İran’da Biden ile ilişkiler konusunda fikir ayrılıkları yaşanıyor

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi. (ICANA Haber Ajansı)
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi. (ICANA Haber Ajansı)
TT

İran’da Biden ile ilişkiler konusunda fikir ayrılıkları yaşanıyor

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi. (ICANA Haber Ajansı)
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi. (ICANA Haber Ajansı)

İran, ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve gelmesinden bir gün sonra Washington ve Tahran arasındaki olası müzakerelere yönelik yeni fikir ayrılıklarına sahne oldu. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, hükümetinin nükleer anlaşmada kalmaya yönelik çabalarını eleştirenlere “diplomasinin ekonomi üzerindeki etkisine” ve ulusal fonu iflastan kurtarmasına işaret ederek yanıt vermeyi seçti. İran Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi de müzakerelerin ülkesinin sorunlarını çözmek için yeterli olmayacağını belirterek “gücün artırılması” ve yeni kanun çerçevesinde İran’ın dini liderinin emirlerinin uygulanmasını talep etti.
Hükümetini eleştirenleri “ağzı bozuk” olarak nitelendiren Hasan Ruhani, el-Ahvaz bölgesindeki bir petrol rafinerisinin açılışı sırasında video konferans üzerinden yaptığı konuşmada dış politikanın rolünü savundu:
“Dış politikamız ve 2015’teki nükleer anlaşma olmasaydı bu büyük projelerin açılışı için fon bulamazdık. Petrolümüzü satabildiğimiz 2015, 2016 ve 2017 yıllarında ulusal fonun durumu iyileşti. Açıklamak istemiyorum ancak ağzı bozuk ve bilgisizlerin dış siyasetin ve diplomasinin ekonomi, üretim ve bunun ileri sıçramasında ne kadar büyük bir rol oynadığını bilmesini istiyorum.
Ruahni bu sözlerle nükleer anlaşmanın ülkesinin petrol tesislerini geliştirmesi için ekipman temin etmesine yardımcı olduğuna dikkat çekti.
Hükümet yetkilileri, ülkenin güneybatısındaki doğalgaz rafinerisinin "dünyada üçüncü, Ortadoğu’nun da en büyük örneği olduğunu” aktardılar.
İran Cumhurbaşkanı, “ekonomik diplomasinin” rolünün yanı sıra Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) dış operasyonlarından sorumlu olan Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin üzerinden sadece üç hafta geçmişken müzakere masasına oturmaya çalışmasından dolayı meclisten aldığı iki uyarıya üstü kapalı olarak atıfta bulundu. Bakanın bu sefer Parlamento’daki milletvekiller ile yaşadığı çatışmalar, Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın emriyle Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’in konvoyunun Irak’ta hedef alındığı ABD saldırısından birkaç gün önce, “Bergman” isminde İsrailli bir subayla görüşmekle suçlanmasına kadar vardı.
İran Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi “Ülkenin sorunlarının müzakere ile çözüleceğini düşünenler yanılıyorlar. Herhangi bir alanda canla başla çalıştığımızda düşman geri adım atıp umutsuzluğa kapılacaktır” dedi.
Hamaney’den sonra ülkenin lideri olarak gösterilen isimlerden biri olan Reisi, DMO kuvvetleri ve İran ordusunun yıllık gerçekleştirdiği tatbikatlara övgüde bulundu. Tatbikatlar sürpriz bir şekilde İran’ın nükleer anlaşmanın şartlarına uymaya geri dönmesi durumunda ülkesini nükleer anlaşmaya tekrar dahil etmeye ve yaptırımları kaldırmaya açık olduğunu ifade eden ABD Başkanı Joe Biden’ın başkanlık koltuğuna geçmesi ile aynı zamana denk geldi.
Reisi “İran’ın düşmanlarının dayattığı yaptırımlar genelde nükleer ve askeri alanları hedef aldı” ifadelerini kullandığı açıklamasında İran’ın “bölgedeki en güçlü ülke haline geldiğini” öne sürerek yaptırımları “etkisiz hale getirmek” için her alanda “güçlenmenin” gerekli olduğunu vurguladı.
Reisi İran Dini Lideri Ali Hamaney’in “yaptırımların kaldırılmasını beklemek yerine etkisizleştirilmesinin önemi” hakkında yaptığı açıklamaları esas aldı. Reisi “ABD’lileri ve Avrupalıları hayal kırıklığına uğratacak ve yaptırımları etkisizleştirecek şey dini liderin emirlerinin uygulanmasının gerekli olduğunu göstermek için Parlamento Kanunu kararının uygulanmasıdır” dedi.
İran Parlamentosu geçtiğimiz ay Biden yönetimine yaptırımları kaldırması ve Trump’ın Tahran’ın davranışlarını düzeltmesi amacıyla onayladığı “azami baskı” stratejisini terk etmesine yönelik bir baskı hamlesiyle nükleer yükümlülükleri ihlal etme yolunda yeni adımlar atılmasına olanak sağlayacak şekilde hükümeti bağlayan bir kanun çıkarmıştı. Söz konusu karar uyarınca İran uranyum zenginleştirme oranını yüzde 20’ye çıkardı ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (UAEA) metal uranyum üretiminde ilerleme kaydettiği hakkında bir bilgilendirme yapmadan önce, bir yıl içinde 2 bin santrifüj cihazı çalıştırmaya hazırlanmak üzere Fordo ve Natanz yeraltı tesislerinde yeni bölümler açmaya başladı.
Yeni kanun UAEA ekiplerinin sınır dışı edilmesini öngörüyor. Ancak Tahran geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklama ile bunun Nükleer Silahların Yayılmasının Önlemesi Anlaşması’nın (NPT) dışına çıkmak olarak sayılacağı için UAEA ekiplerini sınır dışı etmeyeceğini duyurdu. Yime de UAEA’ya “Kapsamlı Güvence Denetimi Anlaşmaları” ile ilgili iş birliği seviyesini düşüreceğini bildirdi. İran Parlamentosu’ndaki “Nükleer Komite” Başkanı, UAEA müfettişlerinin İran topraklarından sınır dışı edilmek yerine kendilerine ülkeye girmek için vize verilmeyeceğine dair imada bulundu.
Avrupa ülkeleri, Tahran’ın uranyum üretmek için araştırma yapma hamlesini ağır bir şekilde eleştirerek bunun yeni ABD yönetiminin diplomasisi üzerindeki etkilerine ve nükleer anlaşmayı “tehlikeli bir dönemece” sokacağına dair uyarıda bulundular.
Reformist çizgideki İtimad Gazetesi, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ile yapılan bir röportajdan “promo” (tanıtım) yayınladı. Zarif’in röportajda nükleer anlaşmayı savunmak için Hamaney’in açıklamalarını esas aldığı görüldü.
Zarif de “Dini lider, (nükleer anlaşma planının) bir test olduğunu ve başarılı olursa diğer alanlara girebileceğini söyledi. ABD ile diyaloga girmenin bedelini ödedim” ifadesini kullandı.
Zarif Dışişleri Bakanı olarak görevini devralmasının üzerinden geçen sekiz yıl boyunca dış siyasetin oluşturulmasına “0-100” arasında puanlamada ne oranda katkısı olduğuna ilişkin bir soruya payının “sıfır” olduğu cevabını verdi. “Nükleer anlaşmanın politikalarını belirlemede daha büyük bir rolüm vardı. Bölgesel politikaların belirlenmesinde ise rolüm sınırlıydı” dedi. Zarif ayrıca kendisini ABD ile “daimi düşmanlıktan” uzak tuttuğunu ve bu alandaki açıklamalarından da sorumlu olduğunu söyledi.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.