Ramallah yönetimi İsrail’in toprak satışı oyunuyla mücadele ediyor

Son zamanlarda İsrailli güvenlik güçleri tarafından öldürülen otizmli İyad Hallak’ın Beytullahim’deki bir duvar resmi (AFP)
Son zamanlarda İsrailli güvenlik güçleri tarafından öldürülen otizmli İyad Hallak’ın Beytullahim’deki bir duvar resmi (AFP)
TT

Ramallah yönetimi İsrail’in toprak satışı oyunuyla mücadele ediyor

Son zamanlarda İsrailli güvenlik güçleri tarafından öldürülen otizmli İyad Hallak’ın Beytullahim’deki bir duvar resmi (AFP)
Son zamanlarda İsrailli güvenlik güçleri tarafından öldürülen otizmli İyad Hallak’ın Beytullahim’deki bir duvar resmi (AFP)

İsrail’in ilhak planını meşrulaştırmak için ürettiği “hayali toprak satışı” propagandası Ramallah yönetimi tarafından etkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Batı Şeria’da İsrail’e toprak satan isimlerin bulunduğu yeni hayali listeler, Filistin Otoritesi’nin Tel Aviv hükümetinin önümüzdeki ayın başından itibaren uygulanması planlanan ilhak projesinden önce Filistin topraklarında kaos ve şiddet tohumları ekme niyeti konusunda daha önce yaptığı uyarıları güçlendirdi.  
Aktivistler ve Twitter kullanıcıları geçtiğimiz hafta boyunca İsrail’in Filistinlilerden kendilerine toprak satanların listelerini yayınlama niyeti bulunduğuna dair paylaşımlarda bulundu. Filistinli yetkililer ise bu haberin uydurma olduğu konusunda uyardı. Bu haberle kaos yayma ve sivil barışı tehdit etmeyi amaçladıkları ifade edildi.
Aktivistler sosyal medya platformlarında hızlı bir şekilde hayali listeler yayınlamaya başladı. Yayınlanan video kesitlerinde tanınmış isimler İsrail’e toprak satmakla ve ya satıma yardım etmekle suçlandı.  Bu durum tartışmalar ve karşılıklı suçlamalara neden oldu. Kudüs ve Batı Şeria'da İsraillilere gayrimenkul ve toprak sızıntısının devam ettiği bir sır değil. Bu nedenle İsrailliler, Arap bölgelerin merkezinde yer alan binaların birçoğunu kontrol altına almayı başardı. Bu satışları yasaklayan bir dini fetva bulunuyor.
Genellikle savunmasız bazı Filistinliler, Yahudiler tarafından sunulan mali teşviklerin baskısı altında mallarını satmak zorunda kalıyor. Ancak diğerleri bunu tamamen reddediyor. Bazıları ise büyük bir tuzağın içine sürüklenerek mallarını Yahudilere sattıklarından haberdar olmuyor. Filistin Otoritesi Batı Şeria’daki satışların önüne geçmek için özellikle de C bölgesindeki gayrimenkul satışlarını hiç olmadığı kadar sıkı bir denetime tabi tutuyor. Bu bölgeler İsrail’in egemenliği altında bulunuyor.
Yönetim’deki yetkililer, gizli toprak satışlarını takip etmekte zorlandıklarını söylüyor. Bunun birçok nedeni olduğunu ifade eden yetkililer, birincisinin işlemlerin çok büyük bir gizlilik içinde yürütülmesi olduğunu İsraillilerin satıcının ölümünden ya da yurt dışına kaçışından yıllar sonra arazi veya evi satın aldıklarını açıklaması olduğuna dikkat çekti. İkincisi, bu anlaşmaların bir kısmı Kudüs veya İsrail’de gerçekleşiyor. Orada da otoritenin herhangi bir yetkisi bulunmuyor. Yetkililer, üçüncü neden olarak ise bazı satıcıların yurt dışında yaşadıklarını ve satış işlemlerini yurt dışından yaptıklarını söyledi. Bu olguya rağmen bölge yetkilileri, satıcıların isimlerinin sızdırılması ile ilgili uyarılarda bulundu. Bunların doğru olmadığı ifade edildi. Öte yandan Fetih Hareketi de Filistinlilerden söylentilerden kaçınmalarını talep etti. El- Halil Valisi Cibril el-Bekri, şüpheli bilgilerle ilgilenmeme çağrısında bulundu. Ayrıca Kalkilya Valisi Rafi’ Revacbe listelerin doğru olmadığının altını çizdi.
Fetih Hareketi, bu iddia ve söylentilerin İsrail’in bir planı ve askeri güçleriyle elde edemediği bilgileri almayı amaçlayan bir istihbarat operasyonu olduğunu söyledi.
Hareket tarafından yapılan açıklamada, işgalcilerin ulusal siyasi haklar ve kutsal topraklarda patlak vermesi planlanan kaosa karşı uyanık olma çağrısında bulunuldu.
Filistin Otoritesi odağın ilhak konusundan kaymasını istemiyor. Filistin Başbakanı Muhammed İştiyye, dün yaptığı açıklamada, varoluşsal bir tehdit olarak İsrail ilhak projesiyle kapsamlı bir mücadele çağrısında bulundu. Dün kabine toplantısının başında "Bu proje Filistin ulusal projesi için varoluşsal bir tehdittir ve hepimiz bununla yüzleşmek zorundayız" dedi. Iştiyye, Filistin Otoritesi’nin planı tüm ayrıntılarıyla reddettiklerini vurguladı. Başbakan ayrıca daha geniş projenin bir parçası olarak yerleşim yerlerine egemenlik dayatılmasının reddedildiğini de vurguladı.
İştiyye, “Topraklarımız eksilmeyecek. Filistin Devleti için 1967 sınırları geçerlidir ve başkenti Kudüs’tür. Sunulacak herhangi bir çözüm ve proje mülteci sorununa da adil bir çözüm sunmalıdır” dedi.
Arap dünyası ve dünyanın geri kalanını, konumlarını yaptırımlara dönüştürmeye ve İsrail tehditleri karşısında Filistin devletini tanımaya çağırdı. Devletlerin Filistin'i tanıma talebi, İsrail'in henüz belirsiz bir planı olan Batı Şeria ilhakının tarihinin yaklaşmasıyla giderek artıyor.



7 Ekim sonrası öfke ve denge arasında Ürdün

İsrail sınırındaki Karama kasabasında Filistinlilerle dayanışma gösterisi, 21 Mayıs 2021 (AFP)
İsrail sınırındaki Karama kasabasında Filistinlilerle dayanışma gösterisi, 21 Mayıs 2021 (AFP)
TT

7 Ekim sonrası öfke ve denge arasında Ürdün

İsrail sınırındaki Karama kasabasında Filistinlilerle dayanışma gösterisi, 21 Mayıs 2021 (AFP)
İsrail sınırındaki Karama kasabasında Filistinlilerle dayanışma gösterisi, 21 Mayıs 2021 (AFP)

Malik el-Asamne

Ürdün'deki manzara 7 Ekim 2023'ten bu yana önemli ölçüde değişti. Hamas'ın İsrail'e düzenlediği sürpriz saldırı ve ardından Gazze Şeridi'nde yaşanan şiddetli savaşın Amman'da yansımaları oldu ve birçok düzeyde karışıklığa yol açtı. Kamuoyunda artan öfke ve eşi benzeri görülmemiş diplomatik değişikliklerden, güvenlik ve ekonomik etkilerle ilgili endişelere kadar her düzeyde farklı tepkiler ortaya çıktı. Etkileri, halkın öfkesinin artmasından daha önce eşi benzeri görülmemiş diplomatik değişikliklere, güvenlik ve ekonomik etkilerle ilgili endişelere kadar her düzeyde farklılık gösterdi. Ürdün, sokakların nabzı ile devletin gereklilikleri arasında hassas bir denge kurulmasını gerektiren krıtik bir döneme girdi.

İçeride sokaklar kaynarken baskı artıyor

Filistin topraklarındaki olaylar, tüm sembolizmiyle, Ürdün'de günlük bir arada yaşamanın altında uzun süredir uykuda olan kolektif duyguları harekete geçirdi. İsrail’in Amman Büyükelçiliği çevresinde başlayan ve birçok şehre yayılan büyük çaplı gösterilerde, direnişi destekleyen ve İsrail ile diplomatik ve ekonomik ilişkileri reddeden sloganlar atıldı. İsrail ile imzalanan Barış Antlaşması’nın yanı sıra doğal gaz ve su anlaşmalarının iptalini talep eden sloganlar, sadece dindar ve muhalefet kanatlarından değil, ideolojik ayrımların ötesinde geniş bir kesim tarafından yüksek sesle atıldı.

Hükümet, kendisinin karşı karşıya kaldığı kaynayan sokaklara karşı güvenlik önlemleri alırken, siyasi mesajlar verdi. Yüzlerce gösterici tutuklandı. Bazı bölgelerde toplanma yasağı getirildi. Ancak aynı zamanda, iç gerilimleri kontrol altına almak amacıyla İsrail'e yönelik resmi söylemlerin tonunda belirgin bir katılaşma ve Gazze'ye yönelik bombardıman hakkında sert eleştirilerde bulunuldu.

Amman, iletişim kanallarını asgari düzeyde tutmaya özen gösterirken, sahada tam bir kopuşa veya gerginliğin tırmanmasına yol açabilecek adımlar atmaktan kaçındı. Barış antlaşması pratik olarak yürürlükte kaldı.

İç gerginlik sadece sahada kalmadı, siyasi partiler, sendikalar ve kamuoyunda önde gelen tanınmış kişiler, ihtiyatlı davranma eğiliminde olan çevrelerde bile halkın hoşnutsuzluğunun boyutunu yansıtan açıklamalar ve tutumlar sergilediler. Filistinlilere açıkça sempati duyuluyor ve perde arkasında önerilebilecek herhangi bir yeni yerinden edilme senaryosu kategorik olarak reddediliyordu.

Dışarıda ise öfke ve ihtiyat arasında diplomasi yürütülüyor

Ürdün, dış politika cephesinde önceki krizlere kıyasla daha katı bir tutum sergiledi. Ürdün’ün Tel Aviv Büyükelçisi geri çağrıldı ve karşılığında İsrail’in Amman’daki meslektaşından da başkenti terk etmesi istendi. Ürdün'ün yaşadığı ciddi su krizi nedeniyle ülke için çok önemli olan su ve enerji anlaşması da dahil olmak üzere ortak projeler askıya alındı. On yıllardır süren stratejik ilişkilerin gözden geçirilmesi de önerildi.

sdfgt
Amman'daki İsrail büyükelçiliği önünde protesto düzenleyen Ürdünlüler, 28 Mart 2024 (AFP)

Ancak tüm bu gerginliklere rağmen Amman, Tel Aviv ile asgari düzeyde iletişim kanallarını sürdürmeye özen gösterdi ve tam bir kopuşa veya sahada gerginliğin tırmanmasına yol açabilecek adımlar atmaktan kaçındı. Barış Antlaşması pratik olarak yürürlükte kalmaya devam etti. Güvenlik koordinasyonu, özellikle sınır, enerji ve su konularında arka kanallardan devam etti. Bu bir geri çekilme değil, kritik bir anda Ürdün liderliği tarafından seçilen ‘dengeli öfke’ stratejisinin parçasıydı. Bu güçlü diplomasi, Ürdünlü elitler arasında da yankı buldu. Zira bazıları bunu destekleyerek gerilimin daha fazla artırılmaması çağrısında bulunurken, bazıları bunun Ürdün’e tüm düzeylerde, hatta bir süre sonra olsa bile, yansımaları olacağından korkarak buna karşı çıktı ve aşırı ihtiyatlı davrandı.

Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen zirvenin en dikkat çekici anı, Kral 2. Abdullah’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya güvenmediğini, onun barış istemediğini ve iki devletli çözümü reddettiğini açıklamasıydı.

Stratejik analist Dr. Amir es-Sebayle, Ürdün diplomasisinin öfkesi ile siyasi gerginliğin maliyetinden kaçınmak için yeterli özeni göstermediğini düşünüyor. Dr. Sebayle’ye göre Ürdün’ün diplomatik gerginliğinin sonucu olarak gerçekte olan şey, işsizlik, yoksulluk ve aşırılıkçılık gibi iç sorunlar pahasına bölgesel krizin Ürdün'e aktarılmasıydı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre hatanın daha acil iç sorunlar pahasına özellikle Gazze ile ilgili bölgesel meseleye öncelik verilmesinde olduğunu düşünen Dr. Sebayle, Ürdün diplomasisinin gerginliği artırmasının, Ürdün içindeki Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) söyleminin işine yaradığını, resmi açıklamalarla Hamas’ın konumunu güçlendirdiğini ve ona güçlü bir destek verdiğini söyledi. Bunun sonucunda İhvan’ın ‘Hamas yanlısı’ kanadının parlamento seçimlerinde zafer kazandığını ifade eden Dr. Sebayle’ye göre bu politika, Ürdün'ün Gazze'deki çatışmanın bir parçası olduğu izlenimini yarattı, oysa gerçekte öyle değildi.

Ürdünlü siyasi analist ve akademisyen Dr. Nadya Saadeddin, Dr. Sebayle’nin görüşünün aksine, siyasi ve güvenlik sorunlarının Ürdün'ün seçeneklerini sınırladığını düşünüyor. Dr. Saadeddin’e göre Ürdün'ün iç istikrarı güçlendirme, ulusal güvenliği koruma ve Filistinlilerin haklarını destekleyen ilkeli tutumunu sürdürme çabaları ile İsrail'in düşmanca ve radikal davranışlarına karşı koyma girişimleri arasında denge kurma gayretlerinin kolay çabalar olmadığını söylüyor.

Siyasi çevrelerden gelen, yüksek maliyeti nedeniyle resmi tutumu yumuşatma çağrılarının durumun ciddiyetini ve ağırlığını yansıtmadığını düşünen Dr. Saadeddin’e göre bu çağrılar, işgalci İsrail’in suçlarına karşı halkın öfkesini ve daha güçlü bir tepki verilmesini talep eden sesleri de yansıtmıyor. İşgalin Gazze'de bu planı uygulamaya koyma çabaları ışığında, Filistinlilerin zorla yerinden edilmesine yönelik planın yeniden gündeme gelmesinin, Ürdün için kırmızı çizgi olan Batı Şeria'da yaşananların tekrarlanmasının önünü açarak, daha istikrarlı bir resmi tutumu pekiştirdiğini belirtiyor. Dr. Saadeddin, bunun yanında işgalci varlığın yetkilileri, Ürdün ve komşu Arap ülkelerini de kapsayan ‘Büyük İsrail’ gibi radikal planları benimsediklerine dikkati çekerek, bunun Ürdün için varoluşsal bir tehdit oluşturduğunu, Filistin davasını ortadan kaldırdığını ve bölgedeki Siyonist yayılmacı emelleri yeniden canlandırdığını vurguluyor.

Kral 2. Abdullah ve Netanyahu arasında biriken güvensizlik

Ancak, Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen zirvenin en dikkat çekici anı, Kral 2. Abdullah’ın ABD Başkanı Donald Trump'ın katıldığı ve ‘tartışmalı bir konuşma’ yaptığı zirve öncesi İngiliz Yayın Kurumu'na (BBC) verdiği röportajda, açıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya güvenmediğini, onun barış istemediğini ve iki devletli çözümü reddettiğini açıklamasıydı. İki devletli çözümün gerçek barışa giden tek yol olduğunu vurgulayan Ürdün Kralı, alternatiflerin devam eden şiddet ve herkes için ciddi sonuçlar olacağı uyarısında bulundu. Kral 2. Abdullah’ın açıklamalarında bir kez daha altını çizdiği Ürdün’ün bu tutumu, Trump'ın belirsiz planına karşı ihtiyatlılığı yansıtsa da Ürdün mevcut aşamada, Gazze'de acil ateşkes sağlayacak her türlü girişimi memnuniyetle karşıladı.

Ekonomi de şok dalgalarından etkilendi. Koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin ardından yavaş yavaş toparlanmaya başlayan turizm sektörü, rezervasyonlardaki düşüş ve gerginliğin Ürdün’e sıçrayabileceği endişesiyle ağır darbe aldı.

Netanyahu’ya karşı bu tutum aslında yeni değil. Kral 2. Abdullah daha önce kaleme aldığı ‘Son Şans’ adlı kitabında İsrail’in eski başbakanlarından Ehud Barak'ın Netanyahu hakkında, “Netanyahu hiçbir çukuru boş bırakmadı. En büyük sorun, bu çukura tek başına düşmeyip tüm ülkeyi de beraberinde sürüklemesi” dediğini aktarmıştı.

On üç yıl sonra Netanyahu'nun kendisinin düşmeye hazırlandığı çukur, yeni ayaklanmalara ve sonsuz savaşlara tahammül edemeyen bir dünyada, tüm bölgeyi içine alabilecek kadar büyük.

Netanyahu'nun yıllarca yavaş yavaş oluşturduğu aşırılıkçı politikaların birikimiyle ortaya çıkan ve aslında kaçınılmaz bir Filistin öfke patlaması olan bu son savaşın başlamasından sonra, Ortadoğu'nun modern siyasi tarihinde bu sorunlu ve rahatsız edici şahsı anlamaya çalışıyorum.

frgt
ABD Başkanı Donald Trump ve Kral 2. Abdullah, Şarm eş-Şeyh’teki Gazze konulu zirvede bir araya geldi, 13 Ekim 2025 (AFP)

Netanyahu, 1997 yılında, sakinliği ve barışa olan sarsılmaz inancıyla tanınan merhum Kral Hüseyin bin Talal gibi bir insanı, kendisine karşı sert bir mektup yazmaya iten bir karakter. Merhum kral mektupta şöyle diyordu:

“Eğer amacınız Filistinli kardeşlerimizi kaçınılmaz bir silahlı direnişe kışkırtmak ise o zaman tek yapmanız gereken, Filistinlilerin ve Arapların duygularını, öfkelerini ve çaresizliklerini hiçe sayarak, Filistin şehirlerini kuşatan ve suçlar işleyen güçlü ordunuzla durumu iyileştirmeden buldozerlerinizi önerilen yerleşim bölgelerine göndermek olacaktır. Bu da ezilen Filistinlilerin ülkelerinden ve atalarının ülkelerinden yeni bir göç dalgasına yol açabilir ve böylece barış süreci sonsuza dek sona erebilir... Neden barışta Filistinli ortaklarınız olarak adlandırdığınız kişilere sürekli ve kasıtlı olarak aşağılama uyguluyorsunuz?”

Kral Hüseyin bin Talal'ın biyografisinde, merhum Kralın adamlarına her zaman ‘Netanyahu'ya asla güvenmeyin’ dediğinden bahsediliyor. Birkaç gün önce Kral Abdullah’dan da aynısını duyduk. Bu bilgelik görüldüğü üzere köklü ve babadan oğula kalan bir miras.

Ekonomi ve toplum

Ekonomi de şok dalgalarından etkilendi. Koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin ardından yavaş yavaş toparlanmaya başlayan turizm sektörü, rezervasyonlardaki düşüş ve gerginliğin Ürdün’e sıçrayabileceği endişesiyle ağır darbe aldı. Otel doluluk oranları düştü ve turizm gelirleri önemli ölçüde azaldı, bu da kamu gelirlerine ve bu hayati sektördeki binlerce çalışanın gelirlerine yansıdı.

Yatırımcıların temkinli yaklaşımı ve piyasa güvenindeki göreceli düşüşün etkisiyle, yavaşlama bölgesel istikrarla bağlantılı diğer sektörleri de vurdu.

7 Ekim krizi, Ürdün'ün Filistin'in felaketlerine karşı sadece sessiz bir komşu olmadığını, aksine tarihinden, coğrafyasından ve demografik yapısından ayrılamayacak dikkatli hesaplarla etkilenen ve tepki veren bir aktör olduğunu ortaya koydu.

Halk düzeyinde, bu olay ulusal birlik duygusunu derinleştirdi, ancak aynı zamanda yerinden edilme senaryoları, dış baskılar ve boşuna çatışmalara sürüklenme olasılığı konusunda kronik endişeleri yeniden uyandırdı.

Ürdün toplumu savaşa sadece gösterilerle değil, popüler mahalleler ve topluluk grupları tarafından başlatılan bağış ve yardım kampanyalarıyla da güçlü bir tepki gösterdi. Bunun yanında Ürdün’ü kaldırabileceğinden daha ağır durumlara sürükleyebilecek aşırı duygusallığa karşı uyarıda bulunan sesler de yükseldi.

İmkansız zamanlarda sağlanabilecek denge

7 Ekim krizi, Ürdün'ün Filistin'in felaketlerine karşı sadece sessiz bir komşu olmadığını, aksine tarihinden, coğrafyasından ve demografik yapısından ayrılamayacak dikkatli hesaplarla etkilenen ve tepki veren bir aktör olduğunu ortaya koydu.

İç politikada devlet, istikrarı korumak ile halkın beklentilerine cevap vermek arasında karmaşık bir sınavla karşı karşıya kalırken dış politikada, siyasi olarak intihar etmeden öfke diplomasisi uygulayarak, kaynayan bölgede rasyonel bir arabulucu konumunu korudu.

Hareketlilik henüz sona ermedi, ancak 7 Ekim'den sonra işler eskisi gibi olmayacak. Ürdün daha uyanık, çevresinde olup bitenlere daha duyarlı hale geldi. Hareket alanının daraldığının, dengenin artık bir lüks değil, taviz verilemeyecek bir hayat-memat meselesi olduğunun daha çok farkına vardı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir


Sistani'nin ofisinden Hizbullah'a gönderilen mektupta ‘kuralsız bir savaş’ uyarısı yapıldı

Şii din adamı Ali es-Sistani, Nisan 2019'da Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri'yi kabulü sırasında (Sistani’nin internet sitesi)
Şii din adamı Ali es-Sistani, Nisan 2019'da Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri'yi kabulü sırasında (Sistani’nin internet sitesi)
TT

Sistani'nin ofisinden Hizbullah'a gönderilen mektupta ‘kuralsız bir savaş’ uyarısı yapıldı

Şii din adamı Ali es-Sistani, Nisan 2019'da Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri'yi kabulü sırasında (Sistani’nin internet sitesi)
Şii din adamı Ali es-Sistani, Nisan 2019'da Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri'yi kabulü sırasında (Sistani’nin internet sitesi)

Iraklı ve Lübnanlı din adamları, Şii din adamı Ali es-Sistani'nin ofisi tarafından, Hizbullah’ın eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın suikastından haftalar önce Hizbullah'a gönderilen bir mektubu ilk kez kamuoyuna açıkladı. Mektupta, bölgede ‘kuralsız bir savaşın tehlikeli sonuçları’ konusunda uyarıda bulunulmuş ve ‘Lübnan'daki tüm sivillerin hayatlarının korunması’ gerektiği vurgulanmıştı.

Şarku’l Avsat'ın Beyrut ve Necef'teki Şii dini liderlerle yaptığı özel röportajlara göre, mektup Lübnan'daki çağrı cihazı patlamalarının ardından Hizbullah liderliğine ulaşan bir ‘tavsiye’ niteliğindeydi.

Çağrı cihazı patlamalarından bir hafta sonra düzenlenen özel bir toplantıda mesajın içeriğini dinleyen Lübnanlı bir din adamı, “Sistani’nin tavsiyesinin, sadece Şiilerin değil, Lübnan'daki tüm sivillerin hayatlarına öncelik veren kararları teşvik ettiğini” söyledi.

cdfrgt
Hizbullah'ın eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah (AFP)

17 Eylül 2024'te, Hizbullah üyeleri tarafından kullanılan birçok çağrı cihazı patladı ve Beyrut ile Lübnan'ın güneyinde dokuz kişi hayatını kaybetti, 2 bin 700'den fazla kişi de yaralandı.

O gün Lübnan genelinde bir şok ve şaşkınlık hakimdi. Lübnanlı bir din adamı Şarku’l Avsat’a “Çağrı cihazlarının patlaması sonun başlangıcıydı” dedi. Takip eden haftalarda İsrail, saldırılarını yoğunlaştırdı ve bu saldırılar Nasrallah'ın suikastıyla sonuçlandı.

Kuralsız bir savaş

Şarku’l Avsat'ın Beyrut'un güney banliyölerindeki evinde röportaj yaptığı Lübnanlı Şii din adamına göre, Sistani'nin ofisinden gelen mektupta ‘Lübnan'a yönelik saldırganlığın sınırsız olduğu ve savaşın ateşinin kurallara tabi olmadığı, bu nedenle Lübnanlıların hayatlarını koruma sorumluluğunun olduğu’ uyarısında bulunuldu.

60'lı yaşlarında görünen adam, beyaz sarık takmış halde konuştu. Yanındaki yemek masasında, geçen yıl İsrail'in düzenlediği bir saldırıda öldürülen, güneydeki bir köyden gelen ailesinin genç erkeklerinin fotoğrafları vardı.

Lübnanlı yetkililere göre, 8 Ekim'de başlayan savaşta Kasım 2024 itibarıyla Lübnan'da yaklaşık 3 bin 700 kişi hayatını kaybetti ve 15 binden fazla kişi yaralandı.

İki Şii din adamı Şarku’l Avsat’a, Sistani'nin ofisinden gelen mektupta ‘hassas durumlarda alınan kararların inananların çıkarlarına uygun olması ve Lübnan'ın yabancı gündemlere hizmet eden ve halkının acılarını artıran savaşlara sürüklenmemesi’ gerektiğinin vurgulandığını söyledi.

Iraklı bir din adamı, “Irak ve dünyadaki Şii otoritesinin mesajı sadece tavsiye ve rehberlik bağlamında değerlendirilmelidir... Bunlar Necef otoritesinin değişmez gelenekleridir. Sistani'nin tavsiyesi dayatılmamaktadır, ancak dikkatle dinlenmektedir” ifadelerini kullandı.

csdfrgt
Hizbullah'ın eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ı anma törenine katılan Hizbullah destekçileri (AFP)

Şarku’l Avsat, mektubun ‘Lübnan'daki dini otoriteye bağlı, çoğu savaş dönemlerinde Necef'e sığınan kişilerin gönderdiği sorulara yanıt olarak’ yazıldığını öğrendi.

Iraklı din adamına göre, Lübnan'daki Sistani'nin onlarca takipçisi, savaş yayıldıkça ne yapmaları gerektiği konusunda sorular sordu. Sistani, dünya çapında milyonlarca Şii Müslüman için manevi liderdir ve Meşrik ve İran'da çok sayıda takipçisi vardır.

Sistani'nin ofisinin denetimi altındaki Necef ve Kerbela (ülkenin güneybatısında) şehirlerindeki dini kurumlar, Irak hükümeti ile anlaşarak savaştan kaçan binlerce Lübnanlıyı barındırmaya yardımcı oldu.

2024 Ekim ortası itibarıyla Lübnan hükümetinin verilerine göre, çoğu Lübnan'ın güneyindeki köylerden gelen yaklaşık 20 bin Lübnanlı, savaşın sonuna kadar Irak'ta kalmayı tercih etti.

23 Eylül 2024'te yapılan açıklamada, Sistani'nin Necef'teki ofisi ‘Lübnan halkını İsrail'in yıkıcı saldırısından korumak için her türlü çabanın gösterilmesi’ çağrısında bulundu. Ayrıca, ‘Lübnan halkının acılarını hafifletmek ve insani ihtiyaçlarını karşılamak için harekete geçilmesi’ çağrısında da bulundu.

Ertesi gün Nasrallah yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Doğru ile yanlış arasındaki savaş... Onların (İsraillilerin) sayıca fazla olmaları ve destekçilerinin ihaneti umurumuzda değil.”

Lübnan'ın Necef'teki tutumu

Uzmanlar, Sistani'nin ofisinden gelen mesajın bölgenin kaosa sürüklenmesinden duyulan endişeyi yansıttığına inanıyor.

Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi'nde (CNRS) araştırmacı olan Hişam Davud, “Lübnan, Necef otoritesi için önemli bir ülke. Sadece büyük bir Şii nüfusa sahip olması ve otoritenin bu ülkede sahip olduğu nüfuz nedeniyle değil, aynı zamanda zorlu koşullarına rağmen Lübnan'ın bölgesel ve uluslararası öneminin farkında olması nedeniyle de böyle” değerlendirmesinde bulundu.

Davud, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Necef otoritesi için Lübnan, dünya, özellikle Avrupa ve genel olarak Batı ile iletişim kurmak için önemli bir kapı” ifadelerini kullandı.

Davud’a göre, farklı dinlere mensup insanlarla birlikte yaşamak Lübnan'da başlar ve bu, mevcut dengeleri bozmadan, ülkenin çeşitliliğini kabul etmeyi gerektirir.

Davud, bunun Sistani'nin dini otoritesinin Lübnan Şiilerinin daha önemli bir siyasi konum almasını istemediği anlamına gelmediğini, bunun devlet ve kurumları aracılığıyla, hassas iç dengelere saygı gösterilerek, barışçıl bir şekilde yapılması gerektiğini vurguladı.

Lübnan'daki savaşın sona ermesinden bir yıldan fazla bir süre sonra, Hizbullah silahlarını teslim etmek ve siyasi hayata barışçıl bir şekilde entegre olmak için büyük baskı altında. Ancak İran yanlısı grup, ‘İsrail'e hizmet ettiği’ gerekçesiyle ‘silahların devletin elinde toplanması’ planını uygulamayı reddetmeye devam ediyor.

Şarku’l Avsat 12 Ekim'de, Washington'un Hizbullah'ın elindeki stratejik silahları Irak'ta bir garantöre aktarma önerisini reddettiğini açıkladı.


İsrail ordusu: Kızılhaç 4 rehinenin kalıntılarını teslim aldı

Kızılhaç araçları, ateşkes ve değişim anlaşması kapsamında ölen Hamas rehinelerinin cenazelerini almak üzere 14 Ekim 2025'te Gazze Şehri'ne ulaştı (Reuters)
Kızılhaç araçları, ateşkes ve değişim anlaşması kapsamında ölen Hamas rehinelerinin cenazelerini almak üzere 14 Ekim 2025'te Gazze Şehri'ne ulaştı (Reuters)
TT

İsrail ordusu: Kızılhaç 4 rehinenin kalıntılarını teslim aldı

Kızılhaç araçları, ateşkes ve değişim anlaşması kapsamında ölen Hamas rehinelerinin cenazelerini almak üzere 14 Ekim 2025'te Gazze Şehri'ne ulaştı (Reuters)
Kızılhaç araçları, ateşkes ve değişim anlaşması kapsamında ölen Hamas rehinelerinin cenazelerini almak üzere 14 Ekim 2025'te Gazze Şehri'ne ulaştı (Reuters)

İsrail ordusu sözcüsü Yüzbaşı Ella, Kızılhaç ekiplerinin dün akşam Gazze Şeridi'nde dört rehinenin cenazesini aldığını ve cenazelerin şu anda Gazze Şeridi'ndeki ordu ve Şin Bet güçlerine doğru yola çıktığını söyledi.

İsrail ordusu daha önce, Kızılhaç ekiplerinin rehinelerin cenazelerini almak üzere Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki bir buluşma noktasına doğru yola çıktığını bildirmişti. Ordu, X platformunda Hamas'ın ateşkes anlaşmasına uyması ve tüm rehinelerin cenazelerini geri getirmek için her türlü çabayı göstermesi gerektiğini ifade etti.

Hamas tarafından yakın zamanda serbest bırakılan rehinelerin yakınları, Gazze Şeridi'nde öldürülen diğer rehinelerin naaşları teslim edilene kadar mücadelenin devam etmesini talep etti. Pazartesi günü serbest bırakılan Omri Miran'ın babası, Tel Aviv'deki bir hastanede gazetecilere yaptığı açıklamada, ölen yakınlarının naaşları İsrail'e onurlu bir cenaze töreni için teslim edilmeyen diğer ailelere destek olmaya devam etmenin ahlaki bir görev olduğunu söyledi. Danny Miran, İsrail hükümetine, ilk aşaması hayatta olan ve olmayan tüm rehinelerin serbest bırakılmasını içeren ABD Başkanı Donald Trump'ın planını uygulamada ısrarcı olması çağrısında bulundu. Danny Miran dün akşam yaptığı açıklamada, daha fazla adım atılmadan önce bu aşamanın tamamlanması gerektiğini söyledi. "Son rehine teslim edilene kadar huzur bulamayacağız" ifadelerini kullandı.

fr
İsrailli protestocular, Gazze'de tutulan tüm İsrailli rehinelerin cenazelerinin teslim edilmesini talep etmek için 14 Ekim 2025'te Tel Aviv'deki Rehine Meydanı'nda toplandılar (AFP)

İsrail, dün akşamı Gazze Şeridi'nden Nepalli bir tarım öğrencisinin cenazesinin getirilmesinden sonra Nepal'e taziyelerini iletti. İsrail yetkilileri, 7 Ekim 2023'te kaçırılmasının ardından ilk aylarda esaret altında öldürüldüğüne inandıkları 23 yaşındaki öğrenci Bipin Joshi için İsrail'de yaygın bir sempati oluştu. Kız kardeşi, ağustos ayında Tel Aviv'de rehineler için düzenlenen büyük bir mitingde duygusal bir konuşma yaptı. Hamas tarafından teslim edilen cesetlerden Bipin Joshi'ninki de dahil olmak üzere dört kişinin de kimliği tespit edildi. Şarku’l Avsat’ın basındaki haberlerden aktardığına göre Hamas'ın 7 Ekim 2023'te düzenlediği sürpriz saldırıda 10 Nepal vatandaşı daha hayatını kaybetti.

fergty
İsrail'in Tel Aviv kentinde 13 Ekim 2023'te çekilen fotoğrafta, rehineler Daniel Peretz, Yossi Sharabi, Guy Illouz ve Nepal vatandaşı Bipin Joshi'nin Gazze'den naaşlarının getirilmesinin ardından ailelerin başsağlığı dileklerini sunduğu görülüyor. (DPA)

Hamas, pazartesi günü Gazze'de tutulan son İsrailli rehineleri ateşkes anlaşması kapsamında serbest bırakırken, İsrail de Filistinli tutukluları evlerine iade etti. İsrail dün dört rehinenin naaşını teslim aldığını ve 24 tutuklunun daha Gazze Şeridi'nde kaldığını duyurdu. Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICAO), savaş sırasında öldürülen rehinelerin ve Filistinlilerin naaşlarının iadesinin uzun zaman alabileceğini belirterek, Gazze'nin enkazı arasında naaş bulmanın zorluğu göz önüne alındığında bunun "çok büyük bir zorluk" olduğunu belirtti.