Şam ve Moskova’nın Suriye dosyasındaki 10 kesişme noktası

Bu noktalar arasında savaşın sona ereceği tarihlerin yanı sıra Rusya'nın Türkiye ve ABD ile olan anlaşmaları yer alırken İran'ın Suriye’deki askeri varlığı ve İsrail'in hava saldırı da bulunuyor.

Suriye Devlet Başkanı Esed ve Rusya Devlet Başkanı Putin yanlarında Rusya Savunma Başkanı Şoygu ile 7 Ocak'ta Şam'da bir araya gelmişti (AP)
Suriye Devlet Başkanı Esed ve Rusya Devlet Başkanı Putin yanlarında Rusya Savunma Başkanı Şoygu ile 7 Ocak'ta Şam'da bir araya gelmişti (AP)
TT

Şam ve Moskova’nın Suriye dosyasındaki 10 kesişme noktası

Suriye Devlet Başkanı Esed ve Rusya Devlet Başkanı Putin yanlarında Rusya Savunma Başkanı Şoygu ile 7 Ocak'ta Şam'da bir araya gelmişti (AP)
Suriye Devlet Başkanı Esed ve Rusya Devlet Başkanı Putin yanlarında Rusya Savunma Başkanı Şoygu ile 7 Ocak'ta Şam'da bir araya gelmişti (AP)

Moskova ile Şam arasında ‘Suriye dosyasında’ son beş yılda kesişilen birçok ortak nokta oldu. Ancak son günlerde, her iki ülkenin resmi basın organları tarafından aktarılan açıklamalarda içsel veya biçimsel olmak arasında gidip gelen bir takım farklılıklar ortaya çıktı. ‘Suriye dosyasındaki’ temel sorunlara iki farklı yaklaşımın varlığına ve bunun stratejik getirilerine göre bazen, “Taraflar daha ne kadar süre bu ritme ayak uydurabilecekler?” sorusu gündeme geliyor.
 İşte Şam ve Moskova’nın Suriye dosyasında kesiştikleri 10 noktaya ilişkin tutumları:

Dönüm noktası

1- Savaşın ‘dönüm noktası’ ne zamandı?
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, Rus Ria Novosti Ajansı’na verdiği bir röportajda, savaşın bir değil, birkaç dönüm noktası olduğunu söyledi. Esed’e göre ilk dönüm noktası, DEAŞ’ın ortaya çıkışı öncesi birçok bölgenin yeniden Suriye rejiminin kontrolüne geçmeye başladığı 2013 yılındaydı. Bir diğer dönüm noktasının ise Rusların Suriye’ye gelişi (Eylül 2015'te) olduğunu söyleyen Esed, bu gelişle birlikte birçok bölgenin kontrolünü yeniden sağlamaya başladıklarını belirtti. Üçüncü dönüm noktasının Halep'in doğu kesiminde kontrolü sağlamaları olduğunu kaydeden Esed, böylece diğer bölgelerin rejimin kontrolüne geçmeye başladığını söyledi.
Öte yandan Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, geçtiğimiz ayın sonlarında ülkesinin Suriye’ye yönelik askeri müdahalesinin yıldönümünde yaptığı açıklamada, Suriye’de görev yapan Rus birliklerinin o tarihe kadar, 44 binden fazla askeri operasyon düzenlediğini ve 4 bin 500'ü Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu'ndan (BDT) olmak üzere 133 bin militanı etkisiz hale getirdiğini söyledi. Şoygu, Rusya Savunma Bakanlığı’na bağlı ‘Krasnaya Zvezda’ (Kızıl Yıldız) adlı askeri gazeteye verdiği demeçte, (Rusya Federal Meclisi’nin üst meclisi) Federasyon Konseyi’nin, Devlet Başkanı’nın Suriye tezkeresi talebini 30 Eylül 2015’te  onayladığını söyledi. O dönem Suriye'deki durumun kritik bir seviyeye geldiğini söyleyen Şoygu, “Suriye ordusunun yenilmesi ve dolayısıyla devletin egemenliğinin çöküşü riski ortaya çıktı. Ülkenin topraklarının yüzde 70'inden fazlası DEAŞ’ın kontrolündeydi. Her yöne ilerliyor ve hükümet güçlerini mevkilerinden uzaklaştırıyorlardı” ifadelerini kullandı.

Askeri varlığın süresi ve nedenleri

2- Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı ne zamana kadar devam edecek?
Suriye Devlet Başkanı Esed, bu konuda, ‘Hmeymim Hava Üssü ile ilgili anlaşmanın süresinin, uzun vadeli işbirliği planlarına işaret ettiğini’ söyleyerek, “Rusya küçük bir ülke değil, büyük bir güçtür. Bu yüzden bir takım görevleri var. Tüm dünyadan sorumlu ve bu sorumluluğun bir kısmı, farklı bölgelerde siyasi ve askeri varlığını gerektiriyor. Bölgemizde dengenin sağlanması için Rusya Silahlı Kuvvetleri büyük önem taşıyor. Neler olabileceğini bilmiyoruz. Bu nedenle Rusya’nın askeri varlığı zaruridir” şeklinde konuştu. Esed, Rusya’nın askeri varlığına sadece terörle mücadele için değil, ‘uzun vadede ihtiyaç olduğuna’ dikkati çekti.
Buna karşın Rusya Savunma Bakanı Şoygu, askeri operasyonun başlaması öncesi, Hmeymim Hava Üssü’nde gizlice, 50 modern ve gelişmiş mühimmattan (34 uçak ve 16 helikopter) oluşan bir birlik kurulduğunu, savaş desteği ve özel operasyonlar için askerler getirildiğini söyledi.
Şoygu şöyle devam etti:
“Bu ilk görevin uygulanması benzersiz bir süreçtir. Çünkü birçokları, Rusya topraklarından, Rus ordusunun ve filosunun ana üslerinden bu kadar uzakta, bu güçte bir birliğin ortaya çıkmasına karşısında şaşırdı. Onlarca muharebe aracı ve özel araç, yüzlerce askeri personel ve büyük bir mühimmat stoku kısa bir süre içinde 2 bin 500 kilometreden fazla bir mesafeye taşındı.”
Bu arada Rusya, Hmeymim Hava Üssü’nün yanı sıra 49 yıllığına yapılan bir anlaşma kapsamında Tartus Deniz Üssü’nü de kontrol ediyor. Ayrıca Kamışlı'da askeri bir üs kurmaya başlayan Rusya, Suriye topraklarında gelişmiş S-300 ve s-400 füze savunma sistemlerini de konuşlandırıyor.

Savaş ve uzlaşılar

3- Savaş bitti mi?

Esed bu soruya, “Kesinlikle, hayır” cevabı verirken, şunları da söyledi:
“Ülkemizin bazı bölgelerini işgal eden, her türlü suçu işleyen ve suikastlar düzenleyen teröristler olduğu sürece savaş bitmiş sayılmaz. Sanırım teröristlerle çalışanlar bunu uzun süre devam ettirmek istiyorlar.”
Öte yandan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 21 Eylül'de Al Arabia TV'ye verdiği ve Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesinde yayınlanan bir röportajda, “Geçtiğimiz günlerde Şam’daydım. Devlet Başkanı Esed’le ve ülkenin diğer yetkilileriyle görüşenlerin, Suriye hükümetinin çatışmaya sadece askeri bir çözüme olduğuna inandığını söyleyebileceğini sanmıyorum. Çünkü gerçek bu değil. Ülkede hükümeti ile muhalefet arasında yaşanan askeri çatışma sona erdi” ifadelerini kullandı.

4- Ankara-Moskova mutabakatına ilişkin tutum nedir?
Rusya ve Türkiye arasında yapılan anlaşmaların ‘etkili olmadığını’ söyleyen Esed, “Eğer Moskova-Ankara anlaşmaları etkili olsaydı, son zamanlarda Halep ve İdlib'in pek çok bölgesinde çatışmak zorunda kalmazdık. Suriye ordusu, hükümeti ve kurumlarının bölgeyi kontrol etmesi için Türkiye’nin teröristleri bölgeyi terk etmeye ikna etmesi gerekiyordu, ancak bunu yapmadı” dedi.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise “Halen uygulanmakta olan bir Rus-Türk anlaşması var. Halep-Lazkiye yolunda gezen devriyeler güvenlik gerekçesiyle durduruldu. Çünkü oradaki (Heyet-i Tahriru'ş-Şam HTŞ) örgüt, sürekli olarak silahlı provokasyonlar düzenliyor. Hükümet güçlerinin mevzilerine saldırırken Hmeymim Hava Üssü’nde saldırmaya çalıştı. Türk meslektaşlarımız, terörle mücadele ve hükümetle müzakerelere hazır olan gerçek muhalifleri teröristlerden ayırmaya kararlı olduklarını teyit ettiler.  Suriye ordusu ve müttefiklerinin İdlib'e herhangi bir operasyon düzenlemesine gerek yok. Sadece teröristlerin bulunduğu noktaların hedef alınması ve kalan tek etkin noktalarının ortadan kaldırılması gerekiyor” yorumunda bulundu.

İdlib'de ve Fırat'ın doğusunda çözüm

5- İdlib ve Fırat'ın doğusunda çözüm nedir?
Esed, Kasım ayı ortalarında verdiği röportajda,‘ABD’nin ve Türkiye’nin müdahallerine karşı koymak için halk direnişi başlatmaktan’ söz ederken “Her zaman bir işgalcinin, vekillerinin olmadığı bir ülkede, bir bölgeyi işgal edemeyeceğini söylemişimdir. Çünkü tamamen düşmanlarının var olduğu bir ortamda yaşamak onun için zor olacaktır. ABD’nin Suriye'deki askeri varlığı, askeri bir direnişe neden olacak ve bu da Amerikalılar arasında kayıplara yol açacaktır. Kayıplarda onları bu topraklardan ayrılmaya mecbur bırakacaktır” dedi.
Buna karşın Lavrov, İdlib bölgesi ve Fırat'ın doğusuna işaret ederek, “Sadece iki sıcak nokta var” dedi. İdlib’in, HTŞ’nin kontrolü altında olduğunu, ancak bu alanın daraldığını söyleyen Lavrov, “Türk meslektaşlarımız, Rusya ile Türkiye arasında yapılan anlaşmaya dayanarak, teröristlerle savaşmaya ve ılımlı muhalefeti onlardan ayırmaya devam ediyor. Onları bu konuda destekliyoruz. Bununla birlikte şuan Suriye hükümeti ile muhalefet arasında herhangi bir çatışma yok” ifadelerini kullandı. Lavrov Şam’da yaptığı açıklamada, “İdlib anlaşması, uygulanma aşamasına doğru ilerliyor. Yavaş da olsa önemli olan anlaşmanın uygulanmasıdır” diye konuştu. Lavrov, Rusya ve Türkiye arasında İdlib için yapılan anlaşmanın imzalanmasından bu yana Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgenin önemli ölçüde genişlediğine işaret etti.
Lavrov Al Arabia’ya verdiği röportajda şunları söyledi:
“İkinci sıcak nokta, Amerikalıların yasadışı olarak ayrılıkçı güçlerle birlikte hareket ettikleri ve Kürtlerle sorumsuzca oynadıkları Fırat'ın doğu yakasıdır. “
Lavrov, Rus ve Amerikan kuvvetlerinin Fırat’ın doğusunda sürtüşmelerini önlemek amacıyla koordinasyon halinde olduklarını da sözlerine ekledi.

İran ve İsrail

6- İran’ın Suriye'de askeri varlığı var mı?
Esed bu konuda şunları söyledi:
“İranlı güçlerimiz yok. Suriye'yi destekliyorlar. Askeri uzmanlar gönderiyorlar ve sahadaki güçlerimizle çalışıyorlar. Suriye ordusuyla birlikteler. Amerikalılar yaklaşık bir yıl önce Ruslara, İranlıları, orada İran askerlerinin olmamasına rağmen İsrailliler tarafından işgal edilen Golan Tepeleri'nin 80 kilometre gerisine çekilmeye ikna etmelerini söylediler. Ancak İranlılar çok esnek davrandılar. Amerikalılar için İran'ın Suriye’deki askeri varlığı sorunu, Suriye topraklarını işgal etmek ve teröristleri desteklemek için sadece bir bahanedir.”
Rus Haber Ajansı TASS, 2018 yılı Ağustos ayı başlarında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in, “Hizbullah unsurları ve İran’ın desteklediği milislerin hepsi bölgeden çekildi” şeklindeki açıklamasını aktardı. Aynı yıl Eylül ayında ise Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü Tümgeneral İgor Konaşenkov yaptığı açıklamada, “İran yanlısı tüm güçler, ağır silahlarıyla birlikte Golan Tepeleri'nden İsrail için 140 kilometre olan güvenli mesafeye çekildiler” dedi. Tümgeneral Konaşenkov, söz konusu bölgeden bin 50 asker, 24 roketatar ve taktik füze sistemleri ile 145 silah ve diğer askeri teçhizatların çekildiğini sözlerine ekledi.
Öte yandan Rusya, İsrail'in ‘İran’ın Suriye topraklarındaki mevzilerini’ hedef alan hava saldırılarına yönelik sessizliğini korurken ABD, Irak-Ürdün-Suriye sınırlarının birleştiği noktanın yakınındaki Tanf Askeri Üssü dahil olmak üzere çeşitli yollarla İsrail’in hava saldırılarına lojistik destek sağlayarak füze savunma sistemlerini devre dışı bırakıyordu. Tümgeneral Konaşenkov, Suriye’de bulunan Rus güçleri komutanlığının İsrail’in çekilme sırasında ‘hassas askeri mühimmatlar’ olarak nitelendirdiği silahların üçüncü taraflara geçme ihtimaline yönelik sık sık dile getirdiği endişelerine birkaç kez yanıt verdiğine de dikkati çekti.

Cenevre süreci

7- Anayasa reformuna ilişkin tutum nedir?
Esed bu konuda şunları söyledi:
“2012 yılında anayasayı değiştirdik. Şimdi de Cenevre görüşmelerinde anayasayı tartışıyoruz. En nihayetinde ( BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararını uygulamak için BM tarafından desteklenen) Cenevre müzakereleri, siyasi bir oyundur. Suriyelilerin çoğunun ilgilendiği bir konu değildir. Suriye halkı anayasa hakkında düşünmüyor ve kimse ondan bahsetmiyor. Halkın endişeleri, yapmamız gereken reformlar ve ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak için değiştirmemiz gereken politikalarla ilgili. Şuan bu konuyu odaklanıyoruz.”
Buna karşın Lavrov, İranlı mevkidaşı Muhammed Cevad Zarif ile 24 Eylül'de Moskova'da gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, “Astana süreci ‘Troykası’ (Rusya, Türkiye ve İran) Suriye hükümetinin ve muhalefetinin bir anayasa komitesi oluşturarak ve anayasal reform konusundaki kararlılıklarını ifade ettikleri açıklamalarla doruğa ulaştırdıkları Soçi şehrindeki Suriye Ulusal Diyalog Konferansı girişiminin sahibidir. Anayasa Komitesi'nin çalışmalarını BM Genel Sekreteri'nin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen ile sürekli yakın koordinasyon içinde olmamız ve yakından takip etmemiz, bu konuda bize fayda sağlıyor” şeklinde konuştu.

Anayasa ve seçimler

8- Anayasa değişikliğinde kaydedilen ilerleme hızı ne ölçüde?
Lavrov'un Anayasa Komitesi’nin çalışmalarında kaydedilen ilerleme hızından memnun olmadığı öğrenilirken Suriye Dışişleri Bakanı Velid el-Muallim, 7 Eylül'de Lavrov ile Şam'da düzenlediği ortak basın toplantısında şunları söyledi:
“Anayasanın tamamlanması konusunda herhangi bir takvim yok. Özel bir önemi ve halk için bir değeri var. Bu yüzden aceleye getirilemez. Anayasa değişikliği, halkın isteklerini yerine getirecek şekilde yapılmalıdır. Bir sonraki anayasa, Anayasa Komitesi üyelerinin ulaştıklarıyla aynı olacak ve her halükarda referanduma sunulacaktır.”
Öte yandan Şam ve Moskova, Anayasa Komitesi’nin çalışmalarına ilişkin bir takvim olmaması gerektiğinde hemfikirler. Ayrıca başkanlık seçimlerinin gelecek yılın ortalarında yapılması konusunda anlaştılar. Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, “Başkanlık seçimleri elbette, özgür ve adil bir program içinde yapılacak” dedi. Muallim, Anayasa değişikliği konusunun başkanlık seçimleriyle hiçbir ilgisi olmadığını da sözlerine eklerken Lavrov, seçimlerin 2012 Anayasası çerçevesinde yapılması fikrini destekledi.

Kürt Özerk Yönetimi

9- Fırat'ın doğusundaki Kürtlerin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi konusundaki tutum nedir?
Lavrov, Suriye Demokratik Konseyi (SDK) Yürütme Komitesi Eşbaşkanı İlham Ahmed ile Suriye Değişim ve Kurtuluş Cephesi lideri (Hakın İradesi Partisi Başkanı) Kadri Cemil arasında Eylül ayı başlarında Moskova'da bir mutabakat anlaşması imzalanmasının ardından yaptığı açıklamada, ülkesinin, Suriye toplumundaki tüm dini ve etnik unsurların uyumlu bir şekilde bir arada yaşaması ve ilerlemesi için elverişli koşullar yaratmaya devam etmeye hazır olduğunu vurguladı.
Lavrov Şam’da yaptığı açıklamada, Rusya’nın ‘taraf olmadığı’ anlaşmanın, Moskova’nın ‘Suriye topraklarının birliği ve egemenliği ilkesine bağlılığını teyit ettiğini’ söyledi. Muallim ise anlaşmaya ilişkin yorumunda, “Suriye Anayasası’na aykırı hiç bir anlaşmayı desteklemiyoruz” dedi. Şam daha önce de Kürtlerin katılacağı bir ‘bölgeler topluluğu’ kurulmasını içeren bir ‘Rus anayasa taslağını’ reddetmişti. Bu arada Moskova’nın birçok kez Kürtler ve hükümet arasında diyalog başlatma girişiminde bulunduğunu hatırlatmakta fayda var.

Teşvikler ve cezalar

10- Peki, ekonomik ilişkiler ve yaptırımlar ne olacak?
Şam ve Moskova, ABD ve Avrupa tarafından uygulanan yaptırımların ve Suriyelilerin çektikleri acılardan sorumlu tutulmalarını reddetme konusunda da hemfikirler. Ayrıca Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Fırat'ın doğusundaki doğal kaynaklar ve petrol üzerindeki kontrolüne de karşı çıkıyorlar. Yaptırımları aşmak için bir şirketler grubu kurulurken Rus şirketleri petrol ve doğalgaza yatırım yapmak için Suriye hükümetiyle sözleşmeler imzaladılar. Ancak tüm bu ekonomik işbirlikleri, Rusya ordusunun Suriye’deki varlığını karşılamanın çok altında kalıyor. Bu yüzden Rusya Başbakan Yardımcısı Yuriy Borisov, iki ülke arasındaki işbirliğini artırmak için 7 Eylül’de Şam’ı ziyaret etti. Yaptığı açıklamada, iki taraf arasında Suriye’deki 40 tesisin yanı sıra enerji altyapısının yeniden inşası için anlaşmalar imzaladığını söyleyen Borisov, ayrıca 2018'de imzalanan ekonomik işbirliğini geliştirmek için bir yol haritası çizme konusunun masaya yatırıldığını söyledi. Ancak bir yandan Şam ile Moskova arasında hiçbir anlaşma imzalanmazken diğer yandan Rusya ile İran arasındaki hassas dengeyi korumaya çalışan Şam halen Moskova'dan Suriye'de stratejik avantajlar karşılığında ekonomik yardım ve masrafsız askeri destek almayı hedefliyor. Bu arada Suriye Devlet Başkanlığı İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Mansur Azzam, önümüzdeki Aralık ayında ‘yol haritasının’ çizilmesini hızlandırmak ve üç milyar dolara varan kredi ve hibe almak için geçtiğimiz günlerde Moskova'yı ziyaret etti.
Bu arada Moskova'nın, Şam'ın siyasi dosyalardaki tutumunu kendisine yaklaştırması ve ona askeri, ekonomik ve stratejik alanlarda daha egemen tavizler vermesi beklentisiyle akaryakıt, tahıl ve geçim krizini çözmek ve mevcut mali krizleri hafifletmek için Şam'a yardım eli uzatmadığı konusunda yaygın bir inanç söz konusu.



Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Saddam Hüseyin, 21 Haziran 1997'de İran Sağlık Bakanı'nı kabul etti (Getty- AFP) * İran lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz 21 Mart'ta yayınlanan fotoğrafı (AFP) *Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty)
Saddam Hüseyin, 21 Haziran 1997'de İran Sağlık Bakanı'nı kabul etti (Getty- AFP) * İran lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz 21 Mart'ta yayınlanan fotoğrafı (AFP) *Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Saddam Hüseyin, 21 Haziran 1997'de İran Sağlık Bakanı'nı kabul etti (Getty- AFP) * İran lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz 21 Mart'ta yayınlanan fotoğrafı (AFP) *Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty)
Saddam Hüseyin, 21 Haziran 1997'de İran Sağlık Bakanı'nı kabul etti (Getty- AFP) * İran lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz 21 Mart'ta yayınlanan fotoğrafı (AFP) *Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının altıncı bölümünde Irak'ın 1990 yılında Kuveyt'i işgalinden önce İran rejiminin lideri “Rehber” Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani, Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin arasındaki mektuplardan bahsediyor.
Bazıları kamuoyunda ilk kez yayınlanacak olan bu gizli mektuplara nasıl ulaştığından bahsetmeyen Haddam, bunlara dair bir değerlendirme sunuyor. Suriye - İran ilişkilerinin anlattığı kitabının taslağında, Saddam’ın Kuveyt’i işgal etme hazırlıkları kapsamında bir adım daha atıp, İran’la gerilimi düşürmeye karar verdiğini ifade ediyor. Böylece bir yandan güçlerini İran-Irak sınırından çekebileceğine öbür yandan Kuveyt’e savaş açması durumunda İran’a ona saldırma fırsatı vermemiş olacağına dikkat çekiyor.
21 Nisan-4 Ağustos 1990 tarihleri arasında İran ve Saddam arasında çok sayıda mektuplaşma yaşandı.
Haddam, “Taraflar arasındaki bu yazışmaları, Kuveyt işgalinin geçici bir olay olmadığının anlaşılması için okuyucuya sunuyorum. Ayrıca hedefin borçlar ve petrol fiyatları konusundaki anlaşmazlıklar olduğu açıklanmıştı, oysa bunun çok daha ötesinde çıkarlar söz konusu” diyor. Şarku’l Avsat bugün Kuveyt’in işgalinden önce tarafların birbirlerine gönderdikleri mektupları yayınlıyor:

Sayın Ali Hamaney ve Sayın Haşimi Rafsancani

Allah’ın selamı üzerinize olsun;
Sizlere daha önce İran -Irak Savaşı (1980-1990) sırasında dolaylı bir şekilde mevcut tek yol olan Irak medyası aracılığıyla hitap etmiştim ve karşılık olarak sizlerin de medyadan yaptığı açıklamaları dinlemiştim. Bu konudaki son girişimimiz hiç şüphe yok ki tam ve kapsamlı bir barış sağlanması yönünde olmuştu. Nitekim 5 Ocak 1990 tarihinde de barış ilan etmiştik. Ancak iki ülke arasında arzu ettiğimiz barış için gerekli yolu henüz açabilmiş değiliz. Savaş trajedileri ve yeniden patlak vermesi olasılıklarını bir kenara bırakalım. Şüphe dolu açıklamalar, zan ve endişelerin hayırlı ve umutlu olan düşüncelere baskın gelmesi anlaşılabilir bir durum. Şimdi her iki tarafın da kendi bakış açılarıyla söylediklerini tekrar etmeye gerek yok. Zira bu tekrar, diyaloğu kapsamı ve yapıcı amaçlarından uzaklaştırıp tartışmalara neden olabilir. Yalnızca Irak ve İran arasında değil tüm Arap ülkeleri ve İran arasında umduğumuz acil ve kapsamlı barışın önüne geçecek anlaşmazlık noktaları ortaya çıkabilir.
Bu kez sizlerle doğrudan iletişime geçiyorum. Müslümanların Rahman’ın rızasını kazanmak için oruç tutuğu bu mübarek ayda aramızda doğrudan bir görüşme gerçekleştirme teklifinde bulunuyorum. Bizim tarafımızdan bu mektubun sahibi Allah’ın kulu Saddam, Yardımcısı İzzet İbrahim ed-Durri ve yardımcılarımızdan bir heyetin sizin tarafınızdan siz Ali Hamaney, Haşimi Rafsancani ve yardımcılarınızdan bir ekibin katıldığı bir zirve önerisinde bulunuyorum. Ayrıca bu görüşmenin Mekke-i Mükkereme’de Beytullah’ta veya uzlaşma sağladığımız başka bir mekânda gerçekleştirmeyi ve Allah’ın yardımıyla halklarımız ve tüm İslam aleminin beklediği barışa ulaşmayı talep ediyorum. Böylece herhangi bir sebepten ötürü yeniden akabilecek kanları korumaya almış oluruz. Irak ve İran arasında fitne çıkmasına neden olan güçlerin savaşı yeniden körükleyip iki ülke arasında barış sağlamasını uzak bir ihtimale dönüştürmesi mevcut olasılıklar dahilinde.
Bazı süper ve büyük güçler ile Siyonistler tarafından Irak ve Arap ulusuna yapılan tehditleri muhakkak takip ediyorsunuzdur. Şüphe yok ki bu tehditlerin asıl amacının bölgede fesat çıkarmak ve sapkın yolunu tıkayan, bunun yanlışlığını gösteren, bölgedeki şeytani arzu ve hırslarını gerçekleştirilmesini engelleyen ve her Müslüman hatta Allah’a, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman eden herkes için çok değerli olan Filistin’deki Arap toprakları ve mukaddes Kudüs’teki işgalini sonlandırmak isteyenlere baskı uygulamak için Siyonist oluşumun varlığını sürdürmek olduğunun farkındasınızdır.
Allah’ın yardımıyla oklarının hedefi tutturamamasını ve hayal kırıklığına uğramalarını niyaz ettiğimiz kötü güçler, bir yandan İran ile diğer yandan Irak ve Arap ulusu ile kanlı ve silahlı çatışmaları yeniden tesis etmek için çalışacaktır. Bunu gerçekleştirmek için gerekli imkanlara sahipler. Bu gerçekleştiği takdirde tüm Müslümanlar, imkân ve yeteneklerini Filistin’deki kutsallarını kurtarmaya yönlendirme fırsatını kaybetmekle kalmayıp aynı zamanda sahip olduklarının çoğunu da kaybedeceklerdir.
Irak'ın doğru olduğunu düşündüğü şeyi başarmanın ve İran'ın doğru olarak gördüğü şeye ulaşmanın aramızda gerçekleştirilecek ve barış çabalarına gölge düşürmek isteyenlerin planlarını suya düşürecek doğrudan görüşmeyle mümkün olacağına inanıyoruz. Niyetimiz Allah’ı da halklarımızı da razı edecek içtenlikli bir barış sağlanması yönünde. Derin ve sağlam bir inançla iki ülkenin vazgeçilmez haklarını sağlama niyetindeyiz.
Hayırlı işlerde acele ediniz ilkesine dayanarak sizlere mübarek Ramazan Bayramı’nın ikinci günü veya uzlaştığımız başka bir günde bu görüşmeyi gerçekleştirmeyi teklif ediyorum.
Mekke ziyaretiniz ve ev sahibi ülkenin ilgili tören gereksinimleri ile ilgili olarak, Suudi Arabistan’da kardeşlerimizle karşılıklı saygı ve kardeşlik temelinde Kral Fahd bin Abdulaziz’den gerekli düzenleme ve hazırlıkları yapmasını rica edeceğiz. Şu ana kadar bu mektubun içeriği ile ilgili herhangi bir bilgilendirmede bulunulmadığını belirtmek isteriz.
Toplantının gerekliliklerini hazırlamak ve durumu kolaylaştırmak için Tahran ve Bağdat’ta karşılıklı olarak temsilcilerimiz olması ve gerekli iletişimin sağlanması için iki başkent arasında doğrudan telefon hatları açmanın gerektiğini düşünüyoruz.
Allah’ım teklif ettiğime şahit ol.”
Vesselamu Aleyküm
Saddam Hüseyin
21 Nisan 1990 / 25 Ramazan 1410 - Bağdat

Birkaç gün sonra Saddam Hüseyin, Rafsancani’den mektubuna bir yanıt aldı:
“Sayın Saddam Hüseyin,
Mektubunuz elime ulaştı. Aslında keşke bu mektubun konuları sekiz yıl önce dikkate alınmış olsaydı. Asker göndermek yerine bu mektup gönderilmiş olunsaydı. İran, Irak ve belki de tüm İslam alemi bugün tüm bu kayıp ve kurbanlarla karşı karşıya kalmazdı. Herkes biliyor ki İslam Devrimi, her zaman İslam ülkelerinin yakınlaşması, İslam ve Müslümanların ihtişamı ve büyüklüğünü, gaspçı İsrail rejimine karşı mücadele ve Filistin’in kurtuluşu konularını başından beri ve daima en öncelikli konuları arasına yerleştirmiştir. Keşke Arap dünyasındaki tüm ülkeler, bazılarının yaptığı gibi bu Siyonizm, küstahlığı ve onunla iş birliği yapılmasına karşı olan devrimin tutumunu bilseydi. Şimdi Ortadoğu’daki denge İslam’ın lehine olacak, İsrail ve küstahlığı varlığını bu kadar genişletme fırsatı bulamayacaktı. Elbette ki Arap ulusu ile bir sorunumuz yok. Son 10 yıl içerisinde tarihi bir fırsatın kaçırılmış olması üzücü bir durum. Devrimin başından itibaren bize istemediğimiz yıkıcı bir savaş dayatıldı. Bu savaş, ülkenin batı sınırlarındaki topraklarımızın büyük bir kısmını etkisi altına aldı. İran ve Irak’ın mücadele için kullanılması gereken insani, ekonomik ve asker, enerji ve imkanlar heder oldu. İslam düşmanları ve büyük güçler, onları koruma bahanesinden yararlandılar ve müdahalelerini arttırdılar. Bunun yanı sıra İsrail, bu fırsatı değerlendirip düşmanca genişleme planlarından bazılarını uygulamaya koydu. Bunun sonuçlarından biri, (Mısır ve İsrail arasındaki) Camp David anlaşması ve bazı ülkelerin İsrail ile pazarlık yapmasının normal bir durum haline gelmesi oldu.
Defalarca söyledik savaş patlak vermeseydi, İran ve Irak halkının elindeki imkanlar birlik uğruna ve Müslümanların çıkarlarını korumak için kullanılsaydı Batı küstahlığı ve Siyonizm buna cesaret edemeyecekti.
Her halükârda olan her şeyden bir ders çıkarılmalı, barış ve savaşsızlık halinin devam etmesine ve yeniden savaşın patlak vermesine dikkat edilmelidir. Aksi takdirde İran ve Irak devletleriyle halkları için daha çok acı ve yıkım, İslam ümmeti için daha büyük bir zayıflık söz konusu olacak. Küresel inançsızlığa ayrıcalık kazanma fırsat ve mutluluğu sunulacak. Elbetteki dayatılan savaş tecrübesi, bir askeri saldırının İslami kitlelerin iradesine bağlı bir devrimin temelleri ve direklerini sarsmayacağının anlaşılmasını sağladı.
Burada devrimin lideri ve kurucusu İmam Humeyni’nin kabul kararından sonra bunu ilan ettiğini vurgulamak gerek. Nitekim Humeyni, “Halkımızla dürüstçe konuşuyoruz. 598 sayılı karar çerçevesinde sağlam bir barış düşünüyoruz. Bu hiçbir şekilde bir taktik değil” demişti. Gerçek ve kapsamlı bir barışa ulaşma çabamızda herhangi bir şüphenin galip gelmesine izin vermeyeceğiz. Sayın Hamaney, merhum imamımızın kapsamlı bir barışa ulaşmak için çizdiği yolu sıkı bir şekilde sürdürüyor. Bu temelde özellikle de gaspçı İsrail’in koruyucularının daha fazla ayrıcalık elde etmek, Müslümanları zayıflatmak ve Siyonistleri güçlendirmek için İslam dünyasının parçalanmasından yararlanmaya çalıştığı mevcut durumda iki ülkeyi kapsamlı bir barışa ulaştıracak her türlü girişim ve öneriyi memnuniyetle karşılıyoruz. Ne savaş ne de barışın olmadığı bir durumu arzu etmiyoruz. Fakat kararlı bir şekilde İslam ümmetinin çıkarlarını koruyan gerçek ve kapsamlı barış yollarını tercih ediyoruz.
Müslüman topraklarının bir kısmının işgaline devam edilmesi kapsamlı ve bir barış yolunda hareketimizi yavaşlatacak veya sonuçsuz bırakacaktır. Biliyorsunuz ki savaşı durdurma kararımızın ardından Irak içindeki tüm kuvvetlerimizi gecikmeden sınırlarımıza çektik. Emin olun ki, kendilerini İslam'a ve devrime adayan İran halkı için bu durum karşı tarafın iyi niyetine dair onda ciddi bir şüphe yaratıyor. Barış yolunda yürürken savunma safhasında da halkın güvenine sahip olmaya kararlıyız.
Bir diğer nokta iki ülkenin liderleri arasında temas kurulmadan önce tarafımızdan bir temsilci ve sizin tarafınızdan bir temsilci, nihai karar için gerekli zemin ve hazırlık adımlarının çok geç olmadan elde edilebilmesi için başarılması gereken şeyler hakkında konuşmak üzere her iki tarafla dostane ilişkileri olan ülkelerden birinde bir araya gelmelidir.
Öte yandan prosedürler, ihtilafların çözümü için uygun çerçeve olarak 598 sayılı kararın benimsenmesiyle ilgili herhangi bir kusur olmayacak şekilde olmalıdır.
“Ben sadece gücüm yettiğince düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” (Hud Suresi 11/88)
Selam hidayet yolunu benimseyenlerin üzerine olsun.
Ali Ekber Haşimi Rafsancani
1 Mayıs 1990 / 6 Şevval 1410

Filistin lideri Yaser Arafat'ın gönderdiği bir delege, Saddam'ın mektubunu Tahran'a ulaştırdı:

Sayın Ali Hamaney ve Sayın Haşimi Rafsancani
Cihat ve devrime selam olsun.
Elçimiz Ebu Halid’in size Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin tarafından gönderilen özel bir mektubu ulaştırması fırsatını değerlendiriyorum. Bu ani ve önemli mektup Irak’tan İran’a hatta Irak yönetiminde İran yönetimindeki kardeşlerine, genelde İslam ümmeti, özelde Arap ulusunun içinden geçtiği tehlikeli koşulların dikte ettiği bir iyi niyet girişimidir.
Sayın Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in yaptığı bu girişimin önünde Arap ve İslam alemleri hatta üçüncü dünya ülkelerinin halkları ve özellikle de Filistin halkı sizden olumlu ve yapıcı bir girişim bekliyorlar(…)
Tüm sevgim ve kardeşlik duygularımla Müslümanların arzu ettiği ve başarıya ulaşması için can attığı bu mübarek adımı hızlandırma çağrısında bulunuyorum.
Kardeşiniz Yaser Arafat el-Hüseyni
Filistin Devlet Başkanı
22 Mayıs 1990 / 27 Şevval 1410

Saddam’ın 19 Mayıs tarihli mektubunun metni;

Selamlamadan sonra: El yazısıyla gönderilen cevap mektubunuzu aldım. Okudum ardından yönetimdeki kardeşlerimle de birkaç kez okuduk.  Her ne kadar çatışmanın bir nedeni ya da sonucu olan, iki ülke arasında askıdaki sorunlara kesin ve nihai bir çözüm sunmak için zirve düzeyinde sizinle aramızda bir toplantı yapma teklifimizi kabul ettiğinizi anladık ve bundan memnuniyet duyduk ancak buna rağmen mesajın ruhu umduğumuz gibi değildi. Bunun nedeni ise başlangıçta ve fırsat bulunan her yerde gizli ifadeler/imalar içeriyordu. Sonuç kısmında ise kaba idi.
Sayın Rafsancani, doğrudan size yazmayı düşündüğümüzde aramızdaki ilişkiyi özel durum açısından gözden geçirdik. Yazma yönteminin doğrudan bir yöntem olduğunu fark ettik. Doğrudan bir toplantı ve doğrudan bir diyalog elde etmenin en uygun yolu olduğunu keşfettik. Irak ile İran hatta Arap milleti ile İran arasında arzu edilen barışı sağlamak için daha etkili bir yol olmadığı kanısına vardık.
Aramızdaki barışın, tek taraflı bir inançla sağlanmayacağını bildiğinizi varsayıyoruz. Biliyorsunuz ki bir tarafın sunduğu gözetimin diğer taraftan bir girişim söz konusu olmadıkça faydası olmaz.
İlk mektubumuzu yazmadan önce son 10 yıl boyunca her iki taraf da birbirine güçlü belki de en kaba ifadeleri kullandık. Bu üslubun etkisi ve bu etkinin bir türü olan aramızdaki çatışma ve savaş safhaları barışa ulaştırmadı.
Mektubunuzda yer alan ifade ve terimler arasında ‘dayatılan savaş’ ve ‘anlama yavaşlığı’ yer aldı. Mektubunuzu bu tür yazışmalarda alışıldığı üzere ‘Selamun Aleyküm’ ifadesi ile değil de ‘Selam hidayet yolunu benimseyenlerin üzerine olsun’ ifadesiyle sona erdirdiniz.
İnandığımız ve bizim için büyük anlamları olduğu için başka hiçbir neden olmaksızın barış istediğimiz için mektubumuzda insani değerlerimizi ve niyetimizi ortaya koyan ifade ve kavramlar kullandık. Yalnızca Allah’ı ve insanları razı edecek ifadeler kullandık. Bu, algı ve fikirlerimizde bir değişikliğin başlangıcı anlamına gelmez. Aksine muhatabımıza daha yakın yeni bir kapı açmak istediğimiz ve onurlu, halkımız ve insanlığa hizmet eden bir hedef olarak gördüğümüz barış yaklaşımı lehine onu daha fazla etkileme yeteneğine sahip olduğumuz anlamına gelir. Çünkü bu yöntem, bu amaç için en uygun yol ve yöntemdir. Yeni bir iletişim yöntemi denememiz gerekiyor. Bu ne savaş ne de geçmiş zamana dair bir yöntem olmamalı. Bu nedenle en uygun yöntemin yazışma olduğuna karar verdik.
(…)
Barışa ulaşmak için birlikte çabalarken, hiçbirimizin geleceğin pahasına geçmişle meşgul olmaması tavsiye edilir. Çünkü geçmiş olayları yeniden hatırlayıp durma politikasına bağlı kalmak, bu tutumu sergileyen herkesin halk tarafından suçlanmasına neden olur. Hepimizin yavaş anladığı anlamına gelir. Bu tavrımızla, niyetimiz geçmişten kaçmak değil. Çünkü biliyor ya da tahmin edersiniz ki bizler savaş ve düşmanlığı kimin nasıl başlattığına dair bakış açımızı ayrıntılı belgelerle destekleyerek masaya koyabiliriz. Ayrıca belgelerin halkı ya da daha geniş çapta insanlığı ikna etme konusunda herhangi bir tarafın söyledikleri ya da ön yargılı açıklamalarından daha etkili olacağını da bilirsiniz. Yine biliyorsunuz ki bu konunun üzerine düşüp derinlerine dalmak, 1988 yılının Temmuz ayı öncesine işaret ettiğiniz gibi kronolojik sırada biri ilk olduğu temelindeki araştırmamızın giriş noktası kabul edilirse, savaş dönemi ve sonrasına, ondan önceki veya ona karşılık gelen zamana paralel argümanı kanıtlamak, zaman ve çaba gerektirir. Çatışmanın her iki tarafının da başlangıç için bir zaman belirlediğini ve diğer tarafın dayandığı argüman ve gerçekler dışında argümanlara ayrıca pratik ve yasal gerçeklere dayandığını da bilirsiniz. Buradan, kimin savaşı dayatılmış bir savaş olarak tanımlama hakkına sahip olduğu ve kimin asker göndermek yerine mektup göndermeye eseflenme hakkı olduğu ortaya çıkacaktır. (…)
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 598 sayılı kararına gelince; bize göre iki ülke arasında üzerinde anlaşılan kapsamlı ve kalıcı bir barış planı olarak 1987 yılının Temmuz ayında kabul ettiğimizden bu yana içerdiği ilke ve hükümlere bağlılık gösterdik, hala da gösteriyoruz.
Bu temelde iki ülkenin de eşit derecede yararlanacağı bir barış arayışı içindeyiz. Çatışmanın her iki tarafının da barışı sağlamaya yönelik ciddi bir istek, anlamlı pratik işaretler dışında görüşme için peşin bir bedel ödemesi gerekmiyor. Barış sağlandığında her ülkenin ordusu kendi ülkesinde olacak. Hiçbirinin de iki ülkedeki herhangi bir karış toprak ya da suda bir uzantısı olmayacak. Özel şartlar ne savaş ne de barış durumunu zorunlu kıldı.
Mektubunuzda Irak topraklarından çekildiğinizi belirttiniz. Bununla, bilinen özel koşullar altında Halepçe'den cümlenin sonuna kadar çekilmenizi kastediyorsunuz.
Bu konuya cevabımız, ordularımızın 1980 yılında silahlı çatışmanın başlangıcında bilinen koşullar altında girdikleri topraklarınızdan çekildiğidir. Çekilme, 20 Haziran 1982 tarihinde gerçekleşti. 10 Haziran 1982 tarihinde de görsel ve işitsel medya aracılığıyla çekilme kararı aldığımızı ve en fazla on gün içinde çekileceğimizi duyurmuştuk. Nitekim bunu da uyguladık. Öte yandan kuvvetleriniz özel savaş koşullarında Halepçe'den çekildi. Bu koşullar ordularımızın çekildiği koşullar değildi.
Bu nedenle Halepçe’den özel koşullar altında gerçekleştirdiğiniz çekilmenin açgözlü olmadığınızın, başkalarının topraklarına el koyma arzunuz bulunmadığının ve iyi niyetinizin kanıtı olarak değerlendiriyorsanız, 1982 yılında topraklarınızdan çekilişimiz ve 1988 yılının Temmuz ayında güney ve orta kesimlerde gerçekleştirilen Tawakalna ala Allah (Allah’a dayandık) Operasyonlarının dördüncüsünden sonra topraklarınızdan çekilmemiz başka delillerle birlikte iyi niyetimiz ve Irak’ın İran’ın bir karış toprağına el koyma isteğinin olmadığının kanıtıdır.
Her halükârda bizim açımızdan barış, herhangi bir tarafın bir diğerinin sabit hakkını gasp etmemesi ve ne bir karış toprak ne de bir yudum suyuna el koymaması anlamına gelir. Bu, en zor ve düşmanca durumlarda bile altını çizdiğimiz ve bağlı kaldığımız bir yöntemdir. Bu nedenle barış görüşmelerinde başarıya ulaşmanın bir yolu olarak sizi buna bağlı kalmaya çağırırken, bizim de Allah’ın izniyle buna bağlı kalacağımız açıktır.
“Cenevre'deki büyükelçimiz tarafından oradaki büyükelçinize iki tarafın temsilcileri arasında yapılacak bir ön görüşme ile ilgili sorulan sorulara verdiğiniz yanıttan, zirve toplantısına hazırlanmak için bu yöntemi tercih ettiğinizi anladık. Bunu kabul ediyoruz. Cenevre'deki büyükelçimiz Barzan et-Tikriti, büyükelçiniz Cyrus Nasseri ile her iki tarafın da görüş alışverişinde bulunması için bize yetki verdi. Böylelikle her bir taraf, zirve düzeyinde toplantı yaparken bizim için tabloyu netleştirmek ve görevimizi kolaylaştırmak için bizi ilgilendiren konularda karşı tarafın görüşünü bilebilecek.
Zirvenin yapılacağı yer konusunda hala teklifinizi bekliyoruz, çünkü cevabınızda önerdiğimiz yer; Mekke-i Mükerreme hakkında net bir görüş bulamadık. Bu, delegelerin tartışacağı konulardan biri olabilir.
Zirveye kimlerin katılacağına gelince, zirve düzeyinde gerçekleştirilecek toplantının iki ülkedeki ana karar alma mercilerini içermesi gerektiğine inanıyoruz. Bu görüşmenin iki ülke arasında bir zirve düzeyinde gerçekleştirilmesi fikrini kabul ediyorsanız, biz Allah’a tevekkül edip bunu düzenlemeye hazırız. Çünkü bizlerin zirveye katılması meseleleri iki taraf için de kabul edilebilir nihai bir çözüme kavuşturma konusundaki ciddiyetimiz açısından bir sınav niteliğindedir. Allah’ın yardımıyla bu başarıldığı takdirde ardından kalıcı ve kapsamlı bir barış söz konusu olacaktır. Önemli karar mercilerinin zirvenin dışında tutulması üzerinde anlaşılanların uygulanması ve buna bağlılık gösterilmesinin düzeyini etkileyecektir (…).
Barış, aslında psikolojik olarak iplerini dokuyanların içinde başlar ki gönüllerde istikrarlı bir hal alabilsin. Bu nedenle barış sağlama sürecine en başından katılanlar, kendilerini ahlaki ve psikolojik olarak onu uygulamaktan ve ona bağlı kalmaktan sorumlu olduklarını görecekler. Karar merkezinin tüm ağırlığının varlığı, kararlaştırıldıktan sonra barış sürecini karmaşıklaştıracak veya geciktirecek her türlü tartışmayı ortadan kaldırır. Bu nedenle Devrimci Komuta Konseyi Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Devrimci Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı’nın zirve toplantısına katılması önerimizi yineliyoruz. İran tarafından Hamaney ile Rafsancani'nin zirveye katılmasını umuyoruz.
Saddam Hüseyin
19 Mayıs 1990 / 24 Şevval 1410 - Bağdat

Rafsancani’nin bu mektuba cevabı aşağıdaki gibidir:

Selamlamadan sonra: Mektubunuzu aldım (…). Mektubunuzdan da anlaşıldığı üzere hükümetinizin barış konusunda ciddi olma olasılığı göz önüne alındığında, size ikinci cevabımızı gönderiyoruz. Ancak bundan sonra gerekli haller dışında mektup alışverişiyle zaman kaybetmeyeceğimizi ve iki halk ve bölgenin ne savaş ne de barışın olmadığı bir durumdan daha fazla acı çekmemesini umuyoruz. Allah’a niyazım; bu son mektup olur ve barış yolunda ciddi pratik adımlara tanıklık ederiz.
Mektubunuzda cevap mektubumuzun bazı ifadeleri ve içeriğiyle ilgili bir şikayetler var. Barış mektuplarında zararlı veya acı verici konuları gündeme getirmeyi biz de tasvip etmiyoruz. Ancak maalesef, bu binanın temeli yazdığınız ilk mektupta atıldı. Size göre çatışma kalıntılarını ortadan kaldırmak ve dostluk yolunu açmak için gönderilen ilk mektubunuzda ilk iddianız ‘Arap ulusuyla’ mücadele ettiğimiz yönünde. Bu konuda büyük çabalar sarf edildiği ancak ne başarı ne de bir sonuç elde edilebildiğiydi.
Siz ve o günlerde ‘İlerici Hareket’ ve ‘Yüzleşme Cephesi’ hakkında konuşan partiniz, savaş boyunca sizi destekleyenler arasında ‘Arap ulusundan’ olmayan bireyler olduğunu söylemiştiniz. Yazım-yayın ve bazen de bazı belgeleri sunma konusunda kimliklerini ifşa etmek için bir dereceye kadar yeterince çaba gösterildi. İlerici hükümetlerin ve sizinle birlikte ‘yüzleşme cephesinde’ bir siperde bulunanların çoğunun bu mücadelede bizimle olduklarını veya en azından önyargılı olmadıklarını unutmanız pek olası değil.
İlk mektubunuzda, emperyalizmin saldırısına karşı Filistin, Filistinliler ve direniş güçlerinin faaliyetlerini benimseme tutumundan bahsettiniz. Ancak bu mektubu yazanların bu alanda öncü olan İran İslam Cumhuriyeti'nin (Filistin) davasına olan sempatisine kayıtsız kalmaları ve küstah saldırının ilk hedefinin İran devrimi olduğunu bilmemeleri olası değildir. Mektup, güven inşa etmek için yazılmış olsaydı, bu gerçeği göz ardı etmemek daha iyi olurdu.
Üstelik resmi yazışmalarda izlenen görgü kuralları birinci ve ikinci mektuplarınızda dikkate alınmamış. Mektubumuzda işaret ettiklerinize benzer, olumsuz ve acı verici argümanlar içeren ifadelerle karşılaştım. En iyisi bunları aşmak. Şikâyet etmenin yolunu açmamış olsaydınız bunları yazamazdık. Çünkü bir kavga ve mektup savaşı değil, barış arayışı içindeyiz.
Görüşmelerdeki temsilcilerin seviyesine gelince, Sayın Hamaney'in toplantılara katılmayacağını açıklığa kavuşturmakta fayda var. Tabii ki Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililer liderin görüşüne aykırı bir şey yapmayacaklar ve Cumhurbaşkanı katılırsa kaçınılmaz olarak tam yetkiye sahip olacak. Mektubunuzda ifade ettiğiniz endişeye gerek yok.
Barış yolunda iyi niyet ve ciddiyeti kanıtlamak için, ikinci mektupta 598 sayılı Kararın kabulünden sonra kuvvetlerimizin geri çekilmesi ile Kudüs operasyonlarından sonraki durum ve Hürremşehr’in geri alınması ve savaşın sonunda taktiksel geri çekilme arasında bir karşılaştırma yapıldı.
Daha fazla açıklamaya gerek olmayan bu araştırmaya girmemiş olmanız arzu edilirdi. Siz kendiniz biliyorsunuz ki Hürremşehr’in fethinden sonra bile askeri güçleriniz, Naft Shahr, Khosravi, Mehran şehirleri güney cephesiyle farklı koşullara sahip onlarca kuvvet dahil olmak üzere İran topraklarında birçok yerde askeri kuvvetleriniz merkezi cephede kaldı. Bölgelerin çoğu savaşın ilk gününden ve şimdiye kadar kuvvetlerinizin işgali altında olduğundan, askeri liderlerinizin bu gerçekleri sizden gizlemesi pek olası değil.
Tepkilere yol açan provokatif durumlardan kaçınmamız gerektiği mektuplarda defalarca vurgulanmasına rağmen bu iddialarla çelişen bazı iddialara atıfta bulunulmuştur. Hakların tanımının kişisel izlenim ve isteklere değil, bilinen yasa ve yönetmeliklere göre olduğunu biliyorsunuz. İki devlet arasında barışı sağlamanın önemli ilkelerinden biri, sözleşmenin yerine getirilmesi ve uluslararası garantilere saygıdır. 598 sayılı kararın kabul edildiğine dair onayınızı olumlu olarak değerlendirdik. Ancak bu kararın açık ve belirsizlik içermediğini ve uygulanmasından sorumlu olan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından önerilen yöntemler temelinde uygulanabileceğini belirtmekte fayda var.
Yararsız tutumların tekrarı, Genel Sekreterin gözetimindeki birkaç tur görüşme sırasında pratik açıdan yararlı olmadıklarını gösterdi. Genel Sekreter’in temel görevlerinden biri olan 598 sayılı Karara göre iki ülke arasında kapsamlı ve istikrarlı bir barış tesis etmek için savaşı başlatan kişiyi belirlemede sorun olduğunu kapsamlı ve nihai bir barışa ulaşmak için aşamalı önlemlere ve pratik adımlara giden yolu kapattığını ortaya koydu. Kanıtı olmayan iddialar da öne sürüyoruz ve bu nitelikteki her şey iyi niyetle çelişiyor. Bunların her iki tarafın barışçıl hedefleriyle tutarsız olduğunu düşünüyoruz. Bağdat'ta yapılan zirve toplantısı kararında 598 sayılı karar ile Irak ve İran'ın haklarına yansıyan uygunsuz ifadelerin, iyi niyet, barış ve dostluğa güven kazanma yolunda sorun yaratması üzücüdür.
Büyükelçi Nasseri, temsilciniz (Barzan et-Tikriti) ile görüşmelerde bizim temsilcimizdir. Görevi, kararı uygulamak ve iki ülke arasındaki barışçıl ilişkilerin yeniden başlamasına zemin hazırlamak için temel konular hakkında konuşmaktır. Zaman öldürmeye ve mevcut durumu uzatmaya neden olan resmi ve marjinal meselelerin tartışılmasına katılmaktan kaçınmasını istedik. İki ülkenin Cumhurbaşkanları toplantısının ancak iki tarafın olumlu sonuçlarından emin olması halinde uygun ve geçerli olacağını vurgulamalıyız. Aksi takdirde, mevcut durumdan daha fazla olumsuz etkileri ve kayıpları olabilir.
Zirvenin yapılacağı yere gelince, Suudi Arabistan toprakları şu anda barış görüşmeleri için uygun bir yer değil. Çeşitli yerlerin varlığına dikkat edersek, iki tarafın doğru yeri seçmesi bizim için sorun teşkil etmeyecektir. (…) Genel Sekreterin ön görüşmelerdeki gelişmelerden haberdar olması doğaldır ve gerekli durumlarda barışın geliştirilmesine yönelik görüş ve girişimlerinden faydalanabilir (…).
Mektubumu sona erdirirken, Allahu Teala'dan anlaşmazlığı ortadan kaldırmak ve iki halk için barış yolunu açmak üzere bizi tam başarıya ulaştırmasını diliyorum.
Ali Ekber Haşimi Rafsancani, Tahran

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’