Yemen Islah Partisi: Suudi Arabistan ile ilişkilerimiz düşmanları öfkelendirdi

Adnan el-Adini
Adnan el-Adini
TT

Yemen Islah Partisi: Suudi Arabistan ile ilişkilerimiz düşmanları öfkelendirdi

Adnan el-Adini
Adnan el-Adini

Şarku’l Avsat, Yemen el-Islah partisi Sözcüsü Adnan el-Adini’ye “Parti, bölgedeki Müslüman Kardeşler ve Katar- Türkiye cephesinden taraf olduğu eleştirilerine ve suçlamalarına ne yanıtı veriyor?” sorusunu yöneltti. Adini, “Islah Partisi içerisinde, daha önce kuruluşunun yirmi altıncı yıldönümü vesilesiyle yayınlanan bildiride, bizi Müslüman Kardeşler örgütüne bağlayan herhangi bir örgütsel veya siyasi varlığın olmadığını belirttim. Özellikle siyasi bir parti olarak el-Islah’ın önceliği, ulusal önceliktir. Tüm çabaları, Yemen siyasi güçleri içerisindeki ortaklarıyla, Yemen’i şu an tanık olduğu acısından uzaklaştırmaktır” şeklinde yanıt verdi.
Adini, “Yemen’in siyasi sorunlarını anladığınıza inanıyorsanız, yanılıyorsunuzdur. Eğer anlamıyorsanız, doğru yoldasınızdır. Bu yüzden her zaman anlamak için çalışın” dedi.
Şarku’l Avsat, el-Islah Sözcüsüne, partinin, 27 milyonun Eylül ayında Yemen’i vuran darbe kabusundan kaynaklı acılardan mustarip olduğu (ve Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin talebi üzerine Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyonun müdahalede bulunduğu) ülkede yaşananlara ilişkin görüşü hakkında da sorular yöneltti. Adnan el-Adini, partinin Katar’la ilişkisinin yanı sıra ekonomik ve siyasi zorluklara yönelik yaklaşımı, Suudi Arabistan’la ilişkisi, son günlerde el-Islah hakkında ‘atışma bölgelerine savaşçı gönderdiği’ yönündeki söylentilere değindi.

“Katar, Husileri destekliyor”
Katar ile ilişkiler hakkında konuşan Adini, “Ulusal çıkar tarafından yönetiliyordu. Bugün, Katar, Yemen’de meşruiyeti destekleyen koalisyon sisteminden doğan Körfez krizi sonrasında Husi milisleri desteklemeye yönelmeden önce koalisyon kapsamına dahil oldu. Bu, dış pozisyonlarımızın Yemen halkının en yüksek çıkarlarıyla bağlantılı olmasını sağlar” dedi. Adini, açıklamasında “Islah’ın, Cumhurbaşkanının çağrısına yanıt olarak dostlarının müdahale ve yardımlarını memnuniyetle karşılayan bir açıklama yapmayı başarmış tek Yemen partisi olmamız sonrasında, Islah’ın hedef alındığı ve mensuplarımızın karşı karşıya kaldığı geniş bir kampanyayı hatırlayabilirsiniz” ifadelerini kullandı.
Adini, “Islah hakkın kötü hitaplarda bulunan sesler, Kararlılık Fırtınası operasyonunun başlangıcından bu yana Islah’ın sabit, kararlı ve net konumuna karşı öfkeleri dolayısıyla ayrılıyor. Bu nedenle devleti onarma yolunda meşruiyetin şemsiyesi altında Islah ve onurlu yandaşlarının yaptığı büyük fedakarlıkların karşısında uzun süreli olmayan yalanlar ve suçlamalar ortaya çıkıyor. Tavrımız, samimi ve sadık her Yemen partisi gibi inanç ve stratejik ilkelere dayanıyor. Bu tavır, partinin kuruluşundan bu yana devamlı bir tavırdır ve dış ilişkilerimiz de bu ilkelere tabidir. Bu tavrı saklamamız veya bundan utanmamız için bir gerekçe yok” dedi.

Parti yöneticileri
El-Islah Partisi’ni, “birliğin kuruluşundan ve anayasal olarak çok partili bir kararın alınmasından sonra inşa edilen açık bir siyasi kuruluş” olarak nitelendiren Adnan el-Adini, “Dünyadaki tüm partiler gibi kitlesel siyasi eylemler uyguluyoruz. Eylem ve nüfuz açısından en önemli araçlardan biri olarak siyasi açıdan iktidara ve kamu çalışmalarına katılımla ilgileniyoruz. 30 yıldır Yemen Cumhuriyeti anayasasında belirtilenler uyarınca politik, sosyal, ekonomik ve diğer alanlarda faaliyet gösteriyoruz. Islah’ın siyasi programında yer alan hedef ve programlara ulaşmak için iyi bir yol kat ettik” değerlendirmesinde bulundu.
Adini, “El-Islah Partisi’nin Arap bölgesinde iktidara katılan az sayıdaki partiden biri olduğunu belirtmek önemli. Arap Cumhuriyetlerinde seçimlerin yerine maalesef yönetime darbelerle gelen alışılagelmişlerin aksine oy sandıklarından barışçıl şekilde çıktık. Tarihimizin mevcut döneminde parti, devleti onarma, darbeyi yenme ve Yemen’i, Husi milislerin Arap ve İslami atmosferinden uzaklaştırma emellerini yok etme çabalarına odaklandı” dedi.
Adini ayrıca, “Herkes, Husilerin devletin kontrolünü ele geçirmesi sonrasında Yemen toplumunun ve bölgenin karşı karşıya kaldığı tehlikenin boyunun farkında. Bunun ardında, grubun ırkçı algılarını genelleştirerek insanlara dayatmaya çalıştığı sülaleci ve mezhepçi bir boyutla garip kavramlar ve başlıklar oluşturma girişimleri yatıyor” ifadelerini kullandı.
El-Islah Partisi Sözcüsü, “Özellikle milislerin mezhep sanrıları, onun yozlaşmış hükümet teorisi ve Humeyni devriminin söylemiyle özdeşleşmesi uyarınca okullar, üniversiteler, televizyon ve medya gibi eğitim ve entelektüel kanalların ve kurumların kullanımı ve genel zihniyetin yeniden yapılandırılması ışığında Yemen toplumunun zihniyetini, kışkırtıcı şekillerle şekillendirmeye çalışma tehlikesi mevcut. Bu durum, her türlü şiddet, baskı ve terörle dayatıldı. Bunun, yıkıcı mezhepsel darbenin ardındaki gizli yön olduğuna inanıyoruz ve bu, orta ve uzun vadede tehlikeli bir etkidir. Grup, kontrolünü ne kadar uzun süre devam ettirirse, bu faktör o kadar hızlı harekete geçmemizi, darbeyi sonlandırmamızı ve etkilerini tüm politik, ekonomik ve toplumsal düzeylerde ele almamızı gerektiren tehlikeli bir aşamayı gündeme getirecektir” değerlendirmesinde bulundu.

Zorluklar
El-Islah Partisi’nin, Yemen siyasi ve toplumsal sahnesinin bir bileşeni olduğunu belirten Adnan el-Adini, “Yemen milletinin bir bütün olarak karşı karşıya kaldığı ve ülkede genel olarak siyasi koşulları aşındıran sorunlar, bir parti olarak karşı karşıya olduğumuz sorunlardır. Ülkenin tüm bölgelerinde varlığı mevcuttur. Partinin kendi özeli ve sorunları olabilir. Bununla birlikte en büyük ikilem, içerideki siyasi yaşamın tamamen bozulmasıyla temsil ediliyor. Bu durum, 21 Eylül 2014 tarihinde Husi milislerin devlete darbesiyle  genişlemiş bir sorundur. Siyasi yaşamın bozulması, İranlı milisler tarafından kamusal alanların kapatılması ve kurumların milislerin tekeline alınması, bunlar bizim en büyük felaketimizdir” dedi.
Adini, “Islah, belki de darbenin yankılarından zarar görenlerden ve bu salgınla mücadelenin bedelini ödeyen en önemli siyasi güçlerden etkilendi. Bu ek yük, açık ulusal konumumuzdan ve halkımızın bize olan güveninden doğan toplumsal varlığımızdan kaynaklanıyor. Islah, kendisini bu tanımlayıcı aşamada halkı ile tamamen uyumlu hale getiren bir konumda buldu. Ve bunun karşılığını ağır şekilde ödemeye karar verdik. Bu durum, Husilerin Islah’a karşı hedeflerini ve nefretini artırmış olabilir. Islah’ı, mezhepçi ve etnik projelerinin önündeki en önemli engel olarak görüyor. Başından beri karşılaştığımız zorluklardan biri de siyasi eylem ortaklarıyla nasıl bir araya gelineceği, devleti yeniden kurma çabalarına nasıl hizmet edileceğiydi. Çünkü Islah’ta, siyasi eylem ortaklarının çabalarını ülkenin kaderini belirleyen her şeye entegre etme gereğinin farkındayız” açıklamasında bulundu.

Suudi Arabistan ile ilişkiler
Riyad ile ilişkilere dair bir soruyu yanıtlayan Adnan el-Adini, “Islah, kuruluşundan bu yana Yemen ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin önemini, iki ülke arasında entegrasyonun gerekliliğini vurgulayan bağımsız bir maddeyle, siyasi sistemdeki tek parti olmuştur. Islah’ın inandığı ve üzerinde çalıştığı bu istisnai durum, Yemen ve Suudi Arabistan’ın istisnai doğasından, Yemen halkı ile Suudi Arabistan halkı arasındaki etkileşimlerin, çıkarların ve bağların boyutundan kaynaklanıyor. Partimiz ve halkımızın Suudi Arabistan ile olan ilişkileri köklü, diğer tüm ülke ve halklardan daha sağlam tarihsel bir ilişkidir. Ulusal ve İslami kimlik, jeopolitik ve ortak bir kader bağlantıları tarafından kontrol edilir. İki ülke çerçevesinde yakın ilişkilere sahibiz. Suudi Arabistan, Yemen çevresinde uzun bir varlık, Yemen sahnesinde de sürekli destekleyici ve aktif katılım gösterdi. Bir parti olarak, Suudi Arabistan ile ilişkimizi güçlendiren tüm yönleri destekliyoruz. İki ülke ve iki devlet arasındaki ilişkinin biçimsel boyutunu daha geniş bir düzeye taşımak için çalışıyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

“Biz savaş ağası değiliz”
Parti Sözcüsü, Şarku’l Avsat’ın “Bazı medya kuruluşları, Islah’ın, Libya gibi Yemen dışındaki bazı çatışma ülkelerinde askeri bir varlık bulundurduğunu açıkladı. Bu duruma tepkiniz nedir?” sorusuna da yanıt verdi. Bu çerçevede Adini, “Bu sorunun sorulması, bize garip ve şok edici geliyor. İlk başta soruyu sormak için bir neden yok. Soru, medyanın yanıltıcı kaynaklarına dayanıyor. Biz anayasa ve yasalara göre faaliyet gösteren bir siyasi partiyiz. Kimliğimiz tamamen sivildir. Biz bu ülkeye gönderilen savaşçılara ve silahlara sahip paralı asker şirketleri ya da savaş ağaları değiliz” açıklamasında bulundu. Adnan el-Adini, sözlerini şöyle sürdürdü:
“El-Islah Partisi’nin ülke dışında askeri bir mevcudiyeti olup olmadığı tartışmaları şaşırtıcıdır. Tartışma, partinin siyasi kimliğini bozan ve anayasal varoluşunun özüne meydan okuyan tehlikeli bir bölgeye kayıyor. Tarihi boyunca tamamen siyasi araçlarla çalışan siyasi partileri nasıl hesap verebilir tutabiliriz”.
Adini ayrıca, “Açık kimliğimizin doğrulanması için bir savunma mahkemesinde değiliz. Milyonuncu kez siyasi bir parti olduğumuzu ve partinin omzunda tüfek taşımadığını hatırlatıyoruz. Siyasete katıldığınızda, silahların varlığı gözden uzaklaşır. Sadece siyaset meydanında ve yumuşak araçlarıyla başarısız olanlar güce başvurur. Ancak bu, darbeye karşı askeri savaşında devleti destekleyici tutumumuzla çelişmez. Çünkü bu, vatandaşların özgürlüklerini ve haklarını güvence altına alan devleti onarma politikasının kalbidir” dedi.

Partinin güç faktörleri
‘Şu ya da bu tarafın gücü hakkındaki söylentilerin göreceli olduğunu’ belirten Sözcü, “Gücümüz, temel olarak ülkemizin istikrarı, zaferi ve devletinin gücü ile elde edilmektedir. Her şeyden önce siyasi haklarımıza göre güvenebileceğimiz ve kullanabileceğimiz garantör bir devlet arayan vatandaşlarız. Gücümüz veya ağırlığımız varsa bu da, halkımızın bize olan güveni, açık konuşmalarımız, insanların seçimlerini savunmak için sahip olduğumuz her şeyin yanında durma yeteneğimizdir. Bu halk güvenini çok önemsiyoruz ve bunu, gerekliliklerin yerine getirmesi gereken bir güven olarak görüyoruz. İnsanların seçimlerini, iradelerini ve iradeleriyle belirlendiği gibi özgür bir yaşam haklarını savunmak için ellerinden gelen her şeyi feda etme çabalarına, dürüstlüklerine, açıklıklarına ve arzularına tanık oldum” ifadelerini kullandı.
El-Islah Partisi’nde Basın Dairesi Başkanı Adnan el-Adini, “Binlerce şehit verildi. Kurumlarımız, liderliklerimiz yağmalandı. Yandaşlarımız zulme tanık oldu. Darbeci gruba karşı sert tavrımız için sahip olduğumuz her şeyi en başından feda ettik. Tüm engellere ve hedeflere rağmen, enerjimizi devletin yanında ve toplum uğruna harekete geçirmeye, yalnızca halkımızın iradesi, halkımızın ve sadık komşularımızın yardımıyla, her türlü darbeye karşı direnmeye devam ettik. Yüce Allah’tan sonraki en büyük varlığımız ve en önemli güç faktörümüz, yanlış kazançlar değil, yaptığımız sınırsız fedakarlıklardır” dedi.
Adini, “Halkın iradesini kurtarma yolunda fedakarlıktan daha büyük bir fayda yoktur. Ulusların kaderini savunmak için çaba, zaman ve yetenek yatırımı yapmaktan daha büyük bir güç faktörü yoktur. Partimizin yaptığı ve hala devam ettirdiği şey, ulusal dengesini büyük seviyelere yükseltmektir” ifadelerini kullandı.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.