Suudi Arabistan Washington Büyükelçisi Rima bint Bender Şarku'l Avsat'a konuştu: Suudi Arabistan, ABD'nin bölgedeki en güvenilir ortağıdırhttps://turkish.aawsat.com/home/article/2136116/suudi-arabistan-washington-b%C3%BCy%C3%BCkel%C3%A7isi-rima-bint-bender-%C5%9Farkul-avsata-konu%C5%9Ftu
Suudi Arabistan Washington Büyükelçisi Rima bint Bender Şarku'l Avsat'a konuştu: Suudi Arabistan, ABD'nin bölgedeki en güvenilir ortağıdır
Prenses Rima bint Bender’in Şarku’l Avsat’la röportajından bir kare
Suudi Arabistan Washington Büyükelçisi Prenses Rima Bint Bender bin Sultan bin Abdulaziz, Suudi Arabistan’ın ABD’nin bölgedeki ‘en güvenilir ortağı’ olduğunu söyledi. İki ülke arasındaki ortaklığın ‘temelleri sağlam ve dayanıklı’ olduğunu vurgulayan Prenses Rima, ABD yönetimlerinin, Cumhuriyetçi ve Demokrat eğilimli olmasının bu konuda herhangi bir etkisinin olmadığını kaydetti.
Suudi Arabistan’ı Washington’da temsil etme sorumluluğunu üstlenmesinden bu yana ilk kez bir Arap gazetesine röportaj veren Prenses Rima, Şarku’l Avsat’a önemli açıklamalarda bulundu. İki ülke arasında kurulan stratejik ortaklığın üzerinden 75 yılın geçtiğini söyleyen Prenses Rima, bu ortaklığın, küresel düzenin Sovyetler Birliği’nin gel-gitleriyle mücadelede yaşadığı büyük zorluklar ve dalgalanmalardan, Körfez Savaşı'nın yanı sıra tekrarlanan petrol krizlerinden, terör örgütlerinin artan tehditlerinden geçtiğini ve tüm bu zorluklara karşı dayanıklılığını kanıtlayıp sürekli geliştiğini söyledi.
Prenses Rima bir soru üzerine, Suudi Arabistan’ın ABD’de karşılaştığı en büyük engelin 'klişeler ve ön yargılar’ olduğunu, fakat yine de iki ülke arasındaki ilişkiyi korumak için herkese hitap edebildiğini ve iletişim kurabildiğini vurguladı. Öte yandan Prenses Rima, Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ilişkiye şöyle bir göz atmak isteyenlerin çoğunun Suudi Arabistan’ın sarf ettiği çabaları görmediğini düşündüğünü ifade etti. İşte Şarku’l Avsat’ın Prenses Rima ile gerçekleştirdiği röportajın tamamı;
- Suudi Arabistan Krallığı'nın kurucusu Abdulaziz bin Abdurrahman bin Faysal Al Suud ile ABD’nin 32. Başkanı Franklin D. Roosevelt arasındaki tarihi görüşme, Suudi Arabistan ile ABD arasındaki güçlü siyasi, ekonomik, ticari ve kültürel ortaklığın ilk adımıydı. Bölgeyi etkileyen değişiklikler ışığında bu ortaklığın bugünkü durumu nedir?
Suudi Arabistan ile ABD arasındaki sağlam ortaklık, kurucu Kral döneminden Kral Selman bin Abdulaziz’in mevcut krallığı dönemine devam etmektedir. İki ülke arasında stratejik çıkarlara ve hedeflere dayanan bir ortaklık bulunuyor. Bu hedefler arasında, bölgede barış ve istikrarın sağlanması ve ekonomik işbirliğinin ilerletilmesi yer alıyor. Bu konuda ortak bir çaba söz konusu.
Tüm değişimlere rağmen ortak hedefler hala mevcut ve bölgedeki değişimlerle daha da önem kazanıyorlar. Bu stratejik ortaklığın karşı karşıya kaldığı bir takım zorluklara rağmen, bu zorlukların üstesinden gelebildik ve iki dost ülke arasındaki bu ortaklığın etkilenmesine izin vermedik. Çünkü hayati öneme sahip ortak hedeflerimiz var. Ayrıca bu hedefler sadece iki ülke için geçerli değil, bilakis bölgenin ve tüm dünyanın güvenliği ve istikrarı için de önemli. - Çin'in ekonomik yükselişinden, Rusya’nın bariz bir şekilde ABD’ye rakip olup Ortadoğu arenasına geri dönüşüne ve Avrupa Birliği’nin (AB) rolünün azalmasına kadar küresel düzende yaşanan değişikler ışığında ortaklığın geleceğini nasıl okuyorsunuz?
Öncelikle iki ülke arasındaki stratejik ortaklık, küresel düzenin Sovyetler Birliği’nin gel-gitleriyle mücadelede yaşadığı büyük zorluklar ve dalgalanmalardan, Körfez Savaşı'nın yanı sıra tekrarlanan petrol krizlerinden, terör örgütlerinin artan tehditlerinden geçti ve tüm bu zorluklara karşı dayanıklılığını kanıtlayıp, gelişmeye devam etti. Aynı zamanda küresel düzenin karşı karşıya olduğu birçok farklı uluslararası meseleye ilişkin görüşlerin yakın olduğunu da ortaya koydu.
İkinci olarak ortak güvenlik, siyasi ve ekonomik hedeflere öncelik verilse de iki ülke arasındaki ortaklık bunun ötesinde çok daha büyük boyutlara uzanıyor. Bugün, iki ülke arasında kültürel farka ve toprakları aralarındaki mesafeye rağmen halklarının kültürel ve sosyal olarak daha da yakınlaştıklarını görüyoruz. İki halk arasında gelişen bu bağ, ortak stratejik hedeflere ve çıkarlara ulaşmak için yeni bir kaldıraç görevi görüyor.
Üçüncü olarak ise küresel düzendeki değişimlere rağmen tarihi gerçekler, Suudi Arabistan’ın bölgede ABD'nin en güvenilir ortağı olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca iki ülke arasındaki mevcut ortaklık olumsuz ya da soyutlayıcı bir ortaklık değildir. Bu, iki ülkeden birinin başka bir ülkeyle ilişki kurmasının doğru olmadığı anlamından ziyade diğer bölgesel ve uluslararası güçlerle olan pozitif ilişkiler ve ittifaklarla ortaklıklarını güçlendirmeyi destekleyen bir ortaklıktır. Suudi Arabistan, ‘2030 Vizyonu’nu uygulamaya başladığında, tüm ülkelere bu vizyonunun bir parçası olmaları için kapılarını açsa da ABD, bu konuda en büyük payın sahibi olmaya devam ediyor. - Suudi Arabistan yöneticilerinin vizyonu, ABD Kongresi üyelerinin bazılarının muhalefetine ve eleştirileriyle karşı karşıya kalan birçok bölgesel dosyada ABD yönetimiyle tutarlılık göstermektedir. İki ülkenin vizyonlarını daha da yaklaştırmak için ne gibi çalışmalarda bulunuyorsunuz?
Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ortaklık, iki ülkenin tüm kurumlarının günlük olarak birbirleriyle yaptığı işbirliğine dayanan kurumsal bir ortaklıktır. Ancak ABD yönetimi ile Kongresi ve Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasında ABD dış politikasına ilişkin görüş ayrılıklarının olması oldukça doğaldır. Suudi Arabistan ile ABD arasındaki bu kurumsal ilişki, ABD yönetimine Cumhuriyetçilerin veya Demokratların gelmesinden etkilenmez. Çünkü bu ilişki Demokrat Partili Başkan Roosevelt döneminde başlarken Cumhuriyet Partili Başkan Trump ile büyük bir işbirliğiyle devam etmektedir.
Büyükelçi olarak rolüm, ABD yönetiminde ya da Kongre'de çeşitli konumlardaki tüm taraflarla ve yetkililerle ait oldukları partiye bakılmaksızın iletişim kurmak, Suudi Arabistan’ın vizyonun iletmek, iki ülke arasındaki ilişkiyi geliştirmek ve ortak hedeflere ulaşmak için mümkün olan tüm yollarla çalışmaktır. - Suudi Arabistan son zamanlarda medya ve siyaset üzerinden çok sayıda saldırıyla karşı karşıya kaldı. Bu saldırıların bazıları Suudi Arabistan-ABD ilişkisinin önemini azaltmaya ve gözden geçirilmesini talep etmeye yönelikti. Bu saldırılara nasıl karşılık veriyorsunuz?
Suudi Arabistan’ın tutumları ve politikası her zaman karşı karşıya kaldığı konulara yönelik tutarlı, sağlam ve dengeli olmuştur. Suudi Arabistan’ın tutumları ve rolü herkes tarafından biliniyor. Çeşitli alanlardaki çabaları orada burada konuşulanlardan daha büyüktür. Suudi Arabistan’ın terörle mücadele gibi çeşitli alanlarda yaptıklarının yanı sıra bölgedeki istikrarı destekleme ya da petrol piyasalarının dengesini koruma çabalarını bilen gözlemciler ve eleştirmenler, onun uluslararası arenadaki rolünün öneminin ve Suudi Arabistan-ABD ilişkisinin her iki ülke için de merkezi olduğunun farkındalar.
Ancak ne yazık ki, bazen bazı kişilerin iki ülke arasında ilişkinin gözden geçirilmesi talebinde bulunduğunu duyarız. Ancak çoğu, Suudi Arabistan’ın çabalarını görmüyorlar. Ben her zaman bu mesajı vermek için ABD’deki çeşitli kesimlerle bir araya gelmeye çalışıyorum. Seçim dönemlerinde çeşitli nedenlerle bu gibi açıklamaların çoğaldığının farkındayız. Ancak Suudi Arabistan’ın bölgesel ve uluslararası çabaları hakkında yeterli bilgiye sahip olan herkesin Riyad’ın rolünün ve Washington’la olan ilişkisinin önemini anlayacağından eminiz. - Önümüzdeki süreçle ilgili ne gibi hedefleriniz var?
ABD ile olan ilişkimize sadece siyasi ve güvenlik ilişkisi ile ilgili değil, bunun ötesinde tüm alanlarda işbirliğine uzanan daha geniş bir perspektiften bakıyoruz. Özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından başlatılan geleceğe yönelik iddialı bir vizyonun varlığı bu perspektifi genişletirken Suudi Arabistan 2030 Vizyonu hedeflerine ulaşmak için ekonomi, eğitim ve kültür alanlarında ABD ile işbirliği için birçok fırsat olduğunu görüyoruz.
ABD, en iyi üniversitelere, araştırma ve teknik merkezlere ve önde gelen şirketlere sahip. Benim de ABD’deki tüm kesimlerle ilişkileri geliştirerek Suudi Arabistan’ın vizyonuna ulaşmaya katkıda bulunmak ve iki ülke arasında her alanda daha fazla işbirliğine katkıda bulunmak istiyorum. - Önünüze çıkan engeller neler?
Suudi Arabistan’ın bugün ABD’de karşı karşıya kaldığı en büyük zorluğun ne yazık ki klişeler ve ön yargılardır. Ancak bugün Suudi Arabistan imajını, yöneticilerinin gerçekleştirdiği vizyonla ABD ve dünyanın dört bir yanında olumlu bir şekilde gelişme gösteriyor. Örneğin turizm amaçlı vizelerin verilmeye başlamasından bu yana Suudi Arabistan çeşitli ülkelerden 200 bin fazla kişiye vize verdi. Suudi Arabistan’ı yakından tanıma fırsatı bulanların ülkemize bakış açıklarının değiştiğine tanık olduk. Buradan herkesi, şahit olunan ilerlemeyi görmek ve şerefli Suudi halkıyla doğrudan ve engelsiz olarak tanışmak için Suudi Arabistan’a davet ediyorum. - 75. yılını tamamlayan Suudi Arabistan-ABD ilişkisinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
İki ülke arasında süregelen ilişki, stratejik hedeflere ulaşmaya ve iki ülkenin ortak çıkarlarına hizmet etmeye devam edecektir. Suudi Arabistan Krallığı’nın kurucusu ile Başkan Roosevelt arasındaki tarihi görüşme buluşmayı incelediğimizde, iki ülkenin o tarihten bu yana, aralarındaki mesafeye ve gerek kültürel gerek yaşam tarzlarındaki farklılıklara rağmen ortak ilkelerde buluştuğunu görüyoruz.
Bu nedenle, söz konusu tarihi buluşmayla başlayan ortaklık, komünizmden, terörle mücadeleye, G20 zirvesinin gündeminden, dünya için daha iyi bir gelecek için yapılan çabalara, küresel, çevresel ve ekonomik zorlukları ele alma gayretine kadar iki ülke arasındaki işbirliğiyle devam etmektedir. - ABD’de yaşayan Suudi kadınların güçlendirilmesi için neler yapıyorsunuz? Suudi Arabistan’da kadın haklarında ilerleme kaydedilmesine ilişkin yükselen şüpheci seslerle ilgili düşünceleriniz neler?
Suudi kadınların uzun zamandır bekledikleri birçok hayal sonunda gerçekleşti. Birçok hak elde ettiler. Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın gerçekleştirdiği reformlar ışığında kadınların değişimi ve güçlendirilmesi çabaları devam edecek. Burada, Suudi kadınların, erkeklerle aynı maaşı alması gibi birçok gelişmiş ülkede mevkidaşlarının elde edemediği hakları elde ettikleri dikkat çekiyor.
Bugün Suudi Arabistan’da kadınların güçlendirilmesine ilişkin atılan adımlardan gurur duyuyorum. Bu ortamın Suudi Arabistan 2030 Vizyonu kapsamında oluştuğundan eminim. Suudi kadınları dünya sahnesindeki mevkidaşlarıyla kıyaslanabilir bir konuma sahip olacaklar. Herkese göndermek istediğim mesaj da bu. Çünkü kadınlar olmadan ilerleme olmaz. Suudi Arabistan’da son yıllarda atılan adımları inceleyenler, önümüzdeki yıllardaki rotasını da anlayabilirler. Suudi Arabistan’ın 2020 yılında kadınlar, iş dünyası ve hukukla ilgili olarak 190 ülke arasında en çok reform yapan ülkeler listesinin başında yer alması, onun bu alandaki ilerleyişinin en önemli göstergesidir.
Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattıhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5130588-mustafa-el-kaz%C4%B1mi-iraka-hangi-nedenlerle-d%C3%B6nd%C3%BC%C4%9F%C3%BCn%C3%BC-ve-yeni-d%C3%BCnya-d%C3%BCzenini
Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
İbrahim Hamidi
Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.
Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.
Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.
Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.
İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:
*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?
Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.
Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.
Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.
Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.
Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.
*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?
Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.
İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)
İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.
*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?
Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.
Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.
Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!
*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?
Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.
Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.
En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.
*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?
Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.
Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.
Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.
*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?
Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.
Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.
Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.
*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?
Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.
7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.
Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.
*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)
Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.
Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.
Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.
*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.
Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.
Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.
Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.
Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.
*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.
Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.
Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.
*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?
Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.
Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.
ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.
ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.
Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)
Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.
*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?
ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.
Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.
ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.
ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.
Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.
Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.
Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.
*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?
Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.
Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.
Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.
Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.