Güçlü devletler

Başkent Washington’daki Beyaz Saray (AFP)
Başkent Washington’daki Beyaz Saray (AFP)
TT

Güçlü devletler

Başkent Washington’daki Beyaz Saray (AFP)
Başkent Washington’daki Beyaz Saray (AFP)

Nebil Fehmi- Mısır eski Dışişleri Bakanı
Çok kutuplu bir çağda, ulusal kurumların maddi yetenekleri, sağlamlığı ve bölgesel ve uluslararası etkileşime girme istekleri gözden kaçırılamaz.
Birkaç hafta önce oradaki uzun deneyimlerim ve Trump ile Biden’ın siyasi yönelimleri ve aralarındaki siyasi söylem farklılıklarını takibime dayanarak ABD’ye on mesaj içeren bir makale kaleme aldım. Söz konusu mesajlar, dünyanın en güçlü ülkesinin 21’inci yüzyılda ne yapması gerektiğine dair bir Ortadoğulu Arap’ın vizyonunu ve beklentilerini ifade ediyordu.
ABD’yi sevenler ve nefret edenler arasında, ortalama 10-20 yıl boyunca uluslararası arenada büyük bir nüfuza sahip olmaya devam edeceği konusunda genel bir fikir birliği olduğunu düşünüyorum. Ancak güç merkezlerinin, iki veya tek kutuplu sistem pahasına çoğalmasıyla birlikte uluslararası siyasi denklem şu an daha hızlı bir şekilde olmak üzere sürekli değişim gösteriyor. Bu da bizi, özellikle uluslararası siyasi toplum, önceki dönemlere hâkim olan geleneksel büyük gücü çeken ‘evrensel veya küresel’ benzerleri lehine sorunlara ve çatışmalara ‘uyum sağlama’ eğiliminde olduğundan, çok sayıda seçenek ve alternatif edinmek amacıyla birçok ülke ile ilişkileri sürdürerek geleceği farklı ve derinlemesine planlamaya zorluyor. Burada şu sorunun sorulması gerekiyor; Bir sonraki güç kim olacak ve adımlarımızda kime ve hangi temelde öncelik vermeliyiz?
Orta ve küçük ülkelerin önceliğinin bölgesel hesapları ve özellikle de komşularına verilmesi gerektiğine şiddetle inanıyorum. Çünkü onlara en yakın olanlar ve savaş, barış ve varoluşsal zorluklarda taraf olmaları en muhtemel olanlar da komşularıdır. Çıkarlarımızı güvence altına almak ve tehlikelerle yüzleşmek için Arap dünyasından bahsederken çok ısrar ettiğim şey budur.  Örneğin, Mısır’ın bölgesel önceliği Araplar, Afrika ve Ortadoğu, Cezayir’in önceliği Araplar, Afrika ve Avrupa, Suudi Arabistan’ın önceliği Araplar, Körfez ve Asya olmalı.
Bununla birlikte, küreselleşme çağı bizi değerlendirme ve öncelikler alanını genişletmeye de zorluyor. Bununla tutarlı olarak siyasi analistler arasında öngörülebilir gelecekte en büyük veya en etkili gücü belirlemek için bir yarışa tanık oluyoruz. Zaman zaman askeri güç kriterine temel bir unsur olarak ağırlık verirken bazen de güç ve potansiyel ekonomik zenginliğe odaklanmayı tercih ediyorlar. Bu çalışmalar ve araştırmalar, ABD ve Çin'in dünyanın en güçlü ülkeleri olduğu sonucuna vardı. Askeri ve ekonomik standartlara göre öyle de kalacaklar. Rusya askeri olarak üçüncü sırada yer alırken ekonomik açıdan dokuzuncu sıraya yerleşti.  Önünde ise Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, Brezilya ve İtalya bulunuyor.
 Bu listelerdeki ekonomik kritere göre ilk on ülkeden sekizinin piyasa ekonomisi ülkeleri olması dikkat çekicidir. Askeri kriterlere göre de en güçlü dört devletin askeri çatışmaların yaşandığı ülkeler olması da ilgi uyandırıyor. Buna ek olarak geniş sınırlara sahip ve zaman zaman gerilimler yaşanan Hindistan, askeri ve ekonomik listelerde ilk 10’da yer alan tek gelişmekte olan ülke oldu.
Bu tahminlerin doğruluk düzeyine rağmen birçok araştırma ve kullanılan kriterleri gözden geçirdikten sonra geleceğe bakışımızı ve geleceğin gücü ve kimin üzerine bahis oynadığı hakkındaki kararımızı netleştirirken, bunların önemine ve onları gözden kaçırmama gerekliliğine ilişkin bazı ek kriterleri not etmeyi önemli buldum.
Birinci olarak; iletişim teknolojisi ve uzaktan yönlendirmeye sahip olanların yanısıra askeri yetenek, devletlerin gücünü, özellikle güçlü bir proaktif unsur olarak bilgiyi elde etme veya etkileme alanındaki gelişmiş teknolojik yetenekleri değerlendirmede önemli bir kriter olarak kalacak. Bu, güçlü bir caydırıcılık yaratır ve aynı zamanda silahı kullanan devlet için riskleri ve ulusal kayıpların boyutunu azaltır. Son 30 yılda süper güçler ve diğerlerinin Kuveyt’in kurtuluşuna ve nihayet Suriye'deki İran'ın taktik hedeflerine karşı bu teknolojiye artan ilgisine tanık oldu. Bu teknoloji, Orta Doğu ve Asya'da kitlesel yıkıma yol açan silahların tehlikeleri hakkındaki devam eden tartışmalarda da gündeme geldi. Kuzey Kore'nin bu alandaki yeteneklerini geliştirmesinin ABD'nin müttefiklerinin öfkesini uyandırdığı ve birçok ülkede uzaydan yararlanma programlarının büyümesi, çeşitliliğinin de askeri kurumların vizyonu için geleceğe doğru küresel düzeyde önemli sonuçları olduğu unutulmamalıdır. Her şeye rağmen kara askeri yetenekleri, özellikle karadaki sahaların kontrolü açısından önemini korumaya devam edecektir.
İkincisi, devlet ekonomisi, devletin gücünün değerlendirilmesinde önemli bir yere sahiptir. Belki de Sovyetler Birliği'nin dağılması, askeri ve güvenlik sisteminin muazzamlığına rağmen ekonomik yönden zayıf olması bu devasa askeri yapıyı taşıyamayıp devletin ve kurumlarının çökmesine bir örnek teşkil etti.
Üçüncüsü, askeri ve ekonomik gücün yanı sıra oldukça önemli bir unsur daha var ki bu da devletin ulusal kurumlarının gücü ve sağlamlığı. Çünkü askeri veya ekonomik anlamda kuvvetin mevcudiyeti bir gerçeği dayatır ve hırs, rekabet ve zorluklar yaratır. Ayrıca zor yönetim kararları, kurumların mevcudiyeti ile güçlü ve entegre bir siyasi sistemi gerektirir. Dışarıdan, bazen de içeriden tehdit edilmeyen bir devlet yoktur. Sovyetler Birliği, egemen güvenlik kurumları, birçok kanadını kaybettikten sonra Rusya gibi minyatür ve farklı bir formda geri dönmeden önce küçüldü ve parçalandı. Amerikan kurumları, son başkanlık seçimlerinin sona ermesinden sonra benzersiz bir meydan okumayla karşılaştı. Bu, ABD Savunma Bakanı'nın askeri düzenin seçim çatışmasına karışmayacağını ve kararını sivil kurumlara bırakacağını açıklamasına neden oldu. Bölgemizde Tunus, Libya, Mısır ve Yemen'deki Arap devrimleri farklı deneyimlere, aşamalara ve sonuçlara şahit oldu. Bazı ülkeler kurumlarının parçalanmasıyla çöktü. Askeri kurumlar bazen tarafsız bir rol üstlenip devletin kimliğinin tehdit edildiği durumlarda koruyucu rol üstlenerek devletin varlığını koruyup, ulusal istikrarın yeniden sağlanma hızına katkıda bulundu.
Dördüncü olarak devletin, kurumları ve kamuoyuyla birlikte, nüfuzunu genişletmek, çıkarlarını ve ulusal güvenliğini korumak için ekonomik, askeri ve siyasi gücünü sınırları dışında kullanmaya ne ölçüde hazır olduğu. Bu, gelişimi etkileme, kontrol etme ve teşvik etme veya zorlukları ve güvenlik risklerini ele alma ve belirli politik yönelimleri tanımlama bağlamındaydı. İkinci Dünya Savaşı'nda galip gelen ülkelerin Birleşmiş Milletler (BM) siyasi sistemindeki mevcut uluslararası sistemin kurumlarını ve Breton Woods, Dünya Bankası, Para Fonu veya Dünya Ticaret Örgütü, Atlantik İttifakı ve eski rakibi Varşova Paktı gibi kurumları oluşturduğunu biliyoruz. Aynısı Arap Birliği ve bölgesel düzeydeki Afrika Birliği için de geçerlidir. Bölgesel öncü ülkeler, bölgesel işbirliği yoluyla çıkarlarını korumak ve sürdürmek için kalkınmalarında ana rol oynadılar.
Tüm bunların sonucu, özellikle çok kutuplu bir çağda geleceğe bakıldığında, devletlerin maddi yeteneklerinin, güçlerini değerlendirmede önemli bir rol oynadıkları için göz ardı edilemeyeceğidir. Ancak en büyük dikkati ulusal kurumların gücüne, devletin kararlılığına, kalkınma, siyaset, güvenlik ve istikrar alanlarında bölgesel ve uluslararası etkileşime girmeye hazır olup olmadığına vermek gerekir. Çünkü güçlü ülkenin en güvenilir ve doğru değerlendirmesi; ister uluslararası ister bölgesel düzeyde gelecekte onunla işbirliği yapmanın tercih edilip edilmeyeceğidir.



İran, Husiler ve İsrail: Washington karşısındaki üçlü ittifak

ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
TT

İran, Husiler ve İsrail: Washington karşısındaki üçlü ittifak

ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump (AFP)

Hüda Rauf

İran ile ABD arasındaki müzakereler, her iki müzakereci ve arabulucu tarafın iyimser ve olumlu açıklamalarıyla ilerleyen üç turdan sonra durdu. Dördüncü turun ertelenmesi, ABD-İran arasında geçici veya kalıcı bir anlaşmaya varılma şansı konusunda soru işaretlerine yol açtı.

Donald Trump'ın göreve gelmesinden bu yana tüm göstergeler, hem İran hem de Amerikan tarafının bir anlaşma imzalamaya hazır ve niyetli olduğuna işaret etse de, şimdilik görüşmelerin üçüncü turda durmasının -ama bu geçici ve yakında dördüncü turla devam edecek gibi görünüyor- her bir tarafın istediği şeyin teknik ayrıntılarından ibaret olmayan başka nedenleri de vardı. Nitekim Washington'daki bazı taraflar İran'ın nükleer programının tamamen ortadan kaldırılmasından bahsederken, diğerleri ise sıfır zenginleştirmeden bahsediyor ve İran her ikisini de reddediyor.

Trump yönetiminin İran ile müzakerelerdeki temsilcisi Steve Witkoff, Tahran'ın uranyumu yüzde 3.67 oranında zenginleştirme hakkı olduğunu söylese de, ertesi gün İran'ın uranyum zenginleştirmemesi gerektiğini açıkladı. Ardından Dışişleri Bakanı Marco Rubio, İran'ın uranyum zenginleştiren tek nükleer olmayan ülke olmak istediğini söyledi.

Öte yandan İran'ın yüzde 3.67 oranında uranyum zenginleştirme imkânına sahip olması durumunda bu oranın barışçıl amaçlarla uyumlu olmadığı belirtiliyor. Zira birkaç hafta içinde yüzde 20, sonra yüzde 60 ve en sonunda da yüzde 90 zenginleştirme oranına ulaşabilir ki bu da silah üretmek için gereken oran.

Her iki taraftan gelen belirsiz açıklamalara rağmen İran ve Washington'un çok yakında bir anlaşmaya varma noktasında olduğu kesin. Ancak görüşmelerdeki duraklamanın bölgesel bir başka gelişmeyle bağlantılı olduğu anlaşılıyor. İran'da Recai Limanı’nda ağır kayıplara yol açan ve etkileri halen devam eden bir patlama meydana gelirken, Husilerin İsrail hedeflerine yönelik saldırısı gerçekleşti. Husilere ait bir insansız hava aracı İsrail'deki enerji merkezini çevreleyen köprünün yakınına düşerek geniş çaplı bir hasara yol açtı. İsrail güvenlik birimlerinin yaptığı değerlendirmelerde, Husilerin Ben Gurion Havalimanı'na yeni tip bir füze fırlattığı belirtiliyor. Saldırı üzerine İsrail, İran’ı hedef alma ve eleştirme bahanesi bulma fırsatını kaçırmayarak, Tahran’ı Husi saldırısının arkasında olmakla suçladı.

İran'ın yıllardır Husilere askeri, mali ve lojistik destek sağladığı biliniyor. Ancak İsrail, bu olayı İran'ı eleştirmek ve Washington ile yürüttüğü müzakereler kapsamında ona baskı yapmak için kullandı. Öte yandan İran da Husi saldırılarını, Washington'u Kızıldeniz'deki saldırıları durdurmaları için Husileri etkileme gücüne sahip olduğuna ikna etmek amacıyla kullanıyor ve bu, İran'ın bilinen meseleleri birbirine bağlama politikasıyla örtüşüyor.

Daha sonra üçüncü tur görüşmelerin ardından müzakereler durdu, ama dördüncü tur görüşmeler yakın. Trump da Husiler ile Kızıldeniz'de ABD gemilerine yönelik saldırıların durdurulması ve ABD’nin Yemen'deki Husilere yönelik saldırılarının durması konusunda anlaşmaya vardıklarını duyurdu.

Bilhassa saldırılardan zarar gören Mısır ve Suudi Arabistan gibi Kızıldeniz'e kıyısı olan bölge ülkeleri olduğu için, iki taraf arasındaki saldırıların durması, bölgede sükunetin sağlanması ve gerginliğin azalması için olumlu bir gösterge. Suudi Arabistan, Yemen'de gerginliğin azaltılması ve Yemen krizinin barışçıl bir şekilde çözülmesi amacıyla bu anlaşmaya mutlaka destek verecektir. Ancak anlaşma diğer yandan, Trump'ın övünebileceği herhangi bir başarı elde etmek isteyen Washington'a baskı yaparak, İran ve İsrail'in çıkarları doğrultusunda birbirlerini nasıl kullandıklarını da ortaya koydu.

Kaldı ki Washington ile Husiler arasındaki anlaşmaya ilişkin soru işaretleri de gündemde; anlaşma Trump'ın bölge ziyareti bitene kadar geçici mi olacak, yoksa devam mı edecek? Yemenli isyancılar sadece İsrail gemilerine saldırmaya devam ederse ne olacak? Bu durum İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının durmasına yol açacak mı? Tüm bunlar önümüzdeki ziyaretten sonra cevapları daha da netleşebilecek sorular.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre İran, İsrail ve Husiler, mevcut süreçte çıkarlarını korumak için Amerikan rolünü kullanmayı, ondan faydalanmayı başardılar. Ancak gelişmeler henüz şekillenme aşamasında ve bunların kısa sürede çökecek geçici düzenlemelerle mi yoksa daha uzun süre devam edecek düzenlemelerle mi sonuçlanacağı belirsiz.