterdiği biliniyor.

*Tam bir kontrol ve net bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki hayır, oluşumu gereği kontrol tam olamaz. Hatta bunu bizzat Hamideti bile söyledi. Olan bitenlerin sebebinin ‘isyancılar’ olduğunu ifade etti. Hamideti onlara böyle diyor. Hamideti’nin yardımcısı Sayın Abdurrahim Hamdan Dagalo ile görüştüm. O da (Darfur’daki) el-Cenine’de yaşananların ‘isyancılardan’ yani kendi kontrolleri dışında olanlardan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki savaşlardan çıkar sağlıyorlar ve operasyonlarından faydalanıyorlar ama askeri emirlere ve talimatlara uyanlardan değiller. Bu sebeple isyancıların olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte seçkinler gibi sistemin içinden gelen, ancak kişisel çıkar elde etme eğiliminde olanlar da var. Bunlar, HDK’nın düzenli ordu oluşturma yöntemiyle oluşturulmamasından ötürü varlar.

*HDK’nın üye sayısıyla ilgili bir tahmininiz var mı?

Sayılarını tam olarak bilmiyorum ama savaştan önce generallerden öğrendiğime göre Hartum’a dışarıdakiler hariç yaklaşık 120 bin HDK üyesi girdi. Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkente) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi.

Bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu.

*Yaklaşık 120 bin HDK'lının Hartum'a girdiği söylenebilir mi?

O dönemde böyle olduğu söyleniyordu. Bu, Hartum'daki sayıydı. Çünkü savaşa altı aydan az bir süre kala HDK sayısının 25-30 bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Ancak savaşa birkaç gün kala Hartum’a 120 binden fazla HDK üyesinin getirildiğini söylediler. Bu, sayının çok fazla olduğu ve çok az dönemde dramatik bir şekilde katlandığı anlamına geliyor. Bu artışın arkasında bir kuşatma vardı ve bunun arkasında da bir hedef.

*Röportajın başında Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin (ÖDG) rolünden bahsettiniz. Siz o dönemde de önemli bir isimdiniz, şimdi de öylesiniz. 25 Ekim 2021 günü Abdullah Hamduk hükümetine yapılan darbe hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hamduk hükümetine yapılan darbe üçüncü darbedir. Darbe diyebiliriz ama ben bunu darbe olarak görmüyorum. Çünkü iktidarı Beşir’in elinden alanlar Hamduk değil, Burhan ve Hamideti idi. Hamduk o dönem hükümetin üçüncü adamı olması için getirilmişti.

Orada bulunan görgü tanıklarından birinin aktardığına göre Hamduk 25 Ekim'den önce nüfuz sahibi biri değildi. Çünkü yönetim bizzat generallerin elindeydi. En nihayetinde Hamduk bir komutan değildi ve başbakanın yetkisi dahilinde olması gereken birçok konuda onlardan yardım istiyordu. Ancak Merkez Konseyi, ÖDG, ordu ve HDK arasında yapılan ittifak sonucu Hamduk hükümeti düştü. Bu bir darbeden ziyade bir ortaklığın sona ermesiydi. Çünkü bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu. Dolayısıyla ne devlet ne de hükümet vardı. Bu da kaosun başlangıcı oldu.

Kaos, Anayasal Bildirinin imzalanmasıyla başladı.

*Kaos ile neyi kastediyorsunuz?

Kaos, Anayasal Bildiri imzalandığında başladı. ÖDG’nin Merkez Konsey kanadı ve ÖDG'yi kanla kurduğumuz, silahlı hareketlerle inşa ettiğimiz için benim de içinde bulunduğum Demokratik Blok kanadı dahil olmak üzere diğer gruplar tarafından darbe yapıldığına inanıyorduk. Ancak (eski Cumhurbaşkan Ömer) el-Beşir rejiminin devrilmesinin ardından ordu ve HDK ile ÖDG'nin temel oluşumuna karşı çıkanlar arasında gizli bir ittifak yapıldı. Çok sayıda kişi HDK'ya katıldı. Aslında Sudan'ın lehine değil de kendi lehlerine hedefleri olan ülkelerden uluslararası yardım aldılar. Bu kusurlu oluşum 25 Ekim'e kadar böyle devam etti.

FOTO: Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)
Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)

*Darbenin Burhan ile Hamideti tarafından Hamduk’a karşı yapılmadığını söylüyorsunuz ama gerçekte ÖDG ve Merkez Konsey kanadı içinde Hamideti’ye karşı bir anlaşmazlık mı vardı?

Darbe, ÖDG içinde gerçekleşti. ÖDG'den bazı gençler tarafından yönetilen ve Hamideti ve Burhan'la ittifak kurmalarını sağlayan bu darbe, 18 Ağustos 2019'da Beşir rejiminin düşmesinin ardından ‘geçiş hükümeti’ ve diğer oluşumların kisvesi altında üstü kapalı olarak gerçekleşti. Darbe böyle başladı. Bundan önce Hamideti ve Burhan Beşir'e darbe yaptı. Durum böyle ilerledi. Askeri Konsey’deki kardeşlerimiz darbecilerin merkez noktalarını tasfiye etmek için orduyu kullanıyorlardı. Mesela bir gün darbeye kalkışabilecekleri zayıflatmak için Burhan’ı kullanıyorlardı, başka bir gün askeri operasyonla iktidara gelebilecek silahlı hareketleri zayıflatmak için Hamideti'yi. Dile getirdikleri gizemli amaç da buydu.

*Sizce en fazla suçlu olan ÖDG-Merkez Konseyi mi?

Kesinlikle. Çünkü ÖDG-Merkez Konseyi, 25 Ekim öncesi dönemde siyasi güçlerle ulaşıp orduya sızdılar.

Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Hamideti ve Hamduk arasındaki son anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddüm) lideri Abdullah Hamduk siyasi rol, HDK Komutanı Hamideti ise askeri rol oynuyordu. Dolayısıyla onların aynı partinin ya da örgütün kanatları olduğuna inanıyorum. Bu da Sudan halkı açısından ‘gülünç’ bir durum. Bir diğer ‘gülünç’ olan konu ise bu tür senaryolar, skeçler ve oyunlarla bizi kandırdıklarını düşünmeleri.

*Sizce bu Sudan'da daha geniş kapsamlı bir çözümün başlangıcı mı, yoksa şu an var olan bölünmenin devamı mı?

Henüz ortaya yeni bir yapı çıkmış değil. Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Ordu Komutanı Orgeneral Burhan ile iletişim halinde olduğunuzu sanıyorum, doğru mu?

Ben herkesle iletişim halindeyim. Ancak Cuba Barış Anlaşması çerçevesinde oluşturulan hükümetteyim. Bu hükümetin başında da hâlâ Orgeneral Burhan bulunuyor.

Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkeler.

*Şu an Orgeneral Burhan’ın Port Sudan’da bulunduğu, ordunun güç merkezinin Port Sudan'da olduğu, Hamideti komutasındaki HDK’nın ise Hartum’da olduğu ve Darfur'da savaştığı bir durum söz konusu. Cevabını net olarak almak istediğim bir soru var. Sudan’ın bir gerçeklik bağlamında coğrafi olarak daha fazla bölünmeye doğru sürüklendiğini düşünüyor musunuz?

Bu savaşı ister orduda olsun ister HDK'da olsun, savaş saflarında yer alan Sudan vatandaşları ya da vatanseverler değil, devletler yürütüyor. Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkelerdir. Eğer Sudan'da başarılı olurlar ve Sudan’ı bölmeyi başarırlarsa bu felaket daha fazla yere yayılacak. HDK, Hartum'dan dönüp kasım ayı sonları aralık ayı başlarına kadar Darfur’daki operasyonlara odaklandığında, amaç Darfur'u ele geçirmek ve bir oldubittiye getirmekti. Bu oldubittinin amacı, bir zamanlar Sudan’ın komşusu olan ülkelerde yaşananları tekrarlamaktı.

Bu elbette bildiğimiz gerçeklere dayanıyor. Bunun arkasında HDK’nın olması şart değil. Daha ziyade söz konusu ülkelerin bir gündemi var. Bu gündemin uygulanması gerekiyor ve iç unsurları da var.

FOTO: Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)
 Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)

*Kim o ülkeler?

İsim vererek hiçbir ülkeyi rencide etmek istemiyorum.

*Sudan'ın bölünmesinin oldubittiye getirilmesinden mi yoksa Sudan'ın bölünmesinden mi endişeleniyorsunuz?

Sudan’ın bölmek ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar. Darfur'dan başlayıp HDK'nın Darfur’u ele geçirmesini ve ardından burayı insani yardım kisvesi altında kendisini dayatmasını istediler. Darfur'u ele geçirenlerin desteğiyle bu oldubittiye getirilecek. Hartum senaryosunun suya düşmesiyle bu senaryoya yöneldiler.

*Yani Sudan’ın bölünmesinden bahsediyoruz. Peki, ordu yalnızca Port Sudan’ı mı kontrol ediyor?

Ordu, Port Sudan'ı kontrol ediyor, Hartum'da, Darfur'da ve el-Faşir’de de ordu güçleri var. Yani ordu sadece Port Sudan’da değil, birçok bölgede güçleri var. Ancak örneğin, ülkeyi Port Sudan'dan yönetmeyi tercih ederse bu ordunun sadece Port Sudan’ı kontrol ettiği anlamına gelmez.

*Geçtiğimiz günlerde Burhan’ın Mısır’ı Hamideti’nin ise Libya’yı ziyaret ettiği söylendi. Bu ziyaretler oldu mu?

Hamideti’nin Libya’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir şey duymadım, ancak Burhan'ın Mısır ziyaret ettiğini biliyorum ve bu ziyareti takip ettim.

Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli.

*Peki, Burhan’ın Mısır ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sıradan bir ziyaretti. Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı ziyaretlerde bulunmasının çok doğal olduğunu düşünüyorum.

*Eski ABD Başkanı George W. Bush'la şahsi ve doğrudan bir ilişkiniz vardı...

Şimdiye kadar birçok ABD’li ile şahsi ilişkilerim oldu. Cumhuriyetçi Parti'deki birçok önemli isimle de şahsi ilişkilerim var.

*ABD, birkaç gün önce Sudan'a özel bir temsilci atadı. ABD’nin Sudan’la ilgili eğilimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni özel temsilci atanmasını memnuniyetle karşıladık ama ABD’nin Sudan eğilimleri her zaman kurumsal eğilimler olarak kaldı. Kişisel ilişkilerden ziyade kurumlarının planlarına, kurumlarının ve ofislerinin yönlendirdiği yönlere ve yaklaşımlara bağlı olmaya devam etti. Bu konuda onlara yazdım ve Sudan'a yönelik politikalarını daha önceki özel temsilcilerin ve büyükelçilerin yönlendirmelerinden farklı bir şekilde ele almaları çağrısında bulundum. Çünkü Sudan çok büyük bir ülke. Kültürleri ve dinleri farklı milletlere ev sahipliği yapıyor. Burası uçsuz bucaksız bir ülke. Tüm bu milletler, Sudan'ın her karışını seviyor. Sudan'da iyi insanların yanında kötü insanların da olduğunu kabul etmezler. Dışarıdan gelen ve iyi biri olarak tanımlanan kişi Sudan’da sorun yaşayabilir. Bu yüzden onları Sudan'da istikrarın sağlanması ve Sudan halkının sevgisinin kazanılması için tüm sivil ve siyasi güçlerle temasa geçmeye çağırdım.

*Sanki siz de böyle olduğunu düşünmüyorsunuz?

Bilmiyorum. Çünkü atanan kişi henüz görevinde ilerleme kaydetmedi. Fakat son iki yıldır Sudan dosyasını bizi savaşa sürükleyecek şekilde yönetenlerle deneyimlerimiz oldu. Elbette onlarla birlikte başkaları da vardı. Onların değerlendirmeleri yanlış olabilir.

*Sudan'daki savaşta ABD’nin Sudan politikasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Belki de bu, ABD’nin Sudan politikası değil, Sudan dosyasını yöneten kişilerin politikasıdır. Çünkü ABD, kendileri için belki de Sudan'dan daha büyük olan başka sorunlarla, Ukrayna gibi başka ülkelerle, başka eksenlerle ilgileniyordu. ABD’nin yol açtığı insani felaketlerin yanında büyük sorunlar da vardı. Örneğin Ukrayna, ABD’liler için bir iç felaketti. Belki de dosyaları yöneten kişiler tahminlerinde hata yapmışlardı.

Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım.

*Bu belki de şu ya da bu şekilde, Sudan hükümeti ile Rusya arasında, Port Sudan’da askeri bir deniz üssü kurulmasına ilişkin anlaşmaya atıftır. Belki de ABD’nin bu anlaşmayı engellemekte çıkarı vardır. Bize bu anlaşmayla ilgili daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu anlaşma eski olmadığı gibi yeni de değil. Hatta bir anlaşma da değil, daha ziyade bir anlaşma taslağıydı ve henüz hayata geçirilmedi. Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım. Kimse bu konuyu gündeme getirmiyor.

*Ben Rusya’nın Port Sudan’a kurmak istediği askeri üsle ilgili anlaşmayı kastediyorum. Ordu ile Rusya arasında Port Sudan’da askeri üs kurulması konusunda sanırım bir taslak anlaşma vardı...

Şu an böyle bir anlaşma yok. Daha görüşülmedi bile. Ben bu anlaşmanın ölü doğmuş olabileceğine inananlardanım.

FOTO: Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)

*İran’ın, Kızıldeniz kıyısında bir deniz üssüne sahip olma karşılığında Sudan ordusunun envanterine SİHA sağlamayı teklif ettiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tüm bunlar gerçek olmaktan ziyade basında dolaşan söylentiler. Sizin gibi ben de bu haberleri okudum, ancak şimdiye kadar bununla ilgili resmi bir hükümet kaynağından bilgi almadım. Ben de hükümetin içindeyim. Bu haberin doğru mu yanlış mı olduğunu herhangi bir zamanda herhangi bir kaynaktan tespit edebilirim. Ancak sorduğum insanlardan hiçbiri bana bunun doğruluğunu teyit edemedi. İran ya da başka ülkelerle iş birliği konusuna gelince, tüm bunlar ülkeler arası ilişkilere, özellikle Sudan gibi bir ülkenin değerlendirmesine, dış politikasına ve şu andaki mevcut durumuna bağlı. Ordu değil, devlet hisseder. Burada devlet ile orduyu birbirinden ayırmamız gerekiyor. Çünkü ordu devletin bir organıdır. Eğer devlet çevresinde bir kuşatma, kapatma, komplo olduğunu hissederse kuşatmayı kırabilecek herkesten yardım ister.

*Rusya, Port Sudan'da askeri üs kurmaya çalıştı, İran'ın da böyle bir girişimde bulunduğundan bahsediliyor. Aynı şekilde bölgedeki başka ülkeler için de aynı durum geçerli. Sudan konusunda bölgesel ve uluslararası bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu savaş, Sudan konusunda uluslararası ve bölgesel rekabetin bir özelliğidir.

Sudan halkının tanık oldukları hiç kolay değil.

*Bu savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu savaşı sonlandırmanın en iyi yolu hangisi?

Elbette bu savaş bir gün bitecek. Çünkü savaş Sudan’da, dünyada ve hiçbir yerde normal olmayıp aksine anormal bir durumdur ve belli koşullar altında bitebilir. Dolayısıyla bu savaşa yol açan koşulların artık savaşa son vermenin bir yolunu bulması gerekiyor. Savaş, Sudan siyasi ve sivil güçlerinin onayı, birbirini tanıması, ulusal diyalog ve tüm tarafların rızasıyla sona erecektir. Sudan halkı bu noktaya ve bu kanaate ulaşırsa savaş bir daha başlamamak üzere biter.

FOTO: Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)
 Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)

*Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çünkü Sudan halkının sadece 15 Nisan savaşıyla değil, 70 yıllık bağımsızlık tarihi boyunca tanık oldukları hiç kolay değil.

*Size özel bir soru: Neden biraz ağır bir Arapça konuşuyorsunuz?

Ben Arapça konuşmayan bir kabileden geliyorum. Kabilemin farklı bir dili var. On yaşımdayken okula girdim ve Arapçayı burada öğrendim. İlk kez Arapça bir kelime duyduğumda on yaşındaydım. Arapça dersleri gördüm. Bu yüzden Arapçada dilim ağır geliyor, çünkü ana dilim değil.

*Darfur bölgesinde öğretmendiniz. Sonra Sudan Kurtuluş Hareketi'ne mi katıldınız?

Evet, bu doğru.

*Bu özel soruları size geçmişinizle ilgili okuyucularımıza daha fazla bilgi aktarmak için sordum.

Çok memnun oldum, teşekkür ederim.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.