İran: Ruhani’nin bahanesi ‘komplo teorileri’

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ve Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi ile birlikte dün ekonomi gündemli toplantıda (İran Cumhurbaşkanlığı)
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ve Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi ile birlikte dün ekonomi gündemli toplantıda (İran Cumhurbaşkanlığı)
TT

İran: Ruhani’nin bahanesi ‘komplo teorileri’

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ve Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi ile birlikte dün ekonomi gündemli toplantıda (İran Cumhurbaşkanlığı)
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ve Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi ile birlikte dün ekonomi gündemli toplantıda (İran Cumhurbaşkanlığı)

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, “tahrif ve yaptırım” akımlarına karşı, hükümetinin ekonomide ve koronavirüs krizin yönetmedeki performansını savunmak için bir kez daha komplo teorilerine başvurdu.
Ruhani, “hükümetinin yetersizliği ve beceriksizliği yönündeki iddiaların, ülke karşıtı düşmanların komploları bağlamında geldiğini” iddia etti. Ruhani, bunları yaptırımlar zamanında ekonomiyi engellemeye çalışan “tahrif ve yaptırım akımı” olarak tanımlayarak suçladı. Ayrıca, ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında “yalan yanlış söylentileri” teşvik ederek, yanıltıcı istatistikler ve yanlış bilgiler vererek, belirsiz ve gerçeklerle bağdaşmayan bir görüntü çizdiğini iddia etti.
Ruhani, İran rejiminin temel direkleri arasında ekonomik meselelerdeki görüş farklılıklarını ortadan kaldırmak amacıyla kurulmuş bir komite olan Yüksek Ekonomik Koordinasyon Komitesi’nde Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi ve Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf katılımıyla gerçekleşen oturuma başkanlık etmesinin saatler öncesinde hükümetinin istişare toplantısında konuşuyordu.
Ruhani, “diğer ülkeler tarafından da itiraf edilen, inkar edilemez başarılar elde ettiklerini” vurgulayarak, hükümetinin koronavirüs salgınının ekonomi ve sağlıkla ilgili sonuçlarını ele alma şeklinden gurur duyduğunu ifade etti.  Ruhani, “tahrif ve yaptırım hareketlerini” ülkenin ekonomik faaliyetlerini durdurmaya, başarılarını inkar etmeye ve İranlıları gelecekle ilgili hayal kırıklığına uğratmaya çalışmakla suçladı.
Ruhani, “tahrif ve yaptırım ikilisinin”, İran’ın dini lideri Ali Hamaney hakkındaki son açıklamalarına işarette bulunarak, “bu üslubun, ülkede söz sahibi olan kişinin konumunu teyit etme ifadesi olarak, kullandığı kelimeleri tekrar etme istekliliği gösteren İranlı yetkililerin genel tarzı çerçevesinde olduğunu” belirtti. Ruhani daha da ileri giderek, “tahrif akımlarının çalışmalarını yıpratma, akıl ve ekonomi” savaşı bağlamında değerlendirerek, bunları “düşmanların beşinci kol faaliyeti” olarak niteledi.
“Tahrif” akımı adlandırması, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığının son döneminde, kendisi ile Hamaney arasındaki görüş farklılıklarının ortaya çıkmasından sonra da gündeme gelmişti. Ancak Ruhani’nin yorumları genel olarak ekonomi politikalarını eleştirmeyi amaçlıyor.
Hükümetin görev süresinin sona ermesine bir yıl varken, ekonomi ve dış politikada Ruhani’nin siyasi görüşlerine karşı olan muhafazakar çoğunluğun hakim olduğu meclisin hükümet üzerinde uyguladığı baskı giderek artıyor.
Milletvekilleri geçen ayın ortalarında, piyasalardaki yeni bir bozulma ve döviz kurundaki yükselişin arından Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yi sorgulama girişiminden geri adım attı. Devrim Muhafızları istihbarat teşkilatının medya kuruluşu Tasnim Haber Ajansı, meclis üyelerinden birinin, Hamaney’in hükümete desteğini ifade ettikten sonra teklifini geri çektiğini nakletti.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın, Çin ile yapılan 25 yıllık strateji anlaşmayı sızdırmasından sonra Ruhani yönetimi korkunç eleştirilere maruz kaldı. Anlaşma, petrol yatırımları ve asker üsler kurma ihtimali hakkındaki bilgilerin yanı sıra İran’ın güneyindeki adalarda ve güney kıyılarında Pekin yönetimine benzeri görülmemiş imtiyazlar veriyor.
Ruhani, ABD’nin İran’ın bölgesel düzeydeki davranışını değiştirmeyi ve balistik füze geliştirmesini durdurmayı amaçlayan maksimum baskı stratejisinin başlangıcından bu yana, hükümetinin son iki buçuk yıl boyunca petrole olan bağımlılığını azalttığını söyledi.
Ruhani, hükümetinin ekonomik performansı hakkındaki savunmasını konusunda, İran’daki üretim durumu ile gayri safi yurtiçi hasılattaki düşüş arasında kıyaslama yaparak, bu oranın Avrupa’da yüzde 10, ABD’de yüzde 30 olduğu bilgisine sığınarak, bu durumun “İran ekonomisinin küresel krizde büyük bir esneklik gösterdiğine” işaret ettiğini belirtti.
Konuyla ilgili olarak, İran İçişleri Bakanı Abdurrıza Rahmani Fadli, ekonomide medya ve tanıtım malzemeleri yayınlamaya özel bir komitenin toplantısında, “en büyük tahrifin, insanları hayal kırıklığına uğratmak” olduğunu belirtti. Fadli, komitenin kurulmasının temelinin, bilgi yayınlama, ekonomik reklamcılık, medya kuruluşları, yürütme ve ekonomik kurumlar arasında koordinasyon sağlamak, toplumdaki ekonomik koşulları iyileştirmek ve ekonomik duruma yönelik gerçekçi bir kamuoyu bakış açısı elde etmek amacına yönelik olduğunu sözlerine ekledi. Rahmani Fadli, temel malların sağlanması, emtia fiyatları, otomobil ve konut piyasası, para birimi ve akaryakıtla ilgili komitenin aldığı kararlara övgüde bulundu.
Bakanın referansta bulunduğu noktalar son iki yılda kötüye giden ekonomik alanları özetliyor. Ekonomideki gerileme, sonuncusu geçtiğimiz Kasım ayında hükümetin akaryakıt fiyatlarını yüzde 300 oranında artırması yönündeki sürpriz kararının ardından patlak veren akaryakıt fiyatlarına yönelik protestolar olmak üzere, İran’da eşi görülmemiş protestolara yol açtı.
Güvenlik güçlerinin şiddetli müdahalesiyle yüzlerce protestocu öldü ya da yaralandı. İranlı iki yetkili, Haziran ayında yaşanan protestolarda 230 kişinin öldüğü, 2 bin kişinin ise yaralandığını açıkladı. Bunun öncesinde, Uluslararası Af Örgütü, protestolar sırasında öldürülen 304 kişinin isimlerini belgelediğini belirtti. Reuters’ın Aralık ayında yetkili bir kaynaktan aktardığına göre, İran dini lideri Ali Hamaney’in protestoların bastırılması yönündeki emriyle bin 500 kişi öldürüldü.
Uluslararası Finans Enstitüsü’nün Ocak ayı raporu, İran ekonomisindeki durgunluğun içinde bulunduğumuz mali yılda derinleşmesinin beklendiğini, döviz rezervlerinin Mart ayında 73 milyar dolara düştüğünü belirterek, iki yıllık kaybın yaklaşık 40 milyar dolar olacağını öngörüyor.
Uluslararası Para Fonu, İran’ın bu yılki rezervlerinin yaklaşık 20 milyar dolarını çekerek 85.2 milyar dolara ulaşacağını belirterek, gelecek yıl 16 milyar dolarını daha geri çekeceğini tahmin ediyor.
Yaptırımların ağırlığı altında, Nisan 2018’de günlük 2.5 milyon varilden daha fazla olan günlük petrol ihracatı gerileyerek günlük 100 ila 200 bin varile düştü.
Rahmani Fadli, mevcut ekonomik problemlerin, 7 yıldan fazladır devam eden “kronik ekonomik sorunlardan” kaynaklandığı görüşünde. Fadli ayrıca, koronavirüs salgınının, dünya ekonomisinde bir daralmaya yol açtığını ve İran’ın da bu daralmadan payına düşeni aldığını” sözlerine ekledi.
Bakan Fadli, yabancı medyayı “gerçekleri ve haberleri çarptırmaya” çalışmakla suçladı. Bakan ayrıca, alternatif medya ve bilgi teknolojinin “kamuoyundaki imajı çarpıtmaya” çalışmakla suçladı. Konuyla ilgili olarak, ESPA araştırma şirketi tarafından yapılan bir anket, İran halkının 8.2’sinin bir yıl boyunca kırmızı et yemediğini ve ekonomik sonuçların geçen yıla göre yüzde 3,5’lik bir gerileme kaydettiğini gösterdi. Ekonomik gerileme son iki yılda enflasyon üzerindeki etkisini artırarak, et fiyatları yüzde 80 oranında artış gösterdi.
Anket sonuçlarına göre, 14.4 İranlı aile geçtiğimiz yıl boyunca sadece birkaç kez kırmızı et yiyebildi. Ailelerden sadece 40.2’si haftada bir kez kırmızı et tüketebilirken, yüzde 32.8’i ayda birkaç kez kırmızı et yedi, yüzde 4.3’ü ise kırmızı et tüketemediğini ifade etti.
ESPA araştırma ve anket merkezi, IRNA haber ajansından sonra İran’ın ikinci resmi ajansı olan İran Öğrenci Ajansı’nın (ISNA) bir parçası olarak hizmet veriyor.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.