Sudan Milli Ümmet Partisi Başkanı: İsrail ile adil bir barışa karşı değiliz

Sudan’daki Milli Ümmet Partisi Genel Başkanı Fadlallah Barmah Nasır (Independent Arabia- Hasan Hammad)
Sudan’daki Milli Ümmet Partisi Genel Başkanı Fadlallah Barmah Nasır (Independent Arabia- Hasan Hammad)
TT

Sudan Milli Ümmet Partisi Başkanı: İsrail ile adil bir barışa karşı değiliz

Sudan’daki Milli Ümmet Partisi Genel Başkanı Fadlallah Barmah Nasır (Independent Arabia- Hasan Hammad)
Sudan’daki Milli Ümmet Partisi Genel Başkanı Fadlallah Barmah Nasır (Independent Arabia- Hasan Hammad)

Sudan’daki Ulusal Ümmet Partisi’nin yeni Genel Başkanı Fadlallah Barmah Nasır, Sadık el-Mehdi’nin geçen ay sonlarında koronavirüse yakalanarak Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başkenti Abu Dabi’de ölmesinin ardından partisinin, ülkedeki en büyük kitle partisi olarak liderlik konumundan geri adım atmayacağını belirtti. Barmah Nasır, eski rejime dahil olmayan tek parti olduğu için gelecek seçimlerde de liderliğini sürdüreceğini vurguladı.
Yakın zamanda yeni bir lider seçilene kadar partinin başkanlığını yürütecek olan Şarku’l Avsat’ın aktardığına göre Nasır, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, halefini siyasi ve mezhebi olarak belirleyen Sadık el-Mehdi’nin vasiyetini okumadığını dile getirdi. Partisinin İsrail ile barış anlaşmasına karşı olmadığını söyleyen Nasır, “Mehdi’nin reddedici tavrı, Birleşmiş Milletler (BM) ilkelerine ve Arap Birliği tarafından 2002 yılında yayınlanan ilkelere bağlılığının yanı sıra hiçbir tarafın Filistinlilerin ve İsraillilerinin haklarını ellerinden almama bağlılığından kaynaklanmaktadır” dedi.

Kurumsal çalışma
Fadlallah Barmah Nasır, “Şüphesiz, Sadık el-Mehdi’nin yokluğu, Ümmet Partisi ve bir bütün olarak Sudan düzeyinde, herhangi bir insanda mevcut olmayan nitelik ve özelliklere sahip olduğu için doldurulması zor olan büyük bir boşluk bırakmıştır. 60 yılı aşkın bir süredir siyasetle mücadele eden tecrübeli bir siyasetçi, evi yakına ve uzağa açık olan birinci sınıf bir sosyalist ve Demokrasi, Mehdilik, İslam, yasama ve insan hakları başta olmak üzere çeşitli konuları ve alanları ele alan birçok kitap ve çalışma ortaya koyduğu için çok yönlü bir düşünürdür. Ülkemizin en büyük dini cemaatinin imamı olduğu için yandaşlarıyla manevi bir ilişkisi vardır. Ama demokrasiye olan inancının bir sonucu olarak bize takip etmemiz gereken bir miras, değerler ve kurumlar bıraktı. ‘Ülkemi değiştirebilecek 20’den fazla lider geride bıraktım’ diye tekrarlıyordu. Ona, kimi aday gösterdiğini sorduğumuzda, ‘Ben kimseyi aday göstermiyoruz, kurumlar gösteriyor’ diye yanıt verdi” dedi.

İlke ve değerler
Birçok kişi, Sadık el-Mehdi’nin ölümüyle birlikte partinin, aynı dinamiğe sahip olamayacağına ve varlığının sona ereceğine inanıyor. Bu çerçevede yetkili, “Bunu kim söylüyorsa, 1940’lı yılların ortalarında kurulan ve İmam Abdurrahman el-Mehdi’nin iç görüsü ve derin vizyonunu taşıyan ilk kitle parti Ümmet Partisi’nin niteliklerini bilmiyordur. Parti, Mehdist düşünceyi destekleyen Ensar oluşumu ile Sudan’ın bağımsızlığını savunan bazı milliyetçi entelektüellerin bir karışımını içeriyor. Milli Ümmet Partisi, 1956’daki bağımsızlıktan bu yana Sudan’ın tanık olduğu üç demokratik seçimde de önemli ve lider bir figür olmaya devam etti” değerlendirmesinde bulundu. Nasır, “Ümmet Partisi, aynı zamanda yerel ve uluslararası değişiklikleri dikkate alan, sürekli yenilenen bir partidir. Bu yüzden partiye üzülenlere, bölünmeyeceğini, daha da güçleneceğini söylüyoruz. Pek çok fikir ayrılığı olduğunu inkar etmiyoruz, ancak ilkelerde ve değerlerde bir fark yok” ifadelerini kullandı.

Korona mücadelesi
Lideri Sadık el-Mehdi’nin yokluğu sonrasında ilk sınav olarak, mevcut geçiş döneminin sonunda gerçekleşecek genel seçimlerde partinin pozisyonuna ilişkin beklentiler nedir?
Milli Ümmet Partisi Başkanı Fadlallah Barmah Nasır, “Yaklaşan herhangi bir özgür seçimde kesinlikle bir numara olacağız. Bu, iki ana nedenden dolayı yaşanmış gerçeklikten kaynaklanıyor. O, önceki diktatörlük rejimine katılmayan tek partidir. Ayrıca Nisan 2019’da Beşir rejiminin devrilmesinden sonra gücün halkın otoritesi olduğu mantığıyla Sudan’ın tüm bölgelerinde yandaşlarını kontrol etmek için dolaşan tek kişidir. Fikirlerini dinlemek, sorunlarını ve yaşadığı gerçekliği arenada tanımak gerekiyordu. Ümmet Partisi’nin popülaritesi konusunda bizimle aynı fikirde olmayanların var olduğuna inanmıyorum. Başkent ve diğer illerdeki yandaşlarımıza koronavirüs salgını nedeniyle cenaze törenine katılarak zorluk çekmemelerini gerektiğini söylememize rağmen, havalimanında cenazesini teslim alan kitlelerin büyüklüğüne, Omdurman’da Mehdi Ailesi Türbesi’ndeki cenaze törenine katılanların büyüklüğüne bakabilirsiniz” dedi.
Partinin daha önceki bölünmelerden sonra saflarını birleştirme çabalarına ilişkin bir soruya ise Nasır, “Evet, daha önce eski Beşir rejiminin böl ve yönet politikasına dayalı politikaları sonucunda parti içinde bölünmeler yaşandı. Ayrılan parti üyelerinin çoğu, hatalarını fark etti ve geri döndü. Geri dönmeyen birkaç isim kaldı. Kapı, diğer isimlerin partilerine geri dönmeleri için her zaman açıktır. Bizi birleştiren hedef, ulusal kaygıyı taşımaktır. Elbette ülkeyi etkileye zorluklar ve tehlikelerle mücadele etmek için, safları birleştirmeye dayalı tarihi mirasımızla bu partiyi, yaşananlara rağmen bir araya getirmek için çabalarımıza devam edeceğiz ve ellerimizi daima uzatacağız. Toplumsal ilişkilerimiz yoğun ve zayıf zamanlarda da samimiydi ve iletişimimiz asla kesilmedi” şeklinde yanıt verdi.

Varisi yok
Sadık el-Mehdi’nin yerine kimin lider olarak geleceği, Ensar’ı yöneteceği ve ölümünden önce bu konuda bir vasiyet bırakıp bırakmadığı ve gelecekte onun gibi bir ismin gelip gelmeyeceğine de değinen Fadlallah Barmah Nasır, “Sadık el-Mehdi gibi bir ismin tüm karizması, düşüncesi, kabulü ve birçok niteliği ile tekrar geleceğini sanmıyorum. Bu imkansızdır. O, döneminin eşsiz bir insanıdır. Onun yerine gelecek isim hakkında imamlık ve parti lideri hususunda bir varisi yok. Sadık el-Mehdi, Ensar oluşumu ve Ümmet Partisi’nin takip ettiği temeller ve kriterler olan bu iki pozisyona serbest seçimlerle geldi. Seçim, dayatmayla değil, kabulle yapılır. Vasiyetle ilgili olarak ise şu ana kadar Sadık el-Mehdi’nin bu hususta bıraktığı bir vasiyet görmedim. Benim için herhangi bir vasiyette bulunmadı. Benim bu adam hakkında bildiğim şey, bir insanı diğer insana empoze etmediğidir. Onun yaklaşımı, son kararı veren kuruma dayalıdır” dedi.
Partinin, kurumsal bir mekanizma olarak genel konferans düzenlemek için yaptığı düzenlemeler hakkında ise Nasır, “Bu hususta, evet, yakın bir zaman bu konferansı düzenlemek için kendimizi hazırlamaya başladık. Bu yönde bir hareketlilik var. Önce yönetimlerden, sonra yerellerden başlayarak, temel konferanslar düzenleyerek kurumsallaşmanın nasıl sürdürüleceğini ve partiyi örgütsel olarak nasıl yeniden inşa edeceğimizi anladık. Bu konferansın 3 görevi bulunuyor; parti liderini belirlemek, anayasayı gözden geçirmek ve bir merkezi organ atamak. Konferansın kararları, olağan çoğunlukla alınıyor. Bu konferans sırasında olduğu gibi partinin stratejisi, mevcut ve gelecek planları belirleniyor. Kadınlar tüm parti organlarında yüzde 25’ten az olmamak üzere temsil edilmektedir” ifadelerini kullandı.

Cepheleşmeye karşı
Ümmet Partisi’nin uluslararası ilişkileri, İngiltere gibi tarihsel olarak belirli ülkelerle olan bağları ve Mısır ile tarihsel düşmanlık hususundaki söylentiler hakkında düşünceniz nedir?
Fadlallah Barmah Nasır, söz konusu soruyu şu sözlerle cevapladı; “Dünyanın artık bir köy olduğu biliniyor. Bizse onun ayrılmaz bir parçasıyız. Yeni bir dünyada olduğumuzu biliyoruz. Ama dış ilişkilerimizde her türlü eksenleşmeye karşıyız ve her eksene de açığız. Aynı zamanda İngiltere gibi eski müttefiklerimiz ve dostlarımıza da ilgiliyiz. İngiltere, ülkemizin eski kolonisiydi. Bizi eşsiz bir şekilde özgürleştirdi. Sudanlıların çoğu, yüksek öğrenimlerini orada gerçekleştirdi. Bu Sudanlıların arasında Oxford Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan Sadık el-Mehdi de vardı. İngiltere ve tüm dünya ile ilişkimiz, ortak çıkarlara dayanmaktadır. Başka bir yöne yönlendirilemez. Mısır ile olan ilişkimize ve onunla tarihsel bir düşmanlık olduğu söylentilerine gelince, bu doğru değil. Çünkü İmam Muhammed Ahmed el-Mehdi 1881 yılında devrimini başlattığında, İngiliz sömürge valisi Charles George Gordon’u (Gordon Paşa) 1885 yılında sarayında kuşatan yandaşlarına, Gordon Paşa’yı Mısır’da İngilizlere karşı ayaklanan Ahmed Urabi Paşa’nın salıverilmesi için rehin almalarını söyledi. Bu durum, düşmanlığın olmadığını doğrulayan kesin bir delildir. İki ülke arasındaki ilişkilerin azalma ve tırmanma arasında olduğu doğru. Bu nedenle bizi birleştirenin, bizi ayırandan daha fazla olduğunu unutmamalıyız. Bu ilişki, Sudan ve Mısır'a hizmet eden sağlam temeller üzerine kurulmalıdır. Herhangi bir taraf diğerinin rakibi olmamalıdır”.
Ancak Milli Ümmet Partisi’nin yeni liderliği, Sadık el-Mehdi’nin, vefatı öncesinde bu adımı reddettiği göz önüne alındığında, İsrail ile barış meselesine ve bu hususta gerçekleşen hamlelere nasıl bakıyor?
Nasır, “Sadık el-Mehdi’nin tavrı, özgürlüklere el koyan ve BM kurallarına saygı göstermeyen saldırganlığa karşı temelinde ilkelere, değerlere ve ahlaka dayanmaktadır. Ümmet Partisi, İsrail ile barışa karşı değildir. Çünkü konumu, her iki tarafın (Filistin ve İsrail) hakkını aldığı ve hiçbirinin bir diğerinin haklarını çalmama şartıyla barışa yönelik, Arap Birliği’nin 2002 yılında yayınladığı kararla uyumludur” şeklinde yanıt verdi.

Safları birleştirme
Sudan hükümeti için siyasi kontrol merkezi olan Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) içerisinde Sudan’ı çevreleyen kriz ve bölünmeler, Ümmet Partisi’nin bu çatlağı doldurma, zorlukların üstesinden gelme vizyonu ve çabaları hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Milli Ümmet Partisi lideri, “Eski rejimden bu yana partinin felsefesi, ulusal safları bir araya getirerek darboğazdan çıkmaktır. Bu nedenle ÖDBG’nin bileşenlerini, bir araya getirmeye ve onları kapsamlı bir ulusal anlaşma doğrultusunda birleştirmeye çalıştı. Çünkü o, rejimi devirmek ve Sudan'ı inşa etmek için bir temel oluşturuyordu. Ümmet Partisi’nin ÖDBG’nin merkezi konseyinden çıkışı, karar almak ve uygulamak
bir komuta merkeziyle geniş bir toplantı yapmak istemesinden kaynaklanıyordu. Biz de hala ulusal safları bir araya getirme çağrılarına devam ediyoruz. Çabalarımız yakın görüşe ve ulusal kaygılara sahip insanları bir araya getirerek bu yönde ilerliyor. Ülkenin çıkarları ve demokratik dönüşümü için safları birleştirme ve ulusu inşa etme çağrısında bulunanlarla müttefikiz” dedi.



Hamas-İsrail anlaşması ‘birkaç gün içinde’ gerçekleşebilir

Refah'ta yıkılmış binaların önünden geçen bir Filistinli (AFP)
Refah'ta yıkılmış binaların önünden geçen bir Filistinli (AFP)
TT

Hamas-İsrail anlaşması ‘birkaç gün içinde’ gerçekleşebilir

Refah'ta yıkılmış binaların önünden geçen bir Filistinli (AFP)
Refah'ta yıkılmış binaların önünden geçen bir Filistinli (AFP)

Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes müzakereleri ve esir takası konusunda bilgi sahibi bir kaynak bugün (Salı) yaptığı açıklamada, iki taraf arasında bir anlaşmaya varılmasının yakın olduğunu ve uygulamayı engelleyen bazı sorunların hızla çözülmesi halinde birkaç gün içinde anlaşmaya varılabileceğini belirtti.

Arabuluculara yakın olan kaynak, Arap Dünyası Haber Ajansı'na (AWP) yaptığı açıklamada, Mısır'ın önerisinin her iki tarafça da kabul edildiğini, ancak sorunun Hamas'ın hangi nitelikteki (yaş, cinsiyet, sağlık durumu vs.) esirleri serbest bırakacağıyla ilgili olduğunu söyledi.

Hamas daha önce aralarında yaşlı, hasta ve kadınların da bulunduğu 20 esir belirleyebildiğini söylerken, İsrail tarafı 35 ila 40 arasında esirin serbest bırakılmasını talep etmişti.

Kaynak, “Bu sorun, üzerinde anlaşmaya varılabilecek ateşkes günlerinin sayısıyla aşılabilir. Zira teklif altı hafta ve Hamas 20'den fazla esiri serbest bırakamazsa ateşkes günleri azaltılabilir” ifadelerini kullandı.

Kaynak, Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona erdiğinin ilan edilmesi yönündeki talebinden henüz vazgeçmediğini, ancak ateşkes dönemi ve anlaşmanın ilk bölümünün uygulanması sırasında bu konuyu görüşmeye hazır olduğunu bildirdi.

Kaynak, Hamas'ın Mısır'ın önerisine yanıtının henüz gelmediğini, ancak bu yanıtın sivillerin kuzey Gazze'ye dönüşü, sayıları ve dönüşlerinin sınırlı olup olmayacağı ve kontroller çerçevesinde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konularına açıklık getirilmesi talebini içermesini beklediğini vurguladı.

Bu arada İsrail, anlaşmada ilerleme kaydedilmesi amacıyla Hamas üzerinde daha fazla baskı kurmak için Refah’a kara operasyonu tehdidini sürdürürken, İsrail Yayın Kurumu bugün, Başbakan Binyamin Netanyahu'nun kara operasyonunu başlatmaktan iki kez geri adım attığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın İsrail Yayın Kurumu’ndan aktardığı haberde, “İsrail'in Gazze'nin güneyindeki operasyonlarına karşı uluslararası baskı artarken ve arabulucuların esirlerin serbest bırakılması için yeni bir anlaşmaya varma girişimleriyle bağlantılı olarak Netanyahu, operasyonun başlaması için iki tarih belirlendikten sonra Refah'taki operasyonu şimdilik durdurmaya karar verdi. Ancak anlaşmaya varma girişimleri başarısız olursa operasyonun yakın gelecekte başlaması bekleniyor” ifadeleri yer aldı.

İsrail Yayın Kurumu’na göre İsrail, müzakerelerde daha fazla esneklik olarak nitelendirdiği durumun bir parçası olarak güçlerini kuzey ve güney Gazze Şeridi'ni ayıran koridordan çekmeyi kabul etti.

İsrail Kanal 12 televizyonu, İsrail'deki siyasetçilerin koridordan çekilmeyi kabul etmesine rağmen, İsrail güvenlik çevrelerinin çekincelerini dile getirdiğini bildirdi. Zira İsrail güvenlik birimleri, Hamas militanlarının Gazze Şeridi'nin kuzeyine geri dönmesinden korktukları için Hamas'ın koridorun açılması talebine çekinceyle yaklaşıyor.

El-Kahire el-İhbariyye televizyon kanalı ise dün gece Hamas heyetinin Mısır'ın başkentinden ayrıldığını ve önerilen ateşkes anlaşmasına yazılı bir yanıtla cevap vereceğini bildirdi.


İsrail'in Refah'a olası kara saldırısına dair notlar

İsrail-Gazze sınırı yakınlarındaki bir yolda kamyonlarla taşınan İsrail zırhlı araçları, 25 Nisan 2024 (AP)
İsrail-Gazze sınırı yakınlarındaki bir yolda kamyonlarla taşınan İsrail zırhlı araçları, 25 Nisan 2024 (AP)
TT

İsrail'in Refah'a olası kara saldırısına dair notlar

İsrail-Gazze sınırı yakınlarındaki bir yolda kamyonlarla taşınan İsrail zırhlı araçları, 25 Nisan 2024 (AP)
İsrail-Gazze sınırı yakınlarındaki bir yolda kamyonlarla taşınan İsrail zırhlı araçları, 25 Nisan 2024 (AP)

Salim er-Reyyis

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savaş Kabinesi bakanlarından Benny Gantz, nisan ayının ikinci yarısında Gazze Şeridi'nin en güneyinde yer alan ve Mısır sınırına komşu olan Refah'a kara saldırısının onaylanmasına ilişkin açıklamalarını yoğunlaştırdılar. Hükümet yetkilileri, İsrail basınında yer alan açıklamalarda, kara saldırısının yaklaştığını ima etmeye çalışırken açıklamalarında ABD’nin tam desteğini almak için onayını almayı istedikleri anlaşılıyordu.

İsrailli yetkililerin açıklamaları çerçevesinde İsrail Yayın Kurumu'na (IBA) bağlı Makan televizyon kanalı, İsrail ordusundaki komutanlardan Refah'taki kara saldırısının, ordunun Gazze Şeridi'nin kuzey, orta ve güney kesimlerindeki diğer şehirlerde ve kamplarda yürüttüğü ve yürütmeye devam ettiği kara operasyonlarından farklı olacağını söylediklerini aktardı.

Refah şehri, 1978 yılında Camp David'de İsrail ile barış anlaşması imzalayan Mısır’ın Gazze Şeridi ile sınırında yer alıyor. Mısır ve İsrail, 2005 yılında Mısır ordusunun Gazze Şeridi ile olan 14 kilometrelik sınır boyunca konuşlandırılmasını öngören ve rolünü belirleyen Philadelphia Koridoru (Selahaddin Koridoru) anlaşması imzalanmıştı. Mısır’dan yapılan birçok açıklamada Refah'ta yapılacak bir kara harekatının iki ülke arasındaki ilişkileri istikrarsızlaştırabileceği uyarısı yapıldı.

ABD yönetimi tarafından son dönemde 7 Ekim 2023'ten bu yana devam eden savaş sırasında İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerinden zorla yerinden edilen bir milyondan fazla Gazzeliye ev sahipliği yapan Refah'a olası bir kara saldırısına karşı olduğu yönünde açıklamalar yapılıyor. Sayıları bir milyonu aşan yerinden edilmiş Gazzelinin yanı sıra Refah’ta Filistin Merkezi İstatistik Bürosu'na (PCBS) göre 400 bin olan şehrin kendi nüfusu da yer alıyor.

İsrail ordusuna ait zanana ve quadcopter model keşif uçakları Refah’ta nisan ayı boyunca, gece gündüz alçak irtifada yoğun uçuşlar gerçekleştirdi.

Bugün 200 günü geride bırakan İsrail’in Gazze’deki savaşının başlamasından bu yana Refah şehri İsrail'in karadan, denizden ve havadan gerçekleştirdiği bombardımanlardan nasibini aldı. İsrail ordusu, Refah'ın doğu sınırındaki onlarca evi topçu bombardımanlarıyla vururken savaş uçaklarıyla şehrin merkezinde ve batısında yüzlerce yerleşim birimini ve tarım arazisini hedef aldı. Hem şehrin sakinleri hem de Refah'a yerinden edilenler olmak üzere yüzlerce Gazzeli öldürüldü. Bu makalenin yazıldığı ana kadar da bombardımanlar durmadı.

Ancak nisan ayı boyunca İsrail'den gelen açıklamaların, özellikle de İsrail Başbakanı Netanyahu'nun tarihini açıklamadan Refah’a kara saldırısının onaylandığı yönündeki açıklamalarının artmasıyla birlikte, İsrail ordusuna ait onlarca zanana ve quadcopter model keşif uçakları Refah’ta gece ve gündüz alçak irtifada uçmaya başladı. Uçaklar, gözetleme, fotoğraflı istihbarat toplama ve Filistinlilerin hareketlerini izleme görevlerini yerine getirdiler.

İsrail, Refah'taki binalara, evlere ve hatta yerinden edilenlerin kurdukları çadırlara yönelik hava saldırını yoğunlaştırırken, hem gece hem de gündüz saatlerinde çok sayıda evi hedef aldı. Bazı evler içlerinde insanlar varken habersizce bombalanırken bazıları İsrail tarafından bir bölge sakinine edilen telefonla tüm bölgeyi ya da bloğu boşaltmaları gerektiğinin söylenmesinin ardından bombalandı. Ancak telefonda boşaltılması istenen bölgedeki hedefin neresi olduğu belirtilmedi.

Savaşın son iki ayında Gazze Şeridi'nin merkezinden ve kuzeyinden, hatta Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus şehrinden ve kuzeydeki Refah'a komşu olan bölgeden karadan saldıran İsrail güçlerinin geri çekilmesiyle birlikte bombardımanlar yoğunlaştı. İran'ın 13 Nisan cumartesi akşamı İsrail'e onlarca insansız hava aracı (İHA) ve füzeyle gerçekleştirdiği saldırının ardından ABD'nin Refah’a kara saldırısıyla ilgili açıklamalarındaki ton yumuşadı.

"Güvenli Bölge"

ABD yönetimi, yerinden edilen bir milyondan fazla Gazzeli için çözüm bulunmadan İsrail'in Refah'a geniş çaplı bir kara saldırısı başlatmasına karşı çıktığı açıklamalarında daha ılımlı ifadeler kullanmaya başladı. İsrail ordusu, daha önce Refah'ın batısındaki el-Mevasi bölgesi ve Han Yunus'un güvenli bölge olarak belirlenmesinin ardından, ‘güvenli bölge’ olduğunu iddia ettiği alanın Gazze Şeridi'nin en güneyindeki el-Mevasi bölgesinden kıyı şeridi boyunca Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’na kadar uzanacak şekilde genişletildiğini duyurdu. IBA’nın 23 Nisan'da aktardığı İsrail hükümetinden gelen açıklamalara göre güvenli bölgenin genişletilmesiyle ABD'nin şartı yerine getirilerek yerinden edilen bir milyondan fazla Gazzelinin bölgeye yerleştirilmesinin yanı sıra geçtiğimiz hafta yüzlerce çadır taşıyan 250'den fazla kamyonun Refah Sınır Kapısı’ndan ve Refah'ın güneydoğusundaki Kerem Şalom Sınır Kapısı’ndan geçişine izin verilmesi hedefleniyor.

İsrail, sivillere yönelik katliamlardan kaçınılması konusunda ne ABD yönetimine ne de Avrupa ülkelerine herhangi bir garanti vermez.

Al Majalla’ya konuşan Filistinli siyasi analist Aziz el-Mısri, uluslararası tarafların İsrail'in yaklaşık bir buçuk milyon Gazzeliye ev sahipliği yapan Refah’a kara harekâtı düzenlemesinden duyduğu korkunun nedeninin İsrail'in Gazze Şeridi'nin kuzeyinde ve Han Yunus’ta olduğu gibi Refah’a saldırması halinde onlarca kanlı katliam yaşanması ihmalinden kaynaklandığını söyledi. Mısri, uluslararası tarafların, özellikle de ABD'nin, İsrail'den sivillerin zarar görmeyeceğine ve katliamlardan kaçınılacağına dair garanti almaya çalıştıklarını ve bunun da uluslararası kamuoyunu harekete geçirebileceğini vurguladı.

İsrail'in Avrupa’daki en yakın müttefiklerinden biri olan Almanya gibi bazı Batı ülkeleri Refah'a kara operasyonuna karşı çıkmaya devam ettiğini söyleyen Mısri, “Birkaç gün önce Netanyahu ve Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock arasında Gazze'deki kıtlık ve katliamlar konusunda birbirlerine bağırma noktasına varan sert görüşmenin de gösterdiği gibi Almanya Gazze'deki kıtlık konusundaki endişelerini basın karşısında açıkça dile getiriyor” ifadelerini kullandı. Bu olaydan önce Almanya, diğer ülkeler tarafından düşmanca bir diplomatik kampanyaya maruz kalmış, Nikaragua ise İsrail'e silah sattığı ve bu silahları toplu katliamlarda kullandığı gerekçesiyle Almanya aleyhine Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) dava açmıştı.

Dfgg
Refah'ta İsrail’in düzenlediği bombardıman sonucunda yıkılan bir binanın kalıntıları arasında yürüyen Filistinliler, 25 Nisan 2024 (AFP)

Aziz el-Mısri’ye göre siyasi ve diplomatik açıdan İsrail'in Refah’a olası kara harekâtına ilişkin İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in tutumları, Almanya’nın tutumuyla benzerlik gösterse de İsrail halen başlangıç olarak ABD yönetiminin desteğini almaya odaklanıyor. Ancak İsrail, özellikle Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in başını çektiği hükümet içindeki aşırı sağın, hükümetin düşmesine ve Başbakan Netanyahu'nun en çok korktuğu şey olan siyaset sahnesinden çekilmesine yol açabilecek hükümetten çekilme tehdidiyle birlikte, Avrupa'nın pozisyonlarını ve muhalefetlerini görmezden gelerek ABD yönetiminin desteğine odaklanmaya devam ediyor. Öte yandan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in başını çektiği İsrail hükümeti içindeki aşırı sağcılar, hükümetin düşmesine ve siyaset sahnesinden silinmesine yol açabilecek şekilde hükümetten çekilme tehdidinde bulunuyor. Başbakan Netanyahu'nun en çok korktuğu şey de bu.

Filistinli siyasi analist, tüm bunlara rağmen İsrail’in ne ABD yönetimine ne de Avrupa ülkelerine Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki, Gazze şehrindeki ve Han Yunus’taki kara harekatı sırasında olduğu gibi sivillere yönelik katliamlardan kaçınma konusunda garanti vermeyeceğinin altını çizdi. Mısri, İsrail’in Refah’a kara saldırısı sırasında halka kaçmaları ve çadırlarını kuracakları güvenli alanlar hazırlamaları için erken uyarı yapılmasını öngören planına rağmen bu konunun İsrail medyasında tartışıldığını ifade etti.

İsrail’in Gazze Şeridi’nde Filistinli direnişçi grupların ve hücrelerin olduğuna dair açıklamalarının ardından, Mısır sınırındaki Refah'a geniş çaplı bir kara saldırısının başlatılması için sıfır saatinin yaklaştığının sinyalini veren bu gelişmelerin yanı sıra Hamas Hareketi’nin ve hareketin askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları’nın liderlerinin Refah'ta saklandığına işaret eden bazı açıklamaların ardından Mısır, Refah’a kara operasyonuna halen karşı çıkıyor. Mısri’ye göre İsrail’in senaryosunda değişikliğe yol açabilir.

Nisan ayının ikinci yarısında tarafların müzakere sürecine ve çözüme ulaşma olasılığına ilişkin açıklamalarında azalma oldu.

En olası ve mantıklı senaryonun, İsrail'in Refah'taki belirli yerleri hedef alan yoğunlaştırılmış ve askeri literatürde ‘cerrahi operasyonlar’ olarak bilinen nokta atışı hassas operasyonların izlendiği bir yönteme başvurması olduğunu söyleyen Mısri, İsrail ordusunun Gazze'nin batısındaki Şifa Hastanesi ve çevresine düzenlediği son operasyonda da bu yöntemi izlediğini belirtti. Zırhlı personel taşıyıcıları ve tanklar, Gazze’nin batı bölgesini ablukaya aldı. Bombardımanlar, çatışmalar ve buldozerle yıkımlar gerçekleşti. Hatta farklı gruplardan ve yaşlardan siviller tutuklandı. Bölgedeki askeri operasyonlar yoğunlaştırıldı. Onlarca Gazzeli sahada infaz edildi ve Şifa Hastanesi’nin bahçesine gömüldü.

Tüm bunların yanı sıra İsrail'in açıklamaları, Katar, Mısır, ABD ve diğer ülkeler tarafından desteklenen İsrail ile Hamas arasında bir esir takası ve ateşkes anlaşmasına varılmasının yanı sıra İsrail ordusunun Gazze’den çekilmesinden sonra yerinden edilenlerin yıkılan evlerine dönmelerine izin verilmesi için aylardır sürdürülen müzakerelerin neredeyse çıkmaza girdiği bir döneme denk geldi. Nisan ayının ikinci yarısında tarafların müzakere sürecine ve tüm tarafları tatmin edecek bir çözüm ve sonuca ulaşma ihtimaline dair açıklamalarında azalma oldu. Bu durum, İsrail’in özelde Refah’ta ve genel olarak ise Gazze Şeridi’ndeki operasyonlarını tamamlayıp genişletebileceğinin en güçlü göstergelerinden biri olabilir.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


ABD’deki üniversite protestolarına kimler ve hangi gruplar katıldı?

Columbia Üniversitesi Rektörü Nimet Minuşe Şefik (AP)
Columbia Üniversitesi Rektörü Nimet Minuşe Şefik (AP)
TT

ABD’deki üniversite protestolarına kimler ve hangi gruplar katıldı?

Columbia Üniversitesi Rektörü Nimet Minuşe Şefik (AP)
Columbia Üniversitesi Rektörü Nimet Minuşe Şefik (AP)

ABD'nin New York şehrinde Columbia Üniversitesi'nde 18 Nisan'da Filistin’i destekleyen 100’den fazla protestocunun polis tarafından gözaltına alınmasından sonraki günlerde, üniversite kampüsünde protestolar yeniden başladı. Kampüste protesto amacıyla çadırlardan oluşan bir dayanışma kampı kuruldu. Bu süre zarfında ise Kaliforniya'dan Massachusetts'e kadar birçok üniversitede yüzlerce protestocu daha gözaltına alındı.

Reuters’ın haberine göre İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin protestolar ve üniversite yöneticileri, öğretim üyeleri, öğrenciler ve siyasetçilerden gelen tepkiler, kampüsleri karıştırırken Amerikan halkını da ikiye böldü.

İşte Filistin yanlısı protestolara katılan bazı önemli isimler ve gruplar:

Öğrenci grupları

Kolombiya Üniversitesi’ndeki protestolar, kendisini 100'den fazla öğrenci grubunun tek çatı altında toplandığı bir ittifak olarak tanımlayan Columbia University Apartheid Divest (CUAD) tarafından organize edildi. 2016 yılında kurulan CUAD, Columbia Üniversitesi'nin silah üreticilerine ve İsrail'in Filistin topraklarını işgalini destekleyen diğer şirketlere yaptığı yatırımların sona ermesi için çeşitli girişimlerde bulunmuş, ancak bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Aralarında Yahudilerin, Müslümanların ve Filistinlilerin de bulunduğu öğrenciler, Hamas Hareketi’nin 7 Ekim'de İsrail'e saldırması ve İsrail'in bu saldırıya Hamas’ın kontrolündeki Gazze Şeridi'ne savaş açarak karşılık vermesinin ardından CUAD’ı harekete geçirirken üniversitenin söz konusu şirketlere yönelik yatırımlarının sonlandırılması taleplerini yinelediler.

Öğrencilerin kampüste kurdukları Gazze Dayanışma Kampı’nda Müslüman ve Yahudi öğrenciler bir arada ibadetlerini gerçekleştirirken öğrencilerden bazıları, İsrail’i ve Siyonizmi kınayan ve silahlı Filistin direnişini öven konuşmalar yaptı.

CUAD'ın baş müzakerecisi Columbia Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Okulu’nda yüksek lisans ikinci sınıf öğrencisi olan Filistinli Mahmud Halil, protesto amaçlı kurulan Gazze Dayanışma Kampı’na insanlarla ve gazetecilerle konuşmak için sık sık uğrasa da kampta kalmıyor. CUAD’ın önde gelen öğrenci grupları arasında Filistin'de Adalet için Öğrenciler (SJP) ve Barış için Yahudilerin Sesi (JVP) adlı kuruluşların Columbia Üniversitesi’ndeki şubeleri de yer alıyor. Yirmi yıl önce Siyonizm ve İsrail işgaline karşı kurulan ABD genelinde şubeleri bulunan bu gruplar, diğer üniversitelerde de protestoların düzenlenmesinde önemli roller üstleniyorlar.

Columbia Üniversitesi, SJP ve JVP’yi kasım ayında üniversitede protesto gösterisi düzenleme kurallarını ihlal eden bir protestonun düzenlenmesine yardımcı oldukları gerekçesiyle üniversiteden uzaklaştırdı. Bunun üzerine öğrenciler, kar amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olan New York Sivil Özgürlükler Birliği'nin (New York Civil Liberties Union/NYCLU) yardımıyla, üniversitenin gerekli prosedürleri takip etmediği ve cezanın orantısız olduğunu gerekçesiyle üniversite yönetimine dava açtı.

Nimet Minuşe Şefik (Nemat Minouche Shafik)

Mısır asıllı Uluslararası İlişkiler ve Kamu İşleri profesörü Nimet Minuşe Şefik, geçtiğimiz temmuz ayında Columbia Üniversitesi'nin rektörlüğüne getirilmişti. Şefik, kampüste antisemitizm iddialarıyla ilgili olarak 17 Nisan'da ABD Temsilciler Meclisi Eğitim ve İşgücü Komitesi önünde ifade vermek üzere çağrıldı. Şefik, ifadesi sırasında ABD’li temsilcilere “Toplumumuzdaki bazı kişilerin değerlerimizle bağdaşmayacak şekilde davranması üzücü” dedi.

sdvfe
Columbia Üniversitesi kampüsünde İsrail'in Gazze'deki savaşını protesto amacıyla kurulan Gazze Dayanışma Kampı’dan bir kare (AFP)

Üniversite rektörü, Temsilciler Meclisi’nde ifade verdikten sonraki gün protesto kampını boşaltmak üzere New York polisinin kampüse girmesine izin verdi. Filistin destekçisi Amerikalı bir grup, söz konusu tutumu nedeniyle üniversite hakkında şikayette bulundu.

ABD Temsilciler Meclisi Eğitim ve İşgücü Komitesi

ABD Temsilciler Meclisi’ndeki Eğitim ve İşgücü Komitesi ve diğer komiteler, Gazze’deki savaşı karşıtı öğrenci protestolarıyla ilgili olarak Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen üyelerinden biri olan Temsilci Elise Stefanik'in kilit rol oynadığı en az dört oturum düzenlediler.

Pennsylvania Üniversitesi Rektörü Liz Magill ve Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay, geçtiğimiz yılın sonlarında Temsilciler Meclisi Eğitim ve İşgücü Komitesi önünde verdikleri ifadeler nedeniyle eleştiri oklarının hedefi olduktan sonra istifa etmişlerdi.

Stefanik'in kampüslerde ‘antisemitizm’ (Yahudi karşıtlığı) olarak nitelendirdiği protesto gösterilerinin, yönettikleri üniversitelerin zorbalık ve tacizle ilgili davranış kurallarını ihlal edip etmediği sorusuna "evet" ya da "hayır" diye yanıt vermeyi reddeden Magill ve Gay, ifade özgürlüğünü koruyarak bir denge kurmak zorunda olduklarını söylediler.

dfvb
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson, Columbia Üniversitesi'ni ziyaretinde konuşurken, 24 Nisan 2024 (EPA)

Komite Başkanı Virginia Foxx, Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçi Başkanı Mike Johnson'a 24 Nisan'da Columbia Üniversitesi’ne yaptığı ziyarette eşlik etti. Foxx, kampüste gazetecilere yaptığı açıklamada, “Columbia Üniversitesi serbest düşüşte” ifadelerini kullandı.

Asna Tabassum

Güney Kaliforniya Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğrencisi olan ve soykırıma karşı direniş alanında da çalışmalar yapan Asna Tabassum, okul birincisi seçilmişti ve mezuniyet töreninde geleneksel olan okul birincisi konuşmasını yapması gerekiyordu. Güney Asyalı bir aileden gelen Müslüman bir genç kız olan Tabassum, Instagram’daki hesabından Filistin yanlısı bir sayfanın linkini paylaştı.

Bunun üzerinde Güney Kaliforniya Üniversitesi 15 Nisan'da güvenlik risklerini gerekçe göstererek Tabassum’un birincilik konuşmasını yapmasına izin vermeyeceğini açıkladı.

zxsdverg
Güney Kaliforniya Üniversitesi'nin Asna Tabassum'un birincilik konuşmasını yapmasını engellemesini protesto etmek için Tabassum'un resmini taşıyan göstericiler (Reuters)

Tabassum ise yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Bu karar beni derinden sarstı, hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü üniversite beni susturmak için bir nefret kampanyası yürütüyor.”

Güney Kaliforniya Üniversitesi, kampüsteki öğrenci protestolarının ardından 25 Nisan'da mezuniyet törenini tamamen iptal etme kararı aldığını duyurdu.


Uluslararası alan ile Ortadoğu'daki tehlikeli göstergeler

Soğuk Savaş sırasında bile Rusya ve ABD gelişigüzel bir şekilde nükleer silah kullanımı ile tehdit etmekten kaçındı (AFP)
Soğuk Savaş sırasında bile Rusya ve ABD gelişigüzel bir şekilde nükleer silah kullanımı ile tehdit etmekten kaçındı (AFP)
TT

Uluslararası alan ile Ortadoğu'daki tehlikeli göstergeler

Soğuk Savaş sırasında bile Rusya ve ABD gelişigüzel bir şekilde nükleer silah kullanımı ile tehdit etmekten kaçındı (AFP)
Soğuk Savaş sırasında bile Rusya ve ABD gelişigüzel bir şekilde nükleer silah kullanımı ile tehdit etmekten kaçındı (AFP)

Nebil Fehmi

“Ne yazık ki bu tehlikeli göstergeler, başkalarıyla siyasi bir arada yaşamanın reddedilmesiyle Orta Doğu'ya kadar uzandı. İsrail tarafının Filistin kimliğini yalnızca siyasi kimlik açısından değil, aynı zamanda toplumsal kimlik açısından da ortadan kaldırmaya yönelik açık girişimleri de bunu yansıtıyor.”

Son aylarda birçok toplantı ve konferansta Ukrayna savaşı, Ortadoğu'daki durum ve Gazze'de tanık olduğumuz soykırım girişimleri çerçevesinde uluslararası sistemin geçirdiği dönüşümler ve istikrarından bahsediliyor. Bu toplantı ve konferanslara bizzat katılım ya da kendisi hakkında bilgi alma yoluyla, yasakların tehlikeli bir şekilde ihlal edildiğini, hem Doğu hem de Batı bloğunda yer alan ülkelerin pozisyonlarında bariz ve tuhaf çelişkiler görüldüğünü takip ediyorum. Bu bende uluslararası sistemin temellerinin ve kurallarının içerik ve biçim açısından asgari düzeyde bile saygı ve ilgi görmediği, şiddetli huzursuzlukların ve ciddi tehlikelerin yaşanacağı bir döneme girdiğimiz hissini uyandırdı.

Uluslararası sistemin Avrupa ve Ortadoğu arenalarının ötesine uzandığına dair kesin inancıma ve her zaman sonuçların genelleştirilmesinden veya tahminlerin abartılmasından kaçınmaya özen göstermeme rağmen, Ukrayna ve Gazze olaylarında yaşanan gelişmelerin, içerisinde son derece tehlikeli ve çalkantılı bir dönemeçte olduğumuzun sinyallerini taşıyor olmasından derin endişe duyuyorum. Bu sinyallerin en önemlilerinden biri, ülkeler arasındaki ilişkilerin seyrinin sıfır toplamlı oyun ve denklemler (zero sum game) olarak adlandırılan, tarafların karşı tarafa karşı tam zafer kazanmaya çalıştığı bir yöne geri dönmesidir.

Rusya, Batı'nın eğilimlerine tepki olarak Ukrayna'yı işgal ederek hata yaptı, süper güç ve ihlalleri kavramına göre hareket etti. Batı, tamamen durmuş olan diplomasi yerine askeri çatışmaya öncelik vererek bir hata yaptı. Nitekim Rusya ile diyaloğa girmeyi, hatta çoğu forumda temsilcileriyle birlikte bulunmayı reddediyor. Her ikisi de Batı-Rusya çatışmasının varoluşsal hale geldiğini düşünüyor. Bu çatışmada Batı, uluslararası toplumda büyük bir ülke olarak Rusya ile bir arada yaşamayı reddediyor ve ona diz çöktürmek, siyasi ve ekonomik olarak orta ölçekli bir ülke rolünü kabul ettirmek istiyor. Diğer tarafta Rusya, Batı'nın tüm hamlelerinin bu hedefe ulaşmaya ve Batı hegemonyasını güvence altına almaya yönelik entegre bir plan çerçevesinde olduğuna inanıyor. Şu anda her bir tarafın diğerine dair bakış açısında açık bir çelişkinin ve diğeriyle birlikte yaşama ve barışçıl siyasi rekabete yönelik azalan arzunun yönettiği bir çatışmanın içinde bulunuyoruz.

Bazıları hemen Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından beri uluslararası ilişkilerin her zaman bir galibi ve bir kaybedeni olduğuna dikkati çekebilirler, ancak bu eksik bir özettir. Soğuk Savaş sırasında bile güç dengesi teorileri, rakip devletlerin ayakta kalmalarına ve onlar ile bir arada var olma varsayımlarına dayanıyordu. Soğuk Savaş Batı bloğunun lehine sonuçlandığında, tanınmış nüfuz alanlarına ve başkalarının çıkarlarına en azından geçici olarak saygı gösterildi. Güç dengesi tamamen Batılı ülkeler lehine ve diğer bloğun aleyhine çökene kadar ve hatta Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra bile bir arada yaşama, en azından resmi olarak devam etti. Nüfuzunun büyük ölçüde azalmasına rağmen, Rusya'ya 1991'de Madrid Barış Konferansı'na ev sahipliği yapması davetinde bulunulması bunun kanıtıdır. Nüfuz alanlarının etrafındaki resmi olmayan bariyerler kaldırılıncaya ve Ukrayna çatışmasının işaretleri hazırlanıncaya kadar, göreceli bir arada yaşama devam etti. Son zamanların en tehlikeli uluslararası göstergelerinden biri de uluslararası ilişkilerde artan militarizasyondur. Bu tehlikeli gösterge, en tehlikeli ve öldürücü silahlar olan nükleer silahlara sahip olmanın ve kullanımının haklı gösterilmesini, sadece caydırıcı bir silah değil, askeri operasyonların gereklerine göre operasyonel olarak kullanılabilecek bir silah olduğu gerekçesinin kullanılmasını, bir tarafın kullanmakla tehdit etmesini, diğerinin ise bu silahları karşı tarafın sınırlarına yakın bir yere konuşlandıracağını söyleyerek karşılık vermesini kapsıyor.

Nükleer silahın Japonya'ya karşı kullanıldığını, nükleer silaha sahip ülkelerin her zaman nükleer silahların askeri çatışma ve savaşlara karşı caydırıcı olduğunu söyleyerek övündüklerini herkes biliyor. Ancak BM'nin kuruluşundan bu yana nükleer alanda yaşanan gelişmeler ve olaylar, sınırlı istisnalar dışında tam tersi yönde oldu. Bu istisnaların en belirgin olanları Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore, İsrail ve İran'ın nükleer programıyla ilgili bazı çekincelerdir.

Soğuk Savaş sırasında bile Rusya ve ABD gelişigüzel bir şekilde nükleer silah kullanımı ile tehdit etmekten kaçındı. Stratejik silahların sınırlandırılması için çeşitli müzakereler yapıldı ve hatta nükleer silaha sahip devletler 3 Haziran 2022'de bir bildiri yayınlayarak "nükleer savaştan kaçınmanın ve stratejik riskleri azaltmanın en önemli sorumlulukları arasında olduğunu" teyit ettiler. "Nükleer bir savaş kazanılamaz ve bundan kaçınılmalıdır" diye eklediler.

Ne var ki, şimdi artık nükleer silahların meşru müdafaa için meşru bir araç olarak kullanılması tehdidi tekrarlanıyor. Bu konudaki konuşmalar, söz konusu silahların kullanılmasına karşı en iyi caydırıcının "karşılıklı imha tehlikesi" olduğu yönündeki yarı çılgın teorilerin ötesine geçiyor. Ukrayna savaşı bağlamında, Rusya'ya ve uluslararası sahnede önemli bir ülke olarak konumuna yönelik artan tehditler karşısında, taktiksel nükleer silah kullanma olasılığına defalarca atıf yapıldı. Rusya’nın Sözcüsü son olarak ülkesinin Polonya'da konuşlandırılacak her türlü NATO nükleer silahını hedef alacağını belirtti.

Ne yazık ki bu tehlikeli göstergeler, başkalarıyla siyasi bir arada yaşamanın reddedilmesiyle Orta Doğu'ya kadar uzandı. İsrail tarafının Filistin kimliğini yalnızca siyasi kimlik açısından değil, aynı zamanda toplumsal kimlik açısından da ortadan kaldırmaya yönelik açık girişimleri de bunu yansıtıyor. Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesi, Batı Şeria'daki İsrail yerleşim yerlerinin genişlemesi, İsrailli yetkililerin Filistinlileri zorla göç ettirmenin daha iyi olacağına ilişkin birçok açıklaması, yerleşimcilerin yerleşim yerlerinin gelecekte Gazze'ye doğru genişletilmesine yönelik arzularını dile getirmelerinin yanı sıra Batı Şeria'da yaşananlar yoluyla İsrail, toplumsal ve siyasi Filistin kimliğini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Buradaki amaç, ne Filistinlilerle müzakerelerde müzakerelerin gidişatını İsrail'in lehine çevirmek ne de sadece İsrail’in yanında bir Filistin devleti kurulması fikrini ortadan kaldırmak değil. Aksine, İsrail bağımsız veya işgal altındaki Filistin toplumuyla bir arada yaşamayı kabul etmediği için Filistin kimliğini tamamen yok etmeyi ve Filistin kişiliğini silmeyi amaçlıyor.

Bölge aynı zamanda nükleer silahların ve modern teknolojilerin kullanılması, nükleer silahlara sahip olunmasının meşrulaştırılması, bunların nükleer veya diğer öldürücü silahlara sahip olmayan toplumların aleyhine, güçlü tarafın kayıplarını sınırlamak için operasyonel olarak askeri denkleme dahil edilmesi tehdidinde de bir artışa tanık oluyor. Bu bağlamda İsrailli yetkililerin Gazze'de taktik nükleer silah kullanılması yönünde aleni ve açık çağrılarını duyduk. Eski Doğu Bloğu ülkelerinde bile bazı uzmanların, İsrail'in nükleer güce sahip olmasının etkili ve yararlı bir caydırıcı olduğunu, İsrail'i Hizbullah, Suriye ve İran’dan gelebilecek tehlikeli saldırılara karşı güvence altına alan bir savunma olduğunu açıkça iddia etmesi şaşırtıcı olabilir. Nitekim geçtiğimiz günlerde katıldığım toplantılardan birinde bu iddiayı bizzat duyarak şaşırdım ve şu yorumu yaptım; bu tehlikeli öneri, nükleer silah sahibi olmayan ülkelere karşı nükleer silah kullanılabileceğini üstü kapalı olarak kabul etmekte, ülkeleri bu silahları kullanmaya teşvik etmekte, tüm sonuçları ile birlikte nükleer silahların yayılması için ilave bir motivasyon oluşturmaktadır.

Bu satırları, uluslararası alanda ve Ortadoğu'da durumun uçurumun eşiğine geldiğine ve çok tehlikeli olduğuna dair endişe verici bir uyarıyla bitiriyorum.


Hamas: İsrail'in ateşkes teklifine olumlu yaklaşıyoruz

Ateşkes görüşmeleri sürerken İsrail ordusu, yaklaşık 1,5 milyon sivilin sığındığı Mısır sınırındaki Refah'ı bombalamaya devam ediyor (Reuters)
Ateşkes görüşmeleri sürerken İsrail ordusu, yaklaşık 1,5 milyon sivilin sığındığı Mısır sınırındaki Refah'ı bombalamaya devam ediyor (Reuters)
TT

Hamas: İsrail'in ateşkes teklifine olumlu yaklaşıyoruz

Ateşkes görüşmeleri sürerken İsrail ordusu, yaklaşık 1,5 milyon sivilin sığındığı Mısır sınırındaki Refah'ı bombalamaya devam ediyor (Reuters)
Ateşkes görüşmeleri sürerken İsrail ordusu, yaklaşık 1,5 milyon sivilin sığındığı Mısır sınırındaki Refah'ı bombalamaya devam ediyor (Reuters)

Hamas, İsrail'in sunduğu ateşkes anlaşmasının ana hatlarına olumlu yaklaştıklarını bildirdi.

Kimliğinin paylaşılmasını istemeyen Hamas yetkilisi, Fransız haber ajansı AFP'ye ateşkes anlaşması taslağında "büyük bir sorun görmediklerini" söyledi. 

"İsrail yeni bir engel çıkarmadığı sürece mevcut atmosfer olumlu" diyen yetkili, son anlaşma taslağının detaylarına ilişkin bilgi paylaşmadı.

Hamas yetkililerinin, Mısır'ın başkenti Kahire'de İsrailli heyetle bugün bir araya gelerek son teklifle ilgili görüşme yapması bekleniyor.

Diğer yandan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bugün Suudi Arabistan'da temaslarda bulunacak. Blinken, yarın sonlanacak ziyaretinde ateşkes anlaşmasına, esirlerin serbest bırakılmasına ve Gazze'ye yönelik insani yardım çalışmalarının artırılmasına dair görüşmeler düzenleyecek. 

ABD, Katar ve Mısır arabuluculuğunda aylardır yürütülen ateşkes anlaşması çalışmalarında henüz somut bir sonuç elde edilemedi. İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz, cumartesi günkü açıklamasında Hamas'ın anlaşmayı kabul etmesi halinde Refah'a kara operasyonunu askıya alacaklarını belirtmişti.

Gazze'deki Sivil Savunma Kurumu'nun açıkladığı rakamlara göre İsrail ordusunun dün Refah'a düzenlediği hava saldırılarında aralarında çocukların da yer aldığı en az 22 kişi öldürüldü. ABD yönetimi Refah'a kara harekatına karşı çıktıklarını defalarca bildirmişti.

Başka bir Hamas yetkilisi, AFP'ye geçen hafta “kalıcı bir ateşkesi, yerinden edilmiş kişilerin serbestçe geri dönmesini, esir takası için makul şartları ve Gazze kuşatmasını sonlandırmayı garanti eden" bir anlaşmaya sıcak bakacaklarını söylemişti. 

ABD'nin önde gelen gazetecilik kuruluşlarından Axios, kimliğinin paylaşılmasını istemeyen İsrailli yetkililere dayandırdığı 27 Nisan'daki haberinde, Tel Aviv'in anlaşma taslağında "Gazze'de sürdürülebilir bir ateşkesin sağlanmasına" odaklandığını aktarmıştı.

Haberde, Mısırlı istihbaratçıların cuma günü İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), iç güvenlik teşkilatı Şin Bet ve ulusal istihbarat ajansı Mossad'dan yetkililerle görüştüğü bildirilmişti. Burada hazırlanan anlaşma taslağının aynı gün Hamas'a iletildiği ifade edilmişti.

24 Kasım'da sağlanan ve bir hafta süren ateşkeste 81 İsrailli ve 240 Filistinli esir karşılıklı serbest bırakılmıştı. IDF'nin verilerine göre Hamas'ın elinde halen yaklaşık 130 rehine var. İsrail ordusu, bunlardan 34'ünün öldüğünü doğrulamıştı. 

Independent Türkçe, Guardian, AFP, Axios, Times of Israel


Lübnan: Fransa'nın teklifi, BM'nin 1701 sayılı kararını uygulamaya koyacak bir çerçeve oluşturuyor

Berri, Fransa Dışişleri Bakanı'na İsrail'in Lübnan topraklarındaki hedef noktalarını gösteren bir harita sundu (AFP)
Berri, Fransa Dışişleri Bakanı'na İsrail'in Lübnan topraklarındaki hedef noktalarını gösteren bir harita sundu (AFP)
TT

Lübnan: Fransa'nın teklifi, BM'nin 1701 sayılı kararını uygulamaya koyacak bir çerçeve oluşturuyor

Berri, Fransa Dışişleri Bakanı'na İsrail'in Lübnan topraklarındaki hedef noktalarını gösteren bir harita sundu (AFP)
Berri, Fransa Dışişleri Bakanı'na İsrail'in Lübnan topraklarındaki hedef noktalarını gösteren bir harita sundu (AFP)

Lübnan Başbakanı Necib Mikati, Fransa'nın, İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmaların sona ermesi için sunduğu teklifin, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararını uygulamaya koyacak bir çerçeve oluşturduğunu belirtti.

Başbakanlıktan yapılan yazılı açıklamaya göre, Mikati, ülkeyi ziyaret eden Fransa Dışişleri Bakanı Stephane Sejourne ile Beyrut'ta bir araya geldi.

Görüşmede, Fransa'nın, Lübnan'ın güneyinde sükunetin sağlanması ve Gazze'deki savaşın durması için yürüttüğü çalışmalar ele alındı.

Mikati görüşmede, Sejourne'nin "Hizbullah birliklerinin İsrail sınırından on kilometre çekilmesini ve Tel Aviv'in Güney Lübnan'daki saldırılarını durdurmasını öneren" teklifinin, BMGK'nin 1701 sayılı kararını hayata geçirecek bir çerçeve sunduğunu ifade etti.

Mikati ayrıca, Lübnan'ın söz konusu kararı tam anlamıyla uygulamaya kararlı olduğunu ve İsrail'den de buna uymasını ve ülkenin güneyine yönelik saldırıları durdurmasını istediklerini kaydetti.

Sejourne ise Beyrut ziyaretinin bitiminde Fransa Büyükelçiliğinde düzenlediği basın toplantısında Hizbullah-İsrail çatışmalarına atfen "Kriz çok uzadı. Tüm tarafları itidalli olmaya çağırıyoruz ve Lübnan'daki en kötü senaryo olan savaşı reddediyoruz." dedi.

İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmanın genişlemesinin hiç kimseye faydası olmadığını ve 1701 sayılı kararın uygulanması gerektiğini kaydeden Sejourne, Lübnan ordusunu desteklemeye devam edeceklerini dile getirdi.

BM Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararı, İsrail'in Mavi Hat'tın gerisine çekilmesini ve bu hat ile Lübnan'daki Litani Nehri arasındaki bölgenin silahsızlandırılmasını, burada sadece Lübnan ordusu ve Birlemiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü'ne (UNIFIL) ait silah ve askeri araç-gerecin bulundurulmasını öngörüyor.

Ancak Lübnan'ın güneyindeki Litani Nehri ve İsrail ile sınır olarak belirlenen Mavi Hat arasındaki neredeyse tüm bölgeler 2000 yılından bu yana Hizbullah'ın güçlü askeri nüfuzu altında.


Kassam Tugayları: Güney Lübnan'dan İsrail’deki bir askeri karargâh hedef alındı

İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları sonrası bölgenin üzerinde yükselen dumanlar (Arşiv - AFP)
İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları sonrası bölgenin üzerinde yükselen dumanlar (Arşiv - AFP)
TT

Kassam Tugayları: Güney Lübnan'dan İsrail’deki bir askeri karargâh hedef alındı

İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları sonrası bölgenin üzerinde yükselen dumanlar (Arşiv - AFP)
İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları sonrası bölgenin üzerinde yükselen dumanlar (Arşiv - AFP)

Hamas Hareketi’nin askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları, bugün (Pazartesi), İsrail'in kuzeyindeki bir askeri karargâha füzeli saldırı düzenlediğini duyurdu. İsrail ordusundan yapılan açıklamada ise kuzeyde sirenlerin çaldığı belirtildi.

Kassam Tugayları tarafından yazılı olarak yapılan açıklamaya göre Güney Lübnan'dan yoğun füze ateşiyle İsrail'in kuzeyindeki 769’uncu Doğu Tugayı'nın Gaybur Kampı'ndaki karargâhı vuruldu.

İsrail ordusu ile Hizbullah ve Lübnan'daki silahlı Filistinli örgütler arasındaki sınır ötesi saldırılar, 7 Ekim'de Gazze Şeridi'nde patlak veren savaşın ardından neredeyse her gün tekrarlanıyor.


Tahran, Şam'a borcunu geri ödemesi için baskı yapmak için yaptırım uyguluyor

Şam'da bir yol üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin fotoğraflarını yer aldığı bir afiş, Mayıs 2023 (Getty Images)
Şam'da bir yol üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin fotoğraflarını yer aldığı bir afiş, Mayıs 2023 (Getty Images)
TT

Tahran, Şam'a borcunu geri ödemesi için baskı yapmak için yaptırım uyguluyor

Şam'da bir yol üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin fotoğraflarını yer aldığı bir afiş, Mayıs 2023 (Getty Images)
Şam'da bir yol üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin fotoğraflarını yer aldığı bir afiş, Mayıs 2023 (Getty Images)

Şam'daki kaynaklar, Tahran'ın Suriye hükümetine, 50 milyar dolarlık borcunu geri ödemesi de dahil olmak üzere iki ülke arasında imzalanan anlaşmaların uygulanması için baskı yaptığını söylediler. Kaynaklar, özellikle İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin geçtiğimiz mayıs ayında Şam'a yaptığı ziyaret sırasında, iki ülke arasında imzalanan Stratejik İşbirliği Mutabakat Zaptı’nın yanı sıra borçların geri ödenmesi için imzalanan diğer anlaşmaların hayata geçirilmesi gerektiğinin vurgulanmasının ardından Tahran’ın Şam’a baskı yapmaya başladığını belirttiler.

Şam’da Şarku’l Avsat’a konuşan bir ekonomi uzmanı, “Savaş yıllarında tüm sektörleri etkileyen büyük yıkım nedeniyle hükümet bölgelerinde üretim neredeyse yok denecek kadar azaldı. Ardından hükümetin kaynakları büyük oranda eksildi. Hükümet, müttefiki Rusya'nın Ukrayna'daki savaşla meşgul olmasının ardından daha çok İran'a bel bağlamış durumda” ifadelerini kullandı.

Tahran’ın Suriye hükümetinin kontrolü altındaki bölgelerinde yaşanan ekonomik çöküşten ‘faydalandığını’ söyleyen uzman, İran’ın ülkedeki baş yatırımcı olmak istediğini belirtti. Suriyeli uzman, Arap ülkelerinin ve diğer ülkelerin Suriye'ye yatırım yapmaktan kaçınmasıyla Şam’ın başta petrol, doğalgaz ve temel gıda maddeleri olmak üzere birçok kalemde tek tedarikçi olan Tahran'ın baskısına boyun eğmek zorunda kaldığını vurguladı.


Abbas: Refah felaketini sadece ABD durdurabilir

Filistin lideri Abbas, Riyad'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nun özel toplantısına katıldı (Reuters)
Filistin lideri Abbas, Riyad'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nun özel toplantısına katıldı (Reuters)
TT

Abbas: Refah felaketini sadece ABD durdurabilir

Filistin lideri Abbas, Riyad'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nun özel toplantısına katıldı (Reuters)
Filistin lideri Abbas, Riyad'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nun özel toplantısına katıldı (Reuters)

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Gazze'deki durumun kötüleşmesini durdurması için ABD’yi harekete geçirmeye çalıştı. Abbas, İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah şehrine olası bir saldırısının yaratacağı felaketi durdurabilecek tek ülkenin ABD olduğunu söyledi.

Riyad’da dün (Pazar) düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nun (WEF) özel toplantısında konuşan Abbas, Refah’a kara saldırısının gerçekleşmesi halinde bunun ‘Filistin halkının tarihindeki en büyük felaket’ olacağı uyarısında bulunarak, “ABD’ye İsrail'den Refah’a kara saldırısını gerçekleştirmemesini istemesi çağrısında bulunuyoruz. Çünkü İsrail'in bu suçu işlemesini engelleyebilecek tek ülke ABD’dir” ifadelerini kullandı.

Öte yandan aynı toplantıya katılan Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, Filistinlilere haklarının verilmesinin herkese istikrar, güvenlik ve barış getirecek tek çözüm olduğunu söyledi. Bin Ferhan, bazıları tarafından öne sürülen ‘yarım’ olarak nitelendirdiği çözümleri ise reddetti. Gazze'deki durumu kelimenin tam anlamıyla ‘felaket’ olarak nitelendiren Suudi Bakan, mevcut siyasi sistemin bu krizle başa çıkmada başarısız olduğunu belirtti.

Diğer taraftan Mısır, İsrail ile Hamas Hareketi arasında ‘geçici bir ateşkes’ sağlanması ve esir takası anlaşmasına varılması için çabalarını yoğunlaştırırken, Hamas'tan bir heyet bugün Kahire'yi ziyaret edecek. Hamas, ziyaret sırasında ateşkes ile ilgili önerilere yanıt verecek. Şarku’l Avsat’ın ulaştığı Hamas kaynakları, hareketi,n ateşkes önerilerine yanıtını heyetinin bugün Kahire'ye yapacağı ziyaret sırasında bildirmeyi planladığını aktardılar.

İsrail hükümeti UCM kararından endişeli

Bir başka gelişmede ise İsrail Yayın Kurumu (IBC) dün, İsrail hükümetinin Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM), İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşı nedeniyle Başbakan Binyamin Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi hakkında tutuklama emri çıkarması ihtimalini endişeyle izlediğini bildirdi.


Deyrizor'da gerilim ve güvenlik eksikliği gün geçtikçe artıyor

Geçtiğimiz eylül ayında SDG ile Arap aşiretleri arasında çatışmaların yaşandığı Suriye'nin doğusundaki Deyrizor şehrinin kırsal bölgesinde yer alan eş-Şahil semtinin giriş noktası (EPA)
Geçtiğimiz eylül ayında SDG ile Arap aşiretleri arasında çatışmaların yaşandığı Suriye'nin doğusundaki Deyrizor şehrinin kırsal bölgesinde yer alan eş-Şahil semtinin giriş noktası (EPA)
TT

Deyrizor'da gerilim ve güvenlik eksikliği gün geçtikçe artıyor

Geçtiğimiz eylül ayında SDG ile Arap aşiretleri arasında çatışmaların yaşandığı Suriye'nin doğusundaki Deyrizor şehrinin kırsal bölgesinde yer alan eş-Şahil semtinin giriş noktası (EPA)
Geçtiğimiz eylül ayında SDG ile Arap aşiretleri arasında çatışmaların yaşandığı Suriye'nin doğusundaki Deyrizor şehrinin kırsal bölgesinde yer alan eş-Şahil semtinin giriş noktası (EPA)

Suriye'nin doğusunda bulunan Deyrizor ilinde Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolünde olan bölgelerde tansiyon yükselmeye devam ediyor. Şam rejimine yakın yerli milisler geçtiğimiz haftadan bu yana saldırılarını sürdürürken, ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon güçlerinin, Deyrizor'un doğu kırsalında yer alan el-Ömer Petrol Sahası’daki askeri üs bölgesinde SDG ile ortak askeri tatbikat yaptığı bildirildi.

Deyrizor’daki yerel kaynaklar, iki gün önce bir SDG komutanına suikast düzenlemek isteyen DEAŞ terör örgütü üyeleri tarafından evinin önünde yanlışla vurulan bir gencin, aldığı yaralar nedeniyle dün Deyrizor kırsalının doğusundaki el-Cerzi köyünde hayatını kaybettiğini bildirdiler.

Deyrizor Medyası’nın aktardığına göre Irak’taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) cumartesi günü Irak'tan Şam'ın güneyindeki Seyyide Zeynep bölgesine giderken, Deyrizor’un doğusundaki el-Meyadin çölünde kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırıya uğradı. Saldırıda iki Haşdi Şabi komutanı öldü.

Öte yandan Aşiretler Ordusu (Ceyş'ül Aşair), cumartesiyi pazara bağlayan gece, Fırat Nehri kıyısındaki Ziban kasabasında SDG mevzilerini, Deyrizor'un doğusunda Fırat Nehri'nin diğer kıyısında Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelerden hedef aldı.

FDER
Uluslararası Koalisyon güçleri SDG ile birlikte Suriye'nin kuzeydoğusunda bulunan üslerdeki varlığını güçlendiriyor (X platformu)

Naher Media adlı yerel haber sitesi, dün gece Deyrizor’un kuzeyindeki el-Hüseyin semtinde askeri karakola çevrilen bir okula düzenlenen silahlı saldırıda, SDG’nin rütbeli üyelerinden bazılarının öldüğünü, bazılarının da yaralandığını aktardı.

Şarku’l Avsat’ın yerel basından elde ettiği bilgilere göre cumartesi gecesi Deyrizor'un doğu kırsalında kimliği belirsiz kişilerce askeri bir araca düzenlenen silahlı saldırıda, İran destekli bir milis grubun üç üyesi öldürüldü. Olaydan iki gün önce de Deyrizor'un doğu kırsalındaki el-Meyadin ilçesinde Suriye Askeri Güvenlik Şubesi ve polisin düzenlediği ortak devriye araçlarına düzenlenen silahlı saldırıda, Suriye hükümetinin güvenlik güçlerinden ikisi ölmüş, bazıları ise yaralanmıştı. SDG, saldırının ardından el-Meyadin'de sekiz kişiyi tutukladı. SDG eş zamanlı olarak Deyrizor'un doğu kırsalında DEAŞ üyesi olduklarından şüphelenilen bazı kişileri de tutukladı.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) dün yayınladığı bir raporda, yerli milislerin SDG kontrolündeki bölgelere düzenlediği saldırıların ‘Hizbullah ve İran destekli milisler tarafından yönlendirildiğini’ ve ‘bölgenin güvenliğini ve istikrarını bozmayı amaçladığını’ belirtti. SOHR, saldırıların Deyrizor'un batı kırsalındaki bölgelere konuşlandırılan Suriye Ulusal Savunma Güçleri’nin (USG) Firas el-Ceham'ın emriyle Aşiretler Ordusu’na katılmasının ardından, SDG’nin Deyrizor'un doğu ve batı kırsalındaki askeri mevzilerine yönelik operasyonlar düzenleme konusunda gücünün arttığına dikkat çekti.

RGTHYJ
ABD'nin Suriye sınırı yakınlarındaki el-Kaim ilçesine düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı hasarı inceleyen bir Haşdi Şabi üyesi (AFP)

‘Firas el-Iraki’ olarak da bilinen Firas el-Ceham, Suriye hükümeti güçlerine destek olmak için kurulan USG’nin komutanlığını yapıyor. Akidat aşiretinin lideri İbrahim el-Hafıl, geçtiğimiz ekim ayında Arap Aşiretleri Ordusu'na bağlı bir askeri komutanlık kurduğunu açıkladığında, SDG ile anlaşmayı reddeden Suriye'nin doğusundaki Arap aşiretlerinin yanında olduğunu duyurdu.

Deyrizor Radyosu’nun haberine göre Firas el-Ceham yaklaşık bir hafta önce Deyrizor kırsalında aylık 500 bin Suriye lirasına varan maaşlarla USG’nin kurulduğunu duyurdu. Deyrizor Radyosu bu adımın, aylardır maaşlarını alamadıkları, herhangi bir çatı altında olmadıklarından diğer milislerin kötü muamelesine maruz kaldıkları ve Suriye hükümet güçleri ile İran destekli güçler tarafından el-Meyadin çölünde zaman zaman gerçekleştirilen tarama operasyonlarında canlı kalkan haline getirildikleri için SDG'nin kontrolündeki bölgelere kaçan milislerin, kırsal kesimde bıraktıkları açığı kapatmak için atıldığını belirtti.

FBRGTG
Deyrizor'da İran destekli bir grup milis (SOHR - Arşiv)

SOHR, USG üyelerinin Aşiretler Ordusu’na katılmasından sonra 19 Nisan'dan bu yana SDG’nin Deyrizor'daki askeri mevzilerine 14 saldırı düzenlendiğini bildirdi.

Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) Suriye İnsani Yardım Koordinatörü Adam Abdelmoula, cumartesi günü yaptığı açıklamada, Suriye'nin kuzeydoğusunda şiddet olaylarının tırmanması nedeniyle Deyrizor'daki insani yardım çalışmalarının askıya alındığını duyurdu. Deyrizor'un doğu kesiminde son dönemde artan şiddet olaylarını derin bir endişeyle takip ettiğini söyleyen Abdelmoula, bölgeden baskın ve tutuklama haberleri geldiğini, bunun ‘endişe verici’ olduğunu söyledi. BM Suriye İnsani Yardım Koordinatörü, saldırıların Suriye'de zaten kötü olan durumu daha da karmaşık hale getirebileceği ve insani yardımların ulaştırılmasını sekteye uğratabileceği uyarısında bulundu.