Mısır, Etiyopya’daki çatışmanın şiddetlenmesine rağmen ‘baraj müzakerelerini’ tamamlamaya hazır
Mısır, ‘su haklarını’ koruyan bağlayıcı bir anlaşmaya varmaya kararlı
Mısır Su Kaynakları ve Sulama Bakanı ile İtalya’nın Kahire Büyükelçisi arasında yapılan görüşmede Etiyopya ile yaşanan baraj anlaşmazlığı ele alındı (Facebook)
Kahire/Muhammed Abduh Hasaneyn
TT
TT
Mısır, Etiyopya’daki çatışmanın şiddetlenmesine rağmen ‘baraj müzakerelerini’ tamamlamaya hazır
Mısır Su Kaynakları ve Sulama Bakanı ile İtalya’nın Kahire Büyükelçisi arasında yapılan görüşmede Etiyopya ile yaşanan baraj anlaşmazlığı ele alındı (Facebook)
Mısır, Afrika kıtasının en kalabalık ikinci ülkesi Etiyopya’yı parçalanmanın eşiğine getiren çatışmanın şiddetlenmesine rağmen ‘Rönesans (Nahda) Barajı’ ile ilgili müzakereleri tamamlamak istediğini açıkladı. Kahire’den yapılan açıklamada, ‘Mısır’ın Nil Nehri’ndeki su haklarını koruyan bağlayıcı bir yasal anlaşmaya’ varılması konusundaki kararlılığı vurgulandı.
Mısır, Etiyopya ve Sudan arasında yapılan Rönesans Barajı ile ilgili müzakereler, üç ülkenin su kaynakları bakanlarının ‘müzakereleri tamamlamak için bir mekanizma’ üzerinde anlaşmaya varamamalarının ardından Kasım ayı başlarında durduruldu. Üç ülkenin, geçtiğimiz Temmuz ayından bu yana müzakerelere sponsorluk yapan Afrika Birliği'ne (AfB) müzakerelerin nasıl tamamlanabileceğine dair fikirlerini aktaracakları raporlar sunmaları kararlaştırıldı.
Öte yandan İtalya'nın Kahire Büyükelçisi Giampaolo Cantini ile bir araya gelen Mısır Su Kaynakları ve Sulama Bakanı Muhammed Abdulati, Etiyopya’da Başbakan Abiy Ahmed hükümetinde kabine değişikliklerine neden olan Etiyopya'daki iç huzursuzluğun alevlenmesi nedeniyle müzakerelerin ‘ileri bir tarihe ertelenmesi’ olasılığı çerçevesinde ülkesinin Rönesans Barajı müzakerelerini tamamlamayı istediğini ‘açıkça’ ifade etti. Contini-Abdulati görüşmesinde İtalya ve Mısır’ın su kaynaklarına ilişkin ortak ilgi alanlarına giren bir dizi konu ele alındı.
Bakan Abdulati, ülkesinin su haklarını korumada ve Rönesans Barajı ile ilgili herkesin çıkarını gözeten ve gelişmekte olan tüm ülkelerin arzularını karşılayan adil bir yasal anlaşmaya varılması konusunda kararlı olduğunu vurguladı. Kahire ve Hartum, Etiyopya tarafından 2011 yılından bu yana Nil Nehri’nin ana kolu üzerinde inşa edilen Rönesans Barajı ile ilgili su haklarını koruyan ‘yasal olarak bağlayıcı’ bir anlaşmaya varılması ve her ne kadar Addis Ababa dolum çalışmalarının başladığını inkar etse de baraj faaliyete geçmeden önce anlaşmazlıkları çözmek için yasal bir mekanizma oluşturulması gerektiği konusunda ısrar ediyorlar.
Yaklaşık 10 yıldır aralıklı olarak devam eden müzakerelerin sonucunda Mısır'ın Nil Nehri’ndeki 55,5 milyar metreküplük payının etkilenmemesi için ortak bir anlaşmaya varılamadı. Öte yandan Etiyopya ordusu şuan, ülkenin kuzeyindeki Tigray bölgesinde isyancı güçlerle savaşıyor. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed dün yaptığı açıklamada, ‘önümüzdeki günlerde askeri operasyonun son aşamasına’ gireceğini duyurdu. Ancak bu sıcak askeri gelişmelerin, çok fazla etnik kökenin bulunduğu Etiyopya'da büyük bir iç savaşın fitilini ateşlemesinden endişe ediliyor.
Öte yandan gözlemcilere göre bu askeri hareketlilik, baraj müzakerelerinin tamamlanmasını tehdit ediyor. Mısırlı siyasi analist Abdullah el-Sinavi, “Bu koşullar altında ne Rönesans Barajı ile ilgili bağlayıcı bir anlaşmaya varmak ne AfB’nin şuan buna arabuluculuk yapması ne de Etiyopya'daki olayların iç yüzü netleşene kadar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) gidilmesi mümkün değil” şeklinde konuştu.
Etiyopya’da yaşananlar, Nil Nehri havzasındaki ülkelerin su güvenliği de dahil olmak üzere Afrika kıtasının bölgesel güvenliğini tehdit ediyor. Kaleme aldığı ‘Etiyopya'nın Balkanlaşmasının etkileri’ başlıklı makalede uyarılarda bulunan Sinavi’ye göre Etiyopya'daki son gelişmeler, Mısır'ın su güvenliği kadar genel güvenliğine ve birliğine karşı bir kaosun da habercisi.
Öte yandan Bakan Abdulati, İtalyan büyükelçiyle, ‘Su Bilgisi’ başlığı altında İtalya tarafından Mısır'a hibe şeklinde sunulan su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimini destekleme çerçevesinde Mısır ve Nil Nehri havzası ülkelerindeki su yönetiminden sorumlu kişilerin idari ve teknik kapasitelerini geliştirmeyi amaçlayan projedeki son gelişmeleri görüştü. Görüşmede, Ulusal Su Araştırma Merkezi ile koordineli olarak Avrupa Birliği (AB) tarafından desteklenen 6 milyon euro değerindeki projenin Feyyum ve Minye bölgelerinde sulama altyapısının yenilenmesi ve geliştirilmesi konusundaki başarısına değinildi.
Mısır Su Kaynakları ve Sulama Bakanlığından yapılan açıklamada Bakan Abdulati’nin, İtalyan büyükelçi ile yaptığı görüşmede, bakanlığın, su kaynakları ve sulama konusunda bölgesel eğitime yönelik altyapıyı modernize etmek ve tüm Afrika ülkelerinden kursiyerler kabul etmek için yaptığı çalışmaları anlattığı aktarıldı. Bununla birlikte açıklamada Bakanlığın, Ekim 2021'de düzenlenmesi planlanan 4. Kahire Su Haftası öncesinde Afrikalı kursiyerler için bir eğitim kursu düzenlemeye ve sonuçlarını Su Haftası boyunca yapılacak oturumlarda açıklanmaya hazırlandığı belirtildi.
Bağımsız Filistin devleti projesinin aşamaları ve dönüşümlerihttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5165329-ba%C4%9F%C4%B1ms%C4%B1z-filistin-devleti-projesinin-a%C5%9Famalar%C4%B1-ve-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCmleri
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)
Bağımsız Filistin devleti projesinin aşamaları ve dönüşümleri
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)
Macid Kayali
Filistin ulusal hareketinin 60 yıllık çağdaş tarihi boyunca, Filistin kimliği projesi, İsrail ile olan çatışmaya ilişkin Arap ve uluslararası koşulların değişmesi sonucunda Filistin siyasi düşüncesinde birçok aşama ve dönüşüm geçirdi. Bunun sonucunda Filistinli liderler, güç dengesinde İsrail lehine ciddi bir dengesizlik olduğu konusunda ikna oldular. Bunun yanında Filistinlilerin acılarını, fedakarlıklarını ve kahramanlıklarını siyasi başarılara dönüştürmelerine engel olan Arap ülkeleri ve uluslararası toplumun dayattığı birtakım kısıtlamalar ve sınırlamalar da söz konusu. Bu da Filistinlilerin hedeflerini ve çalışma biçimlerini bu kısıtlamalara ve sınırlamalara göre uyarlama gerekliliğini doğuruyor.
Gördüğümüz üzere o dönemde Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkiler düşmanlık veya çatışma durumundan kabul veya tanıma durumuna geçerken 1948 dosyası, yani İsrail'in kurulması ve mülteci sorununun doğuşu olan Nekbe (Büyük Felaket) dosyası hakkındaki tartışmalardan 1967 dosyasına, yani işgalin sona erdirilmesi ve sadece İsrail'in varlığı şeklindeki çatışmaya dönüştü. Aynı dönemde, iki kutuplu dünya da sona erdi. ABD, tek süper güç olarak ya da birkaç kutup arasında, uluslararası ve bölgesel olarak hakim kutup haline gelirken İsrail, Batı'nın güvenliğini ve çeşitli açılardan üstünlüğünü garanti altına alan bir ülke olarak konumlandı.
Kurtuluş projesinden devlet projesine
1967 tarihli Altı Gün Savaşı'ndan önce kurulan Filistin Ulusal Hareketi, ‘kurtuluş’ hedefiyle ortaya çıkmış ve Filistin meselesini ortadan kaldırmayı amaçlayan tüm alternatif çözümleri reddetmişti. Bu ret, ‘Filistin'in bölünmesi’ kararını (1947) reddetmeyi ve İsrail'i tanımamanın yanı sıra o dönemde Filistin siyasi düşüncesinde kurtuluş hedefi, geri dönüş hakkı, kaderini tayin hakkı ve nehirden denize kadar bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını içeriyordu.
Burada kurtuluş hedefinin 1960'lı yılların sonlarında tarihi Filistin'de seküler bir demokratik devlet kurmak anlamına geldiğini hatırlatmak gerekir. Ancak bu anlam Filistin siyasi düşüncesinde olgunlaşmış veya yerleşmiş değildi, daha çok Filistin ulusal hareketini uluslararası alanda meşrulaştırmak için ortaya atılmıştı.
Ancak siyasi düşüncede ve Filistinlilerin ulusal seçeneklerinde niteliksel bir değişim 1974 yılında, yani ulusal hareketlerinin başlamasından yaklaşık on yıl sonra başladı. 1973 Arap–İsrail Savaşı'nın (Yom Kippur Savaşı) ve o dönemdeki Sovyetler Birliği ile ilişkilerin etkisiyle kabul edildi.
Siyasi düşüncede niteliksel değişim ve Filistinlilerin ulusal tercihleri, ulusal hareketlerinin başlamasından yaklaşık on yıl sonra, 1974 yılında başladı. O dönemde ‘On Madde’ programı kabul edildi.
Ancak bağımsız bir Filistin devleti düşüncesindeki en derin veya en keskin dönüşüm, 1993 tarihli Oslo Anlaşması'nın imzalanması ve İsrail'in şartlarına göre Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde ulusal otoritenin kurulmasıyla gerçekleşti. Bu şartlar arasında Batı Şeria topraklarının üç bölgeye bölünmesi de vardı. İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki otoriter bağımlılık ve yerleşim, sınırlar, Kudüs ve nihai çözümün niteliği gibi konuların ertelenmesi de buna dahildi. Belki de bu dönüşümü öncekinden ayıran en temel fikir, Filistin liderliğinin, nihai müzakerelerde gündeme getirilen konular hariç, herhangi bir şart koşmadan İsrail'in tanıması şartıydı. Ayrıca bu dönüşüm sadece siyasi bir öneri olarak kalırken, üçüncü dönüşüm olan Oslo Anlaşması, FKÖ'nün tüm Filistinlileri ve onların davasını temsil eden manevi veya sembolik siyasi yapı olarak kabul edildiği halde, FKÖ'nün yerine Filistin Yönetimi'nin kurulmasıyla pratik olarak hayata geçirildi.
Sonuç olarak, Oslo Anlaşması Filistin ulusal hareketi için bir ‘tuzak’ ya da varoluşsal hedeflerinin bir kafesi gibiydi. Çünkü bu anlaşma Filistin’i sadece sınırlı egemenliğe sahip ve işgal altındaki bir siyasi varlık olarak sundu. FKÖ marjinalleştirilirken, Filistin devleti projesi, İsrail hükümetlerinin, özellikle de Netanyahu hükümetlerinin yarattığı gerçekler nedeniyle, herhangi bir uzlaşmada Filistin boyutunu zayıflatma, nehirden denize kadar İsrail'in hakimiyetini pekiştirme, Batı Şeria'daki yerleşim birimlerini güçlendirme ve Gazze'yi ondan ayırma doktrinini benimsemesi nedeniyle, çıkmaza girmiş ve boğulmuş durumda. Bu durum, Batı Şeria ve Gazze'deki işgal altındaki topraklarda olup bitenlerin yanında yaklaşık iki yıldır süren İsrail'in yok etme savaşını da açıklıyor.
Demokratik devlet, varoluş ve kurtuluş sonrası
Tek demokratik laik devlet fikri, Filistinlilerin siyasi düşüncesinde ulusal hareketlerinin başlangıcında değilse de 1960'lı yılların sonlarında bazı açıklamalarda, bildirilerde ve Ulusal Konsey oturumlarının bazı kararlarında ortaya çıktı. Çünkü bu hareket, İsrail'in varlığını ve İsrail toplumunu bir tür inkâr ve tanıma reddiyle ele alıyordu. Bu yönde herhangi bir yaklaşım, şüphe uyandırabilir ve Filistin halkının ulusal ve tarihi hakları pahasına İsrail'in varlığını meşrulaştırabilirdi. Bununla ilgili FKÖ’nün tüzüğünde yer alan yer alan tek paragraf, ‘Siyonist işgalin başlamasına kadar Filistin'de normal bir şekilde yaşayan Yahudiler Filistinli sayılırlar’ ifadesidir.
Ancak Filistin direnişinin güçlenmesi, 1960'lı ve 1970'li yıllara hakim olan solcu ve ilerici fikirlere açık olması, dünya kamuoyunda faaliyetlerinin genişlemesi ve davasına sempati duyulmasını sağlama ihtiyacı, Filistin siyasi düşüncesinde değişiklikler yapılmasını gerekli kıldı. Yahudilere karşı tutum, Yahudiler ile Siyonizm arasında ayrım yapma, Filistin ulusal hareketinin geleceğe ilişkin vizyonu ve Siyonist olmayan Yahudi güçlere açılma gerekliliği gibi konularda değişiklikler yapılması gerekiyordu.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, haftalık kabine toplantısında Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ile konuşurken, 7 Ocak 2025 (AP)
Bu önemli gelişme, 1969 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Ulusal Konsey'in altıncı oturumunda alınan kararda “Filistin mücadelesinin amacı, Filistin halkını vatanına geri döndürmek ve tüm Filistin topraklarında her türlü ırk ayrımcılığı ve dini bağnazlıktan uzak, demokratik bir Filistin devleti kurmaktır” şeklinde ifade edildi. 1970 yılında yine Kahire’de düzenlenen Ulusal Konsey'in yedinci oturumunda ise bu karar, “Filistin mücadelesinin amacı, tüm vatandaşların eşit hak ve yükümlülüklerle bir arada yaşadığı bir toplum içinde Filistin'in tamamen kurtarılmasıdır” şeklinde ifade edildi. Bu ifade, 1971 tarihinde Kahire’de gerçekleşen sekizinci oturumda dikkat çekici bir şekilde şu şekilde tekrarlandı:
Filistin'in silahlı mücadelesi, Yahudilere karşı etnik veya mezhepsel bir mücadele değildir. Bu nedenle, Siyonist sömürgecilikten kurtarılmış Filistin'de kurulacak gelecekteki devlet, barış içinde yaşamak isteyenlerin eşit hak ve görevlere sahip olduğu demokratik bir Filistin devleti olacaktır.
Ulusal Konsey'in 13’üncü oturumundan itibaren, yani ‘Aşamalı Program’ın kabul edilmesinden sonra, Siyonist olmayan Yahudi güçlerle ilişkiler konusunda fikirler ortaya atılmaya başlandı. O dönemde, ‘işgal altındaki Filistin toprakları içinde ve dışında Siyonizm'e karşı mücadele eden demokratik ve ilerici Yahudi güçlerle ilişki ve koordinasyonun öneminin’ vurgulandığı bir karar alındı. 1981 yılında Suriye’nin başkenti Şam’da gerçekleşen 15’inci oturumda alınan karar şu şekilde ifade edildi:
“Ulusal Konsey, işgal altındaki vatanında Siyonizm ideolojisine ve uygulamalarına karşı çıkan demokratik ve ilerici Yahudi güçlerin oynadığı olumlu rolü vurgulamakta, FKÖ'yü halkımızın tek ve meşru temsilcisi olarak ve Filistin halkının değişmez ulusal haklarını tanımakta ve dönüş hakkı, kaderini tayin hakkı ve ulusal topraklarında bağımsız bir devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere, Siyonizmi doktrin ve uygulama olarak benimseyen taraflarla yapılan her türlü teması kınamaktadır.”
Reddetme ve varoluşsal meşruiyet sorunu
Ancak, o dönemde Filistin ulusal kimliği fikrini güçlendiren en önemli göstergelerden biri, Filistin Ulusal Şartı'nın 24’üncü maddesinin, Filistin Ulusal Şartı'nın yerine geçen yeni şartta çıkarılmış olmasıydı. Bu madde, “Ne bir şerit ne de bir bölge, örgütün faaliyetleri sadece ulusal düzeyde, halkın katılımıyla, siyasi, örgütsel ve mali alanlarda yürütülmektedir” hükmünü içeriyordu:
Bu durum, Filistin ulusal hareketi için garip bir öneri olmakla birlikte, kendi toprakları dışında faaliyet gösteren bir ulusal hareketin meşruiyet ve varlık hakkını kazanmak için bir manevra olarak anlaşılabilir.
Aslında bu madde Filistinlilerin siyasi düşüncesinde büyük bir boşluk oluşturmuş ve kendi toprakları üzerindeki hak ve sorumluluklarından vazgeçtiklerini ifade etmiştir. Şimdi, Filistin topraklarının 1967 yılındaki işgalinden önce siyasi sistemin Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kendi devletlerini kurmalarına izin verdiği bir gerçekliği hayal etmek zor olsa da böyle bir senaryo onların Arap ve uluslararası arenadaki konumlarını ve kendileri hakkındaki algılarını ne kadar etkilerdi?
İşgalden sonra Filistinlilerin toprak haklarını teyit etmek için Filistin siyasi düşüncesindeki bu boşluğu doldurmak her halükarda mümkün ve elverişli hale geldi, ancak bu çok geç ve insani, maddi ve siyasi olarak çok ağır bedellerle, Arap, uluslararası ve İsrail gerçeklerinin imkansızlığı altında gerçekleşti.
Tüm bunlardan, birçok değişimin Filistin siyasi düşüncesindeki karışıklığı yansıttığı görülebilir. Bu karışıklık, Filistin, İsrail, Arap ve uluslararası koşulların ve verilerin değişmesi sonucu Filistin'in ulusal haklarının aleyhine gelişti. Bu durum, hedefler ile gerçekler, adalet ile imkânlar, hak ile hakka sahip olma gücü arasında büyük çelişkiler olduğunu ortaya koydu.
Netanyahu-Smotrich-Ben Gvir hükümeti, siyasi ve ekonomik araçların yanı sıra yerleşim birimleri ve silah gücüyle, uzlaşmada veya bölgenin bölgesel yapısında Filistin unsurunu ortadan kaldırmaya yönelik yaklaşımını sürdürüyor.
Örneğin, 1960'lı yılların sonlarında ve 1970'li yılların başlarında Filistinliler arasında hakim olan eğilimler, Filistin'in tam olarak kurtarılması dışında tüm alternatif çözümleri açıkça reddediyor, aynı zamanda ‘5 Haziran 1967 saldırısından sonra işgal altındaki topraklarda sahte bir Filistin varlığı oluşturmaya yönelik şüpheli çağrıları’ reddetmeye çağırıyordu.
Bu, İsrail devletine meşruiyet ve kalıcılık kazandırır ki bu da Filistin halkının tüm vatanı Filistin'de yaşama hakkıyla tamamen çelişir. Bunun yanında, Filistin Ulusal Konseyi'nin 1968 yılında Kahire’de yapılan dördüncü oturumunda, 5 Haziran'dan sonra işgal altındaki topraklarda İsrail'in Filistin devrimine karşı koymak için dayandığı bir Filistin Arap yönetimi oluşturuldu. Böylece, Kahire’deki 1972 tarihli 10’uncu oturumda “Filistinlilerin vatanını kurtarma davasını ortadan kaldırmayı veya bu davayı Filistin topraklarının bir kısmında Filistin devleti veya oluşumları projeleriyle çarpıtmayı amaçlayan tüm uzlaşı projelerine karşı mücadeleye devam etme” kararı alındı.
Ancak Filistinli liderliği, Oslo Anlaşması'nı imzaladı ve devletten daha az bir yapı olan Filistin Yönetimi'ni kurdu. Bu karar, Ramallah'ta düzenlenen Filistin Ulusal Konseyi’nin 1996 tarihli 21’inci oturumunda onaylandı. Daha sonra Ulusal Konsey, 2018 yılında Ramallah’ta yapılan 23’üncü ve son oturumunda bunu tekrarlayarak, daha önce kabul edilen tüm kararları gözden geçirdi. Son oturumda alınan kararda, “Halkımızın ve devletimizin İsrail ile ilişkisi, halkımız ve işgal altındaki devletimiz ile işgalci güç arasındaki çatışmaya dayalı bir ilişkidir ve bununla çelişen tüm taahhütlerin yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyor. Doğrudan hedef, Filistin devletinin bağımsızlığıdır. Bu hedef, özerk yönetim aşamasından bağımsızlık için mücadele eden devlet aşamasına geçmeyi ve 4 Haziran 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin egemenliğini somutlaştırmaya başlamayı zorunlu kılıyor” denildi.
Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, ABD Başkanı Bill Clinton ve İsrail Başbakanı İzak Rabin, Beyaz Saray bahçesinde Oslo Barış Anlaşması'nı imzalarken, 13 Eylül 1993 (AFP)
Filistinliler, Filistin siyasi düşüncesinin tüm gerilemeleri ve gözden geçirmelerine, uluslararası toplumun ve İsrail'in güvenini kazanmak için yapılan tüm girişimlere rağmen nehirden denize kadar Filistin'in her santimetrekaresi için mücadeleye devam ediyorlar. Netanyahu- (Betzalel) Smotrich- (Itamar) Ben-Gvir hükümeti altında, siyasi ve ekonomik araçlarla, yerleşim birimleriyle ve silah gücüyle, uzlaşmada veya bölgenin bölgesel yapısında Filistinlilerin varlığını ortadan kaldırmaya yönelik yaklaşımlarını sürdürüyor.
Filistin devleti hedefi, Filistin liderliğinin gündeminde ve uluslararası gündemde meşru bir hedef olarak kalmaya devam edecek olsa da en azından öngörülebilir gelecekte bu hedef bir proje olarak kalacak.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.