Türkiye’nin politikasındaki değişimin boyutları ve potansiyel beklentileri

Türkiye ile Mısır heyetleri arasında Kahire'de yapılan görüşmeden bir kare
Türkiye ile Mısır heyetleri arasında Kahire'de yapılan görüşmeden bir kare
TT

Türkiye’nin politikasındaki değişimin boyutları ve potansiyel beklentileri

Türkiye ile Mısır heyetleri arasında Kahire'de yapılan görüşmeden bir kare
Türkiye ile Mısır heyetleri arasında Kahire'de yapılan görüşmeden bir kare

Türk dış politikasında ‘Mısır’dan doğuya doğru ilerleme, Avrupa ile bozulan ilişkileri onarmaya çalışmak için Batı’ya doğru yönelme ve aynı zamanda Demokrat Başkan Joe Biden yönetimi altındaki ABD’nin tavrının sertliğini kırma arayışına uzanan’ son değişimler, Ankara’nın çoklu, eşzamanlı ve düzenli rotasyonlarının nedenleri hakkında sorulara neden oluyor.
Durum şu ki Ankara, sözde ‘Arap Baharı’ olaylarından sonra Ortadoğu politikalarının yol açtığı anlaşmazlıkları aşmaya çalışıyor. Bu politikanın yüzü, ‘komşu ülkelerle sıfır sorun’ teorisinin hakim olduğu 2011 öncesi dönemdeki yumuşak yaklaşımdan ‘Suriye ve Libya’da askeri olarak yerelleşerek ve kuzey Irak’taki askeri varlığı genişleterek, bölge ülkelerinin işlerine doğrudan müdahaleye ve yayılmacılığa’ çevrildi. Bölgedeki büyük güçleri düşmanlaştırmaktan bahsetmeye gerek yok.
2011 yılında yaşanan olayların Türkçe okuması ve Ankara’nın ‘bu olayların yönlendirilmesinin, Büyük Ortadoğu projesi kapsamında ABD ile daha önce yaptığı bir anlaşmaya dayanarak’ kendi elinde olduğuna olan inancı, yarı izolasyona yol açtı.
Türkiye’nin tarihinde daha önce yaşamamış olabileceği bu izolasyon, ‘komşu ülkelerle sıfır sorun’ politikasının ‘sıfır ilişkiler’ veya ‘komşuluğun olmadığı sorunlar’ haline dönüşmesiyle, iktidar partisi tarafından yıllarca ‘değerli izolasyon’ ifadesiyle güzelleştirilmeye çalışıldı. Bununla birlikte eksenlerde ve ittifaklardaki sürekli değişime dayalı taktiksel dış politika ısrarı, diğer bölgesel ve uluslararası faktörlerle birlikte, Türkiye’yi nihayet gerçeklerin farklı olduğunu kabul etmeye itti. Dolayısıyla Ankara, Doğu ve Batı ile ilişkilerde dağılmış kartları aynı anda toplamaya çalışmaya başladı.

Avrupa’ya mesaj
2020 yılı sonlanmadan önce Türkiye’nin dış politikası, yatıştırma yönünde bir değişikliğe ve birçok ülke ile ilişkilerin onarılması çabasına tanık oldu. Türk yetkililer, bölge ülkeleri, Avrupa ve ABD ile ilişkileri geliştirmek, anlaşmazlıkları ve sorunları çözmek istediklerini belirten olumlu açıklamalarda bulundu. Geçetiğimiz Kasım ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, anlaşmazlıkları hızlı bir şekilde çözmek için bölgedeki tüm ülkelerle uzlaşı ve diplomatik kanal kapılarının ardına kadar açılması çağrısında bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kimseye karşı gizli veya açık önyargımız, husumetimiz, karanlık hesabımız yoktur. Tüm samimiyetimizle herkesi istikrar, güvenlik, adalet ve saygı çerçevesinde yeni bir aşama inşa etmek için birlikte çalışmaya çağırıyoruz” ifadelerini kullandı.
Aralık ayındaki Avrupa zirvesinden sonra Ankara, Erdoğan’ın “Avrupa Türkiye’nin geleceğidir" ifadeleri de dahil, Avrupa ile yeni bir sayfa açma, aralarındaki anlaşmazlık sayfasını kapatma ve gerginliği sona erdirme arzusuyla ilgili bir dizi açıklama yaptı. Ancak Brüksel, bunu ‘sadece sözle değil, sahada eylemler gösterme’ çağrısı yaparak yanıtladı. Ankara’nın, petrol ve doğalgaz arama meselesi ve buradaki faaliyetleri nedeniyle Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile olan gerginliği sona erdirmesini şart koştu. Türkiye bu eylemleri durdurarak cevap vermiş olsa da Avrupalı liderler, hala Ankara’ya karşı temkinli. Bu nedenle liderler, 25 Mart’ta yaptıkları zirvede ‘Türkiye’nin davranışının ve Doğu Akdeniz’deki gerginliği sona erdirme konusundaki kararlılığının boyutunu takip etme’ ve ardından gelecek Haziran ayında yapılması planlanan bir sonraki zirvede durumu yeniden değerlendirme kararı aldı.
Son dört ay boyunca Ankara, Avrupalıları yaklaşımını değiştirme ciddiyetine ikna etmeye çalıştı. Göç ve mülteciler meselesiyle ilgili kazanımlara dair taahhütler aldı ve iki taraf arasında 1995 yılında imzalanan gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi için müzakereler yeniden başlatıldı. Ancak Erdoğan’ın 20 Mart’ta ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak bilinen ‘Kadının Korunması ve Aile İçi Şiddete Karşı Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekilme kararı ve Avrupa’nın Türkiye’deki insan hakları durumundan tatmin olmaması gibi yeni endişelere neden olan sorunlar var.

Doğuya dönüş
Öte yandan Joe Biden’in ABD Başkanı olarak seçilmesi, Türkiye’ye ‘dış politikasını değiştirmesi ‘için yeni bir baskı oluşturdu. Öyle ki Demokrat Başkan, Erdoğan’a, politikalarına, demokrasi ve insan hakları meselelerine karşı katı tavırlar benimsedi. Ankara’yı bölgesel çevresindeki sorunlarına ve anlaşmazlıklarına son vermeyi ciddi olarak düşünmeye sevk eden şey de bu oldu. Nitekim, Mısır ile ilişkilerde yeni bir sayfa açılmasıyla ilgili mesajlar yayınlandı. Hem Suudi Arabistan Krallığı hem de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ilişkilerdeki çıkmazdan kurtulma girişimleri başlatıldı. Bu durum üç ülkenin (Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn), geçen Ocak ayında Suudi Arabistan’ın ev sahipliğindeki ‘El-Ula zirvesinde’ Katar ile uzlaşmasına yatırım olarak geldi. Türkiye, 2013 yılında ‘Müslüman Kardeşler’ iktidarının devrilmesinden bu yana 8 yıldır ilişkilerinin bozuk olduğu Mısır ile yola çıkmayı seçti. İlişkiler, özellikle de Türkiye’nin Müslüman Kardeşler mensuplarını barındırması ve Mısır’a, cumhurbaşkanına ve hükümetine sözlü saldırılarda bulunmak için kullanılan medya platformlarına ev sahipliği yapmasıyla daha da kötüleşmişti. Bu durum, Doğu Akdeniz bölgesindeki Türk çıkarlarına ciddi zararlar verdi. Türkiye, bu bölgede Batı ve bölgesel bir abluka ve enerji denkleminden dışlanma ile karşı karşıya kaldı, ‘Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na dahil edilmesi reddedildi.

Kanallar açma
Son üç yıldır Mısır ile ilişkilerin önemi konusunda yapılan Türk açıklamalarına rağmen bu açıklamalar, geçen Mart ayına kadar fiili eylem düzeyine yükselmemişti. Mısır ile ilişkileri onarmak için ciddi bir yaklaşımın netleşmesi sonrasında Türkiye, Riyad ve Abu Dabi ile de ilişkileri normalleştirmek için diplomatik kanallar açmaya ve İsrail ile ilişkilerde ivmeyi yeniden tesis etmeye yönelik adımlar atmaya ve temaslara başladı.
Geçtiğimiz Çarşamba ve Perşembe günleri, Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal başkanlığındaki bir Türk diplomatik heyeti, Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı Hamdi Sanad Loza ile görüşmek üzere 8 yıl sonra ilk kez Mısır’ın başkenti Kahire’yi ziyaret etti. Ankara’daki kaynaklar, Türk diplomatın hedefinin, Mısır ile ilişkileri normalleştirmek olduğunu belirtti. Öte yandan Kahire, ziyaretin çerçevesini iki ülke arasındaki ilişkilerin ikili düzeyde ve bölgesel bağlamda normalleşmesine katkı sağlayabilecek gerekli adımlar hakkında ‘keşif görüşmeleri’ olarak tanımladı.
Bu adım, Türkiye’den Mısır hakkında bir dizi dostluk açıklaması yapılması sonrasında gelişti. Ayrıca Erdoğan da 12 Mart’ta Türkiye’nin Mısır ile ekonomi, diplomasi ve istihbarat alanlarında iş birliğinin devam ettiği ve bununla ilgili bir sorun olmadığı yönünde açıklamada bulunmuştu. Gidişata göre bu gelişmeler, temasların daha yüksek düzeylere çıkacağına işaret ediyor.
Bu durumu, Türk yetkililerin Türkiye’de faaliyet gösteren Müslüman Kardeşler’e bağlı kanallara Mısır, Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve hükümete sözlü saldırılarını durdurmaları ve Mısır’ın iç işlerine müdahaleden kaçınmaları için talimatlar vermesi izledi. Ayrıca örgütün liderlerine, Mısır’a dokunan radikal açıklamalar yapmamaları konusunda uyarılar yapıldı. Ankara’nın ilişkilerin normalleşmesi için hiçbir ön koşulun bulunmadığını belirtmesiyle birlikte Mısır, ilişkilerin iyileştirilmesini Ankara’nın uluslararası hukuk ilkelerine bağlılığına ve Mısır ile Arap ülkelerinin içişlerine karışmaktan kaçınmasına bağladı.
Bir hatırlatma olarak Kahire ile Ankara arasındaki ilişkiler, Erdoğan’ın müttefiki ve Müslüman Kardeşler örgütü üyesi merhum Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevden alınmasından bu yana kötüye gitti. Daha sonra Türkiye’nin Mısır destekli Libya Ulusal Ordusu güçlerine karşı savaşmak için Suriye’den binlerce paralı askeri Libya’ya göndermesinin ardından, Mısır ve Türk orduları arasında askeri bir çatışma alanı haline gelen Libya krizi başta olmak üzere çeşitli sorunların zemininde iki taraf arasındaki gerginlik tırmandı.
Aslında Türkiye tarafından yıllarca süren düşmanlıktan sonra Mısır ile ilişkileri normalleştirmek, Ankara açısından daha geniş bir dönüşümün parçası. İki bölgesel güç arasındaki ilişkilerin normalleşmesi Ortadoğu’da yankı uyandırabilir. İki taraf, olayların gidişatını farklı gerginlik noktalarında etkilemeye çalışırken, Doğu Akdeniz bölgesinde enerji konusundaki tartışmanın da zıt uçlarında duruyorlar.
Mursi’nin devrilmesi ve Akdeniz’deki çatışmaların yanı sıra Kahire ve Ankara arasında yeniden güven tesis edilmesinin büyük ölçüde zor bir süreç olacağını savunan gözlemciler de var. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, Arap Birliği’nin ‘Suriye, Irak ve Libya’daki Türk askeri müdahalelerini kategorik olarak reddettiğini’ ifade ettiğini belirtti. Diyaloğun sınırlı olduğunu söyleyen Mısırlı Bakan, “Normal diplomatik çerçeve dışında temas yok. Türkiye’den gerçek eylemler ve Mısır’ın hedef ve politikalarıyla uyumlu hedeflerle karşılaşırsak bu zemin, Türkiye ile ilişkileri normalleştirmek için uygun olacaktır” açıklaması yaptı. Bu arada Ankara, Mısır’la normalleşme adımlarını hızlandırmaya çalışıyor. Öyle ki geçen ay Parlamentolar Arası Dostluk Komitesi’ni yeniden oluşturdu, iki dışişleri bakanı yardımcısının görüşmesinin ‘iki ülkeye iki büyükelçi atanması için bir anlaşma ve iki dışişleri bakanı arasında iletişim düzeyini yükseltmek için yakın bir görüşme’ ile sonuçlanmasını umduğunu dile getirdi.

Körfez’e doğru hareket
Öte yandan Ankara, Mısır ile ilişkileri normalleştirmek için fiili adımlar atmaya başlarken, 2013’ten beri ilişkilerinin gergin olduğu hem Suudi Arabistan hem de BAE’ye karşı dostane açıklamalar yaptı. Bilindiği üzere son dönemde diplomatik kanallar ve yeni bir sayfa açmak için üst düzey temaslara tanık olundu.
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ülkesinin Riyad ile ilişkilerini geliştirmeyi istediğini açıkladı. Daha önce de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Suudi Arabistan’la da ilişkilerimizin düzelmemesi için hiçbir sebep yok bize göre. Onlar olumlu adım atarsa biz de olumlu adım atarız. Aynı şey BAE için de geçerli” açıklamasında bulunmuştu.
Nitekim Çavuşoğlu, geçtiğimiz günlerde Ramazan’ın gelişini kutlamak için BAE’li mevkidaşı Abdullah bin Zayed ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Temas, iki ülke arasındaki ilişkilerde uzun süredir yaşanan soğukluk ve Ankara’nın BAE’nin 15 Temmuz 2016’da Türkiye’deki başarısız darbe girişimini desteklediği yönündeki suçlamalarının ardından gelişti.

Ve İsrail’e mesaj
Türkiye ayrıca, İsrail ile ilişkilerini normale döndürmeye çalışıyor. Geçtiğimiz Aralık ayında Erdoğan, “İsrail ile ilişkilerimizi daha iyi bir noktaya getirmek istiyoruz” dedi. Şubat ayında İsrail, Türkiye konusunda uzman Irit Lillian’ı Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı olarak atadı. Adım, Erdoğan’a ve ilişkileri normalleştirme amaçlı Türk mesaj ve girişimlerine Tel Aviv’den önemli bir yanıt olarak nitelendiriliyor.
Bu hususta Hamas Hareketi liderlerinin Türkiye’deki varlığı ve Türkiye’nin bu harekete verdiği destek, ilişkilerin normalleşmesi önünde bir engel olmaya devam ediyor. Bu durum da İsrail’i Türk girişimleri konusunda sessiz kalmaya itiyor. Ayrıca İsrail, Ankara’nın, İstanbul’daki Hamas Hareketinin askeri kanadını kapatmadan ilişkilerin normalleşmeyeceğini belirtti.
Dahası, Türkiye- İsrail ilişkileri birtakım gerginliklere tanık oldu. Mayıs 2010 sonunda İsrail güvenlik güçlerinin 9 Türk sivil aktivisti öldürdüğü ve varış noktası Gazze olan ‘Mavi Marmara’ gemisi krizinin patlak vermesinin ardından Türkiye, bu eylemi ‘devlet terörü’ olarak nitelendirmiş ve daha sonra büyükelçisini İsrail’den geri çağırmıştı. Ancak Haziran 2016’da iki taraf yeni bir anlaşmaya vardı ve yıl sonuna kadar yeni atanan büyükelçiler hem Ankara hem de Tel Aviv’deki görevlerine başladı.
Ancak Aralık 2017’de ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıkladığında gerginlik yeniden tırmandı. Trump’ın kararının ardından tepki olarak patlak veren Filistin protestolarında 52 kişi öldürülmüştü. Bu noktada Türkiye, Tel Aviv’deki büyükelçisini tekrar geri çekti ve İsrail de Ankara’daki büyükelçisini geri çağırdı. O günden bu yana iki ülke, ilişkilerini maslahatgüzar düzeyinde sürdürdü.
Türkiye’nin bir zamanlar, herkesin düşman olarak gördüğü İsrail’le iyi ilişkiler içinde olan tek İslam ülkesi olduğunu belirtmekte fayda var. Ancak İsrail’in Arap bölgesindeki diğer ülkelerle ilişkilerini normalleştirmesi ile Türkiye ile ilişkilerin çekiciliği azaldı.

Dönüşümün nedenleri
Türkiye’nin dış politikasını değiştirmeye ve bölge ülkeleriyle sakinleşmeye yönelik ‘sürpriz’ hamlesinin nedenleri sorusunda dönersek analistler, bu değişimin pek çok nedeni olduğunu belirtiyor. Analistlere göre bu nedenlerin başında ‘Biden’in ABD’de iktidara gelmesi, Erdoğan’a ve politikalarına karşı sert bir yaklaşım benimsemesiyle Ankara üzerinde oluşan baskı’ yer alıyor. Türkiye’nin 2018’den bu yana çözüm bulamadığı, yabancı yatırımcıların kaçışıyla yaşadığı ağır ekonomik kriz de bu nedenlerden biri. Bir de tabi ki Erdoğan’ın, 2023 yazında yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden önceki son üç yılda ciddi şekilde sarsılan popülaritesini kurtarma arayışı var. Türk siyasi arenasının göstergeleri, seçimlerin Erdoğan ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için hiç de kolay olmayacağını doğruluyor.
Bu bağlamda bazı analistler, Türk dış politikasında ve söylem dilindeki değişimin ve Erdoğan’ın katı söyleminden uzaklaşmasının, ‘neo-Osmanlıcılık’ olarak tanıkladıkları politikasının eski stratejik hedeflerine dokunmadan bir manevra ve üslup değişikliği olabileceğine inanıyor.
Eski Türk diplomat Sinan Ülgen’e göre ‘dış politikanın başarısını değerlendirmenin tek yolu, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını daha iyi korumasına ve daha sürdürülebilir ekonomik büyüme sağlamasına yardımcı olup olmadığı konusudur ve bu iki kritere göre çok fazla başarı elde edilememiştir’. Ancak siyasi analist Atilla Yeşilada, Erdoğan’ın bu yıl popülaritesini geri kazanmak için bir şeyler yapmaya ihtiyacı olduğunu belirtti. Yeşilada, “Toplumsal huzursuzluk, erken seçimler veya Erdoğan başında bulunduğu AK Parti’deki bölünmeler, bunların hepsi doğrulanabilir olasılıklardır” ifadelerini kullandı.

 


Beyaz Saray yakınlarındaki saldırıyı gerçekleştiren Rahmanullah Lakanwal kimdir?

Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunu hedef alan silahlı saldırının gerçekleştiği yerde bekleyen kolluk kuvvetleri (EPA)
Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunu hedef alan silahlı saldırının gerçekleştiği yerde bekleyen kolluk kuvvetleri (EPA)
TT

Beyaz Saray yakınlarındaki saldırıyı gerçekleştiren Rahmanullah Lakanwal kimdir?

Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunu hedef alan silahlı saldırının gerçekleştiği yerde bekleyen kolluk kuvvetleri (EPA)
Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunu hedef alan silahlı saldırının gerçekleştiği yerde bekleyen kolluk kuvvetleri (EPA)

Aralarında AP’nin de bulunduğu Amerikan medya kuruluşları, Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunun vurulmasıyla ilgili olarak aranan şüphelinin Rahmanullah Lakanwal adlı, Eylül 2021’de ABD’ye giriş yapan Afgan kökenli bir kişi olduğunu bildirdi.

ABD güvenlik güçleri, dün Beyaz Saray’dan birkaç sokak ötede iki askere ateş açtığından şüphelenilen kişiyi kısa süre içinde gözaltına aldı. ABD Başkanı Donald Trump, şüpheliyi ‘hayvan’ olarak nitelendirdi.

Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardığına göre saldırı, Beyaz Saray’ın kuzeybatısında, bir metro istasyonu yakınlarında meydana geldi. Olayın ardından kimliği henüz açıklanmayan iki Ulusal Muhafız görevlisinin vurulduğu bildirildi.

Rahmanullah Lakanwal kimdir?

New York Post’un emniyet kaynaklarına dayandırdığı habere göre, saldırganın 29 yaşındaki Afgan vatandaşı Rahmanullah Lakanwal olduğu belirtildi.

Lakanwal’ın 2021 yılında ABD güçlerinin Afganistan’dan çekilmesi sırasında ülkeye giriş yaptığı ifade edildi.

Olayla ilgili güvenlik kaynakları, şüphelinin metro istasyonu yakınında pusuya yattığını ve saat 14.15 sularında önce bir askerin göğsüne ve başına ateş ederek saldırdığını aktardı. Ardından ikinci askeri de vurduğu, bölgede konuşlu üçüncü bir muhafızın müdahalesiyle etkisiz hâle getirildiği kaydedildi.

Saldırganın dört kurşunla vurulduğu, ambulansla yarı çıplak halde hastaneye kaldırıldığı ve olayın münferit bir saldırı olarak değerlendirildiği bildirildi.

Lakanwal’ın ülkede Operation Allies Welcome (Müttefikleri Karşılama Operasyonu) programı kapsamında bulunduğu ve Washington eyaletinin Bellingham kentine yerleştirildiği ifade edildi.

ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth, saldırının ardından Başkan Trump’ın başkent Washington’a 500 ek Ulusal Muhafız askeri konuşlandırılması talimatı verdiğini açıkladı. Hegseth, “Bu olay Beyaz Saray’ın birkaç adım ötesinde gerçekleşti. Bu durum böyle devam etmeyecek” dedi.


‘Şimdi harca, sonra öde’ stratejisi, Starmer hükümetini mali erteleme tuzağına düşürüyor

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşma yapıyor. (Reuters)
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşma yapıyor. (Reuters)
TT

‘Şimdi harca, sonra öde’ stratejisi, Starmer hükümetini mali erteleme tuzağına düşürüyor

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşma yapıyor. (Reuters)
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşma yapıyor. (Reuters)

Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves, değer olarak ‘devasa’ ancak yapısı bakımından alışılmışın dışında bir bütçe sundu. Bütçe, geçen yıl yapılan artışa yakın seviyede, 26 milyar sterlinlik (34 milyar dolar) büyük bir vergi artışı içeriyor. Ancak bu bütçe, kısa vadede borçlanmayı artırmaya ve halk arasında popüler olmayan vergi artışlarına dayanırken, harcama disiplinini sağlama önlemlerini parlamentonun son yıllarına erteleyen alışılmadık bir yaklaşıma sahip.

Bu yaklaşım, Birleşik Krallık Finansal Araştırmalar Enstitüsü’nün (IFS) tanımıyla ‘şimdi harca, sonra öde’ stratejisini temsil ediyor. Buna göre, ek harcamalar şu anda yapılırken, gelecekte harcama disiplinini sağlamak ve vergi artışlarını uygulamak için verilen vaatler üzerinden mali denge sağlanması hedefleniyor.

Reeves’in bütçesi tahvil piyasalarını yatıştırmış olabilir, ancak yüksek vergilerin İngilizlerin yaşam standardı üzerindeki etkilerini hafifletmesi veya ülke genelindeki olumsuz ruh halini ve partisinin sıkıntılarını kısa vadede gidermesi pek olası değil. Reeves’in açıkladığı vergi artışları, resmi bütçe tahminlerini hazırlayan kurum tarafından da, yaşam standartları üzerinde ciddi etkiler yaratabileceği uyarısına yol açtı. Ayrıca bütçenin hazırlık sürecindeki kaotik durum (Bütçe Sorumluluk Ofisi’nin, Reeves konuşmasını yapmadan önce tüm temel detayları yanlışlıkla internet üzerinden yayımlaması) İşçi Partisi milletvekillerini hükümetin yönetim kapasitesi konusunda ikna etmedi.

frgt
Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves, hükümetin yıllık bütçe sunumu sırasında Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşuyor. (AFP)

Bütçe Sorumluluk Ofisi (OBR) Başkanı Richard Hughes bugün, hem Reeves’e hem de Avam Kamarası Maliye Komitesi Başkanı’na yazdığı bir mektupta, OBR’nin Kasım 2025 ekonomik ve mali tahminlerine ‘yanlışlıkla’ 26 Kasım’da erişim sağlanmasına izin verdiğini belirtti.

Vergi dilimlerinin erimesi

OBR’nin tahminlerinde öne çıkan sürpriz, Reeves’in beklenmedik şekilde kamu harcamalarını artırma baskısıyla karşılaşması oldu. Yükselen enflasyon tahminleri, hükümeti sosyal yardım ödenekleri ve devlet emekli maaşları için ayrılan bütçeyi artırmaya ve özel eğitim ihtiyaçlarını finanse etme baskısını tanımaya zorladı.

Ancak durumu dengelemek için bu ek harcamalar, vergi gelirlerindeki artışla karşılandı. Bu artış yeni vergilerden kaynaklanmadı; temel sebep ‘vergi dilimlerinin erimesi’ fenomeniydi. Bu durum, hükümetin vergi dilimlerini dondurduğu sırada, enflasyon nedeniyle nominal ücretlerin artmasıyla, daha fazla kişinin otomatik olarak daha yüksek vergi dilimlerine girmesi anlamına geliyor. Böylece, resmi bir vergi artışı yapılmadan hazine gelirleri artıyor.

Bu dinamikler, Rachel Reeves’in büyük mali zorluğu aşmasını sağladı. Beklenmedik gelirler sayesinde, bütçe için mali rezervi 22 milyar sterline çıkarma kararı aldı. IFS, bu adımı ‘akıllıca’ olarak nitelendiriyor; çünkü 2026 yılında meydana gelebilecek ekonomik şoklara karşı bir güvence sağlıyor.

Taahhütleri aşan vergi paketi

Reeves, iki amaçla vergi artışı yaptı; mali rezervi güçlendirmek ve ek tahmini harcamaları finanse etmek, bunların başında ise evrensel kredi sisteminde iki çocuk sınırının kaldırılması yer alıyor. Ana gelir vergisi oranlarını, katma değer vergisini veya ulusal sigorta katkılarını artırmaktan kaçındı. Bunun yerine, kişisel vergi dilimlerinin dondurulmasını 2030-2031’e kadar üç yıl daha uzatarak milyonlarca kişiyi ya vergi ödemeye ya da daha yüksek gelir dilimine taşımayı seçti. Bu uzatma, ulusal sigorta eşiklerini de kapsayarak İşçi Partisi’nin seçim taahhüdünü ihlal ediyor ve açık bir şekilde ‘çalışanlar’ üzerinde vergi artışı anlamına geliyor. Buna ek olarak, emeklilik katkıları, yatırım gelirleri ve sermaye kazançlarındaki diğer artışlar, tasarruf ve yatırım teşviklerini zayıflatıyor.

Mali disiplinin güvenilirliği

Bu bütçede asıl belirleyici konu, açıklanan mali disiplin paketinin güvenilirliği oluyor. Kesintiler vaat edilmiş olsa da, önümüzdeki üç yılda borçlanmanın hâlâ beklenenden yüksek olması öngörülüyor. Borçlanmanın önceki tahminlerin altına düşmeye başlaması ancak 2029-2030 yıllarında mümkün olacak ve bu tamamen ertelenmiş vergi artışları ile gelecek harcama inceleme döneminde verilen disiplin vaatlerine dayanıyor. Kısa vadede ek borçlanma ve harcama uygulanabilir görünse de, özellikle yaklaşan seçimler öncesi harcama disiplininin sağlanabilirliği büyük ölçüde şüpheyle karşılanıyor. IFS’ye göre bu bütçe, toplam vergi yükünü 2030-2031’de gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) yüzde 38,3’üne çıkarıyor; bu, mevcut parlamentoda açıklanan vergi artışlarının onlarca yılın en yüksek seviyesi anlamına geliyor.

Kısmi reformlar

Bütçe, bazı olumlu adımlar da içeriyor. Büyük aileleri desteklemek amacıyla iki çocuk sınırının kaldırılması, çocuk yoksulluğunu azaltmaya yönelik etkili bir uygulama olarak öne çıkıyor. Ayrıca özel eğitim harcamalarının aşılması riskinin yerel yönetimlerden merkezi hükümete aktarılması, hükümetin reform yapma teşviklerini artırıyor ve şeffaflığa doğru bir adım olarak değerlendiriliyor. Ancak bütçe, net bir büyüme planı olmaksızın kısa vadeli istikrarı hedefliyor.

axsd
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve Maliye Bakanı Rachel Reeves, hükümetin bütçe sunumu sırasında Avam Kamarası'nda görülüyor. (AFP)

Özetle bu bütçe, Başbakan Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi hükümetinin karşı karşıya olduğu zor ikilemi gözler önüne seriyor. Hükümet, uzun süren kriz dönemlerinin ardından kamu hizmetlerini yeniden inşa etme ve istikrar sağlama sözü verirken, piyasaları yatıştırmak ve gelirleri güvence altına almak için onlarca yılın en yüksek vergi artışını kabul etmek zorunda kalıyor. Bu adım, kreditörler açısından mali disiplin anlamına gelse de, seçmenler üzerinde büyük bir baskı yaratıyor ve ciddi bir siyasi zorluk oluşturuyor. Ek harcamalar, parti içindeki sol kanadı sakinleştirmek için hızlıca geçirildi, ancak acı veren mali önlemler ve gerçek harcama disiplini gelecek seçimlerden sonrasına ertelendi. Bu ‘ertelenmiş disiplin’ yaklaşımı, partinin güvenilirliğini tehlikeye atıyor ve Starmer’ın vaat ettiği değişimi gerçekleştirme görevini zorlaştırıyor; finansal istikrarın gerçek maliyeti, esas olarak mevcut dönemi takip eden dönemlere bırakılıyor.


Trump’ın desteklediği Filistin asıllı Honduras’ın Cumhurbaşkanlığı yarışında Nasri Asfura kim?

Honduras cumhurbaşkanı adayı Nasri Asfoura, Honduras'ın Tegucigalpa kentinde Ulusal Parti kampanyasının kapanış etkinliğinde konuşuyor (EPA)
Honduras cumhurbaşkanı adayı Nasri Asfoura, Honduras'ın Tegucigalpa kentinde Ulusal Parti kampanyasının kapanış etkinliğinde konuşuyor (EPA)
TT

Trump’ın desteklediği Filistin asıllı Honduras’ın Cumhurbaşkanlığı yarışında Nasri Asfura kim?

Honduras cumhurbaşkanı adayı Nasri Asfoura, Honduras'ın Tegucigalpa kentinde Ulusal Parti kampanyasının kapanış etkinliğinde konuşuyor (EPA)
Honduras cumhurbaşkanı adayı Nasri Asfoura, Honduras'ın Tegucigalpa kentinde Ulusal Parti kampanyasının kapanış etkinliğinde konuşuyor (EPA)

Filistin kökenli Nasri Asfura, destekçileri arasında “Tito” olarak bilinen, bu yıl Honduras’ta cumhurbaşkanlığı yarışına büyük bir ilgiyle girdi. Amerikan Başkanı Donald Trump’ın kendisine verdiği açık destek, kampanyasının yatırım politikaları ve ekonomik istikrar üzerinde yoğunlaşacağına dair güçlü bir işaret olarak değerlendiriliyor. Bu destek aynı zamanda Tegucigalpa–Washington ilişkilerinin geleceğine ilişkin soru işaretlerini de artırmış durumda.

Asfura, kampanyasını halkın dikkatini çeken “Papi a la Orden” (“Papi hizmetinizde”) sloganıyla yürütüyor. “Latin American Report”un aktardığına göre bu slogan, seçmene yakın duran, hizmete hazır bir lider imajı yaratarak geleneksel adaylara karşı duygusal bir avantaj sağlıyor.

Filistinli göçmenlerin çocuğu

1958’de Filistinli göçmen bir ailede doğan Asfura, üniversitede yarıda bıraktığı inşaat mühendisliği eğitiminden sonra iş hayatına inşaat sektöründe başladı. Ardından siyasete girerek parlamentoda görev yaptı ve 2014–2022 yılları arasında başkent Tegucigalpa’nın belediye başkanlığını üstlendi. Bu dönemde trafik akışını iyileştirmeye yönelik altyapı projeleriyle dikkat çekti; ancak aynı dönemde kentte yaklaşık 400 ağacın kaybedildiği de kaydedildi.

df
Fotoğraf: AFP

Asfura, 2021’de Ulusal Parti adına ilk kez başkanlığa aday oldu ancak seçimi kaybetti. Buna rağmen parti içinde yükselişini sürdürerek 2025 seçimlerinde ana aday olarak yarışıyor.

Yasal tartışmalar ve parti geçmişi

Belediye başkanlığı döneminde kamu fonlarından 1 milyon dolardan fazla kaynağı kötüye kullanmakla suçlanan Asfura; zimmet, kara para aklama ve sahte belge kullanma iddialarıyla karşı karşıya kaldı. Ancak tüm suçlamalar daha sonra düşürüldü.

s
Tegucigalpa'daki son seçim mitinginde bir kare (AFP)

Bu süreç, Ulusal Parti’nin yıpranmış siciliyle de ilişkilendiriliyor. Nitekim partinin eski başkanı ve Honduras’ın eski devlet başkanı Juan Orlando Hernández, ABD’de uyuşturucu kaçakçılığıyla bağlantılı suçlardan hüküm giymişti.

Yatırım ve güvenlik odaklı bir program

“AS-COA” raporuna göre Asfura’nın seçim programı; yabancı yatırımı çekmek amacıyla serbest ticaret bölgeleri, sanayi parkları, ulaşım ve enerji altyapısının güçlendirilmesi ile 10 yıl içinde 550 bin sosyal konut inşa edilmesini içeriyor.

Güvenlik alanında ise polis teşkilatının yolsuzlukla mücadele ve insan hakları konularında eğitilmesi, hassas bölgelerde ortak güvenlik güçlerinin artırılması ve gasp şebekelerini çökertmek için uzman birimler oluşturulması öngörülüyor.

Tito'yu kimler destekliyor?

“Americas Quarterly”e göre Asfura; devlet memurları, ordu ve polis üst kademesi, Tegucigalpa sakinleri, Evanjelik seçmenler ve daha önceki projelerinden yararlanan ekonomik elitler tarafından destekleniyor. Trump’ın desteği ise kampanyasına stratejik bir boyut katıyor ve onu ekonomik istikrara odaklanan bir aday olarak güçlendiriyor.

Seçim şansı ve karşılaştığı engeller

Başkentte belirgin bir popülariteye sahip, deneyimli bir siyasetçi olsa da Asfura’nın karşısında önemli zorluklar var: muhalefet içindeki dağınıklık, geçmiş yolsuzluk iddiaları ve olası bir birleşik muhalefet oyu.

Ayrıca Honduras’ta 1982’de sivil yönetime geçilmesinden bu yana hiçbir parti arka arkaya üçten fazla başkanlık seçimi kazanamadı.

Rakibi: Salvador Nasralla

Asfura’nın en güçlü rakiplerinden biri, Liberal Parti adayı Salvador Nasralla. 2024’te istifa etmeden önce Xiomara Castro hükümetinde başkan yardımcılığı yapan Nasralla; siyasi deneyimi ve güçlü medya varlığıyla tanınıyor. “AS-COA” ve “Latin American Reports”a göre programı; sosyal adalet, yolsuzlukla mücadele, eğitim ve sağlık yatırımlarının artırılması, küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesi ve şehirlerde istihdamın genişletilmesine odaklanıyor. Ayrıca seçimlerin şeffaflığı için uluslararası gözetim talep ediyor.

2025 seçimleri: Son yılların en çekişmeli yarışı

Muhalefetin birleşmesi hâlinde yarışın daha da kızışacağı değerlendiriliyor. Bu durum, 2025 Honduras seçimlerini uluslararası ilginin yoğunlaştığı, son yılların en tartışmalı seçimlerinden biri hâline getiriyor.

sdfr
Liberal Parti'nin cumhurbaşkanı adayı Salvador Nasralla, kampanyasının kapanış etkinliğini Honduras'ın San Pedro Sula kentinde gerçekleştirdi (AP)

Nasralla, 1953’te Tegucigalpa’da Lübnan kökenli bir ailede doğdu. Şili’de Katolik Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği okudu ve işletme alanında yüksek lisans yaptı. Eğitimine ek olarak aldığı drama ve televizyon dersleri, ona güçlü bir medya kişiliği kazandırdı.

sd
Honduras'ın San Pedro Sula kentinde düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kapanış etkinliğinde Liberal Parti destekçileri Salvador Nasralla için slogan attı (AP).

Önceki seçimlerde oyların yüzde 57’si sayıldığında, Nasralla’nın oyların yüzde 45’inden fazlasını aldığı ve mevcut Başkan Juan Orlando Hernández’in yaklaşık yüzde 40’ta kaldığı açıklanmıştı. Önceki beklentiler Hernández’in zaferine işaret etse de Nasralla kendine güvenini korumuş ve “Ben Honduras’ın seçilmiş başkanıyım” mesajını paylaşmıştı.

2025 yarışı da benzer şekilde büyük çekişmeye sahne olacak gibi görünüyor.