Siyasi Araplıktan kültürel Araplığa

 İdeolojik coşku söndükten sonra ulus-devleti başlı başına bir hedef haline geldi

1919’da Kahire sokaklarında düzenlenen protesto gösterilerine ait bir arşiv fotoğrafı (Getty Images)
1919’da Kahire sokaklarında düzenlenen protesto gösterilerine ait bir arşiv fotoğrafı (Getty Images)
TT

Siyasi Araplıktan kültürel Araplığa

1919’da Kahire sokaklarında düzenlenen protesto gösterilerine ait bir arşiv fotoğrafı (Getty Images)
1919’da Kahire sokaklarında düzenlenen protesto gösterilerine ait bir arşiv fotoğrafı (Getty Images)

Turki Al Hamad
Araplar, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ulus-devletini kartondan yapılmış bir yapıdan ibaret gördükleri bir dönemden geçmişlerdi. Bu tasavvura göre Araplar, Arap birleşik devleti adında tek bir siyasi yapının çatısı altında birleşip temel ve kaybolan birlik geri döndüğünde zaten kartondan yapılmış olduğu için bu yapı kolayca yıkılacaktı.
Kırklı yılların sonu ve ellili yılları kapsayan dönemde bu Arap birliği iddiası, bazıları askeri darbeler (devrimler) yoluyla iktidarı ele geçiren milliyetçi akım ve ideolojilerin ortaya çıkışıyla büyük bir ivme yakaladı. Bunların belki de en önemlileri, Baas Partisi, Nasırizm ve Arap Milliyetçi Hareketi’ydi. Hepsinin ve özellikle de Sosyalist Baas Partisi’nin ilham kaynakları, Garibaldi’nin liderliğinde İtalya’nın, Bismarck’ın liderliğinde Almanya’nın birleşme deneyimleri gibi Avrupalı birlik deneyimleriydi. Yine hepsinin dayanak noktası ortak bir ideolojik önermeydi; Araplar tek bir ulustur, dolayısıyla İtalyanlar ve Almanlar gibi tek bir siyasi varlık veya bir ulus devlete sahip olma hakkına sahiplerdir.
Bu ideolojik inancın tarihi kökleri vardı ve siyasi olarak emperyalistlerin, Siyonistlerin, eski ve yeni sömürgeci güçlerin komploları sonucu birliğini somut bir şekilde gerçekleştirmekten mahrum kalan birleşik bir ulusun varlığına dayanıyordu. İşte söz konusu inanç, milliyetçi yöneticileri kendilerini “Arap ulusunun” mütevellileri, nihayetinde sadece kendilerinin bildiği çıkarlarını gerçekleştirecek vasileri olarak atamaya sevk etti. Bu, hem Nasırcı Mısır hem de Baas Partisi ve Arap Milliyetçi Hareketi için geçerlidir.
Bahsedilen vasilik ya da mütevellilik, bu yöneticileri, Arap ulus-devletlerinin kolonyalizm sonrası kapsamlı birliğe giden yolda sadece geçici bir dönem olduğu ve er geç dağılacağı düşüncesine dayanarak diğer Arap ülkelerinin iç işlerine müdahale etmeye azmettirdi. Daha sonra, bu düşünceden yola çıkarak Arap dünyası, ilericiler ve gericiler olmak üzere iki kampa ayrıldı. İki kamp arasında Soğuk Savaş rüzgarları esmeye başladı.
1967’de Arap-İsrail Savaşı’nda alınan yenilgi, bir dönemin sonunu, yeni bir dönemin de başlangıcını temsil etti. Milliyetçi düşüncenin Arap zihniyeti üzerindeki hegemonyası sona ererken İslamcı fikir, daha sonra bilinen adıyla Sahva (Uyanış) yükselişe geçti. 1979’daki İran Humeyni Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaliyle bu düşüncenin yükselişi daha da hızlandı. Sovyet işgali, Sahva Hareketi’nin önünde daha geniş ufuklar açan İslami “cihat” hareketini ortaya çıkardı. Böylece Arap-Müslüman zihniyetinde milliyetçi ideolojinin yerini İslami ideoloji aldı. Bahsettiğimiz Sahva Hareketi’nin aynı anda hem Şii hem de Sünni versiyonları vardı. Ancak aralarındaki alt farklılıklara rağmen, ikisi de mevcut ulus-devletlerin yalnızca bir sömürge veya daha hafif bir tabirle Batılılaşmanın bir eseri olduğu konusunda temel bir uzlaşı içindeydi. Onlar için her ikisi de hiçbir şekilde kabul edilemezdi. Sünni Sahva Hareketi’nde tek kabul edilebilir siyasi sistem hilafet iken, Şii Sahva Hareketi’nde bu, Humeyni’nin getirdiği Velayet-i Fakih idi. Diğer var olan siyasi sistemler yalnızca mücbir koşulların dayattığı geçici bir aşamaydı. Aslında bu ikisini yani milliyetçi ve İslamcı ideolojiyi derinlemesine incelediğimizde, Arap birliği rüyası ile ister peygambere bağlı Sünni halifelik isterse Ehl-i beyte bağlı Şii imamlık olsun İslami birlik rüyası arasında bir fark olmadığını görürüz. Her ikisi de ulusal devleti kabul etmemektedir.
Ulus-devleti reddetmelerinin yanında, her iki akım, herhangi bir ulus-devletin zenginliğini temsil eden kültürel, sosyal, “etnik ve mezhepsel” ayrıntıları da tanımamaktadır. Çünkü bunun karşısında, arzu edilen -ya da hayal edilen- birliği sağlamanın bir koşulu olarak, toplum grupları arasında tam bir uyum gerektiren büyük birlik hayali var. Bunun, devlet ve toplum üzerinde olumsuz etkileri olmuştur. Bunların en önemlisi de tek ulusa dayanan bir devlette yaşayan azınlıkların sorunuydu. Gerek Arap gerekse İslami bir birlik tesis etmeyi amaçlasın her iki ideolojik hayalin de gerilemesinden, ulus-devletin teoride devam eden ideolojik reddine rağmen gerçekte tanınmasından sonra azınlıklar sorunu kendini dayatmaya başladı. Bundan önce söz konusu sorun, bilhassa milliyetçilerin, birliğin sağlanması için bir ön koşul olarak empoze edilen tam homojenlik ilkesine dayanarak yönettikleri ülkelerde bastırılmış ve susturulmuştu.
Azınlık sorununun patlak vermesi, doğası gereği homojen olamayacak toplumlara mutlak bir homojenlik dayatma girişiminin doğal bir sonucuydu. Tarih öncesinde var olan insan toplulukları dışında, yazılı tarih boyunca dünya üzerinde herhangi bir yerde mutlak homojen bir yapıya sahip bir toplum yaşamamıştır. İdeolojik yönelimli rejimler, şu veya bu toplumda birlikte yaşamanın formülünü aramak yerine, baskı, demir ve ateşle homojenliği dayattılar. Bunun en iyi örneği Baas rejimi altındaki Irak ile İran’daki Mollalar rejimidir. Hatta değişmeden önce bir dönem Suudi Arabistan da öyleydi.

Biz ve İsrail: Yanılsamaların gerilemesi
Gerek milliyetçi gerekse de İslamcı ideolojik coşku meşalesi sönünce veya daha nesnel bir şekilde söyleyecek olursak “bu kökler solduğunda”, ulus-devlet başlı başına bir hedef haline geldi. Söz konusu hizipçi ve ayrılıkçı eğilimlere karşı onu korumak özel bir hedefe dönüştü. Zira ulus-devlet aslında, ideolojik rejimlerin mutlak homojenliği empoze etme girişimlerinin uzun geçmişine verilmiş tarihsel bir tepkidir.
Ulus-devlet artık kısır ideolojik tartışmaların bir nesnesi veya büyük hayalin, kusursuz, kapsamlı, homojen bir birliğin önündeki  bir engel değildir. Aksine, toplumların ve halkların yaşamında sabit bir gerçekliğe dönüşmüştür. Kimlik de Arap özündeki İslami, Arap ve ulusal kimlikler arasındaki çelişki ve çatışma ortadan kalktıktan sonra bu devlete ayrılmaz bir bağla bağlandı.
Bahsi geçen kimliklerin hala çakıştıkları doğru ama bu, yalnızca şu ya da bu kimliği dayatan, iç içe geçmelerine ve uyumlu olmalarına olanak tanımayan sıfır toplamlı bir formülün geçerli olduğu ulus-devlet ötesi akımların hakimiyeti dönemindeki gibi çatışma düzeyine ulaşmıyor.
Ne var ki, milliyetçi akımların safkan Araplık söyleminin bir tür milliyetçi “şovenizm”e yol açması gibi kimliğin temel bir referansı olarak ulus devlete bağlılık da (eski milliyetçi şovenizme karşı bir tepki olarak) bir tür ulusalcı şovenizme yol açtı. Baasçıların “Ölümsüz mesaj sahibi tek Arap ulusu” sözü derinden incelendiğinde bahsettiğimiz bu milliyetçi şovenizmi somutlaştırdığını görürüz. Çünkü ölümsüzlük nihayetinde metafizik bir efsanedir.
Milliyetçi akım, Arap halkları diye bir şey olmadığını, bundan ziyade dağılmış, homojen ve barışık ama birkaç ülke arasında bölünmüş tek bir Arap halkı olduğu düşüncesini yayıyordu. Ona göre bu ülkeler nihayetinde Siyonizmden emperyalizm ve işbirlikçi yöneticilere bütün şekilleri ve tezahürleriyle sömürgeciliğin ürünüydü. Bu yanılsama ya da bu siyasi efsane yıkıldığında arkasında birbirine küs ve kavgalı Arap halkları bıraktı. Bugün, geçmişte olduğu gibi hükümetlerin değil de Arap halklarının arasındaki ilişkilerde gördüğümüz gerilimlerin nedeni de budur. Bu, bir kısmıyla belki de, Arapların ilerici ve gerici olarak iki kamp arasında böyle ideolojik bir biçimde bölünmesinin, bir kampın diğerine karşı yürüttüğü ateşli ve kışkırtıcı propagandanın sonucu olduğunu da açıklamaktadır. O dönemde medyadaki bu propagandayı özellikle ilerici medya, tam olarak da Nasırcılığın etkili olduğu dönemde Mısır medyası körüklüyordu.
Bu ideolojik ve körükleyici medyatik seferberliğin sonucunda, bazı Arap ülkelerinin ve halklarının diğerlerine göre daha “yüksek” oldukları düşüncesi aşılandı. Gerici halklar buna tepki olarak, “şovenist” vatanseverlikle ilgili her konuda fanatik oldular. ilerici halkların tepkisi ise yakın geçmişten örnekler vererek daha da büyüklenmek oldu. Her ikisi de kendilerini haklı göstermek için tarihe başvurdular. Bu tarih de genellikle gerçek tarihi hadiselerle ilgisi olmayan ayıklanmış, olgunlaşmamış ve mitlere dayanan bir tarihti.
Kısacası, bugün Arap halkları arasındaki ilişki hastalıklı bir ilişkidir. İlk adım olarak, homojen birlik kavramları, komplo teorileri, tek yol olarak empoze edilen ortak kader söylemleri gibi geçmiş döneme hakim olan, ideolojikleştirilmiş siyasi kavramları düzelterek “düşmanlığın izlerini” kaldırmak dışında bunu tedavi etmenin bir yolu yoktur. Bunlara bir de yaşanmış gerçekliği yansıtan yeni kavramlar aramayı da ekleyebiliriz. Bu gerçekliği yalnızca Arap ideolojisi efsanelerinin, Arap dünyası dediğimiz bu kütlenin toplumlarının merkezindeki gerçekle etkileşime geçmekten alıkoyduğu zihinlerde var olan sanal bir yükseklik duygusu aşmaya çalışır. Arap dünyası, nihayetinde Arap hayalinin arzu ettiği gibi siyasi bir yapı değil tarihsel kökleri olan kültürel bir yapıdır.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.   



İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?
TT

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

Binyamin Netanyahu hükümeti, iç siyasi krizlerden kaçmak amacıyla bölgesel cephelerde gerilimi tırmandırma yarışına girerken, son dönemde Afrika Boynuzu’nda, özellikle de Somaliland’da İsrail kaynaklı “tehlikeli” olarak nitelendirilen hamleler dikkat çekiyor.

Somaliland’da bir İsrail askeri üssü kurulması ihtimali, Mısır ve Arap dünyasının ulusal güvenliğini yeni bir stratejik sınavla karşı karşıya bırakıyor. Kızıldeniz’in girişine yönelik herhangi bir müdahalenin “kırmızı çizgi” olduğu yönündeki resmî ve hukuki uyarılar, bu tür bir adımın bölgeyi daha önce gündeme gelmemiş askerî seçeneklere sürükleyebileceğine işaret ediyor.

Şarku’l Avsat Al Arabiya’dan aktardığı habere göre Askerî tabloyu ayrıntılı biçimde analiz eden Harp Akademileri Yüksek Askerî Çalışmalar Akademisi’nden öğretim üyesi Tümgeneral Usame Mahmud Kebir, yaptığı açıklamalarda, Netanyahu’nun hükümetinin dağılmasını önlemek için siyasi ve askerî gerilimi canlı tutmaya çalıştığını belirtti.

Kebir’e göre İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ederek Somaliland’ı bağımsız bir devlet olarak tanıması, üç temel jeostratejik hedefe dayanıyor:

  • Birincisi, Husileri yakın mesafeden tehdit edebilecek bir askerî üs kurmak;
  • İkincisi, Somali’deki Türk çıkarlarını hedef almak;
  • Üçüncüsü ve en tehlikelisi ise Kızıldeniz’in girişindeki deniz trafiğini kontrol ederek Mısır’a baskı uygulamak. Bu durumun Süveyş Kanalı gelirlerini olumsuz etkileyeceğini ve Etiyopya’nın Nahda Barajı dosyasında Kahire’ye karşı siyasi koz kazanmasına hizmet edeceğini vurguladı.

Mısırlı askerî uzman, Kahire’nin bu girişimleri diplomatik olarak derhal kınadığını, ancak İsrail’in fiilen askerî üs inşasına başlaması halinde sürecin “daha etkili bir aşamaya” evrilebileceğini ifade etti. Kebir, Mısır’ın ulusal güvenliğini ve stratejik kazanımlarını koruyacak yeterli araç ve düzenlemelere sahip olduğunun altını çizdi.

Hukuki ve uluslararası boyuta ilişkin değerlendirmede bulunan uluslararası hukuk profesörü Dr. Muhammed Mahmud Mehran ise, İsrail’in bu adımda ısrar etmesinin “stratejik kırmızı çizginin aşılması” anlamına geleceğini söyledi. Mehran, Al Arabiya.net ve Al Hadath.net’e yaptığı açıklamada, Mısır’ın yalnızca diplomatik seçeneklerle yetinme lüksüne sahip olmadığını; Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesi uyarınca önleyici savunma tedbirleri alma yükümlülüğü doğacağını dile getirdi.

Mehran ayrıca, Somali’nin meşru hükümetiyle Mogadişu’da imzalanan ortak savunma anlaşmaları çerçevesinde Mısır’ın halihazırda bölgede askerî varlık bulundurmasının, Kahire’ye “hukuki ve sahadaki araçlar” sağladığını ve bu sayede gayrimeşru üs kurma girişimlerinin engellenebileceğini belirtti.

Coğrafi mesafenin Mısır Silahlı Kuvvetleri için caydırıcı bir unsur olmayacağını vurgulayan Mehran, Babülmendep’teki hayati çıkarların korunmasının mümkün olduğunu ifade etti.

Mehran, değerlendirmesini şu sözlerle tamamladı: Somaliland’da herhangi bir İsrail askerî varlığı Mısır tarafından tek başına karşılanmayacak; bu adım, 1950 tarihli Arap Ortak Savunma Sistemi ile de karşı karşıya kalacak. Söz konusu sistem, Arap ülkelerini varoluşsal tehditlere karşı ortak hareket etmeye zorunlu kılıyor.


Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu askeri operasyona hazırlık amacıyla Mukalla Limanı’nın tahliyesini istedi

Yemen'deki Mukalla Limanı’nın genel görünümü (Arşiv)
Yemen'deki Mukalla Limanı’nın genel görünümü (Arşiv)
TT

Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu askeri operasyona hazırlık amacıyla Mukalla Limanı’nın tahliyesini istedi

Yemen'deki Mukalla Limanı’nın genel görünümü (Arşiv)
Yemen'deki Mukalla Limanı’nın genel görünümü (Arşiv)

Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu bugün, tüm sivillere Hadramut ilindeki Mukalla Limanı’nı bir sonraki duyuruya kadar derhal tahliye etmeleri çağrısında bulundu. Koalisyon, bu önlemin onların güvenliğini sağlamak amacıyla alındığını vurguladı.

Tahliye talebinin liman çevresinde yapılacak askeri operasyon hazırlıkları ile birlikte can ve mal güvenliğini korumayı amaçladığını açıklayan Arap Koalisyonu, herkesin verilen talimatlara uymasını ve güvenliklerinin sağlanması için iş birliği yapmasını istedi.

Arap Koalisyonu Ortak Kuvvetler Komutanlığı Sözcüsü Tümgeneral el-Maliki, Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Dr. Reşad el-Alimi’nin Güney Geçiş Konseyi'ne (GGK) bağlı silahlı unsurların Hadramut’taki sivillere karşı işlediği ciddi ve korkunç insani ihlalleri nedeniyle talebi üzerine sivilleri korumak için acil önlemler alınacağını açıkladı. Bu önlemler, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) gerilimi yatıştırmak, GGK güçlerini geri çekmek, mevzilerini Vatan Kalkanı Güçleri'ne devretmek ve yerel makamların sorumluluklarını yerine getirmelerini sağlamak için yorulmak bilmeden sürdürdükleri ortak çabaların devamı niteliğinde. Arap Koalisyonu güçleri, bu çabaları bozacak her türlü askeri eyleme, sivil hayatları korumak ve Suud Arabistan-BAE’nin çabalarının başarısını sağlamak için doğrudan ve derhal müdahale edileceğini teyit ediyor.

Arap Koalisyonu Ortak Kuvvetler Komutanlığı'nın meşru Yemen hükümetine yönelik sürekli desteğini ve kararlı tutumunu teyit eden Tümgeneral Maliki, herkesi ulusal sorumluluklarını yerine getirmeye, itidal göstermeye ve güvenlik ve istikrarı korumak için barışçıl çabalara yanıt vermeye çağırdı.


Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu’ndan Mukalla Limanı’na gelen askeri teçhizata “sınırlı” saldırı

Arap Koalisyonu tarafından yayınlanan ve sınırlı saldırının hedef alınan askeri teçhizatı belgeleyen videodan bir kare
Arap Koalisyonu tarafından yayınlanan ve sınırlı saldırının hedef alınan askeri teçhizatı belgeleyen videodan bir kare
TT

Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu’ndan Mukalla Limanı’na gelen askeri teçhizata “sınırlı” saldırı

Arap Koalisyonu tarafından yayınlanan ve sınırlı saldırının hedef alınan askeri teçhizatı belgeleyen videodan bir kare
Arap Koalisyonu tarafından yayınlanan ve sınırlı saldırının hedef alınan askeri teçhizatı belgeleyen videodan bir kare

Yemen'de meşru hükümete destek veren Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap Koalisyonu Ortak Kuvvetler Komutanlığı, Mukalla Limanı’nda dışarıdan verilen askeri desteği hedef alan ‘sınırlı’ bir hava saldırısı düzenlediğini duyurdu.

Arap Koalisyonu Ortak Kuvvetler Komutanlığı Sözcüsü Tümgeneral el-Maliki, yaptığı açıklamada, “Geçtiğimiz cumartesi ve pazar günü, iki geminin Koalisyon Ortak Kuvvetler Komutanlığı'ndan resmi izin almadan Fuceyra Limanı’ndan Mukalla Limanı’na girerken görüldü. İki geminin mürettebatı, izleme sistemlerini devre dışı bıraktı ve çatışmayı körüklemek amacıyla Yemen'in doğu illerindeki (Hadramut ve el-Mahra) Güney Geçiş Konseyi (GGK) güçlerini desteklemek için büyük miktarda silah ve savaş aracı indirdi. Bu eylem, ateşkese ve barışçıl bir çözüm arayışına karşı yapılmış açık bir ihlaldir. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 2216 sayılı kararı da ihlal edilmiştir.” İfadelerini kullandı.

Tümgeneral Maliki, Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi’nin Arap Koalisyonu güçlerine yönelik Hadramut ve el-Mahra’daki sivilleri korumak için gerekli tüm askeri önlemleri alması yönündeki talebine dayanarak güvenliği ve istikrarı tehdit eden bu silahların oluşturduğu tehlike ve gerginlik çerçevesinde bu kararı aldıklarını açıkladı.

Arap Koalisyonu Hava Kuvvetleri, bu sabah, Mukalla Limanı’nda iki gemiden indirilen silah ve savaş araçlarını hedef alan sınırlı bir askeri operasyon gerçekleştirdi. Bu operasyon, uluslararası insani hukuk ve geleneksel kurallar çerçevesinde ve hiçbir yan hasar meydana gelmeyecek şekilde belgelendikten sonra gerçekleştirildi.

Tümgeneral Maliki, Arap Koalisyonu’nun Hadramaut ve el-Mahra'da gerilimi azaltmaya ve sükuneti sağlamaya devam edeceğini, meşru Yemen hükümeti ve koalisyonla koordinasyon sağlanmadan herhangi ülkenin Yemen’deki herhangi bir gruba askeri destek sağlamasını engelleyeceğini, böylece Suudi Arabistan ve Arap Koalisyonu’nun güvenlik ve istikrarı sağlama ve çatışmanın yayılmasını önleme çabalarının başarıya ulaşmasının amaçlandığını vurguladı.