​Komplo teorisi ve direniş fıkhı

Irak’ın başkenti Bağdat'taki Firdevs Meydanı'nda ABD Deniz Piyadeleri tarafından Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin devrilişi (AFP)
Irak’ın başkenti Bağdat'taki Firdevs Meydanı'nda ABD Deniz Piyadeleri tarafından Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin devrilişi (AFP)
TT

​Komplo teorisi ve direniş fıkhı

Irak’ın başkenti Bağdat'taki Firdevs Meydanı'nda ABD Deniz Piyadeleri tarafından Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin devrilişi (AFP)
Irak’ın başkenti Bağdat'taki Firdevs Meydanı'nda ABD Deniz Piyadeleri tarafından Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin devrilişi (AFP)

Mustafa el-Feki
Entelektüel yaşamım boyunca, tarihte komplo teorilerinin var olduğuna inandım. Ama her zaman olayların ve gerçeklerin komplocu yorumlara teslim edilmemesi çağrısında bulundum. Çünkü bu, yolumuza çıkan tüm engellerin bir komplo olduğunu iddia eden mutlak bir depresyona yol açabilir.
Uluslararası ilişkiler uzmanları ve siyasetçiler, tüm olayları komplo teorisiyle ilişkilendirirler.
Tıpkı bazı doktorların hastalığın teşhisi konusunda kafaları karıştığında sorunun alerjik olduğunu söylemeleri gibi olayların komplo olduğunu söylemek de onların işlerini kolaylaştırır.
Komplo ve alerji hem siyasette hem de tıp alanında bulunur.  Ancak ikisine de güvenilmemelidir.
Var olduklarını kabul etmek için analizlere bakılmalıdır. İkisi de başarısızlık, hayal kırıklığı ve geri adım atma durumlarında öne sürülen bir gerekçe olarak görülmelidir.
İslam halifeliğinin çöküşünün arkasında bir takım komplolar olduğunu düşünüyorum.
Aynı şekilde Sovyetler Birliği'nin ve Doğu Bloku'nun çöküşünün arkasında, Polonya'daki Dayanışma Hareketi’nin üstlendiği rolden Berlin Duvarı'nın yıkılmasına kadar ulaşılması hedeflenen başarılı ve geçici fikirler vardı.
ABD’nin eski başkanlarından John Kennedy'nin karmaşık koşullar altındaki ölümünün yanı sıra Warren Komisyonu’nun ve diğerlerinin gerçekleri ortaya çıkarmadaki başarısızlığı, olayın arkasında bir komplo olduğunu doğruluyordu. Onu öldürenler, katilini de öldürdüler.
Yine gizemli bir şekilde Londra’daki bir tünelde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeden İngiltere Kraliyet Ailesi’nin eski gelini Prenses Diana’nın ölümü de komploya dayandırılan bir başka suçtu. Çünkü Diana’nın ölümünden çıkarı olan ve bunu isteyenler vardı.
Tüm bunları, dünyayı kasıp kavuran yeni tip koronavirüs Kovid-19 salgınının yoğunlaştığı bir dönemde hatırladım. Birkaç siyaset uzmanı ve biyolog, bu ölümcül virüsün mikrobiyal savaş laboratuarlarında insan yapımı bir biyolojik silah olduğu, savaş sahası olarak Avrupa kıtasının seçildiği ve Çin ile ABD arasındaki ticaret savaşının bir sonucu olduğu tezini ortaya attılar.
Bu tez, doğru olabilir de olmayabilir de. Ancak bize göre komplo teorisini ve sağlamlığı, direnmesi zor olan köklü düşüncesini destekler ve bilim insanının bir katile dönüşemeyeceğine dair tüm bilimsel kanıtlar, örgüsünün ve koşullarının önünde diz çöker.
Biz direnişin fıkhını, yani bir başka deyişle hayatımızı tehdit eden veya koşullarımızı provoke eden her şeye karşı mücadele etmeye mecbur olduğumuzu biliyoruz. Çünkü direniş fıkhı öncelikler fıkhı ile doğrudan ilişkilidir.
Öncelikler fıkhı, devletlerin istedikleri hedeflere ulaşmaları için yaptığımız her şeyin bilimsel teorisini ve nesnel analizini ön plana çıkarmamızı gerektirir.
Burada konuya ilişkin bazı gözlemlerimizi paylaşmak istiyorum;
1- Komplo teorisi, insanın sanki yer altı mezarlarının dehlizlerinde nereye gideceğini bilemez halde oracıkta kala kalması gibi etkileri olan tüm oyunlarıyla siyaset biliminin meşru çocuğudur. Siyaset, bulaştığı yere yapışıp kalan petrol gibidir. Bunun için siyasetin meşru ebeveynlerinden birinin ‘amaca giden her yol mubahtır’ teorisinin sahibi Machiavelli’nin olduğunu söylemek yeterlidir.
Bu nedenle, birçok siyasetçi ahlak ve politika arasındaki açık farkın derinliklerine yerleşmiştir. Amaca giden her yolun mubah olduğu düşündüklerinde amaçlarına ulaşmak için yaptıkları ahlaksızlıklar ve hainlikler için güçlü gerekçeler buldular. Bu nedenle siyaset, darbeleri, suikastları, hapishaneleri ve gözaltı merkezlerini tanır. Çünkü doğası, ahlaksız ilkelere dayanır. Bununla birlikte gerekçeleri, her ne pahasına olursa olsun anavatanın yüksek menfaatlerinin sağlanmasına ve yapılan fedakârlıklara bağlanır.
2 - Komplo, yenilgilerin aptalca bir yorumu, aksiliklere yönelik abes bir bakış açısıdır. Bununla birlikte, demagoji yönetimi halkın istekleri yerine ulaştığı olumsuz sonuçları ve düştüğü başarısızlıkları haklı çıkarabilirken, normal uluslararası ilişkiler çerçevesinde doğru bir siyasi yaşam, bu meseleyi görmezden gelemez. Bir ülke diğer ülkelerin içişlerine karışmama sloganları atar. Çünkü bu sloganın ahlaki bir ışıltısı vardır. Ancak diğer yandan bu durum, bir devletin başkalarını kontrol etmeyi ya da belirli bir bölgesel ittifakı veya belirli bir uluslararası bloğu dağıtmaya yönelik bir tepkinin başlangıcı da olabilir.
3 - Siyasetçilerin suni yorumlara ve yanlış analizlere olan sevgisi, modern siyasi sistemlerdeki bozulmayı yansıtır. İstikrarsızlığa yol açan politikalar benimsemek, uluslararası barış ve güvenliği baltalamak bunun göstergeleridir.
ABD'nin Irak'a müdahalesi, Saddam Hüseyin'in nükleer silahları olduğu bahanesine dayanıyordu. Ancak bu doğru değildi. Washington ve Londra bunu nihayet İngiltere’nin eski başbakanlarından Tony Blair’in gerçeği açıklamasının ardından anladılar. Yöneticiler ve siyasetçiler, her zaman çoğunluğun çıkarına olmayabilecek hedeflere ulaşmak için bir takım mazeretler ararlar.
Modern uluslararası ilişkiler, çatışan güçler arasındaki açık bir anlaşmazlıkla karakterize edilir ve bu ilişkilerde demokrasiden bahsetmek saçmalıktır. Güç, gerçeklerden daha büyüktür ve uluslararası nüfuz, adaletin üstündedir. Gördüğümüz şeylerin çoğu, dünyayı tek bir parmağını bile hareket ettirmeden uluslararası meşruiyet pahasına iktidarı kapma çılgınlığına dayanıyor. Güçlüler, orman yasalarına benzer kurallarla zayıfları yutuyorlar.
Uluslararası kuruluşların üstlendikleri rollerin bozulması ve nüfuzlarının zayıflaması, sonunda onları, yaptıklarını haklı çıkarmak için bir mekanizma olarak kullananların elindeki bir araç haline getirdi. Burada, Washington'ın Bağdat'a Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) kararı olmadan girdiğini bir kez daha hatırlatmalıyız. Ayrıca, demokrasi, insan hakları, azınlıkların güvenliğinin sağlanması ve çevrenin korunması gibi sabahtan akşama kadar yöneticilerin dillerinden düşürmedikleri gerekçeler gibi ifadelerle parlatılan bir veya bir kaç ülkenin isimlerinin şemsiyesi altında, belirli bir ülkenin iç işlerine müdahale edilmesine izin veren uluslararası insan hakları dediğimiz şeye alışmanın nedeni de bu.
Burada, komplonun tarihin tüm aşamalarında var olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Ancak komplo, yöneltilen tüm eleştirilere rağmen göz ardı edilemeyecek şekilde insan düşünce tarihinin de ayrılmaz bir parçasıdır.
Bununla birlikte komplo ile ilgili konuşmaların, şeffaflık eksikliği ve birbirine bağlı çıkarların, özel ve geçici hedeflerin sisinde net bir vizyonun olmamasıyla yapıldığı da herkesçe bilinir. Bazen Makyavelizm ekolünün fikirlerini benimseyen yüksek sesler duyuyoruz. Bu seslerin Makyavelizm’i süsleyip püsleyip doğrudan modern siyaset olarak dillendirdiklerine şahit oluyoruz.
Ancak bunun farklı olduğunu düşünenler de var. Çünkü siyasetin ve ahlakın asla bir araya gelemeyeceğini ve her zaman aralarında tezatlık olduğunu söyleyenler kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Doğal koşullarda ulaşılması zor olan istisnai durumlarda belirli hedeflere ulaştığı düşünülen komplo teorisinin arkasına saklanıyorlar. Bunun birçok örneği ve kanıtı mevcut.
Direniş fıkhına gelince, hukuki meşruiyeti ihlal etme ve halkların haklarına yönelik saldırı girişimlerine karşı bir direniş duvarıdır Direniş Fıkhı. Bu, İslam’ın ve Arapların ilk meselesidir. BM’nin modern tarihimizdeki en şiddetli yerleşimci faaliyetlerinden birine direnen Filistin halkına karşı yapılan tüm ırkçı suçlarda ve ihlallerde İsrail'i açıkça kınamaması, bunun en iyi örneğidir.
Komplo teorisinin her zaman geçersiz bir hak olduğunu söylemeye devam edeceğiz.
Direniş fıkhı ise modern uluslararası ilişkilerde adaleti ve dengeyi yeniden sağlamayı, tüm akımlarla dalgalanan ve tüm komploların uygulandığı, yasal ilkelere veya uluslararası ahlaki ya da yasal değerlere hiç önem verilmeyen dünyamızda öncelikler fıkhını adaletle dağıtmayı amaçlayan bir haktır!
*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.