Lübnan'daki merkez hapishanesi, koronavirüsün yayılmasının ardından kontrolden çıktı

Rumiye Hapishanesi’nde koronavirüsün yayılmasından korkan çok sayıda mahkum ayaklandı.

Tutuklu yakınları, Beyrut’taki Adalet Sarayı önünde oturma eylemi düzenlediler. (AFP) 
Tutuklu yakınları, Beyrut’taki Adalet Sarayı önünde oturma eylemi düzenlediler. (AFP) 
TT

Lübnan'daki merkez hapishanesi, koronavirüsün yayılmasının ardından kontrolden çıktı

Tutuklu yakınları, Beyrut’taki Adalet Sarayı önünde oturma eylemi düzenlediler. (AFP) 
Tutuklu yakınları, Beyrut’taki Adalet Sarayı önünde oturma eylemi düzenlediler. (AFP) 

Tony Boulos
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını Lübnan’daki Rumiye Merkez Hapishanesi'nin parmaklıklarından içeri nüfuz ederek tutukluları birer birer etkisi altına almaya başladı. Gerçek bir sağlık felaketinin habercisi olan salgının yayılmaya başladığı Lübnan'ın en kalabalık ve en büyük cezaevinde, 90’ı tek bir binada olmak üzere 100 kişide daha koronavirüs tespit edildi.
Lübnan Doktorlar Sendikası Başkanı Şeref Ebu Şeref, 17 Eylül Perşembe günü yaptığı açıklamada, Rumiye Hapishanesi’nde 200'ün üzerinde kişinin Kovid-19'a yakalandığını belirtti. Salgının patlak vermesi nedeniyle yargı süreçlerinin hızlandırılması çağrısında bulundu. Şeref basına yaptığı açıklamada koronavirüse yakalananlar arasında güvenlik personeli olup olmadığını dair ise bilgi vermedi.
Cezaevi içerisinde yaşananlara yakın bir kaynak "B Tutuklu Binası'ndaki 570 kişiden yaklaşık 140'ının Kovid-19’a yakalandığını, hükümlülerin olduğu bir diğer binada da vakalar olduğunu aktardı. Ancak test (PCR) yaptırmayı kabul etmeyenlerden dolayı diğer binadaki vaka sayısı hakkında bilgi bulunmadığını belirtti.
Kaynaklar, tutukluları muayene edecek sağlık personelinin bulunmaması nedeniyle cezaevi içindeki salgının neredeyse kontrolden çıktığını bildirdi. Mahkumlar arasında salgının görülmesinin ardından cezaevi doktorunun da artık binaya giremediğini aktardı. Kaynaklar ayrıca doktorların, cezaevi dışındaki bir odada hastaları muayene ettiğini ancak cezaevi eczanesinin boş olduğunu ve içinde “adol” dışında ilaç bulunmadığı belirtti.
Tutukluların ailelerinin salgının yayılmasını önlemek için yeterli sağlık koşullarının sağlanmasını talep eden çığlıkları yükselmeye devam ediyor. Avukat ve insan hakları aktivisti Diala Haidar, Lübnan cezaevlerinin salgın yayılmadan önce de kriz yaşadığına dikkat çekti. Tutukluların uzun süredir yargılanmadan içeride tutulduğunu ve bunun gerçek bir sorun teşkil ettiğini belirten Diala Haidar, "Devletin tutukluların yargılanmadan serbest bırakılmasını onaylaması ve salgını kontrol etmek için hücrelerdeki diğer mahkumlar arasında güvenli bir mesafe sağlaması gerek” dedi.

“Durum kontrol altında”
 Lübnan İç Güvenlik Kuvvetleri Genel Müdürlüğü'nün Rumiye Hapishanesi’ndeki tutuklular ve bazı görevliler arasında koronavirüs vakalarının kaydedildiğine ilişkin haberleri dolaşıma sokanların cezalandırıldığını belirttiği açıklamasında şu ifadeler kullanıldı:
 “Cezaevi içinde gerekli kontroller yapıldıktan sonra 13'ü tutuklu, 9'u güvenlik güçlerinden olmak üzere toplam 22 koronavirüs vakası tespit edildi. Merkez Hapishanesi’nde Halk Sağlığı Bakanlığı, Uluslararası Kızılhaç ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) iş birliği ile belirlenen bir binada karantinaya alındılar. Ayrıca çeşitli devlet hastanelerinde tedaviye ihtiyacı olanların takibi için de bölümler belirlendi. Rumiye Cezaevi’nde sağlık durumu kontrol altında ve son 24 saat içinde çok sayıda mahkum için kontroller yapıldı. Koronavirüs semptomu olduğunu bildiren veya taşıdığı görülen mahkumların aileleri de bilgilendirilerek telefonda iletişim kurmaları sağlandı ve durumlarından emin oldular."

Kötüleşen cezaevleri
Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) Sözcüsü Rona el-Halebi, salgının hapishane içinde yayılması, hijyen yetersizliği ve havalandırması olmayan tutukevlerindeki durumun kötüye gitmesinden dolayı duyduğu endişeyi dile getirdi. ICRC'nin vakaların tedavi edilmek üzere hastaneye sevk edilmesi için Lübnan’daki gözaltı ve yargı sistemi yetkilileriyle çabaladıklarını ve Sağlık Bakanlığı tarafından onaylanan hastanelerdeki tutuklu bölümlerinin iyileştirilmesi için sürekli çalışmalar yapıldığını vurguladı.
Halebi açıklamasında, Lübnan'daki Uluslararası Kızıl Haç Komitesi'nin geçen mart ayından bu yana tutukevlerindeki durumu yakından takip ettiğini ve yetkililere koronavirüse karşı hazırlıklı olma ve önleme konusunda teknik destek sağladığını kaydederek, "Rumiye Hapishanesi’nde izolasyon için bir bina hazırlandı" dedi.
 
Elektronik bileklik
Diğer yandan Adalet ve Merhamet Derneği Başkanı Peder Necib Baaklini, söz konusu hapishanede ve belki de diğer hapishanelerde de insani ve sosyal bir felaket yaşandığı konusunda uyarıda bulundu. Geçen mart ayından itibaren yaz başına kadar hapishanedeki her şeyin kontrol altında tutulduğunu belirten Baaklini, "Toplumda bile sosyal mesafe korunamıyor. Peki, ya dört binden fazla tutuklu bulunan merkez cezaevinde bu nasıl mümkün olacak?" diye sordu.
Mevcut durumdan hükümeti, parlamentoyu, cezaevi idaresini ve güvenlik güçlerini sorumlu tutan Baaklani, Adalet ve Merhamet Derneği’nin geçen nisan ayından bu yana aşırı kalabalığa neden olmamak için cezaların azaltılması, alternatif cezaların benimsenmesi, elektronik bilekliklerin kullanılması ve hapishanelerdeki derneklerin desteklenmesi de dahil olmak üzere yaptığı bir dizi öneriyi hatırlattı. Baaklani ayrıca hapishanelerde çalışan derneklerden  mahkumların çıkmasına eşlik edecek atmosferi hazırlamalarını ve hapishane içindeki alanları genişletmelerini talep etti.
 
Hapishanenin içinde bir "bomba"
 Beyrut Barosu Başkanı Melhem Halef ise ilk koronavirüs vakalarını kaydettikten sonra Lübnan'ın en büyük ve en kalabalık hapishanesi olan Rumiye Cezaevi'ndeki salgın durumunu bir "bombaya" benzeterek uyarıda bulundu. Halef açıklamasında, "Cezaevi içindeki koronavirüs kimsenin taşıyamayacağı bir bomba gibi" dedi.
Hapishanede,  kapasitesinin neredeyse üç katı olan dört bin mahkum kaldığı biliniyor.
Halef, Lübnan hükümetini "Vaka belirtileri gösteren mahkumları diğerlerinden ayırmak" gibi acil önlemler almaya çağırdı. Derneklerin endişeleri hafifletmek ve tüm insanları rahatlatmak için de testler yapmak üzere hazırlanılması gerektiğini vurguladı.
Hapishaneden sızan ve sosyal medyada hızla yayılan bir video, çok sayıda mahkumun herhangi bir sosyal mesafe gözetmeden uyuduğu dar bir koridoru gözler önüne sermişti. Videoda ayrıca küçük bir odada en az yedi tutuklunun yerdeki bir yatakta yan yana uyuduğu görülüyordu.
Rumiye Hapishanesi, çok sayıda mahkum tarafından koronavirüs salgınıyla ilgili endişelerin dile getirildiği bir isyana tanık oldu. Aktivistler, hapishanenin içinden mahkumların demir hücrelerin kapılarını vurduğu anları gösteren videoları sosyal medyada paylaştı.
İlerici Sosyalist Partisi (PSP) Başkanı Velid Canbolat, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda şu değerlendirmelerde bulundu:
"Salgın, ihmal ve aşırı kalabalık nedeniyle Rumiye Hapishanesi’ni etkisi altına aldı. Af yasasını reddetmek büyük bir suç. Bu yüzden ister siyaset isterse mezhep olsun, bu yasanın her şeyin üstünde tutularak istisnai olarak onaylanmasını talep ediyorum.”
Cezaevlerindeki Tutukluların Aileleri Komitesi, Rumiye Hapishanesi’nde Kovid-19 vakalarının ortaya çıktığının ve mahkumlar arasında yayıldığının duyurulmasından bu yana neredeyse her gün Meclis'ten genel af yasası çıkarmasını talep etmek ve ilgili tarafların harekete geçmemesi halinde bir felaket yaşanacağı uyarısı yapmak için protestolar düzenliyor.
 
“Zorunlu” tutuklama

Lübnan Adalet Bakanı Marie Claude Najm, Lübnan'da ilk kez olarak soruşturma dairelerinde, bu konunun hukuki metinlerde yer almamasına rağmen elektronik sorgulamanın kullanıldığını ve çok sayıda tutuklu ve hükümlüyü çıkarmak için mekanizmalar kurulduğunu duyurdu. Najm, konuyla ilgili şunları söyledi:
"Yüksek Yargı Konseyi ile elektronik sorgulamayı ceza mahkemelerini de kapsayacak şekilde genişletme olasılığını inceliyoruz. Bu önemli bir nokta. Bu konuda büyük bir güçlük vardı. Rumiyeh’deki tutukluların mahkemelere sevkini önlemek için cezaevi içinde mahkeme salonunun açılması kararlaştırıldı."
Adalet Bakanı, duruşmaları hızlandırmak ve sürelere uymakla ilgili yaptığı açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Görevlerin yerine getirilmesi için Yüksek Yargı Konseyi, Başsavcılık Bürosu ve Yargı Teftişi ile iletişime geçtik. Lübnan'da tutukluların dosyalarındaki zorluk göz önüne alındığında, mümkün olduğu kadar hızlanmaları için gece gündüz çalışmaları konusunda dosyaları olan tüm hakimlere çağrıda bulunduk."
Bakan ayrıca, yargıçları insaflı olmaya ve aşırı bir zorunluluk yoksa tutukluluk kararı vermemeye çağırdı. Aynı zamanda cezasını çekmiş hükümlülerin para cezasından muaf tutulmasını talep ederek Adalet Bakanlığı'nın konuyla ilgili olarak geçen mart ayında Meclis’e sunduğu bir yasal öneri olduğu bilgisini verdi.
 
Filistinli mahkumlar
Filistinli Mahkumlar Davası İzleme Komitesi üyesi Muhammed Hasun, yargılamalarda en azından Filistinli tutuklular hakkındaki bilgilerden dolayı bir hızlanma olduğu iddialarını kabul etmeyerek salgının aşırı kalabalık olan Rumiye Hapishanesi’ne sıçraması  nedeniyle duyduğu endişeyi dile getirdi. Hasun açıklamasında, yıllar önce cezalarının bitmesine rağmen bazı Filistinli mahkumların halen  hapiste olduklarına dikkat çekti.
Hasun ayrıca cezaevi içinden aldığı bilgilerin, durumun çok tehlikeli bir aşamaya geldiğini gösterdiğini belirterek hiçbir Filistinli yetkilinin Filistinli tutukluların dosyasını resmi olarak takip etmediğini vurguladı.



Suudi Arabistan... Siyasi çıkarların ve savunma iş birliğinin güçlendiği bir yıl

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)
TT

Suudi Arabistan... Siyasi çıkarların ve savunma iş birliğinin güçlendiği bir yıl

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)

Suudi Arabistan’ın 2025 yılı politikaları, ülkenin çıkarlarını ön plana çıkararak uluslararası sahnede güvenilir bir arabulucu olarak konumlanmasını sağladı. Bu kapsamda, Gazze Şeridi’ndeki savaşı durdurma çabaları, zorla yerinden etmeye karşı duruş, iki devletli çözüm ve Filistin devletinin kurulması yönündeki destek, Suriye’ye yardım ve bölgesel kolektif güvenliğin, özellikle de Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) güvenliğinin güçlendirilmesi öne çıktı. Aynı zamanda ABD ve diğer büyük güçlerle iş birliğinin derinleştirilmesi de dikkat çekti.

gt
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı, Trump'ın Krallığa yaptığı son ziyaret sırasında iki taraf arasında imzalanan anlaşmalardan bir kare (Getty)

ABD Başkanı Donald Trump’ın mayıs ayında Suudi Arabistan’a yaptığı ve Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın kasım ayında ABD’ye gerçekleştirdiği tarihi ziyaretler, Riyad’ın 2025 yılında sahip olduğu istisnai uluslararası konumu gözler önüne serdi.

Ortadoğu’yu ‘harika bir şafak’ bekliyor

ABD Başkanı, Riyad’da, Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin liderliğini övdü ve “Veliaht Prens, güçlü müttefiklerimizi en iyi temsil eden isimdir” dedi. Ortadoğu’yu ‘harika bir şafağın’ beklediğini belirten Trump, Suudi Arabistan’ı ‘dünyanın kalbi’ olarak nitelendirirken, Riyad’ın küresel iş dünyasının merkezi olma yolunda olduğunu vurguladı.

Veliaht Prens’in Washington ziyareti sırasında iki ülke, Stratejik Savunma Anlaşması’nın da dahil olduğu geniş bir anlaşma paketini imzaladı. Bu, Suudi Arabistan’ın 2025 yılında imzaladığı ikinci savunma anlaşması oldu. Paket ayrıca savunma sanayi satışları, sivil nükleer enerji iş birliği, yapay zekâ stratejik ortaklığı, uranyum ve metallerin tedarik zincirlerinin güvenliğini kapsayan stratejik çerçeve ile yatırım hızlandırma gibi alanları da içerdi.

ABD Başkanı, Suudi Arabistan’ı NATO dışı ‘başlıca müttefik’ olarak ilan ederken, Suudi tarafının müzakere yeteneklerini övdü.

Suriye'nin toparlanmasına destek olmak

2025 yılında Gazze Şeridi’ndeki savaş dünya gündeminde en üst sırada yer alsa da, Suriye dosyasındaki köklü değişim adımları, Suudi Arabistan’ın bu dönüşümü desteklemede aktif bir rol üstlenmesine yol açtı. Bu adımlar, Suriye’nin toparlanmasına, yeni liderliğinin uluslararası alanda tanınmasına ve desteklenmesine katkı sağladı.

Suudi Arabistan Kraliyet Divanı Danışmanı başkanlığındaki bir heyetin Şam’ı ziyaret etmesi ve Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile görüşmesi sonrasında, Suudi Arabistan Suriye’ye desteğini başlattı. Hava ve kara köprüleri aracılığıyla halkın yardımına koşan Riyad, insani, tıbbi ve kalkınma projelerini de sürdürüyor; yıl sonunda bu projelerin sayısı 103’ü aşarak toplam maliyeti yaklaşık 100 milyon doları bulacak.

dfrgt
Mayıs 2025'te Riyad'da gerçekleşen Suudi-Amerikan-Suriye üçlü toplantısından bir kare (SPA)

Suudi Arabistan, 2025 boyunca Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’yı üç kez ağırladı. Ayrıca Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın doğrudan talebiyle ABD’nin Suriye’ye uyguladığı yaptırımların kaldırılmasına öncülük etti. Suriye’nin Dünya Bankası’na olan 15 milyon dolarlık borcunu karşıladı ve Katar ve Birleşmiş Milletler (BM) ile ortak bir girişimle hükümet çalışanlarının maaşlarının bir kısmını ödedi.

Buna ek olarak Suudi Arabistan bölgede İsrail’in ihlallerine karşı tutumunu sürdürdü. Üst düzey yetkililer aracılığıyla, İsrail’in Suriye, Katar ve İran gibi ülkelerin egemenliğini ihlal eden uygulamalarını reddettiğini defalarca vurguladı.

‘Filistin davasının tasfiyesi’ ile yüzleşmek

Riyad, ‘Filistin davasının tasfiyesine’ karşı durdu. Veliaht Prens Muhammed bin Selman da bu duruşu ‘açık ve kesin bir şekilde’ teyit etti. Suudi Arabistan’ın Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişkiler tesis etmeyeceğini belirtti ve Riyad’ın bu konudaki tutumunun ‘değişmez, müzakere edilemez ve siyasi oyun konusu yapılamaz’ olduğunu ifade etti.

defr
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Eylül 2025'te New York'taki Birleşmiş Milletler merkezinde düzenlenen "iki devletli çözüm" zirvesine katıldı (AFP)

Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun düzenlediği basın toplantısında yapılan dikkat çekici açıklamaların ardından yayımlanan Suudi bildirisi, Filistin yönetimi tarafından büyük takdir topladı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, yayımladığı açıklamada, ‘yerleşim, ilhak ve zorla yerinden etmeyi reddeden ve bağımsız Filistin devletinin kurulmasını savunan Suudi liderliğinin samimi kardeşçe tutumlarını’ memnuniyetle karşıladığını belirtti. Abbas ayrıca, Suudi Arabistan’ın cesur ve onurlu duruşunu, Filistin halkına sağladığı büyük desteği, Gazze’ye yönelik devam eden insani yardımları, uluslararası platformlarda Filistin davasına verdiği sürekli desteği, Filistin devletinin tanınmasını sağlamak amacıyla kurulan uluslararası ittifakı ve haziran ayında düzenlenen Uluslararası Barış Konferansı’nı övgüyle değerlendirdi.

İki devletli çözüm

İki yıl süren çalışmaların ardından Suudi Arabistan’ın liderliğinde tüm Arap ve İslam ülkelerinin Gazze konusunda bir araya geldiği süreç, eylül ayında Suudi Arabistan ve Fransa ortak başkanlığında düzenlenen iki devletli çözüm konferansı ile sonuçlandı. Konferansta, geniş destek bulan ve BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen New York Deklarasyonu benimsendi; bu adım, Ortadoğu’da barış, güvenlik ve istikrar açısından ‘tarihi ve belirleyici bir an’ olarak değerlendirildi.

Şarku’l Avsat’a özel açıklamalarda bulunan Filistin Başbakanı, ‘Suudi Arabistan’ın kararlı tutumunun, uluslararası alanda Filistin devletinin tanınmasına dair görüşlerin olgunlaşmasına ve mümkün olan tüm desteğin sağlanmasına önemli katkıda bulunduğunu’ belirtti. Başbakan, iki devletli çözüm kapsamında Filistin devletinin hayata geçirilmesinin, Ortadoğu’da barış, güvenlik ve istikrarın temeli olduğunu vurguladı.

Uluslararası etki ve arabuluculuk

Şubat 2025’te Diriye’de, Suudi Arabistan himayesinde ABD ile Rusya arasında ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik görüşmeler gerçekleştirildi. ABD Dışişleri Bakanlığı, zirveyi ‘önemli bir adım’ olarak nitelendirirken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Dış Politika Danışmanı Yuri Ushakov ise görüşmeleri ‘başarılı’ olarak değerlendirdi.

Takip eden ayda Cidde’de, Veliaht Prens Muhammed bin Selman himayesinde ABD-Ukrayna görüşmeleri düzenlendi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Michael Mitchell, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan’ın yürüttüğü müzakereler sayesinde dünyanın Rusya ve Ukrayna arasında ateşkes sağlama noktasına her zamankinden daha yakın olduğunu belirtti. Mitchell, ABD’nin Suudi Arabistan’ın diplomatik çabalarını takdir ettiğini ve kalıcı barış için tüm taraflarla iş birliğine devam edeceğini vurguladı.

sdfr
Suudi Arabistan'ın ev sahipliğinde Cidde'de gerçekleşen Amerikan ve Ukrayna heyetleri arasındaki görüşmelerden bir sahne (Reuters)

Suudi Arabistan’ın arabuluculuk rolü, Pakistan ve Hindistan arasında yaşanan ve iki nükleer güç arasında en ciddi askeri tırmanışla sonuçlanan gerginliği de sınırladı. Mayıs ayında iki taraf arasında kapsamlı ve derhal uygulanacak bir ateşkes ilan edildi. Pakistan’ın Suudi Arabistan Büyükelçisi Ahmed Faruk, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, Suudi Arabistan’ın ateşkesin sağlanmasında kritik rol oynadığını ve sürece başından itibaren aktif şekilde katıldığını belirtti. Faruk, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı ile Pakistan Başbakan Yardımcısı arasında yapılan görüşmeler ile Suudi Arabistan Devlet Bakanı’nın Hindistan ve Pakistan’a yaptığı ziyaretlerin, Riyad’ın bölgedeki durumun hızla yatıştırılmasına ve ateşkes müzakerelerinin kolaylaştırılmasına verdiği önemi gösterdiğini vurguladı.

Faruk, Suudi Arabistan’ın uluslararası çatışmalarda barışı tesis etme çabalarının, ülkenin artan liderliğinin ve bölge içi ile dışındaki saygınlığının bir kanıtı olduğunu belirterek, Riyad’ın ‘dünyada barışı ilerletmede öncü ve iyilik odağı bir güç’ olduğunu ifade etti.

Pakistan

Atlantik Konseyi, Washington ile Riyad arasındaki son savunma iş birliğini, ‘bağımlılıktan ziyade pratik ortaklık ve ortak çıkarların bir yansıması’ olarak değerlendirdi. Kurum, iş birliğinin yalnızca silah anlaşmalarıyla sınırlı kalmadığını, istihbarat paylaşımını, deniz yollarının korunmasında taktik koordinasyonu ve Suudi Arabistan’ın iç savunma kapasitesini güçlendirmeye yönelik ortak çabaları da kapsadığını belirtti.

Bunun öncesinde, bölgedeki ciddi gelişmelerin hemen ardından, eylül ayında Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif’in Suudi Arabistan’a resmi ziyareti sırasında iki ülke Ortak Stratejik Savunma Anlaşması’nı imzaladı. Anlaşmada, ‘herhangi bir saldırının her iki ülkeye de yapılmış sayılacağı’ hükmü yer aldı.

Anlaşmanın imzalanması, uluslararası medya ve siyasi-askeri çevreler tarafından geniş yankı buldu; özellikle doğrudan sınır paylaşmayan iki Ortadoğu ülkesinin askeri ve savunma iş birliğini güçlendirmesi açısından övgü aldı.

sd
Pakistan Başbakanı, Mayıs 2025'te İslamabad'da Suudi Bakan Adil el-Cubeyr'i kabul etti (EPA)

Ulusal güvenlik uzmanı Dr. Ahmed el-Kureyşi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, bu anlaşmanın ‘birden fazla bölgesel aktöre önemli bir mesaj’ gönderdiğini belirtti. Kureyşi, Suudi kaynakların anlaşmanın belirli ülkelere veya olaylara yanıt olmadığı yönündeki açıklamalarını da ‘iki ülkenin olgun stratejik yaklaşımını’ yansıtan bir durum olarak nitelendirdi.

Pakistanlı gazeteci Abdurrahman Hayat, anlaşmanın stratejik açıdan ‘yeni bir İslami ekseni’ temsil ettiğini ve Suudi Arabistan’ın bölgesel ve İslami önemini, Pakistan’ın ise tek nükleer güç sahibi Müslüman devlet olarak rolünü ortaya koyduğunu ifade etti.

erft5
El-Cubeyr, Yeni Delhi'de Hindistan Dışişleri Bakanı Jaishankar ile yaptığı görüşmeden bir kare (Hindistan Dışişleri Bakanlığı)

Hayat, bölgedeki uluslararası hukuk ihlalleri, diğer ülkelerin egemenliğine yönelik saldırılar ve kontrolden çıkmış milisler göz önüne alındığında, anlaşmanın ‘Suudi Arabistan liderliğinde İslami bir dayanışmayı güçlendireceğini, dış müdahalelere karşı caydırıcı bir rol üstleneceğini ve Riyad ile İslamabad arasındaki mevcut stratejik ve askeri iş birliğinin taçlandırılması anlamına geldiğini’ belirtti.

defrgt
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Pakistan Başbakanı, savunma anlaşmasını imzaladıktan sonra (SPA)

Sudan ve Yemen'e odaklanma

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Sudan konusundaki uluslararası çabaları yürüten Uluslararası Dörtlü kapsamında da aktif rol oynadı. Veliaht Prens, Donald Trump’ı Sudan’daki savaşın durdurulması gerektiğine ikna ederek, Washington’un savaşın durdurulması ve insani krize müdahale konularında daha fazla devreye girmesini sağladı. Bu süreçte Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Riyad’da Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan’ı ağırlayarak çabaları destekledi.

Aralık ayında ise Yemen’in doğusundaki Hadramut ve el-Mehra vilayetlerinde Güney Geçiş Konseyi’nin (GGK) gerçekleştirdiği son askeri hareketler üzerine, Suudi bir heyet Tümgeneral Muhammed el-Kahtani başkanlığında bölgeyi ziyaret etti. Heyet, 10 gün süren incelemelerinde, Suudi Arabistan’ın meşru hükümeti destekleyen koalisyon lideri olarak krizi sona erdirme, çatışmayı çözme ve bölgedeki durumun normale dönmesini sağlama çabalarını sürdürdüğünü vurguladı.

Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi, doğu Yemen’deki gerilimi sona erdirmedeki Suudi rolünü övdü ve Hadramut ile el-Mehra’daki siyasi ve toplumsal aktörleri, devletin çabalarının arkasında birleşmeye çağırdı.

Siyasi analist Ahmed el-İbrahim, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, Suudi Arabistan’ın 2025 yılı dış politika performansını şu ifadelerle özetledi: “Suudi Arabistan savunma kapasitesini güçlendirdi, temkinli diplomasiyle tutumunu pekiştirdi ve Suriye ile Gazze Şeridi’ndeki savaşın durdurulması örneklerinde olduğu gibi net bir duruş sergiledi. Ayrıca, uluslararası düzeyde yeni bir arabuluculuk platformu kurarak, ihtiyaç duyulduğunda güvenle başvurulabilecek bir mekanizma oluşturdu.”


Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
TT

Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)

Ürdünlü bir yetkili, Kral Abdullah II ile eski İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında 2003 Irak işgalinden önce Londra'da gerçekleşen görüşmede, Haşimi Hanedanlığı'nın Saddam Hüseyin sonrası Irak düzenlemelerinde rol almasına dair herhangi bir ima bulunduğunu yalanladı.

Yetkilinin Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar, "görüşmeyle ilgili sızdırılan İngiliz belgelerine" dayanarak Ürdün hükümdarının bu fikri Blair ile gündeme getirdiğini iddia eden haberlere yanıt olarak geldi. Yetkili, bu haberlerin "Ürdün hükümdarına atfedilen eksiklikler ve yanlış iddialar içerdiğini" vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın elinde 25 Şubat 2003'te gerçekleşen toplantının Ürdün tutanaklarının bir kopyası bulunuyor ve bu tutanaklarda Ürdün hükümdarının Haşimi hanedanının Irak'taki rolüne dair herhangi bir öneride bulunduğuna dair bir şey yok. Aksine, tutanaklarda Saddam Hüseyin'in sürgüne gitmesi önerisinden bahsedildiği ve "bu öneriyi Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri sunmalı" denildiği belirtiliyor.


Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
TT

Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)

Bilgi sahibi bir Mısırlı kaynak, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Mısır güçlerinin Sina’daki varlığının, Mısır’ın ulusal güvenliğini korumaya yönelik olduğunu ve Kahire’nin bu konuda ne pazarlık ne de teşvik kabul edeceğini” söyledi. Kaynak, “Bu dönemde, söylentilerin aksine, herhangi bir baskı altında Sina’dan tek bir askerin bile çekilmediğini” vurguladı.

Kaynak, söz konusu meselenin ülkenin güvenliği ve iki yıldır şiddetli bir savaşa sahne olan bölgeyle olan sınırların korunmasıyla ilgili olduğunu belirtti. İsrail’in bu savaşı Mısır topraklarına doğru genişletme girişimlerine işaret eden kaynak, konunun başka dosyalarla ya da herhangi bir anlaşma ve pazarlıkla bağlantılı olmadığını ifade etti.

Kaynak ayrıca, Sina’daki Mısır askeri varlığının azaltıldığına dair İsrail basınında yer alan haberlerin, bu bölgede Mısır’ın askeri varlığının arttığından şikâyet eden ve uyarılarda bulunan raporlarla çeliştiğine dikkat çekti. Kaynak, iki ülke arasındaki barış anlaşmasında, ‘Mısır'ın ihtiyaç duyduğu zamanlarda güvenliğini korumak için bu varlığı sürdürmesine izin veren yeni hükümler olduğunu’ belirtti.

İsrail merkezli Bhol haber sitesi, Enerji Bakanı Eli Cohen’in, Mısır’la yapılan büyük doğal gaz anlaşması ile Mısır güçlerinin Sina’daki yeniden konuşlanması arasında doğrudan bir bağ bulunduğuna işaret ettiğini yazdı. Site, İsrail Ordu Radyosu’nun, anlaşmada Mısır ordusunun Sina’daki hareketlerini düzenleyen açık bir maddenin neden yer almadığını sorması üzerine Cohen’in, “Geçen hafta Mısır güçlerinin Sina Yarımadası’ndan çekildiğine dair yayımlanan haberleri okuduysanız, bunun sebepsiz olmadığını bilin” dediğini aktardı.

İsrail basınında yer alan haberlerde, Cohen’in anlaşmanın dört ay ertelenmesinin nedenlerinden birinin ‘Mısır’la barış meselesi’ olarak tanımladığı konuya bağlı olduğunu söylediği ifade edildi. Bu ifadenin, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki askeri varlığa ilişkin Camp David Anlaşması hükümlerine bağlılığı konusundaki endişesini yansıttığı değerlendirmesi yapıldı.

Söz konusu haberler, Mısır hükümetine muhalif bazı blog yazarları tarafından dolaşıma sokularak, İsrail baskısıyla Sina’daki Mısır askerî varlığının azaltıldığı iddiaları dile getirildi. Buna karşılık, Mısır yönetimine yakın isimler ise tüm göstergelerin Sina’da askerî tahkimatın artırılmasına yönelik bir planı işaret ettiğini savundu.

frgty
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 2017 yılındaki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısının oturum aralarında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (Reuters)

Mısır Basın Enformasyon Kurumu Başkanı Ziya Raşvan, söz konusu iddialara, medyaya yaptığı açıklamalarla yanıt vererek, ‘Sina’daki Mısır güçlerinin sayısının azaltılmadığını ve gaz anlaşmasının tamamen ticari bir konu olduğunu, siyasi hiçbir boyutunun bulunmadığını’ vurguladı. Anlaşmanın hükümetler arasında değil şirketler arasında yapıldığını belirten Raşvan, “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu anlaşma hakkında konuşurken, Mısır tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu durum, Mısır’ın üzerinde herhangi bir baskı olmadığını gösteriyor. İsrail’den gelen tüm söylentiler çelişkilidir ve kamuoyuna karşı sahte bir zafer yaratmaya yönelik bir çabadır” dedi.

Geçtiğimiz eylül ayında Axios internet sitesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’tan, Mısır’a Sina’daki mevcut ‘askeri yığınağı’ azaltması için baskı yapmasını istediğini bildirmişti.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre, bu bilgilere sahip Amerikalı ve İsrailli yetkililer, Mısır’ın ‘yalnızca hafif silahların bulunduğu bölgelerde, bazıları saldırgan amaçlar için kullanılabilecek askeri altyapı inşa ettiğini’ iddia etmişti. Bu iddialar, 1979’daki barış anlaşmasına atıfta bulunarak, Mısır’ın anlaşmaya aykırı hareket ettiğini öne sürüyordu.

Mısırlı askeri strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘Mısır’ın barış anlaşmasına tamamen sadık olduğunu ve herhangi bir ihlal yapmadığını, aksine İsrail’in Mısır sınırında yasa dışı varlık gösterdiğini’ belirtti. Ferec, “Mısır’ın Sina’daki askeri varlığı, ulusal güvenliği korumak ve sınırları güvence altına almak amacıyla gerçekleşiyor” dedi.

Ferec ayrıca, ‘gaz anlaşması nedeniyle Mısır’ın Sina’daki asker sayısını azaltma gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bu tür iddiaların Netanyahu hükümetinin, kamuoyuna karşı kendisini güvenlik sağlıyormuş gibi göstermek amacıyla yaydığı asılsız söylentiler olduğunu’ ifade etti.

Ferec, Mısır’ın henüz ABD'nin Netanyahu ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi arasında bir anlaşma yapılmasına yönelik taleplerine dair resmi bir açıklama yapmadığını belirtti. Mısır’ın bu talepleri kabul ettiği iddialarına da tepki göstererek, ‘görüşme talebinde bulunan tarafın Netanyahu ve ekibi olduğunu’ vurguladı. Ferec, “Mısır, gaz anlaşmasının her iki ülkenin çıkarına hizmet edeceğini biliyordu. Bu anlaşma hükümetler arasında değil şirketler arasında yapılmış bir ticari anlaşmadır” ifadelerini kullandı.

Netanyahu, geçtiğimiz çarşamba akşamı, Mısır’a doğal gaz ihracatıyla ilgili 112 milyar şekel (yaklaşık 35 milyar dolar) değerinde bir anlaşmanın resmi olarak onaylandığını duyurdu. Netanyahu, ‘İsrail enerji sektöründeki en büyük gaz anlaşması’ olarak nitelendirilen anlaşmanın ‘İsrail için büyük bir başarı’ olduğunu söyledi.

Netanyahu ayrıca, anlaşmanın onaylanmasının ardından İsrail’in güvenlik çıkarlarının korunmasını sağlamak için yoğun müzakereler yapıldığını, ancak güvenlik nedenleriyle anlaşmanın detaylarına girmeyeceğini belirterek, sadece anlaşmanın onaylandığını duyurdu.