Afganistan Maliye Bakanı: Ekonomik atılım için dışarıya açılmalıyız

Afganistan Maliye Bakanı Dr. Muhammed Humayun Kayumi (Şarku’l Avsat)
Afganistan Maliye Bakanı Dr. Muhammed Humayun Kayumi (Şarku’l Avsat)
TT

Afganistan Maliye Bakanı: Ekonomik atılım için dışarıya açılmalıyız

Afganistan Maliye Bakanı Dr. Muhammed Humayun Kayumi (Şarku’l Avsat)
Afganistan Maliye Bakanı Dr. Muhammed Humayun Kayumi (Şarku’l Avsat)

Afganistan Maliye Bakanı Dr. Muhammed Humayun Kayumi, ülkede servetlerden yararlanma hacminin yüzde biri aşmamasına rağmen, ülkesinin cazip bir yatırım fırsatını temsil ettiğini açıkladı. Kayumi, Afganistan’da onaylanmış ekonomi politikası vizyonunun, Afgan ulusal ekonomisinin kurulmasını teşvik çerçevesinde ülkenin yatırım akışlarının öneminin üzerinde olduğunu belirtti.
Humayun Kayumi, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, şu anda Afganistan'daki mevcut fırsatlardan yararlanmak için Suudi Arabistan özel sektörüyle yoğunlaştırılmış ilişkileri içeren düzenlemeler üzerinde çalıştıklarını ve Suudi Arabistan’ın, kalkınma desteği düzeyinde iyi bir pozisyona sahip olduğunu ifade etti. Kayumi, özellikle de Suudi Arabistan hükümetinin, ülkesine güvenli geçişler ve yüksek yatırım getirisi ile yüzde 25 oranında yatırım yapılabilecek istikrarlı alanlar sağladığına dikkati çekti.
Dr. Muhammed Humayun Kayumi, yüzde 8 kadar yüksek olmayan yarar hakkı temelinde Afganistan’ın özellikle tarım ve madencilik alanlarında büyük fırsatlara sahip olduğunu söylerken, tarım, konut ve enerji sektörlerinde beklenen yatırım hacminin yaklaşık 8,3 milyar dolar olduğuna dikkati çekti.
Afganistan Maliye Bakanı Dr. Muhammed Humayun Kayumi’nin Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı:
- Afganistan ekonomisinin durumu, bu konuda bilgi kaynaklarının eksikliği nedeniyle belirsiz görünüyor. Bu ekonominin en önemli özellikleri nelerdir?

2002 yılı, modern Afgan ekonomisinin başlangıç yılı sayılabilir. Yani uluslararası kuruluşlar tarafından benimsenen standartlar ve şartnameler olarak bilinen ve yaygın olan şeylere dayanan bir ekonomi mevcut. Afgan ekonomisinin üretken değil tüketici ekonomi çerçevesinde, geçmiş dönemlerde de uzun bir süre boyunca yaşadığı, bir sır değil. Ancak devlet inşasında ve toplumsal dönüşümde uzmanlaşmış akademik ve ekonomist yeni Cumhurbaşkanı Eşref Gani Ahmedzai’nin gelmesi sonrasında Afganistan’da ekonomiyi üretken bir ekonomiye dönüştürmek için yeni bir perspektif oluşturulmasına katkı sağlandı. Beş yıl önce sokaklardan ve demir yollarından itibaren bu dönüşümü destekleyici alt yapıyı inşa ederek ilk adımları attık. Sadece bu da değil, komşu ülkelerle, özellikle Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan gibi Orta Asya ülkeleri ve hatta Arap ve İslami bir boyut olarak İşbirliği Konseyi ülkeleriyle bile ilişkilerimiz var. Bu ilişki 80 yılı aştı. Hindistan ve Çin gibi ülkeleri de unutmadık ve ekonomiyle ilgili birçok anlaşma imzaladık. Son olarak kardeş komşumuz Pakistan ile de ilişkilerimizi güçlendiriyoruz.
- Gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) Afganistan ekonomisinin ne kadarını oluşturuyor?
Sorunuzu cevaplamadan önce, bahsettiğimiz tüketim ve dönüşümle ilgili olarak, Afganistan ekonomisinin yurtdışına ihraç ettikleri karşılığında 21 kat ithalat yaptığını belirtmek isterim ve bu çok tehlikeli bir göstergedir. Bu, ekonomimizin neredeyse tamamen tüketici olduğu anlamına gelir. Kısa süre önce ticaret borsası açısından tehlikeli bir gerçeklikten uyanmaya başladık. Beş yıllık planımız, cari 5 yılda somut oranlarla, özellikle de tarım sektöründeki sanayi tarafını aktive ederek, ithal ettiğimiz oranları azaltmak yerine yurtdışına ihraç ettiğimiz oranı yükseltmek çerçevesindeydi. Afgan ekonomisinin GSYİH’sına ilişkin istatistiklerine gelince, bu oran yüzde 25 milyar dolar.
- Tarımdan bahsettiniz. O halde tarımın, ekonomik ve endüstriyel yönlerini aktive ederek ekonomik kalkınmanın motoru olacağına inanıyorsunuz? Bu konuda ne sundunuz?
Tarım alanında endüstriye teşvik ettiğimizi gizlemiyoruz. Aksine özellikle de Suudi Arabistan’daki küresel yatırımları, hükümetin yatırımların başarısını garanti eden altyapıyı sağlaması sonrasında, bu fırsattan yararlanmaya davet ediyoruz. Ülkenin batısında geniş ve ekilebilir alanlarımız var. Buralar, yatırım için yüksek doğal bileşenlere sahipler. 3 yıllık donanımın ardından 1,5 milyon hektarlık alan, yatırıma tamamen hazırdır. Özellikle de yüksek kalite ve verime sahip Afgan safranını yetiştirmek gibi bazı ürünler, yatırımcı için cazip birer ürün olacak.
Bildiğiniz gibi Afganistan, ihracat açısından dünyanın üçüncü ülkesi ve kurumsal yatırım henüz başlamadı. Yani yatırım başladığında yılda birkaç ton olacak. Şu an önümüzde ise İran ve İspanya yer alıyor.
- Ancak yurtdışına yatırım hakkında konuşurken istikrar önemli bir bileşendir. Yatırımcı ülkenin güvenliğine ve kontrolüne bakar. Bu Afgan ekonomisi açısından mevcut değil.
Mevcut ve eski hükümet, bu konuda, özellikle de siyasi boyutlarda Taliban ile uzlaşı için çok çaba sarf etmiştir. Yakında gerçekleştirilmesi beklenen vizyonları, uzlaşıyı ve uyumu karşılamak için çalışmalar devam etmektedir. Ekonomik duruma gelince bu, iyi bilindiği gibi siyasi duruma bağlıdır. Ancak iki taraf arasında birçok uzlaşma programı var ve özellikle de her iki taraf da Afgan çıkarlarını ilerletmenin önemine inanıyor. Bu nedenle Afgan devletinin temeli, Taliban’ın ‘katılımcı, kurucu ve karar alıcı olarak’ siyasi çalışmalara, devlet sistemine ve seçimlere dahil olması olacak. O, Afgan halkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Ülkenin güvenliği ve istikrarıyla ilgili olarak özellikle terör grupları meselesi gibi bazı hususlar sona erdirilmeli ve bununla neyin ilişkili olduğu konusunda önemli bir rol üstlenilmelidir. Bu konudaki bilgilerimiz, tüm Afganistan’da siyasi durumu düzeltme ve güvenliği empoze etme çabalarına rağmen bir sorundur. Hedeflenen tüm sektörlerde yatırımın ortalama getirisi, yüzde 25’ten az olmayacaktır.
- Ancak mevcut koşullarda, Afganistan’da ekonomi finansmanı neye dayanıyor?
Ekonomi düzeyi, göstergeleriyle birlikte şu an o kadar da kötü değil. Aksine somut bir iyileşme var. Ülke, az bir büyüme yaşıyor ve maaşlar, ekonomik durumla ilgili olarak, kötü değil. Strateji hususunda da endişelenmiyoruz. Afgan toprakları, demir, bakır, alüminyum, petrol ve gaz gibi zenginlik ve minerallerle dolu. Ülkede yatırım ve ekonomik sistemlerin geliştirilmesindeki yenilikler ve gelişmeler arasında, devlete gelir oranı, Afgan topraklarından yararlanma haklarından belirlenir. Devletin bazı yatırımlara yönelik mevcut getirisinin, 30 milyon doları aşmadığını tasavvur edebilirsiniz, bu oldukça zayıf bir oran. Ekonomik bir rakam olarak bile bahsedilmez. En önemlileri demir, bakır, lityum, nadir bulunan elementler ve hatta ince kaymaktaşı da dahil, doğal gaz ve petrol fırsatlarına sahibiz. Afganistan, 42 farklı renge sahip. Tüm bu yatırım fırsatları ise oldukça cazip.
- Afganistan’daki yatırımlardan yararlanma hakları olarak ne düzeyde orana sahipsiniz?
Afgan hükümetinin minerallere yönelik yatırım faydaları yüzde 6 ile 8 arasındadır. Enerji projelerine yatırım miktarı, yaklaşık 1,3 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Ama konut yatırımına gelince bu, yaklaşık 1,7 milyar dolardır.
Tarım sektörü, buna oldukça bağlı. Bu nedenle mevcut fırsatların büyüklüğü, en az 5,3 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.
- Şu anda bu zenginliklerden ne düzeyde fayda sağlanıyor?
Bir rakam vermek mümkün değil. Mesele şu ki yararlanılan Afgan serveti oranı yüzde birin altında. Bu durum değiştirilirse Afganistan’da da büyük bir ekonomik değişim yaşanacak. Sadece bu da değil, coğrafi konum Orta Asya ülkelerini Arap (Basra) Körfezi ülkelerine bağlayan bir şerittir. Özellikle koyun ve et gibi gıda güvenliği konusunda, Orta Asya, Arap bölgesi ve Körfez arasında hayati öneme sahip ürün ve emtia koridorları ekonomisini, son 10 yılda İşbirliği Konseyi ülkeleriyle artan ilişkilerle birlikte düşünebiliriz. Bu yüzden bu ülkeler arasında, Hindistan ve Pakistan gibi Güney Asya ile bağlantıda odak noktalarımız var. Ayrıca şu anda Hindistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) için bir hava koridorunu temsil ediyoruz. Afganistan’ın batısından Suudi Arabistan’a kadar olan bölge başta olmak üzere Suudi Arabistan ile kuru meyve ve sebzeler için hava koridoru olmaya sabırsızlanıyoruz. Kargoların Kandehar ve Helmand’dan Riyad’a ulaşması iki buçuk saat, Cidde’ye ulaşması da üç saat almayacak. Yani tarımsal üretim aynı gün Suudi Arabistan'a ulaşabilir.
- Afgan ulusal ekonomisinin kalkınması için bir planınız var mı? Bir hedef yüzdesi belirlediniz mi?
Planımız daha önceden başladı. Siyasi yönün etkili bir faktör olduğu, yani ön seçimlerin sonuçları ve üzerinde çalışmakta olduğumuz ekonomik programlara devam etme istikrarı göz önüne alındığında, 2020 yılında Afgan ekonomisinin yüzde 3 ila 5 arasında büyümesini hedefliyoruz. Dünya Bankası’ndan, Suudi Arabistan ve Kuveyt de dahil hükümet fonlarından fon aldıktan sonra etkinleştirilmeye hazır bir programımız var. Yani yatırım vaadinde bulunduk ve bu bizim için kalkınma desteğinden daha önemli. Bu durum, önceki ve mevcut finansal destek için Suudi Arabistan’a teşekkür etmemize de bir fırsat olarak sayılıyor. Ancak bu aşamada Afganistan’da yatırım meselesiyle ilgileniyoruz.
- Bu nedenle Suudi Arabistan da dahil olmak üzere uluslararası fonları ve Körfez fonlarını, daha önce bir kısmı ortaya koyulan büyük fırsatlar karşılığında, Afganistan’a yatırım yapmaya ikna etmeye çalışıyorsunuz, değil mi?
Tabi ki. Daha önce de Afganistan’ın imkanlarını, doğal ve insan kaynaklarını pazarlamak ve teşvik etmek için çalıştığımızı söylemiştim. Daha net olmak gerekirse, şu anda yabancı yatırım olarak 5 milyar dolar toplamayı hedefliyoruz. Bu, hedeflediğimiz yatırım programlarımızı ortaya koymamız için gelecek yıl Afganistan’da başlayacak.
- Onaylanmış ekonomik kalkınma programlarının detayları nedir?
Birçok durum var. Ancak en belirgin olanı, bu sektörü üretimle geliştirmeye çalışıyoruz. Özellikle de taze ve kuru meyve ürünlerinde 15 çeşit belirledik. Aynı şekilde tıbbi müstehzarata faydalı olan doğal ürünlere, fıstık ve bademe sahibiz.
Konut projeleri ise Afganistan’daki çok büyük fırsatlardan biri. Ülke çapında yaklaşık 300 bin konut belirledik. Elektrik sektörü de önemli ve çekici bir fırsattır. Afganistan’ın batısındaki bölgeler, rüzgar hareketi açısından dünyanın en iyisi sayılıyor. Bu nedenle enerji üretme fırsatı da mevcut. Geri dönüşü ise oldukça yüksektir. Yenilenebilir enerji olarak kullanılabilen 70 bin MW güce sahip. Aynı şekilde BAE ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerine ve hatta Pakistan ve Hindistan’a da ihracat yapılabilir. Afganistan’daki ortalama rüzgar hızının Arap bölgesinden ve tüm Afrika kıtasından daha yüksek olduğunu biliyor muydunuz?
Afganistan, Orta Asya’dan Körfez ülkelerine ve hatta Hindistan’a kadar yenilenebilir enerji için bir kanal olabilir. Aynı şekilde Afganistan içerisinde çok fazla elektrik enerjisi ihtiyacı var ve yatırımcı, bu sektörde tamamen açık bir pazara sahip. Orta Asya ülkeleriyle Güney Asya ülkeleri, hatta Azerbaycan ve Gürcistan gibi Kafkas ülkeleri arasındaki ticareti ve koridorları, Türkiye’ye kadar ulaştırmaya yönelik entegre bir planımız var. Benimsediğimiz tüm yollar devlet tarafından büyük ölçüde korunuyor. Bu sayede malların ve ürünlerin güvenli akışını garanti edebiliyoruz.
- Afganistan hükümetinin yıllık elde ettiği yardımın boyutu nedir?
Sivil yardımın 15,3 milyar dolar (200 milyar Afgan Afganisi) olduğu tahmin ediliyor. Kalkınma projelerini desteklemek için yaklaşık 7,7 milyar dolar (100 milyar Afgan Afganisi) sağlanıyor. Tüm bu meblağlar ise tahsis edildikleri ihtiyaçları karşılamaya odaklanmıştır.
- İleride Suudi Arabistan’a ziyarette bulunmayı düşünüyor musunuz?
Özel sektör ile bazı görüşmeler yapmak, iki ülke arasında iş fırsatlarını ve ticari ilişkilerini ele almak amacıyla iş sektörlerini görüşmek için Suudi Arabistan’a geleceğiz. Ziyaret resmi bir hükümet çerçevesinde gerçekleşecektir.
- Suudi Arabistan’da ‘Vizyon 2030’ ışığında ekonomik dönüşüm için büyük bir proje olduğunu biliyorsunuz. Afganistan bu vizyona nasıl bir fayda sağlayabilir ya da katkıda bulunabilir?
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın hazırladığı ve özellikle de büyük projeleri içeren ‘Vizyon 2030’ programına katkı sağlanabilecek birçok alan var. Örneğin özellikle de Afganistan’da 35 milyon vatandaşın yüzde 65’inin genç olduğu göz önüne alındığında aktif şekilde iş yapan ellere sahibiz. Bunlar çeşitli alanlardaki tüm faaliyetlere ve inşaat çalışmalarına katılabilir.
Afgan işçilerin beceri ve eğitim düzeylerinin arttığını unutmuyorum. Doğrudan çalışmak için Afgan işçilere giriş izni verildiğini de belirtmekte fayda var. Suudi Arabistan makamlarıyla son görüşmeler gerçekleşiyor. Çocuklarımızın doğrudan Suudi Arabistan’a gelip burada çalışmalarına izin verilecek.
Uyuşturucu ticareti meselesi, Afganistan hükümetinin karşı karşıya olduğu bir zorluk
Afganistan Maliye Bakanı Dr. Muhammed Humayun Kayumi, tarımda, üretim ve pazarlamada entegre bir sürecin mevcut olması dolayısıyla uyuşturucu ticareti meselesine de değindi. Hükümetin, ciddiyeti göz önüne alındığında tüm alanlarda onunla mücadele etmek için elinden gelen her türlü çabayı sarf ettiğini belirten Kayumi, bu faaliyetlerin, bir finansman kaynağı olarak ona bağlı silahlı gruplara gelir sağladığını, bu nedenle hükümetin de onu yok etme çabalarını sürdürdüğünü vurguladı.
Kayumi, terör finansmanının çoğunun uyuşturucudan sağlandığına işaret ederek uyuşturucu krizine yönelik çözümün, öncelikle siyasi olduğunu ifade etti.
Dr. Muhammed Humayun Kayumi, “Siyasi çözüm, bu ürünlerin ve tarım çeşitlerinin terör gruplarına ulaşmasını engellemek ve kontrol seviyesini yükseltmek için komşu ülkelerle yapılan anlaşmalarla başlayacak önemli bir çözümdür” ifadelerini kullandı.
Maliye Bakanı, bu olumsuz ekonomik olgunun, uluslararası işbirliği aracılığıyla çözülebileceğine dikkati çekerek, “Tüm ülkeler arasında uyuşturucu karşıtı bir sistem kurmak için Afganistan’ı çevreleyen tüm ülkelerle işbirliği anlaşmasına ihtiyacımız var” dedi.



Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.