​Rusya medyası İdlib’de ‘askeri çözüm’ beklentilerini körükleyen kampanya izliyor

​Rusya medyası İdlib’de ‘askeri çözüm’ beklentilerini körükleyen kampanya izliyor
TT

​Rusya medyası İdlib’de ‘askeri çözüm’ beklentilerini körükleyen kampanya izliyor

​Rusya medyası İdlib’de ‘askeri çözüm’ beklentilerini körükleyen kampanya izliyor

Rusya Savunma Bakanlığı ve Rus diplomatik çevrelerin İdlib’teki ateşkesin ‘süreceğine’ dair coşkulu açıklamaları ya da Ankara ile yapılan anlaşmaların uygulanması için ortak askeri devriyelerin başlatılması, Rus medyasının mevcut hareketlerin ve ateşkesin ‘geçici’ olduğunu vurgulayan haberler yapmasının önünü kesmedi. Rus basınına göre İdlib’teki mevcut durum, Ankara'nın umduğu gibi istikrarlı bir duruma dönüşmeyecek. Bununla birlikte Rus basını, ‘Türkiye ve Suriyeli silahlı grupların bölgedeki gerginliğin azalmasını, yeteneklerini geliştirmek ve yeni bir çatışma süreci başlatmak için kullandıklarını’ öne sürdü.
Rusya Savunma Bakanlığı yaptığı birçok açıklamada,  başlıca ihlallerin, Ankara'nın kontrolü altında olmayan silahlı gruplar tarafından işlendiğini belirtti. Bu açıklamalarla Bakanlık, Heyet-i Tahriru'ş-Şam (HTŞ) ile Ecnad'ul-Kafkas ve Türkistan İslam Partisi adlı gruplara işaret ediyordu.
Rusya, şuana kadar Türkiye’nin taahhütlerine bağlı olduğu ve İdlib'e yönelik askeri sevkiyatların devam ettiğini gösteren veriler hakkında endişelenmeye gerek olmadığını öngören bir tutum sergiledi. Çünkü bu gelişmeler, Ankara ile Moskova arasındaki uzlaşı kapsamında gerçekleşiyordu ve Türkiye’nin amacı sadece ağır silahların önemli bir bölümünü geri çekerken gözlem noktalarını güçlendirmekti. Ancak Rus medyasında Moskova'nın pratikte ikinci bir askeri tur için gerekli şartları yarattığı şeklinde ortaya çıkan başka bir anlayış olduğu gözlemlendi. Çünkü Rusya, önümüzdeki süreçte ihlallerin kaçınılmaz olduğuna ve bu yüzden Ankara’nın bu aşırı şiddet yanlısı taraflarla baş edemeyeceğine inanıyor. Bu da konunun sadece bir sonraki krizin tarihini belirlemeye kaldığı anlamına geliyor.
Rus yorumcularına göre Moskova’nın özellikle Suriye'deki faaliyetleri hakkında ayrıntıları neredeyse hiç ortaya çıkmayan Ecnad'ul-Kafkas ve Türkistan İslam Partisi gruplarına odaklanması dikkat çekici. Her ne kadar bu iki grup hakkında çok fazla detay olmasa da Kafkasya bölgesinden ve Orta Asya cumhuriyetlerinden savaşçıları kendi saflarına çektikleri için Rusya’da oldukça biliniyorlar. Burada Rusya'nın doğrudan bir tehdit olarak gördüğü gruplarla ‘Türkiye’nin nüfuz alanına girmeden’ yüzleşme olasılığına ilişkin net bir gösterge bulunuyor. Bu da Moskova'nın bir çatışmayı körüklemesi halinde Ankara ile yaptığı anlaşmalardan çekildiğini duyurmak zorunda kalmayacağı anlamına geliyor. Ancak Rusların niyetlerine ilişkin göstergeler sadece bunlarla sınırlı değil. Ankara'nın anlaşmalardaki taahhütlerini yerine getirme niyeti veya yetenekleri ile ilgili bir güvensizlikten bahsedilmesi, Rus basınının belirgin bir özelliği haline geldi. Burada aynı zamanda ABD’nin askeri faaliyetlerine yönelik atıflar da yer alıyor.
Örneğin Rusya’da yayınlanan günlük gazete ‘Nezavisimaya Gazeta’ iki gün önce yayınladığı bir haberde, ABD’nin askeri bir konvoyunun Irak'ın kuzeyinden Suriye'ye et-Tanf Sınır Kapısı’ndan (Irak’taki ismi el-Velid) geçtiğini aktardı. Konvoyun üzerinde duran gazete, Haseke’ye gittiği belirttiği konvoyun, ABD Silahlı Kuvvetleri’ne ait 11 zırhlı aracın koruması altında mühimmat dolu 62 araçtan oluştuğu şeklinde tüm detaylara haberinde yer verdi.
Analistler ABD’nin bu adımı, DEAŞ militanlarının Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) bulunduğu bölgeye saldırdıklarını açıklamalarından birkaç gün sonra attığına dikkat çektiklerini kaydetti. Rus analistlere göre Washington, Suriye’nin kuzeydoğusunda bulunan petrol zengini bölgelerdeki askeri varlığını güçlendirmek amacıyla bir bahane elde etmek için söz konusu saldırıyı ‘uydurmuş’ olabilir.
Öte yandan yorumcular, Türkiye'nin bu gelişmeleri endişeyle izlediğini düşünüyorlar. Çünkü ABD’nin bölgeye yönelik askeri sevkiyatları, Moskova ve Ankara için kabul edilebilir bir siyasi çözüm için yine kabul edilebilir bir formüle ulaşılmasını zorlaştırıyor. Bununla birlikte Rus gözlemciler, Türkiye’nin İdlib’deki bazı noktaları yeniden bombalamak için herhangi bir gerekçesi olmadığını ve ABD ile Avrupa ülkelerinin desteğini harekete geçirmek için çalışmaya devam edeceğini düşünüyorlar. Bununla birlikte analistler, ortak devriye tecrübesinin ve M4 karayolunun açılmasının, daha sonraki manevraların anahtarı olabileceğini ve Türkiye’nin durumun kendi lehine olmadığını düşünmesi halinde ‘silahlı grupları kullanarak gelişmeyi provoke edebileceğini’ öne sürdüler.
Rus yorumcular ayrıca Moskova ile Ankara arasındaki temaslarda Kürt meselesinin bugüne kadar gündeme ‘hiç gelmediğine’ ve bu nedenle daha sonra patlak verebilecek temel bir boşluk oluşturduğuna dikkat çektiler. Rusya’da yayınlanan günlük gazete Kommersant, İdlib ve Halep’teki çatışmaların durdurulmasının arka planında Türkiye’nin kontrol ettiği kuzey bölgelerindeki nüfuzunu genişletmeye devam ettiğini yazdı. Gazete ayrıca, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tam bir siyasi çözüm getirilene kadar bu toprakları geri vermeyeceğini açıklamasının, Şam'ın Kürt azınlıkla ilişkilerinin eski haline getirmesini, her iki taraf için de zamanında ve faydalı bir adım haline getirdiğini vurguladı.
Gazete, Türkiye'nin Rusya’ya Kürtlerin Cenevre, Soçi veya Astana’daki görüşmelere davet edilmemesi talebine yanıt olarak henüz herhangi bir çalışma yapmadığına dikkati çekti.
Rus analistler, bölge ve ana aktörler ile ilgili dosyalardaki bu çakışma ile ateşkesin uzun vadeli sürdürülebilirliği konusunda oldukça kötümser bir çizgi çiziyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye’nin Rusya ile olan anlaşmasını kalıcı bir anlaşmaya dönüştürme arzusuyla ilgili sözleri ise Rus analistler tarafından adeta bir tür kınama ile karşılandı. Rusya'nın eski Riyad Büyükelçisi Andrey Baklanov yaptığı açıklamada, “Ankara ile yapılan tüm anlaşmalar geçici anlaşmalardır. Nihai statü oluşturamazlar. Suriye toprakları er ya da geç meşru hükümetin kontrolüne geçmelidir” diye konuştu. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova da yakın zamanda eski Büyükelçi ile benzer bir açıklamada bulunmuş ve Savunma Bakanlığı'nın ateşkes ile ilgili herhangi bir anlaşmada terör örgütlerinin yer almaması şeklindeki genel eğilimini vurgulamıştı. Zaharova ayrıca bunlara kesin çözümler getirilmesi gerektiğini belirtmişti.
Öte yandan İdlib Valisi Muhammed Fadi es-Sadun, İdlib’ten geçen Halep ve Lazkiye karayolunun Rusya'nın desteğiyle Suriye ordusu tarafından açılacağına inandığını, ‘çünkü Türkiye ve terör örgütlerinin Moskova ile İdlib konusunda yapılan anlaşmaya uymayacaklarını’ öne sürdü. Şam'da yayınlanan bir gazete tarafından aktarılan açıklamasında Sadun, “Anlaşmanın uygulanamaması için iki olası faktör var. Bunlardan biri Türkiye hükümeti, diğeri ise terör örgütleri. Türkiye eğer garantörü olduğu anlaşmayı uygulayamazsa, anlaşmanın askeri yolla uygulanması için meseleyi Suriye ordusuna bırakmalı” diye konuştu.



Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu: Bölgeyi tehdit eden yayılmacı bir proje

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 4 Eylül 2024'te Kudüs'teki Hükümet Basın Ofisi'nde düzenlediği basın toplantısında Ortadoğu haritasının önünde konuşuyor (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 4 Eylül 2024'te Kudüs'teki Hükümet Basın Ofisi'nde düzenlediği basın toplantısında Ortadoğu haritasının önünde konuşuyor (AFP)
TT

Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu: Bölgeyi tehdit eden yayılmacı bir proje

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 4 Eylül 2024'te Kudüs'teki Hükümet Basın Ofisi'nde düzenlediği basın toplantısında Ortadoğu haritasının önünde konuşuyor (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 4 Eylül 2024'te Kudüs'teki Hükümet Basın Ofisi'nde düzenlediği basın toplantısında Ortadoğu haritasının önünde konuşuyor (AFP)

Amr İmam

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun yakın zamanda sözde Büyük İsrail vizyonuna gösterdiği bağlılık, bölgedeki yüz milyonlarca ılımlı Arap'ın bilincini uyandırması gereken bir anı ortaya koyuyor.

Netanyahu'nun İsrail merkezli i24News kanalına verdiği son röportajda dile getirdiği bu bağlılık, ülkesini komşularıyla barışa veya bir arada yaşamaya yönlendirme becerisi hakkında soru işaretleri doğuruyor.

Röportaj sırasında ve sunucu, İsraillilerin “Vaat edilmiş topraklar” olarak adlandırdığı haritanın muskasını kendisine sunarken, Netanyahu bu vizyonu gerçekleştirmek için kendisini “tarihi” ve “manevi” olarak görevlendirilmiş olarak gördüğünü belirtti. Netanyahu, Büyük İsrail diye adlandırılan vizyonun bir parçası olarak ilhak etmeyi hedeflediği belirli bölgeleri belirtmese de, bu vizyonun Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kurulması beklenen Filistin devletinin bir parçası olması beklenen bölgeleri, Ürdün Nehri'nin doğusu ve batısındaki toprakları, Sina Yarımadası da dahil olmak üzere Mısır'ın Nil'in doğu kıyısına kadar uzanan kısımlarını kapsadığı biliniyor.

Bu sebeple Netanyahu'nun açıklaması, resmi bir açıklama talep eden Mısır ile aşırı sağcı İsrail Başbakanı’nın sözlerini şiddetle kınayan Ürdün'de bir öfke dalgasına yol açtı. Ancak Netanyahu'nun siyasi kariyerini ve düşüncelerinin doğasını takip edenler, son açıklamalarına şaşırmadı. Zira bunlar onun onlarca yıldır inandığı ve savunduğu şeylerle tamamen tutarlı.

Netanyahu'nun 1993 tarihli “Uluslar Arasında Bir Yer: İsrail ve Dünya” adlı kitabı bu bağlamda çok şey ortaya koyuyor.

Netanyahu, Oslo Anlaşmaları'na kesin bir muhalefet sergileyerek, Likud Partisi’ndeki hâkim düşünceyi yansıtıyor

Netanyahu bu kitapta, arzulanan Yahudi ulusu vatanı vizyonunu sunuyor. Bu vizyon, yukarıda bahsi geçen televizyon röportajında dolaylı da olsa değindiği Büyük İsrail’in küçük bir örneği olarak değerlendirilebilir.

Netanyahu, Batı'yı Yahudi halkını hayal kırıklığına uğratmaktan ve vaatlerinden, özellikle de Yahudiler için tüm Filistin'e ve Ürdün Nehri'nin doğusu ve batısındaki topraklara uzanan bir vatan öngören 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu'ndan geri adım atmaktan sorumlu tutuyor. Aynı zamanda Netanyahu, kitabında arzulanan Yahudi vatanının haritasını da çiziyor ve Yahudi göçmenlerin sayı olarak milyonlarca Filistinliyi geride bırakarak, onları İsrail yönetimi altında yabancı gibi yaşamaya mahkûm edeceğini hayal ediyor. Netanyahu'nun inançları ve siyasi ideolojisiyle yoğrulmuş bu kitap, onun düşünce tarzını ve fırsat verildiğinde nasıl davranacağını açıklayan görüşler sunuyor.

sdfrtgy
Netanyahu'nun 1993 tarihli “Uluslar Arasında Bir Yer: İsrail ve Dünya” adlı kitabı (el-Mecelle)

Şu anda Ortadoğu'nun en ağır silahlı devletini yönetmesi ile birlikte bu fırsata sahip gibi görünüyor.

Barış yok

Kitap yayınlandığında, Filistinliler ve İsrailliler, İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki ilk doğrudan anlaşma ve her iki tarafın da birbirlerinin meşruiyetini tanıdığı ilk belge olan Oslo Anlaşması'nı yakın zamanda imzalamışlardı. Anlaşma, Filistin-İsrail çatışmasının müzakere ile çözümü için bir çerçeve oluşturuyordu ve nihai hedefi iki devletli bir çözüme ulaşmaktı.

Netanyahu, kendi partisi Likud içindeki hâkim düşünceyi yansıtarak, kitabında Oslo Anlaşması'na sert bir muhalefet sergiliyor. Buna rağmen Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu geçmişten ziyade gelecek ile bağlantılı.

İşgal altındaki Batı Şeria'da binlerce Yahudi yerleşim birimi inşa etme planları göz önüne alındığında, geleceğin herhangi bir Filistin devletinden tamamen yoksun kalma olasılığı yüksek görünüyor

Kitabı, o dönemde kendisinin ve partisinin çoğu üyesinin düşüncelerine dair ipuçları sunarken, aynı zamanda İsrail'deki mevcut ve gelecekteki düşünceye de bir bakış sunuyordu. Bu düşünce, İsrail'in tüm Gazze'yi işgal etme planından, Güney Suriye'nin bazı kısımlarını işgal etmesine ve Güney Lübnan'daki beş stratejik noktadaki varlığına, bazı İsrailli politikacıların Mısır'ın Sina Yarımadası'nı yeniden işgal etme veya Gazze halkını buraya gönderme çağrılarına kadar güncel gelişmelerin çoğunu açıklayabilir.

Mossad Direktörü David Barnea, 14 Ağustos'ta Doha'yı ziyaret ettiğinde, Katar Başbakanı’na Gazze’yi işgalin yalnızca Hamas'ı devam eden dolaylı görüşmelerde esneklik göstermeye zorlamak için kullanılan bir koz olmadığını, bilakis özellikle görüşmelerde ilerleme kaydedilemezse Filistin topraklarında kalıcı bir İsrail varlığını yeniden tesis etmeye yönelik fiili bir plan olduğunu söylediği bildirildi.

asdfrgty
Binyamin Netanyahu, 15 Nisan 2025'te Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında (AFP)

Gazze’de yeniden yerleşim yerleri inşa etme projesi, İsraillilerin “İsrail Toprakları” olarak adlandırdığı toprakları tamamen geri alma ve İsrail devletinin geleceğini şekillendirme gibi dini hedeflerde ilerleme konusundaki güçlü kararlılığın ortasında, İsrail'de halk nezdinde bir ivme kazanıyor.

İşgal altındaki Batı Şeria'da binlerce Yahudi yerleşim birimi inşa etme yönündeki yeni planlar göz önüne alındığında, geleceğin herhangi bir Filistin devletinden tamamen yoksun kalma olasılığı yüksek görünüyor. Böyle bir devlet, üzerine kurulacağı hiçbir toprak kalmayacağı için, gerçekleşme şansı olmayan varsayımsal bir fikir olarak kalacak. Filistin devletinin kurulma ihtimalinin ortadan kaldırılması da bölgedeki barış fikrini tamamen yok edecek.

Netanyahu, barışın ancak ezici İsrail gücünü yansıtarak ve bölgede radikal değişiklikler gerçekleştirerek sağlanabileceğine inanıyor

Bu açıklamalar tesadüf mü?

Bu durum, Filistinlilerin arzu ettikleri devletin bir parçası olması gereken topraklarda binlerce ek Yahudi yerleşim birimi inşa ederek, Filistin devleti fikrini ortadan kaldırmaya yönelik aktif bir hareketliliğin yaşandığı Gazze veya Batı Şeria ile sınırlı değil.

Aksine bu durum, daha geniş bir bölgeyi ilgilendiriyor ve Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonuna bağlılığı, herkes için alarm zillerinin çalmasını ve devekuşu gibi kafayı kuma gömme politikasını benimsemekten vazgeçilmesini gerektiriyor. Yine bu vizyon, İsrail'in komşularıyla barış yapma konusundaki ciddiyeti ve gerçek barış anlayışı hakkındaki soruları da gündeme getirmeli.

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Netanyahu, barışın ancak ezici İsrail gücünü yansıtarak ve bölgede radikal değişiklikler gerçekleştirerek sağlanabileceğine inanıyor. Hamas ve diğer Gazzeli örgütler tarafından 7 Ekim 2023'te düzenlenen saldırı, İsrail Başbakanı ve çoğunluğu yerleşimcilerden oluşan kabinesine bu gücü gösterme ve bölgede değişim yapma fırsatı verdi.

Lübnan'da Hizbullah'ı hedef almaktan, İran eksenini İran'daki nüfuz merkezine saldırarak zayıflatma ve Gazze'de Hamas'ı ortadan kaldırmaya kadar İsrail, bölgeyi fiilen değiştiriyor. Bu değişimin kalıcı olmasını sağlamak için de İran'ı izlemeye devam ediyor, Suriye'yi zayıf ve güçsüz tutmaya çalışıyor, Hizbullah'ı silahsızlandırmaya çalışıyor ve Hamas'ın Gazze'deki varlığını sona erdirmekte ısrar ediyor.

fgthyu
5 Ağustos 2025'te Gazze Şeridi'nin güney sınırında bir İsrail tankı (AFP)

Bunu Büyük İsrail vizyonunu gerçeğe dönüştürme adımlarının takip etmesi mantıklı ve bu da Netanyahu'nun açıklamalarının zamanlamasının hiç de tesadüf olmadığını gösteriyor.

 Zamanında verilmiş bir cevap

Bu açıklamalar, İsrailli politikacılar ile Mısır’ın hükümet harcamalarını gözlemleyenler tarafından uzun zamandır sorulan bir soruya da zamanında bir cevap veriyor; Mısır, kimse ile savaş halinde olmamasına rağmen neden silah alımlarına bu kadar çok para harcıyor?

1979 Mısır-İsrail barış anlaşmasının, iki ülke arasında 1948'den beri on yıllardır süren düşmanlık sayfasını kapatması gerekiyordu. Bu süre zarfında Mısır ve Arap orduları, Sina Yarımadası'nı İsrail işgalinden kurtarıp, geri almak için 1973'te yapılan savaş da dahil olmak üzere, kendi kendine deklare edilen Yahudi devletine karşı dört savaş yürüttü.

Kahire'deki planlamacılar ve stratejistler, 1979'da İsrail ile imzalanan barış anlaşmasını her zaman uzun vadeli bir ateşkesten ibaret olarak gördüler. Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu da Mısır'ın bu değerlendirmesini teyit ediyor

O zamandan beri Mısır, askeri gücünü artırmak için hiçbir fırsatı kaçırmadı, ancak aynı zamanda tek bir silah tedarikçisine güvenmek gibi geçmiş hatalardan da kaçınmaya çalıştı.

Dünyanın en güçlü ordularından biri olan Mısır ordusunun silah ve teçhizat envanteri, diğer olası tedarikçilerin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa, Rusya ve Çin'den ithal edilen teçhizatları içeriyor. Bu, çeşitli sistemleri aynı anda ve büyük bir beceriyle çalıştırma konusunda benzersiz bir yeteneği yansıtıyor.

Mısır'ın 2024 yılında 5,2 milyar dolar olarak tahmin edilen resmi askeri harcaması ki bu ekonomik koşulları göz önüne alındığında önemli sayılabilecek bir meblağ, ancak diğer bölge ülkelerinin harcamalarıyla karşılaştırıldığında nispeten düşük bir miktar, Kahire'deki planlamacı ve stratejistlerin, 1979'da İsrail ile imzalanan barış anlaşmasını her zaman uzun vadeli bir ateşkesten ibaret olarak gördüklerini gösteriyor. Netanyahu'nun Büyük İsrail vizyonu da Mısır'ın anlaşmaya ilişkin bu olası değerlendirmesini teyit ediyor.

Bununla birlikte bu vizyon, yalnızca Mısır ile ilişkilerle ilgili değil, aynı zamanda İsrail'in bölgedeki tüm ülkelerle ilişkileriyle ilgili olarak da geleceğe dair birçok soruyu gündeme getiriyor.

 Bu vizyon, tüm Arapların, değişen bölgesel koşullara direnen, bir arada yaşama ve sömürgecilik hayallerini reddetmeye dayalı bir gelecek çağrılarını görmezden gelen bir vizyon çerçevesinde, eylemleri her zaman diğer ülkelerin topraklarına yayılma hırsı tarafından yönlendirilen bir devlet ile nasıl başa çıkmaları gerektiği konusunda derinlemesine düşünmelerini teşvik etmeli.