Sudan Kabine İşleri Bakanı Şarku’l Avsat’a Sudan Kabine İşleri Bakanı: Ne kadar zor olsa da siviller ile askerler arasında iş birliği olmalı

Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer Şarku’l Avsat’a konuştu: Paris’te düzenlenecek Sudan’ın Ortakları Konferansı, Sudan’ın uluslararası topluma dönüşünün ve uluslararası tecridin sona ermesinin ilanıdır

Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer  (Mubarek el-Kurdi)
Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer (Mubarek el-Kurdi)
TT

Sudan Kabine İşleri Bakanı Şarku’l Avsat’a Sudan Kabine İşleri Bakanı: Ne kadar zor olsa da siviller ile askerler arasında iş birliği olmalı

Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer  (Mubarek el-Kurdi)
Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer (Mubarek el-Kurdi)

Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer, bu ay Fransa'nın başkenti Paris'te düzenlenecek Sudan’ın Ortakları Konferansı ile ilgili değerlendirmesinde, konferansın ‘Sudan'a otuz yıldır uygulanan uluslararası tecridin sona ermesine ilişkin tüm dünyaya yüksek sesle yapılan büyük bir duyuru’ olduğunu söyledi. 
Sudanlı Bakan Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Sudan’daki geçiş hükümetinin iki türlü eleştiriye maruz kaldığını söyledi. Bazılarının, hükümeti, Sudan’ın devrik Devlet Başkanı Ömer el-Beşir liderliğindeki İslamcı rejimin mirasını tasfiye etmede ‘yumuşak iniş’ olarak tanımlanan bir sürecin parçası olmakla eleştirildiğini söyleyen Bakan Ömer, bazılarının ise eski rejimin tasfiyesi ve yolsuzlukla mücadele için kurulan komitenin eski rejimden isimlere karşı attığı adımların ‘çok kaba’ olduğu yönünde eleştirilerde bulunduklarını belirtti.
Geçiş hükümetinde asker ve sivil kanatlar arasındaki ilişkide bir takım zorluklarla karşılaşıldığını kabul eden Bakan Ömer, ancak bunun beklenen doğal bir durum olduğunu söyledi. Bunun nedenini, Sudan'daki askerler ile siviller arasındaki ilişkinin geçmişindeki i zorluklara bağlayan Ömer, “Bu süreç, hatalar, gerilimler ve güvensizlik içinde hatasız olmadığı kabul edilen bir geçiş dönemidir. Geçiş süreci için iş birliğine ihtiyaç vardır. Geçiş sürecindeki sorunlar karşısında kafamızı kuma gömemeyiz. Geçiş sürecinin tehlikeye girmemesi için cesaret ve açık bir tutum ile mücadele edilmeli” ifadelerini kullandı.

İşte Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tam metni:

*Paris’te düzenlenecek Sudan’ın Ortakları Konferansı hakkında neler söyleyeceksiniz?
Paris'teki Sudan’ın Ortakları Konferansı, geçiş hükümeti sürecinde önemli bir dönüm noktasıdır.  Çünkü konferans, Sudan'a uygulanan uluslararası tecridi sona erdirmeyi, Sudan’ı uluslararası toplumla yeniden kaynaştırmayı, yatırım ve borç erteleme gibi meseleleri ele almayı amaçlamaktadır. Konferansta hükümet ve özel sektör tarafından hazırlanan bir yatırım forumu da gerçekleşecek. Bu foruma hazırlıklar için provalar yapıldı. Başbakan, konferansta, altyapı, enerji, tarım, madencilik ve dijital dönüşüme yatırım için başlıca sektörlere ilişkin kapsamlı bir sunum yapacak. 

*Borç dosyasıyla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Sudan nihayet Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) ikinci incelemesinden de geçmeyi başardı. Böylece Ağır Borçlu Yoksul Ülkeler (HIPC) Girişimi’nden yararlanarak karar verme aşamasına geçecek. Konferansta, Fransa'dan alınan köprü kredisi ile ödenmemiş IMF borçları kapatılacak. Çeşitli ülkelerin Sudan’ın borçlarını silmesinin yanı sıra Dünya Bankası ile Afrika Kalkınma Bankası'na ödenmemiş borçlar önümüzdeki Haziran ayından itibaren ödenmeye başlayacak. Ancak konferansın en belirgin özelliği, Sudan'a otuz yıldır uygulanan uluslararası tecridin sona ermesine ilişkin tüm dünyaya yüksek sesle yapılan büyük bir duyuru olmasıdır.

*Konferansa ilişkin büyük beklentileriniz var. Ya bu beklentileri karşılayamazsa ne olacak?
Konferansa yönelik beklentiler, doğal bağlamı ve boyutundan kaynaklanmaktadır. Ekonomik reformlar konusunda dahili olarak harika bir iş çıkardık. Ülkenin geliri arttı. Giderler rasyonelleştirildi ve stratejik öneme sahip mallar, geliştirme ve üretim gibi önceliklere uygun şekilde yönlendirildi. Konferans, bu çabaların tamamlayıcısı olacaktır. Değerlendirmelere ve hazırlıklara dayanarak olumlu bir etkiye sahip olmasını bekliyoruz.

*Özel vaatlerde bulunan ülkeler oldu mu?
Önemli bir ülke olan Fransa tarafından düzenlenen konferans, büyük ülkelerden küresel liderlerin katılımının yanı sıra Sudan’a olan ilginin bir göstergesidir. Geçtiğimiz birkaç gün boyunca, dünya liderleriyle, içinden geçtiği hassas geçiş sürecinde Sudan'ı desteklemeye çağıran birçok temas gerçekleştirildi.

*Konferanstan beklentileriniz neler?
Esasen, yatırım ortamını iyileştirmesini, uluslararası yatırımları Sudan’a yönlendirmesini ve borç affı için güçlü bir baskı oluşturmasını umuyoruz.

*Sizce konferans, Sudan’daki mevcut durumu nasıl etkileyecek?
Konferansın Sudan’ın borçlarından muaf tutulması, ülkeye yabancı yatırımların çekilmesi ve uluslararası önemli ortaklıklar kurulması gibi etkilerinin olmasını bekliyoruz. Konferans ayrıca Sudan'a yönelik otuz yıllık tecridi ve dışlamayı sona erdirerek önemli bir siyasi etkiye ve büyük bir ekonomik etkiye sahip olacak. Paris’teki konferans, Fransa ve dünyanın belli başlı ülkelerinin, Sudan’ın muhtemelen öncekinden daha iyi bir şekilde uluslararası topluma geri dönüşünü kutladığı bir karnavaldır.

*Geçiş hükümeti, iç dosyalar yerine dış dosyalara odaklanmakla eleştiriliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Geçtiğimiz yıl Şubat ve Mart aylarında onaylanan ikinci geçiş hükümetinin programı, biri dış ilişkiler olmak üzere başlıca beş önceliği içeriyordu. Hükümet bu dosyaları birbiriyle ilişkilendirmek için çalışıyor. Burada başlıca çalışma alanımız Sudan’ın iç dosyaları, ancak bölgesel ve uluslararası nüfuzun rolü, olumlu ya da olumsuz olabileceği için göz ardı edilemez. Bu yüzden dış ilişkileri, olumlu etkiyi en üst düzeye çıkaracak şekilde iyileştirmeye çalışıyoruz. Diğer dört dosyada iç meselelerle ilgili ve bunlara odaklanıyoruz.

*Ekonomik kriz, uygulanan zorlu prosedürlere rağmen insanların omuzlarına yük olmaya devam ediyor. Bununla ilgili olarak neler söylemek istersiniz?
Otuz yıllık yıkım bir buçuk yılda onarılamaz. Bazı dosyalarda ilerleme, bazılarında ise gecikme olduğu söylenebilir. Juba Barış Anlaşması’nın imzalanmasıyla barış dosyasında ilerleme kaydedildi. Anlaşma çerçevesinde Abdulaziz el-Hılu liderliğindeki muhalif silahlı grup Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) ile uzlaşıya varma konusunda yapılan önemli çalışmalar var. Ekonomi konusunda ise Sudan ekonomisindeki bozuklukları gidermek için önemli kararlar alındı ​​ve büyük adımlar atıldı.
Elbette vatandaşların hayat şartları ile ilgili bir takım sorunları var. Fakat objektif bakıldığında, buğday tedariki gibi bir dizi dosyada bir miktar ilerleme kaydedildiği görülebilir. Enerji ve yakıta gelince, bazı zorluklar var ve bunlarla yüzleşmek için planlar hazırlandı ve bu ay boyunca enerji alanında bir gelişme bekliyoruz. Enerji ve yakıt alanlarında ise bir takım zorluklar mevcut. Bu zorlukları gidermek için bazı planlar hazırlandı. Bu ay enerji alanında bir gelişme bekliyoruz. Sorunların kökten çözülmediği doğru, ama güvenlik, dış politika ve reformlar gibi dosyaların yanı sıra bu sorunları çözmeye yönelik açık planlar var.
Üç yıl üç aylık geçiş döneminin ardından yeni geçiş döneminin bir buçuk yılında Sudan'ın tüm sorunlarını çözmek mümkün değil. Eğer bu mümkün olsaydı, geçiş dönemi bu bir buçuk yılla sınırlı kalırdı. Geçiş dönemi, Juba Barış Anlaşması çerçevesinde uzatıldıktan sonra eğer işler planlanan programlara göre giderse geçiş döneminin hedeflerine ulaşabiliriz.

*Geçiş döneminde en azından ülkedeki gerilemenin durdurulduğunu söyleyebilir misiniz?
Gerilemenin gerçek bir sıkıntı olduğuna şüphe yok. Ancak bu temelde geçiş hükümetinin 60 milyar doları aşan borçlar, yüksek vergiler karşısında tamamen parçalanmış bir üretim yapısı ve çok zayıf gelirlerle kendisini son derece karmaşık ekonomik dosyalarla karşı karşıya bulduğunu söyleyebiliriz. Bu miras, geçiş hükümetinin mirası değil. İnsanlar dışa bağlılıkla ilgili sorular soruyorlar. Şuan için siyasi çerçevede dışa bağlılık durdurulabildi, fakat ekonomik çerçevede durdurulamadı.
Devletin nüfuzunu zayıflatan ve ekonomik reform görevini karmaşıklaştıran bir takım sorunlar var. Buna karşılık, özellikle son aylarda, bazı dosyalarda net bir ilerleme kaydedildiğini gördük. Döviz kuru, 3 ay boyunca yüzde 5 civarında dalgalanma yaşadı. Bu dalgalanma, döviz kurunu değiştiren benzer ülkelerin deneyimlerine kıyasla oldukça sınırlıydı. Buğday tedariki gibi geriye kalan dosyalara gelince, bu dosyalarda boğucu bir kıtlık söz konusuydu, ancak şimdi, yerel üretim ve hükümetin attığı adımlarla, yıl sonuna kadar yetecek stokumuz oldu. Elektrik ve yakıt meselelerini geçen ayla karşılaştırdığımızda, net bir somut ilerleme kaydettiğimizi söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra ilaç kıtlığı sorununu çözmek için atılan büyük adımlar söz konusu. Geçiş hükümeti yaşanan sıkıntıları gidermek ve kökten çözmek için her türlü çabayı gösteriyor.

*Hükümet, kamu hizmetlerini yeniden canlandırmak ve reform yapmaktan çekinmekle, ‘yumuşak inişin’ bir parçası olmakla ve eski rejimin kalıntılarının yaptıklarına karşın yumuşak davranmakla suçlanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hükümete yönelik tür suçlama var. Bazıları hükümetin ‘yumuşak iniş’ olarak nitelenen bir sürecin parçası olduğunu söyleyerek, eleştiriyor, bazıları ise Eski Rejimin Etkilerini Ortadan Kaldırma Komitesi’ni eski rejimden isimlere kaba davranmakla suçluyorlar. Tüm bunlar göreceli eleştirilerdir. İki eleştiride doğru değil. Devletin otuz yıl boyunca yıpranan hizmetlerinden bahsediyoruz. Bunların bir anda düzeltilmesi mümkün olmadığı gibi, eski rejimin unsurları tasfiye edilerek onarılması da söz konusu değildir.
Hükümet, kamu hizmetlerinde radikal bir değişim üzerinde çalışıyor. Haftalar önce, önde gelen uluslararası uzman kurumlardan birinden, kamu hizmetlerinin bir değerlendirmesinin yanı sıra radikal değişiklikte teknik ve lojistik olarak bize yardımı olacak bir çalışma yapılmasını istedik. Bu bir gün ve bir gece değil, yıllar sürecek bir projedir. Kamu hizmetini eski rejimin kontrolünden, araçlarından, mekanizmalarından ve yolsuzluk vakalarından arındırmak için radikal değişiklikler gerçekleştirmeye yönelik siyasi bir irade olduğunu söyleyebiliriz.

*Emniyet güçlerinin, güvenliği sağlayamadığı ve vatandaşları koruyamadığı, bunun  da suç oranlarını artırdığı ve hükümetin bununla katı bir şekilde başa çıkmakta başarısız olduğu şeklinde suçlamalar var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Eski rejimi tasfiye etmenin bir kısmı güvenlik sistemini tasfiye etmektir. Tasfiye, güvenlik sistemini böldü. Bu da yapısında değişliğe sebep olarak geçiş sürecini kabul etmesini zorlaştırdı. Bu yüzden içeriden mücadele söz konusu. Bu durum iyileştirme çabalarını güçleştiriyor. Buna rağmen polisin üst düzey makamlarındaki kişileri değiştirmek, daha önce görevden alınmış kişileri görevlerine iade etmek, emniyet yapılarını gözden geçirmek ve diğer dosyalar gibi bir gecede sağlanamayacak gerekli kaynaklara ihtiyaç duyan adımlar atılıyor.
Hükümet, güvenlik dosyasıyla tüm ciddiyetiyle ilgileniyor, ancak güvenlik riskinin artması ve geçiş dönemlerine beklendiği gibi eşlik eden siyasi dalgalanmalar nedeniyle aksamalar yaşanıyor. Fakat Sudan’ı bölgede aynı deneyimleri yaşayan diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda, nispeten performansımızın daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü önce tüm sorunları çözüyoruz ve güvenlik dosyasını ciddiyetle ele alıyoruz. Yine de tam gelişme için hükümetin beş önceliğinden biri olan güvenlik sisteminin daha iyi bir performans göstermesi gerekiyor.

*Abdulaziz el-Hılu liderliğindeki SPLM-N ile müzakere turlarının 24 Mayıs’ta Juba'da yapılması planlanıyor. Peki, Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM/AM) lideri Abdulvahid Muhammed Nur ile temas kurdunuz mu?
Yurt içinden ve yurtdışından birçok taraf, Abdulvahid Muhammed Nur’u barış sürecine katılmaya çağırmak için temas halinde. Geçiş hükümeti kapsamlı barışı son derece ciddiye alıyor. Abdulvahid Muhammed Nur’u barış sürecinin bir parçası olmaya teşvik ediyoruz. Çünkü diyalog kanalları kapanırsa sorunları çözmek zor olacaktır. Onunla kurulan temasların olumlu sonuçlar elde edeceği ve böylece Muhammed Nur’un barış müzakerelerinin bir parçası olacağı konusunda iyimseriz.

*Cuba Barış Anlaşması'nın imzalanmasının üzerinden yaklaşık 7 ay geçti. İktidarı paylaştınız ama pek bir başarı kaydedilemedi. Başarıların önündeki engeller neler?
En büyük engel, finansman meselesidir. Herhangi bir barış anlaşmasının kağıt üzerinde kalmaması için mali kaynaklara ihtiyacı vardır. Bunu en çok savaştan etkilenenler hissediyorlar. Fakat devlet kaynakları son derece sınırlı. Barış süreci, yerel kaynaklar dışında herhangi bir tarafça finanse edilmiş değil. Bu da anlaşmanın birçok şartının uygulanmasının önünde engel oluşturdu.
Farklı görüşler nedeniyle uygulama mekanizmalarını müzakere etmek de uzun zaman aldı, ancak daha sonra mekanizmalar üzerinde mutabakat sağlandı. Anlaşmanın yoluna koyulması için uygulama mekanizmalarıyla ilgili yoğun toplantılar yapıyoruz.

*Neredeyse ‘komite hükümeti’ adını alacak kadar çok komite kurdunuz. Ancak bu komitelerin raporları kamuoyuna sunulmuyor. Bununla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Her komitenin bir takım başarılara imza attığına şüphe yok. Son olarak Petrol Ürünleri Krizini Çözme Komitesi’nin kurulmasıyla elde ettiğimiz kısa deneyimlerimiz bunu doğruluyor. Üç hafta içinde kamuoyuna, bazı hatalar olsa bile yaptığı çalışmaların bir özetini sundu. Komitelerle çalışmalara devam etme niyetindeyiz.
*Başbakana Suikast Girişimini Soruşturma Komitesi ise yaklaşık iki yıldır hiçbir rapor sunmadı. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Başbakana Suikast Girişimini Soruşturma Komitesi, pek çok faktörden dolayı konuyla ilgili kesin sonuçlara ulaşamayan komitelerden biridir. Kamuoyuna açıklanacak sonuçlara varması ve sorumluların cezalandırılması için çeşitli taraflardan baskılar yapılıyor.

*Ama Oturma Eyleminin Dağıtılması Olaylarını Soruşturma Komitesi dahi sözde bir komiteye dönüştü.
Bu dosya, oldukça karmaşık bir dosya olmasına rağmen acilen ele alınmalıdır. Komite, nihai sonuçlara ulaşmak için zorlu işler yaptı. Ancak bağımsız bir adalet komitesi olan komitenin raporundaki gecikme nedeniyle huzursuz olunması anlayışla karşılanabilir. Fakat çalışmalarının sonuna gelmiş gibi görünüyor. Biz hükümet olarak komiteye görevini en iyi şekilde yerine getirmesi için gerekli tüm desteği sağlıyoruz.

*Etiyopya ile Sudan arasında anlaşmazlık yaşanan Feşka bölgesi dosyasına Nahda (Rönesans) Barajı dosyası da eklendi. Sudan'ın önceki tutumunu değiştirmesinin tüm kartlarını kaybetmesine neden olduğunu düşünüyor musunuz?
Sudan iki dosyada da tutumunu değiştirmemiştir. Nahda Barajı konusunda, barajın inşasına karşı olumlu bir tavır benimsiyoruz. Sadece baraj ile ilgili yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma istiyoruz. Bu da sağlam bir duruş gerektiriyor. Değişen şey Etiyopya’nın tutumudur. Barajı tek taraflı olarak doldurduktan sonra şimdi Sudan ile yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma imzalamadan ikinci kez doldurmak istiyor.
Feşka dosyasına gelince, 1902'den beri aynı tutumu sergiliyoruz. Feşka, Sudan’ın gasp ve işgal edilmiş bir parçasıdır. Sudan kusurlu bir tutumu düzeltmeye çalışıyor. Feşka, uluslararası hukuk ve uluslararası meşruiyetle desteklenen sınır işaretleriyle Sudan toprağı olarak kabul edildi. Sudan, toprakları üzerindeki egemenliğine ve kontrolüne halel getirmeksizin, komşusu Etiyopya ile herhangi bir iş birliği olasılığını da reddetmeden, Feşka’daki egemenliğini kaybetmemekte kararlıdır.

*Ya Etiyopya ile uzlaşılamazsa ne olacak?
Sudan bunun verdiği zararı durdurmak için tüm kapıları çalacaktır. Çünkü barajın tek taraflı olarak yeniden doldurulması, Sudan’ın ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdittir ve bu konuda elimiz-kolumuz bağlı oturmayacağız. Bu, tüm Sudan halkının savaşıdır.

*Son birkaç gün içinde çok sayıda Amerikalı yetkili Sudan’ı ziyaret etti. Bu ziyaretlerde Etiyopya ile Nahda Barajı ve sınır bölgesi gerginliği ele alındı. Ziyaretlerin sonuçlarını özetleyebilir misiniz? Bu ziyaretler Sudanlıların tutumunu destekliyor mu yoksa sadece bir girişim süreci çerçevesindeler mi?
Sudan’ın tutumuna ilişkin büyük bir anlayış söz konusu. Bu, objektif bir konum olduğu için yaptıkları açıklamalarda bile bariz şekilde ortaya koyuluyor. Her iki durumda da gerçeğin yanında yer alıyorlar. Onlara barışçıl bir siyasi çözüme bağlı kaldığımızı ve komşumuz Etiyopya ile gerginlik yaşamak istemediğimizi söyledik. Ziyaretler sırasındaki görüşmeler oldukça olumlu geçti. Çeşitli arabulucuların zamanında çözüme ulaşmadaki rollerini takdir ediyoruz.

*Sudan, Mısır’a yakın bir tutum içerisinde mi?
Tarihi ve coğrafi olarak köklü bağlarımızın olduğu kardeş ve komşu ülke Mısır ile Nahda Barajı dosyasında birçok ortak paydamız var. Sudan, en başından beri bizi birleştiren ve birbirimize yaklaştıran bir anlaşmadan söz etti.

*Sudan’ın her iki tarafa da yakınlığını belirleyen faktörler nelerdir?
Herhangi bir yakınlaşmanın ana noktası, üç ülkenin halklarının ortak çıkarlarıdır. Geçiş hükümeti, kurulduğundan bu yana, Sudan'ın komşularıyla ilişkilerini nasıl yeniden kuracağı üzerinde çalıştı. Komşuları ile ilişkilerin ortak çıkarlara göre yeniden kurulması için gereken çabayı gösterdi.

*Etiyopya, Sudan’ın Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) güçlerini eğittiğini iddia ediyor. Bunu neye dayandırarak öne sürüyor?
Bu doğru değil. Hiçbir dayanağı da yok. Çünkü biz asla Etiyopya'da bir istikrarsızlık faktörü olamayız. Etiyopya’nın istikrarı, Sudan’ın istikrarıdır. Aynı şekilde Sudan’ın istikrarı, Etiyopya’nın istikrarıdır. Etiyopya'daki kardeşlerimize karşı düşmanca bir eylemde bulunamayız. Etiyopya'da olup bitenler, Etiyopya'nın iç meselesidir.

*Peki, Sudan bu kadar net bir görüşe sahipken nasıl suçlanıyor?
Etiyopya'nın Sudan ile baraj ve sınır konularındaki tutumu, Etiyopya liderliği için bile bir takım güçlüklere neden olurken Etiyopya'nın iç durumundan etkilenmiştir. Karşılıklı yapılan tüm yazışmalar, sahadaki gerçeklerden çok, Etiyopya'nın iç durumuna bağlıdır.

*Sudan muhalefeti, hükümetin sivil kanadının askeri kanada teslim olduğunu ve ordu için bir araç haline geldiğini iddia ediyor. İki kanat arasındaki ilişki verimli bir ilişki mi yoksa dalgalı bir ilişki mi?
Devrimciler 6 Nisan’da Genelkurmay Başkanlığı’na gittiklerinde, geçiş aşaması, siviller ve askerler arasında bir dayanışma aşaması olarak algılandı. Nihayetinde bu bir geçiş dönemi modeliydi. Bu da onun kusurlarından arınmış olduğu anlamına gelmezken eksiklikleri oldukları anlamına gelir. Bu geçiş dönem aynı zamanda Sudan’ın bağımsızlığından bu yana katlanarak artan zorluklarla karşı karşıyadır.
Siviller ve askerler arasındaki ilişkide kusurlar, gerilimler ve bir güvensizlik mirası, anlaşmazlıklar ve farklı devlet yönetimi algıları var. Bu da modern Sudan devletiyle bağlantılı büyük bir sorundur ve bir gecede çözülemez. Bu ilişkide birçok sorunla karşılaşılması bekleniyor. Ama geçiş sürecinin başarılı olması için iş birliği olması gerekiyor. Sivil ve askerler arasındaki sorunlar karşısında kafamızı kuma gömmemeliyiz. Geçiş sürecinin tehlikeye girmemesi için bu sorunlarla cesaretle ve açık bir şekilde mücadele etmeliyiz. Bu sorunlarla açıkça yüzleşmeyi seçtik, bu da demokratik bir geçişe ve eski rejimin tasfiyesine yol açtı.

*Bu durum, İç Güvenlik Teşkilatı’nın yapılandırmasını geciktirdi mi?
Sadece İç Güvenlik Teşkilatı dosyasında değil, sivillerin ve ordu arasındaki sorunlar yüzünden birçok dosyada gecikme oldu. Ancak geçiş döneminin birçok farklı kesimi temsil etmesi ve aralarındaki ilişki uzlaşmaya dayandığından, fikir birliğine varmada ve farklı görüşleri birleştirmede yaşanan zorluklardan ötürü ilerlemede bir gecikme ve yavaşlık olabilir. Siviller ile askerler arasındaki karmaşık ilişkilerin, bazı dosyalarda yavaş ilerleme kaydedilmesine neden olduğuna şüphe yok.

*Peki, Bakanlar Kurulu, İç Güvenlik Kanunu'nu ele aldı mı?
Kanun, Bakanlar Kurulu önüne hiç gelmedi. Adalet Bakanı, kanunun henüz çalışmaları tamamlanmadan basına sızdırıldığını söyledi. Bakanlar Kurulu'nun kanunu basında tartışılırken gördüğünü söyleyebilirim. Ancak bu tamamlanmamış bir kanun. Öte yandan demokratik çerçevede bir iç güvenlik servisinden bahsediyoruz ve mevcut kanunun bunun için gerekli belirleyicileri sağlanmadığı da ortada. Adalet Bakanlığı, Bakanlar Kurulu'na sunulacak kanun tasarısının bir an önce tamamlanması için çalışıyor.



Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
TT

Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg, Gazze’deki insani durumun ‘felaket’ olduğunu söyleyerek, Riyad ile Viyana arasındaki ilişkiler stratejisini ve Ortadoğu bölgesindeki mevcut gerilimleri kontrol altına almak için birlikte çalışma stratejisine dikkati çekti. Tel Aviv’in Filistinlilere uyguladığı çifte standartların haksız olduğunu belirten Schallenberg, Batı Şeria’daki yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurguladı.

Schallenberg, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “İsrailli yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aşırılık yanlısı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum” diyerek, aynı zamanda 7 Ekim’de yaşanan olayın sonuçlarından da Hamas’ı sorumlu tuttu.

Ülkesinin UNRWA’ya sağladığı fonun askıya alınmasıyla ilgili olarak Schallenberg, yöneltilen suçlamalara ilişkin bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yürütülmesinin gerekli olduğunu söyledi. Hükümetinin fonları geri çekmediğini, bunun yerine ajansa fon sağlamayı geçici olarak durdurduğunu belirterek, Avusturya’nın 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladığını açıkladı.

İkili ilişkiler düzeyinde ise Schallenberg, “Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır. Ekonomik açıdan iddialı Suudi 2030 Vizyonu, Avusturya kurumları ve şirketlerine, özellikle yenilenebilir enerjiye, ilgi çekici fırsatlar sunmaktadır. Avusturya’yı 2023 yılında 200 bine yakın Suudi turist ziyaret etti. Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasındaki çalışmalarına yeniden başlandı” dedi.

Öte yandan Schallenberg, Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarını pervasız ve rastgele olarak nitelendirirken, bunların uluslararası hukuku ihlal ettiğini, bölgesel güvenliğe zarar verdiğini ve küresel ticaretin yüzde 15’ini tehdit ettiğini belirtti. Ayrıca ticari gemilerin Ümit Burnu’na yönlendirilmesinin, gıda, ilaç ve enerji fiyatlarında küresel olarak artışa yol açtığını vurguladı.

ABD eski Başkanı Donald Trump’ın NATO’nun Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarına ilişkin olarak ise Schallenberg, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarını frenlemek için Washington’un güçlü ortaklara ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Alexander Schallenberg ayrıca, “Şu anda Rusya ve Ukrayna arasında yapıcı bir diyalogdan çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi kilit aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ukrayna’yı insani alanda destekledik, ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle asla askeri teçhizat açısından destek vermedik” açıklamasında bulundu.

İşte Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı;

-İsrail’in Gazze, Refah ve Han Yunus’a yönelik saldırıları konusunda Avusturya’nın tutumu nedir?

*Gazze’deki her geçen gün daha da kötüleşen felaket niteliğindeki insani durumdan derin endişe duyuyorum. Orada tanık olduğumuz muazzam insani acılar kimseyi bu konuya donuk bırakamaz. Filistinli sivil nüfusa yardım etmek ve onları korumak için elimizden gelen her şeyi yapmamız zorunludur. Bu, İsrail için de geçerli. İsrail’in, Hamas’ın barbar terörüne karşı uluslararası hukuk ve uluslararası insancıl hukuk uyarınca kendisini savunma hakkını kabul ederken, sivillerin korunmasının da güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz. İsrail, daha fazlasını yapmalı ve ordu, askeri ve sivil hedefler arasında net bir ayrım yapmalıdır. Filistinlilerin Gazze Şeridi’nden sürülmesi çağrısının çözüm olmadığı açıktır. Acilen ihtiyacımız olan şey, güney üzerinden Gazze’ye daha fazla yardım (yiyecek, su ve tıbbi bakım) ulaştırmak için insani bir ateşkestir.

dsfvdf
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

Planlanan kara saldırısına gelince, İsrail açısından Refah’ta Hamas’a ve sivillerin arkasına saklanan teröristlere karşı önlem alınması gerektiğini anlıyorum. Dünyanın hiçbir ülkesi 7 Ekim’de yaşananları kabul etmeyecektir. Ancak sivil halkı Gazze’nin güneyine kaçmak zorunda bırakıp, ardından güneyin saldırı bölgesi ilan edilmesi benim anlayabileceğim bir mantık değil. İsrail hükümeti, güney Gazze’deki sivil nüfusu nasıl korumayı planladığı konusunda inandırıcı bir planı masaya koymalı. Bölge ziyaretimde bu planın savunuculuğunu yapacağım.

Aynı zamanda sivil halkın acılarına çifte standart uygulamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. İnsanların çektiği acıların hiyerarşisi yoktur. Yaklaşık beş aydır Gazze’de hala 130’dan fazla rehinenin tutulduğunu unutmamalıyız; aralarında Avusturyalı iki çocuk babası da var. Hamas bir terör örgütüdür ve amacı İsrail’de ve Gazze’de yıkım, korku, acı ve sefalet yaymaktır. Masum Filistinlilerle, erkeklerle, kadınlarla ve çocuklarla yaptıkları ticaret de dahil olmak üzere onların ticareti ölümdür.

-Bazı gözlemciler, Avusturya’nın UNRWA’ya yaptığı yardımın durdurulmasına ilişkin gerekçelerin ikna edici olmadığına inanıyor. Ajansı finanse etmeye ne zaman devam edeceksiniz?

*Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıda UNRWA çalışanlarının parmağı olduğuna ilişkin iddialar son derece kaygı verici. Başta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri olmak üzere UNRWA ve Birleşmiş Milletler adına tam şeffaflık çağrısında bulunuyoruz. Bu bizim için çok üzücü, çünkü biz Avusturya vatandaşlarının BM ile özel bir ilişkisi var. BM’nin genel merkezlerinden birine Viyana’da ev sahipliği yapıyoruz. Ancak bu suçlamalarla ilgili bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yapılması gerekiyor. Tüm iddialar incelenene ve ortaya çıkan sonuçlar netlik kazanana kadar Avusturya, uluslararası ortaklarla koordineli olarak UNRWA’ya yapılan tüm ek ödemeleri askıya aldı. Bir kez daha açıklığa kavuşturmak gerekirse, parayı geri çekmedik, bunun yerine ödemeyi şimdilik durdurduk ve soruşturmanın sonuçlarını bekliyoruz. Ne olursa olsun Avusturya, diğer uluslararası yardım kuruluşları, Dünya Gıda Programı ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu aracılığıyla Gazze’deki sivil nüfusu desteklemeye devam ediyor. Avusturya, insanların çektiği acıları hafifletmek amacıyla 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladı.

-İsrailli yerleşimcilerin Filistin’de uyguladığı şiddeti nasıl değerlendirirsiniz?

* Batı Şeria’daki yerleşimler uluslararası hukuka aykırı. İsrailli yerleşimcilerin uyguladığı şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aslında aşırıcı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum ve bunu başından beri de söyledim.

-İsrail’in bölgede yarattığı gerilim, savaşın kapsamını ne kadar genişletebilir?

*Savaşı kimin çıkardığını unutmamak gerekiyor. Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırı, Ortadoğu’daki mevcut gerilimlerden bağımsız olarak suçu yalnızca İsrail’e atmıyor, meseleleri aşırı basite indirgemek anlamına geliyor. Gerçekten de diğer bölgesel aktörler, Hamas saldırısını kendi siyasi gündemlerini sürdürmek için bir fırsat olarak kullandılar. Husilerin ticari gemilere yönelik saldırıları bu pervasız davranışın bir örneğidir. Bölge, gerilimin daha da artmasına tahammül edemez. Geçtiğimiz haftalarda iki kez görüştüğüm Suudi Dışişleri Bakanı Prens Bin Farhan da dahil olmak üzere Arap ortaklarla yaptığım ikili görüşmelerde, bu kısır döngüye son verme yönündeki ortak hedefimizin net olmasını büyük takdirle karşılıyorum.

swevfedv
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

-Kızıldeniz’de seyrüseferi güvence altına almak için ABD liderliğindeki koalisyon hakkında ne düşünüyorsunuz?

*Husilerin Kızıldeniz’deki sivil kargo gemilerine yönelik pervasız ve ayrım gözetmeyen saldırıları uluslararası hukuku ihlal ediyor. Bölgesel güvenliği baltalıyor ve küresel ticareti ve tedarik yollarını tehdit ediyor. Dolayısıyla Kızıldeniz’deki güvensizliğin küresel ekonomi ve refah üzerinde büyük etkisi var. Çoğu çatışmanın sadece bölgesel olmadığını görebiliyoruz ve bu belki de yirmi birinci yüzyılın özel bir özelliğidir. Tıpkı Rusya’nın saldırgan savaşının küresel yansımaları olduğu gibi Orta Doğu’daki çatışmanın da etkileri var. Husi saldırıları nedeniyle ticari gemiler, Ümit Burnu’na yönlendirilmek zorunda kaldı. Bu durumun maliyeti yüksektir ve dünya genelinde gıda, ilaç ve enerji fiyatlarının daha yüksek olmasına yol açmaktadır.

ABD liderliğindeki Refah Muhafızı operasyonu, Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uluslararası çabaların omurgasını oluşturuyor. Ayrıca Avrupa Birliği (AB), bölgedeki deniz güvenliğine katkı sağlamak amacıyla hızla ASPIDES operasyonunu başlattı. Avusturya, küresel ticarette güvenliği desteklemek amacıyla ticari gemileri denizdeki saldırılardan korumayı amaçlayan bu deniz varlığına katılacak.

-Suudi Arabistan- Avusturya ilişkilerinin geleceği nedir? En önemli işbirliği alanları nelerdir? İki ülke arasında üzerinde çalışılan bir işbirliği projesi var mı?

*Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır ve iki ülke arasında özellikle siyasi ve ekonomik alanlardaki yakın ilişkileri takdir ediyorum. Geçtiğimiz aylarda çok sayıda üst düzey ikili ziyaret gerçekleşti. Ekonomik açıdan bakıldığında iddialı Suudi 2030 Vizyonu, özellikle yenilenebilir enerji söz konusu olduğunda Avusturyalı işletmelere ve şirketlere ilginç fırsatlar sunuyor. Avusturya uzun yıllara dayanan deneyime sahip ve bu alanda iyi durumda olan birçok şirkete sahipken, iki ülke arasındaki temaslar da yoğunlaşıyor. 2023 yılında yaklaşık 200 bin Suudi turist, Avusturya’yı ziyaret etti. Avusturya’nın Riyad Büyükelçiliği de Krallık’taki Suudi ve Avrupalı ​​ortaklarla çok çeşitli kültürel projeler uygulayarak ikili kültürel alışverişi geliştirmek için çalışıyor. Bu vesileyle, Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasında çalışmalarına yeniden başlandı.

-Körfez- Avrupa Bakanlar Konseyi toplantıları ne gibi sonuçlar doğurdu? Şu anda ortak bir proje yürütülüyor mu?

*Bu düzenli bakanlar düzeyindeki toplantılar, AB ile Körfez ülkeleri arasındaki stratejik işbirliğini güçlendirmeyi, koordine etmeyi ve genişletmeyi amaçlıyor. Ortaklığımız ticaret, enerji ve yeşil geçiş gibi karşılıklı çıkarları ilgilendiren birçok konuyu kapsamaktadır. Geçen yılki toplantı, Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla aynı zamana denk gelen 7 Ekim’den hemen sonra Maskat’ta yapılmıştı. Bu koşullar altında olağanüstü bir toplantıydı. Ancak bu, Körfez ülkeleri ve Avrupa’nın hem İsrailliler hem de Filistinliler için iki devletli çözümü yeniden canlandırma konusundaki kararlılığını ortaya koydu. Hepimiz istikrarlı ve müreffeh bir Orta Doğu istiyoruz. Bu, aynı zamanda Arap ülkeleri ile İsrail arasında devam eden normalleşmeyi de içeriyor elbette.

-Donald Trump’ın, NATO’nun AB ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*NATO’nun diğer tarafıyla ilgili açıklamaların özellikle seçim öncesi abartılmaması gerekiyor. Özellikle seçim öncesi dönemde ABD gibi küresel bir oyuncunun bile güçlü ortaklara ihtiyacı var ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı göz önüne alındığında, birbirimize yakın durmamız her zamankinden daha önemli. Avusturya bu transatlantik ortaklığı güçlendirmeye tamamen kararlıdır. Biz NATO’da müttefik değiliz. Ancak demokratik değerler ve ortak çıkarlar çerçevesinde birleştiğimiz ABD ile yakın ilişkilerimize değer veriyoruz.

-Rusya karşısında Ukrayna’ya silahlı maddi desteğinize rağmen Rusya ile diyalog kapısının açık tutulmasını talep ediyorsunuz. Bunun sırrı nedir?

*Savaşlar nadiren savaş alanında, çoğunlukla da müzakere masasında biter. Bu amaçla, iletişim kanallarını sürdürmek için BM ve hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın bağlı olduğu Viyana merkezli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi diyalog platformlarına ihtiyacımız var. Bu en iyi haliyle klasik çoğulculuktur. Kendi dış politikamızın ‘yankı odalarına’ girme eğiliminin hayatlarımıza yönelik bir tehdit olduğuna inanıyorum. Elbette şu anda Rusya ile Ukrayna arasında yapıcı bir diyalog yürütmekten çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi büyük aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ancak bir şey çok açık: Ukrayna müzakereleri Ukrayna olmadan yürütülemez. Rusya’nın egemen bir ülkeyi, neo-emperyalist güdüsüyle, bu ülkenin var olma hakkına sahip olmadığına inanarak işgal ettiğini unutamayız. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü yasadışı ve haksız saldırı savaşında uluslararası hukuku ve insancıl hukuku bariz bir şekilde ihlal etmesi karşısında Avusturya, siyasi açıdan tarafsız kalamaz ve kalmayacaktır. Ukrayna’yı ilk günden itibaren insani alanda güçlü bir şekilde destekledik. Ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle hiçbir zaman askeri teçhizat konusunda desteklemedik.

-Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının Avusturya’nın güvenliği ve ekonomisi üzerindeki etkisi nedir?

*Size bir örnek vereyim: Ukrayna’nın Lviv şehri Viyana’ya Avusturya’nın batı kesiminden daha yakın. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının başlangıcından bu yana, yerinden edilmiş 107 bin Ukraynalı Avusturya’da kayıt altına alındı. Yaklaşık 70 bin kişi şu anda Avusturya’da ikamet ediyor ve 40 binden fazla kişi destek alıyor. Gördüğünüz gibi bu savaş sadece Avusturya’yı değil tüm Avrupa’yı etkiledi. Ancak bu bir Avrupa savaşı değil. Ancak etkileri küresel ölçeğe ulaştı. Küresel gıda fiyatlarını veya enerji güvenliğini düşünün. Rusya’nın yakın çevremiz olan Batı Balkanlar’da yarattığı istikrarsızlığa da tanık oluyoruz. Bu da endişeyle takip ettiğimiz bir diğer gelişme.

-Bazı tarafsız Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*Her ülkenin kendi tarihi ve kendi coğrafi konumu vardır. Rusya’nın doğrudan tehdidine ve Ukrayna’ya yönelik askeri saldırganlığına yanıt olarak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma kararına saygı duyuyoruz. Ancak Avusturya’nın durumu farklı. Askeri tarafsızlık ve Avrupa dayanışması güvenlik politikamızın ayırt edici özellikleridir ve biz buna çok değer veriyoruz. En önemlisi, hiçbir zaman siyasi ve ideolojik olarak tarafsız olmadık. Uluslararası hukuk kırmızı çizgimiz olmaya devam ediyor. BM Tüzüğü saldırıya uğradığında asla sessiz kalmayacağız. AB’nin onursal üyesi ve NATO’nun uzun vadeli ortağı olarak, kriz yönetimi görevlerinde kuvvetler ve polisle birlikte çalışmak da dahil olmak üzere, Avrupa ve ötesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

-Avusturya’nın Sudan krizi konusundaki tutumu nedir?

*Şu anda sorunlu alanlara inanılmaz derecede odaklanıyoruz. Ancak Ukrayna’da, Ortadoğu’da ve Sahel’de olup bitenlerin ortasında, çok endişe verici diğer gelişmeleri de unutmamalıyız. Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma, Sudan’ı sivil halk için insani bir kabusa sürükledi. Her iki tarafı da saldırıları derhal durdurmaya, müzakere masasına dönmeye ve sivil yönetime sorunsuz ve hızlı bir geçişin önünü açmaya çağırıyoruz. Ancak aynı zamanda, ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlallerinin faillerinden, hangi savaşan gruba mensup olduklarına bakılmaksızın hesap sorulmalıdır.