İsrail’deki ‘iç savaş’ roket saldırılarının durmasının ardından sonlanacak mı?

İsrail’deki ‘iç savaş’ roket saldırılarının durmasının ardından sonlanacak mı?
TT

İsrail’deki ‘iç savaş’ roket saldırılarının durmasının ardından sonlanacak mı?

İsrail’deki ‘iç savaş’ roket saldırılarının durmasının ardından sonlanacak mı?

10 milyona yakın nüfuslu İsrail’de yaklaşık 5 bin kişi tarafından fitili ateşlenen yangın ülkedeki tüm vatandaşları kanlı çatışmalara sürükledi. İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in ‘Hamas ile savaştan daha tehlikeli ve çirkin bir iç savaş çıkması’ konusunda uyarı yapmasına neden olan ateşli söylemleri gündeme damgasını vurdu. Tüm mezheplerden seçkin din adamları söz konusu ateşi söndürme çağrısı yapıyor. Yahudilerin ve Arapların yaşadığı şehirlerin meydanlarındaki kan henüz kurumamışken, Lod ve Yafa’daki iki caminin ve sinagogun koridorlarındaki ateş kokusu halen duyuluyorken ve herkes Gazze’nin roket ateşinin ve İsrail saldırılarının durdurulma zamanlamasıyla meşgulken birçok kişi yaraları iyileştirmeye ve İsrail’de Yahudiler ve Araplar arasında yaşam için başka kurallar belirlemeye çalışıyor.
Söz konusu beş bin Yahudi ve Arap savaşla ilgileri olmaksızın şiddet ve barbarlıkla damgalanmış durumda. Siyasi ve güvenlik durumundaki kötüleşmeden yararlanmayı ve bunu Yahudiler ile Araplar arasında bir iç savaşa dönüştürmeyi üstlendiler. Bunların arasında politikacılar, polis ve güvenlik liderleri de bulunuyor. Aynı şekilde çeşitli çizgilerdeki suç çeteleri ve aşırılık yanlıları da söz konusu oluşuma dahil oldular. Sahneye nasıl sızdıklarını anlamak için ise yaşananların sırasını gözden geçirmek gerekiyor.
Olaylar Ramazan Ayı’nın başlarında, Kudüs’te yaşanlarla başladı. Polis Şefi Yaakov Shabtai liderliğindeki İsrail emniyeti ve İsrail Kamu Güvenliği Bakanı Amir Ohana, Filistinli gençlerin Doğu Kudüs’teki Amud Kapısı’nda Ramazan kutlamaları düzenlemelerini engelleme kararı aldılar.
Gerekçe olarak söz konusu gençlerin, Binyamin Netanyahu hükümeti ile Filistin Yönetimi arasındaki ilişkilerin kötüye gitmesinin ardından polisin asılmasını engellediği Filistin bayraklarının sallamalarıydı. Ancak gerçek şu ki polisin önündeki takvim, İsrail’in Kudüs’ün kurtuluşunu, yani 1967 işgalini ‘kutladığı’ Ramazan’ın 28’ini gösteriyordu. Söz konusu günde, Amud Kapısı yakınlarında on binlerce Yahudi’nin katıldığı ‘Kudüs Yürüyüşü’ düzenleniyor. Polis de Araplar ile Yahudiler arasında çıkması muhtemel çatışmalardan çekiniyor.

Yerleşim projelerine yönelik öfke
Anlaşmazlığın nedeni Kudüs’te atmosferin gergin olması. Filistinliler, yaklaşık 10 bin konut inşa edilmesi planlanan yeni yerleşim projeleri nedeniyle öfkeli. İsrailli yetkililer, 1967’deki işgallerinden bu yana her biri ortalama 22 bin kişilik 12 yerleşim yeri inşa ediyor. Kudüs’teki Filistinliler de kendilerine yönelik varoluşsal bir tehdit hissediyorlar. İsrail bununla da yetinmiyor; daha çok Yahudi yerleşimciyi Arap mahallelerinin merkezinde yaşamaya zorluyor. Silvan ve Ras el-Amud’da 640’ar ve Şeyh Cerrah’ta da 180 Yahudi bulunuyor. İsrail’de bu duruma ‘ideolojik yerleşim’ deniliyor. Zira yerleşimciler, 1948 öncesinde Yahudilere ait gayrimenkulleri geri aldıklarını iddia ediyorlar. Filistinliler ise bunu reddediyor.
İsrail, Filistinlilerin Nekbe’den önce sahip oldukları evleri, arazileri ve diğer mülkleri geri almasına izin vermiyor. Ayrıca alım satım anlaşmaları da şüpheli. Komisyoncular hile yapıyor ve sahte belgeler kullanıyor.
İsrailli yetkililer aynı şekilde Batı Şeria’daki Müslümanların Mescid-i Aksa’ya ulaşmasını güç kullanarak engelliyor. Kudüslülere dahi erişimi kısıtlıyor. Ve bu nedenle Kudüs’teki atmosfer gerginleşmeye devam ediyor. Ayrıca işgal askerleri, Aksa’ya baskın düzenliyor, mescitlerin halılarına basıp ibadet edenlere göz yaşartıcı gaz kapsüllerle saldırıyor. Polis, çatışmayı önlemek için Ramazan kutlamalarını yasaklamaya karar verdi ve bu durum gerilimi artırdı. Yahudi yürüyüşlerinin rotasını bir günlüğüne değiştirmek yerine Amud Kapısı’ndaki düzenlenecek Ramazan etkinliğini iptal etmeye karar verdi.
Tüm bunlar bir araya geldiğinde İsrail’deki Arap vatandaşlar da dahil Filistinliler arasında, bulundukları her yerde büyük bir protesto dalgası ateşlendi. İsrail’deki Arap vatandaşları, Filistin toplumunun bir parçası sayılıyor. Nekbe, onları toplumlarından uzaklaştırdı ve İsrail hükümetinin iradesine karşı vatanlarında kaldılar. Ancak bu halkla olan milli bağlarından hiçbir zaman vazgeçmediler, Arap uluslarıyla olan bağlarından tek an bile kopmadılar ve milletlerinin duyduğu kaygılardan ayrı olmadılar. İsrail vatandaşı olarak bulundukları konum bir çatışmaya mahal vermediği için kendilerini barış hareketinin bir parçası olarak görüyorlar. Çatışmanın sona ermesi, işgale son verilmesi ve İsrail’in yanı sıra başkenti Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması için mücadele ediyorlar. Ayrıca ulusal kimlik ve yurttaşlık özlemleri artıyor. Devlet işlerini yönetmede ortaklık talep ediyorlar. Bu insanların bugün nüfuz içerisindeki oranı yüzde 18,5 iken iki devlet hastanesi müdürü de dahil doktor oranı yüzde 25’i aşıyor. Aynı şekilde dünyanın en önemli mühendislik üniversiteleri arasında 26’ıncı sırada yer alan Uygulamalı Mühendislik Enstitüsü’nün başkanlığında, İsrail’in en büyük bankalarının yönetiminde, ileri teknoloji sektöründe, yüksek araştırma enstitülerinde, kültür ve sanatta ve hatta İsrail futbol takımında da görev yapıyorlar.
Çok sayıda Yahudi’nin anlamadığı bakış açısına göre bu ortaklık, ulusal ve dini aidiyet pahasına gerçekleşmiyor. Bu nedenle İsrail’in genel olarak Kudüs’teki ve özel olarak da Aksa’daki genel uygulamaları kötüleştiğinde, her gece binlerce kişi Tapınak Tepesi’ne akın ediyor ve kasabalarında gösteri düzenliyor. Füze savaşı patlak verdiğinde ve Araplar onlarca Filistinli çocuğun enkaz altındaki bedenlerini çıkardığında öfkelerini dile getiriyor ve savaşın sona ermesini talep ediyorlar.
Polis, protestoların barışçıl ve yasal olduğunu ifade ederek göstericileri her yerde yalnız bırakıyor. Geçen salı günü Sakhnin’de de olduğu gibi yaklaşık 20 bin eylemcinin katıldığı gösteriler bile barışçıl şekilde sona erdi. Polisin müdahale ettiği ve eylemleri bastırdığı yerlerde ise çatışmalar çıktı.

5 bin kişinin rolü
Bu noktada 5 bin kişinin rolü ön plana çıkıyor. Eylemcilerden bir kısmını 48 Arapları, bir kısmını da gösterilerin yanında görünüp durumu bir ‘Yahudi- Arap savaşına’ dönüştürmeye çalışan yerel Yahudiler oluşturuyor. Biri Arap, diğeri Yahudi olmak üzere iki grup ortaya çıkmış durumda.
Arap grubu, İsrail’in Gazze’den çekilmesinden sonra Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nden kaçan ve işgalcilerin kendilerini Arap kasabalarına yerleştirmeye çalıştığı bir dizi işgal ajanından oluşuyor. Bu unsurlar, 48 Arapları tarafından reddedilmeleri dolayısıyla ortak yaşamın bulunduğu kasabalara yerleştiler. Bu unsurlar, kendilerini kabul etmeyen Araplara ve onları ihmal etmekle suçladıkları İsrail’e öfkeli. Lod Belediye Başkanı Yair Revivo’ya göre ‘onlar’, kardeşlikleri işgal eden, Arap ve Yahudi sakinleri kışkırtan ve uzun yıllar şiddet uygulayan silahlı suç çetelerinden oluşuyor. Ortak Liste Başkanı Milletvekili Eymen Avde duruma dair şu açıklamada bulundu:
“Toplumumuzda kanlı şiddet eylemleri uygulayan Arap suç çetelerinin faaliyetlerine karşı uyarıda bulunduk. Bu durum, köklü şekilde ele alınmazsa Yahudi toplumuna darbe indirmek için hızlıca harekete geçeceklerini söyledik. Ancak bize inanmadılar.”
Yahudi gruba gelince; Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki yerleşimcilerden oluşuyorlar. Yafa, Lod ve Ramla’da dahi tapınaklar inşa ettiler, ‘La Familia’ olarak biliniyorlar. Araplara düşmanlar, Yahudi soluna ve gazetecilere bile saldırıda bulunuyorlar. Çatışmalar alevlendiğinde Batı Şeria’dan bir silahlı milis grubu onlara destek vermek için bölgeye geldi. Batı Şeria’da Filistinlilere karşı ordunun koruması altında saldırılar düzenledikleri için İsrail otoritesi tarafından da iyi tanınıyorlar. Faaliyetleri kısıtlanmaya çalışıldığında orduya ve subaylara da saldırıyorlar.
Ortak yaşamın bulunduğu kasabalarda kanlı çatışmaları ateşleyenler de bu gruplardı. Bazen yerel halkı da kendilerine çekmeyi başardılar. Ancak talihsiz olan durum, bazı siyasi ve medya liderlerini de kendilerine katılmaya ikna etmiş olmaları.
Ortak Liste’nin tek Yahudi üyesi olan Ofer Cassif, ‘artan gerilimden’ doğrudan Başbakan Binyamin Netanyahu’yu sorumlu tuttu. Cassif kkonya dair şunları söyledi:
“Ciddi bir akıl hastalığı olduğuna inandığın bu adam, ateşe saplantılıdır ve en tehlikeli insani hastalıktan muzdariptir. İsrail’i kendi heves ve çıkarlarına göre yönetmektedir. Hedeflerine hizmet etmek için her şeyi kullanır. Araplara yönelik kışkırtma partisine ve seçimlerde kişisel çıkarına hizmet ettiğinde Arapları kışkırttı. Araplara karşı kışkırtıcı eylemler, seçimlerde onun partizan ve kişisel çıkarlarına hizmet ediyor. Koşullar değiştiğinde Araplarla, ayrıca Hamas’ın müttefik olarak gördüğü İslami Hareket ile ittifak arayışına girdi. Bugün, Fetih Hareketi ve Filistin Yönetimi’ne karşı siyasi savaşında da hizmet ettiği Hamas’la ortak çıkar savaşı yürütüyor. Toprağın halkıyla yandığını görünce, seçimlerde kendisine hizmet edecek bir zafer imgesi arıyor. Tüm bunların ortasında polisi ve onların baskıcı araçlarını harekete geçirmeye çalışıyor. Yerleşimcilerin, karma kasabalara yerleştirilmesi konusunda da masum değil.”

Savaştan sonra ne olur?
Sorun şu ki çatışmalar İsrail sokağında Yahudiler ve Araplar arasında son derece gergin bir durum yarattı. Bunun Yahudiler ile Araplar arasındaki ilişkileri ilk kez kötüleştirmediğini de göz önünde bulundurursak görev kolay olmayacak. İki tarafın korkuları ve şüpheleri ortadan kaldırması ve barış içinde bir arada yaşama hakkında konuşmaya dönmesi birkaç yıl alacak.
Bugün İsrail vatandaşı birçok Yahudi ve Arap, yalnızca karma kasabalarda değil, diğer bölgelerde de korku içinde yaşıyor ve tedavi için bile evlerini terk etmekten kaçınıyor. Her iki taraftan da silah ruhsatı başvurusunda bulunulmaya başlandı. Son derece gergin durumlar yaşandığında herkes karşılıklı suçlamalarda bulunuyor. İsrail İçişleri Bakanlığı, Yahudilerden silah ruhsatına başvuranların sayısı ortalama 270 iken geçen hafta 1926’ya çıktığını bildirdi. Bugün ruhsatlı silah taşıyan yaklaşık 145 bin Yahudi var. Buna askerler, polisler ve güvenlik hizmetlerindeki diğer personeller dahil değil. Bir güvenlik yetkilisi, bu durumu “Silah talebindeki artış korkunç, ancak anlaşılabilir bir mantığa dayanıyor” şeklinde yorumladı. Kamu Güvenliği Bakanı Amir Ohana, silah ruhsatı verilmesini destekliyor. Bunu ‘güvenlik güçlerini desteklemek ve Yahudi vatandaşları Lod, Ramla, Yafa ve diğer şehirlerde tanık olduğumuz Arap saldırılarından korumak için önemli bir adım’ olarak görüyor. Ohana konuya dair yaptığı açıklamada “Yasalara uyan vatandaşlar, bölgede polisin bulunmadığını hissettiğinde silahlar kendileri ve aileleri için bir koruma unsuru sağlar” dedi.
Diğer yandan İsrail Polisi Başkomutanı Yaakov Shabtai, “Ortak yaşamı bozmaya çalışan teröristler, Yahudiler ve Araplar var. Polis onlara demir yumrukla müdahale edecek” ifadesini kullandı. Lod kentinde yaptığı toplantıda tüm sakinlerin güvenliğini ayrım gözetmeksizin sağlamaya çalıştığını belirtti. Araplar, polisi Yahudilere karşı önyargılı olmakla ve Araplara yönelik zulme katılmakla suçluyor.
İsrailli gazeteciler de radikal Yahudi sağının elleriyle kanlı saldırılara maruz kalıyor. Öyle ki 4 gazeteci ölüm tehditleri aldı. Çalıştıkları kurumlarda, televizyonlarda ve radyolarda Araplara ve solcu Yahudilere ev sahipliği yapmakla suçlandıkları için kendilerine kalıcı koruma sağlandı.

Korkular ve kurtarma girişimleri
Söz konusu gergin atmosfer sonucu her iki tarafta da korku ve endişe geniş ölçüde yayıldı. Birçok Arap çalışan, işten çıkarılmaları dolayısıyla şikayet ederken Arap üniversite öğrencileri de okullarına girme yasağıyla karşılaştı. Bazı hastanelerin yönetimleri Arap doktorların ve hemşirelerin saldırılardan korkmaları nedeniyle işe gelmediğini bildirdi. Bunun karşısında Yahudilerin de Arap kasabalarına girişleri yasaklandı. Celile ve Necef bölgelerindeki ücra Yahudi kasabalarının sakinleri, olası Arap saldırılarından korkmaları nedeniyle evden ayrılamamaktan şikâyet ettiler. Beerşeba Üniversitesi’ndeki Arap öğrenciler, sağcı eylemcilerin kendilerine saldırdıklarını iddia ettiler. Yafa’da bir Yahudi okul müdürünün Araplara taş attığı belgelendi.
Diğer yandan durum, iki taraf arasındaki normal ilişkilerin yeniden kurulması için birlikte çalışan Yahudi ve Arap güçlerinin tepkisinin artmasına neden oluyor. Nitekim Yahudilerin ve Arapların kucaklaştığı ve tek bir yerde çalıştığı, televizyon kanallarında ve sosyal ağlarda yayınlanan, “Yolumuzun birlikte devam etmesi konusunda ısrarcıyız” sloganıyla bir medya kampanyası düzenlendi. Aynı şekilde “Yahudiler ve Araplar düşman olmayı reddediyorlar” başlığıyla düzenlenen ortak gösterilere katıldılar. Kampanya bağlamında Hayfa belediyesi, her iki taraftaki vatandaşların yer aldığı ‘ortak yaşam’ projesini kabul etti. Bankalar, hastaneler ve büyük şirketler gibi birçok büyük kurum, sosyal ağlarda ve medyada benzer kampanyalar başlattı.
Araplar tarafından yakıldığından şüphelenilen sinagogu ziyarete giden Knesset’teki İslami Hareket Listesi Başkanı Mansur Abbas binayı restore etmek istediğini dile getirdi. Diğer Arap partilerinden politikacılar kendisine ve Genel Sekreter İbrahim Hicazi de dahil hareket içerisindeki bazı yoldaşlarına saldırıda bulunduğunda “İslam, tapınaklara saldırılara izin vermez” yanıtını verdiler. İsrail araştırma enstitülerinden bazıları şu an bu krizden çıkmanın ve çatışmanın doğası ve nedenleri hakkında Yahudi-Arap diyalogları yürütmenin yolları hakkında araştırma seminerleri düzenliyor. Araştırma seminerleri kapsamında, bir arada yaşama ümidini yeniden canlandırma ve iki halk arasındaki rutin ilişkilere geri dönme yolları da görüşülüyor. Daliyat al-Karmel’den yazar ve araştırmacı Merzuk el-Halebi şu değerlendirmelerde bulundu:
“İsrail, tarihi çatışmayı yürütmenin tek ve ideal yolunun savaş olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Çünkü bunu tek yol olarak görüyor. Buna inansaydık tuzağa düşerdik. Ama başka binlerce yol daha var. Halkımızın farkındalığı konusundaki savaş, Yahudi sokağının farkındalığı için verilen savaştan daha önemsiz değildir.”

48 Filistinlilerinin acısı
İsrail’deki Arap vatandaşları, her savaşta kendilerine özgü bir şekilde çifte bedel ödüyorlar. Zira sürekli şekilde her iki taraftan da darbe alıyorlar. Örneğin İkinci Lübnan Savaşı’nda 44 sivil ve 12 asker öldürüldü. Hizbullah’ın füzelerinin büyük bir kısmı Nasıra, Hayfa, Mecd el-Kurum, Şefa Amr ve diğer şehirler gibi Arap kasabalarını da vurdu. Bombardımanda 19 Arap öldü. Bu, sivil ölümlerin yüzde 43’ünü oluşturuyor. Aynı şekilde yaralıların yakınları, güney Lübnan sakinleri ve mülteci kampları da İsrail bombardımanların maruz kaldı.
İsrail’de ‘Koruyucu Hat’ olarak isimlendirilen 2014 yılındaki Gazze savaşında 6 sivil öldürüldü. Bunların arasında Taylandlı bir işçi ile Necef’teki 48 Filistinlilerinden iki kişi de vardı. Savaşta aynı aileden 3 kişi de yaralandı. Daha sonra Gazze Şeridi’nde yaşayan üç kişinin daha aynı savaşta İsrail bombardımanında öldüğü ortaya çıktı.
Bu kez İsrail’deki Filistin nüfusundan 4 Arap öldü. Bunlar arasında Lod’da araçlarının üzerine düşen füze sonucu ölen Halil Avad (52) ve oğlu Nadin (16) de vardı. Lod’dan Musa Hasune (31 yaşında) ve aynı şehirde yaşayan bir vatandaş, iki taraf arasındaki çatışmalarda aldıkları kurşun yaraları nedeniyle yaşamlarını yitirdiler. Umm el-Fehm’den Muhammed Mahmud Kivan (17), Ortaokul Öğrencileri Birliği’nin şehirde Kudüs ve Gazze ile dayanışma amacıyla düzenlediği gösteride polisler tarafından vuruldu.
Bu bilanço, saldırıların ortasında kalan 48 Filistinlilerinin durumunu gözler önüne seriyor.
İsrail’deki Arapların İsrail vatandaşlıklarının parçalandığını, diğer halklardan farklı yaşam kurallarına sahip olduklarını ve Araplar ve Filistinliler arasında sıkıştıklarını söyleyenler de var. Ancak olayları, fedakârlık yapmaya değer bir meydan okuma olarak görenler de mevcut. Onlar, ulusal ve vatansever kimliklerine ve İbrani devletindeki vatandaşlıklarına bağlılıklarından dolayı işgale karşı savaşan İsrail’deki barış kampına mensuplar. Başkenti Doğu Kudüs olan bir devlet ve bağımsız Filistin’e bağlılar. İsrail, Arap ve İslam dünyası arasında gerçek barış arayışındalar. Bu bağlamda İsrail’de Yahudiler ve Araplar arasında eşitliğe ve karşılıklı saygıya dayalı, barış içinde bir arada yaşamanın, taviz verilemeyecek hayati bir zorunluluk olduğunu savunuyorlar. Eğer İsrail’deki Yahudiler ve Araplar bir arada yaşamayı ve ortak bir yaşam modeli sunmayı başaramazlarsa İsrailliler, Filistinliler ve tüm Araplar arasında gerçek bir barış olmayacağının farkındalar.



Putin’in Alaska’daki taktiksel zaferi

ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 15 Ağustos'ta Alaska’nın Anchorage şehrindeki Elmendorf-Richardson Askeri Üssü'nde yaptıkları görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenlediler (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 15 Ağustos'ta Alaska’nın Anchorage şehrindeki Elmendorf-Richardson Askeri Üssü'nde yaptıkları görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenlediler (Reuters)
TT

Putin’in Alaska’daki taktiksel zaferi

ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 15 Ağustos'ta Alaska’nın Anchorage şehrindeki Elmendorf-Richardson Askeri Üssü'nde yaptıkları görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenlediler (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 15 Ağustos'ta Alaska’nın Anchorage şehrindeki Elmendorf-Richardson Askeri Üssü'nde yaptıkları görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenlediler (Reuters)

Robert Ford

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve Avrupalı liderler, 13 Ağustos Çarşamba günü ABD Başkanı Donald Trump ile yaptıkları telefon görüşmesinin sonunda bir anlaşmaya vardıklarını düşünüyorlardı. Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek için mevcut temas hatlarında ateşkesin yürürlüğe girmesi konusunda herhangi bir sürecin başlatılmasına onay verdiğini belirten Trump, Zelenskiy ve Avrupalı liderlerle, ateşkes sağlanmadan sınırların değiştirilmesi hakkında herhangi bir müzakereye girilmemesi konusunda anlaştığını da vurguladı.

Avrupalı hükümet kaynakları Amerikan basınına Trump'ın aşağıdaki üç ek ilkeye prensipte onay verdiğini bildirdi:

1- Sınır değişiklikleri konusunda Moskova ile müzakereleri ABD değil, Ukrayna yürütmeli.

2- ABD, nihai barış anlaşması kapsamında Ukrayna'ya bir tür güvenlik garantisi vermeyi taahhüt etmeli.

3- Putin ateşkesi reddederse, ABD Avrupa ülkeleriyle birlikte Rusya ekonomisine daha sert yaptırımlar uygulamalı.

Beyaz Saray, Putin'in davetini başlangıçta Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek için atılmış cesur bir adım olarak nitelendirdi. Ancak ABD’li ve Avrupalı çok sayıda yorumcu hiç vakit kaybetmeden, Trump'ın Rusya'nın barış şartlarını kabul etme olasılığının Zelenskiy'nin konumunu zayıflatabileceği uyarısında bulundu. Aynı yorumculara göre bu durum, 1938 yılında dönemin İngiltere Başbakan Neville Chamberlain'in Adolf Hitler'in tehditleri karşısında Çekoslovakya'nın konumunu zayıflatmasına benziyor. Bunun üzerine Beyaz Saray tutumundan geri adım attı ve Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, 12Ağustos'ta düzenlediği basın toplantısında, zirvede ABD Başkanı Trump’ın Rusya Devlet Başkanı Putin'in görüşlerini dinlemek için bir fırsat yakalayacağını, ancak bu görüşmenin bir müzakere olmadığını vurguladı. Fakat kendini diğer liderlere göre anlaşma yapma konusunda üstün gören Trump, başlangıçta Alaska’daki zirvenin amacının Putin ve Zelenskiy'yi bir araya getirecek üçlü bir toplantının zeminini hazırlamak olduğunu söylemişti. 16 Ağustos gününe gelindiğinde, Trump'ın beklentileri yükseldi ve Alaska'ya giderken Fox News'e yaptığı açıklamada, ‘ateşkes anlaşması sağlanamadığı takdirde memnun olmayacağını’ belirtti.

Trump’ın ABD'deki eleştirmenleri, onun yeniden Rus başkanına boyun eğdiğini düşünürken, Putin'in üstünlüğünü gösterdiğine inandıkları birkaç örneğe işaret ettiler.

Putin, Trump'ın fikrini değiştiriyor

Putin, cumartesi günü gerçekleşen zirvenin sonunda, ateşkes veya barış görüşmelerinin derhal başlayacağına dair herhangi bir açıklamada bulunmadı. Aksine son üç yıldır yaptığı gibi, Ukrayna'daki milliyetçi hükümet ve bu hükümetin Batı ve NATO ile olan ilişkilerini, çatışmanın kökü olarak gördüğü sorunları çözmeye kararlı olduğunu yineledi.

Trump kısa bir açıklama yaparak, herhangi bir anlaşmaya varılamadığını kabul etti. Tarafların ‘birçok konuda anlaşmaya vardığını’, ancak ‘bazı konularda halen anlaşmazlık olduğunu’ söyledi. Putin gibi Trump da net bir müzakere çerçevesi veya planı sunmadı. Basın toplantısı, iki liderin gazetecilerin sorularını yanıtlamayı reddetmesi ve ortak bir bildiri yayınlamamasıyla ani bir şekilde sona erdi. Washington'dan Alaska'ya yedi saatlik uzun bir yolculukla gelen ABD Hazine, Ticaret ve Savunma bakanlarının katılması beklenen öğle yemeği de iptal edildi.

dfgrtyu
ABD ve Rusya liderlerinin Alaska'da yaptığı görüşmenin ardından düzenlenen Ukrayna ile dayanışma gösterisi sırasında pankartlar taşıyan protestocular, 15 Ağustos 2025 (Reuters)

Trump’ın ABD'deki eleştirmenleri, daha önce olduğu gibi onun yeniden Rus başkanına boyun eğdiğini düşünürken, Putin'in üstünlüğünü gösterdiğine inandıkları birkaç örneğe işaret ettiler. Bunlardan biri olarak Trump, Putin'in ateşkes kabul etmemesi halinde Rusya'ya daha ağır yaptırımlar uygulamak için kendi belirlediği son tarihten sadece birkaç gün önce Rusya'nın zirve önerisini kabul etmişti. Alaska'da toplantı yapılması konusunda anlaşmaya varılır varmaz, Trump yönetimi içinde olası yaptırımlar konusunda tartışmalar tamamen sona erdi.

Havaalanında Putin'e yaklaşırken alkış tutan Trump, zirve sonrası Putin ile düzenlediği ortak basın toplantısında Demokrat Parti'nin 2016 seçimlerine Rusya'nın müdahalesi hakkındaki soruşturmalarından uzun uzun şikayet etti. ABD Başkanı, daha sonra Fox News kanalına verdiği röportajda, Putin'in bu seçimlerdeki zaferini vurguladığını ve Demokrat Parti'yi seçimlerde hile yapmakla suçladığını belirtti. Trump, Washington'da bu iddiayı sık sık tekrarlıyor.

Zelenskiy, beklenen görüşmeyi Trump'ın asıl endişe duyduğu konuyu, yani Rusya’nın saldırılarının sivil kayıplara neden olmasına dikkati çekmek için kullanabilir.

Trump, Alaska'dan yaptığı tüm basın açıklamalarında Putin ile olan ‘harika’ ilişkisine vurgu yaptı. Trump, bu tanımlamayı genellikle başka hiçbir dünya lideri için kullanmıyor. Ayrıca, ortak basın toplantısında Putin'in ilk konuşmayı yapmasını kabul eden Trump, böylece ev sahibi ülkenin liderinin ilk konuşma yapması gerektiğini belirten diplomatik protokolü açıkça ihlal etti.

Ancak Trump'ın tutumundaki en belirgin değişiklik toplantıdan sonra ortaya çıktı. Ateşkes üzerinde durmaktan, daha geniş kapsamlı müzakereleri teşvik etmeye yöneldi. Rusya-Ukrayna ilişkilerine dair tüm konuları kapsayan bu müzakereleri, savaşı sona erdirmek için en uygun yol olarak nitelendirdi. Ateşkes için baskıların azalması ve yeni yaptırımlar uygulama tehdidinin sona ermesiyle planlanan resmi öğle yemeği töreni yapılmasa da Putin, toplantıdan memnun bir şekilde ayrılmış görünüyordu. Öte yandan Trump'ın ilgisi Zelenskiy'nin yaklaşan ziyaretine yöneldi. Zira Trump, Ukrayna’dan bazı tavizler almaya çalışıyor.

Zelenskiy yeniden Oval Ofis'e geliyor

Ukrayna daha önce Trump ile benzer bir deneyim yaşamıştı. Trump ve yardımcısı J.D. Vance ile Zelenskiy arasında geçtiğimiz şubat ayı sonlarında Beyaz Saray'da, Trump'ın Zelenskiy’ye kalıcı barış için herhangi bir garanti almadan tavizler vermesi için baskı yapması nedeniyle şiddetli bir tartışma yaşandı. Zelenskiy, o tarihten beri Trump ile ilişkilerinde daha temkinli davranmaya başladı ve Alaska toplantısının ardından yapılan telefon görüşmesi de dahil olmak üzere son görüşmelerinde belirgin bir iyileşme görüldü. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Zelenskiy, Trump'ın üçlü toplantı yapma fikrini kabul etti, ancak bu fikir Alaska'dan yapılan resmi açıklamalarda yer almadı.

Trump'ın desteğini kazanmaya çalışan Zelenskiy, Putin'in engelleyici taraf olduğu konusunda onu ikna etmeye çalışmanın yararsız olduğunu biliyor. Bu yüzden Trump'ın suçlamalarını önlemeye özen gösterecek ve Rusya'ya toprak vermeyi reddettiğini kamuoyuna açıkça vurgulayarak, üçlü toplantı fikrini destekleyecek ve Putin'i müzakere masasına oturtmak için yeni yaptırımlar uygulanmasını talep edecektir. Zelenskiy yaklaşan görüşmeyi, Trump'ın asıl endişe duyduğu konu olan Rusya’nın saldırılarının sivil kayıplara neden olmasına dikkati çekmek için kullanabilir ve bu saldırıların durdurulması ve bazı bölgelerde geçici bir ateşkes sağlanması için baskı yapmaya çalışabilir.

Ancak Trump'ın Ukrayna'nın uzun vadeli geleceğine pek ilgi göstermediği açık. ABD Başkanı, 11 Ağustos'ta Ukrayna Devlet Başkanı’nı bir kez daha suçlayarak 2022 yılında savaşın patlak vermesini engelleyemediği için onu sorumlu tuttu. Başkan Yardımcısı Vance, 10 Ağustos'ta Avrupa medyasına Washington'ın Ukrayna'ya ilave yardım sağlamayacağını açıklamıştı. Buna rağmen Zelenskiy, Avrupa'nın desteğine güvenmeye devam ediyor.

Trump, Avrupa ülkelerine ABD yapımı silahlar satarak Ukrayna'ya teslim etmelerine açık gibi görünüyor, ancak Rusya'ya yeni yaptırımlar uygulamak konusunda halen tereddüt ediyor.

Fransa, Almanya ve İngiltere, nihai barış anlaşmasının toprak tavizi meselesinin yanı sıra Ukrayna'nın egemenliğini ve bağımsızlığını garanti altına alacak güvenlik düzenlemelerini de içermesi gerektiği konusunda hemfikir. Bazı Avrupa başkentlerinde, şimdiye kadar somut bir öneri olmamasına rağmen, Ukrayna'ya Avrupa’dan bir görev gücü gönderilmesi fikri tartışılıyor. İlginç olan ise Trump'ın kendisi ağustos ayı başlarında NATO çerçevesi dışında bir güç oluşturulması fikrini desteklediğini belirtmişti. Bu da Avrupa ülkelerine Trump yönetiminin Ukrayna dosyasına uzun vadede müdahil olmaya devam edeceği umudunu veriyor. Zelenskiy’nin Ukrayna'nın çıkarlarını Beyaz Saray'da savunmak için özellikle Fransa, Almanya ve İngiltere'ye güveneceğine şüphe yok.

Peki ya sonra?

İki ana faktör, savaşın gidişatını kademeli olarak Rusya'nın lehine çevirmeye katkıda bulunuyor. Bunlardan birincisi, Ukrayna’nın savaşın başlangıcından bu yana süregelen, ancak son zamanlarda daha da kötüleşen asker sayısının yetersizliğiyle boğuşması. İkincisi, Ukrayna'nın insansız hava araçları (İHA) alanında sahip olduğu göreli üstünlüğün gerilemeye başlaması. Savaşın başlarında Kiev bu uçakları, sayıca üstün olan Rus güçlerini hedef almak için etkili bir şekilde kullanabilmişti. Ancak Moskova, geçtiğimiz yıl boyunca bu alandaki teknolojisini ve taktiklerini, bazı durumlarda İran'ın yardımıyla geliştirdi. Bu gelişme, piyade kuvvetlerindeki sayısal üstünlüğüyle birlikte, büyük kayıplara rağmen Ukrayna topraklarında yavaş ama istikrarlı bir ilerleme kaydetmesini sağladı.

dfgthy
Başkan Trump ve Putin, Ukrayna'daki savaşın sona erdirilmesi için bir araya geldikleri Alaka’daki zirvede tokalaşırken, 15 Ağustos 2025 (Reuters)

Zelenskiy veya Avrupalı liderlerin Rusya'yı askeri olarak yenmek veya savaşı sona erdirmek için net bir stratejisi bulunmaması nedeniyle, ABD'nin rolü daha da önem kazanıyor. ABD'deki hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partiden politikacılar ve uzmanlar, Trump'a Moskova'ya daha katı yaptırımlar uygulaması ve Avrupa ülkelerinin Ukrayna'yı desteklemek için ABD silah ve teknolojisi satın almasına izin vermesi için baskı yapıyor. Trump yönetimi ise iki ülke arasındaki savaşta arabulucu rolünü oynamaya çalışıyor.

Trump, Avrupa ülkelerine ABD yapımı silahlar satarak Ukrayna'ya teslim etmelerine açık gibi görünüyor, ancak Rusya'ya yeni yaptırımlar uygulamak konusunda halen tereddüt ediyor. Çünkü her zamanki gibi Trump’ın ne gibi kararlar alacağını tahmin etmek zor.

Trump'ın Rusya ile ayrı bir toplantı yapma fikri, aslında ciddi bir arabuluculuk çabasının mantıklı adımıydı. Bir arabulucu, öncelikle taraflarla ayrı ayrı görüşerek onların önceliklerini, hedeflerini ve endişelerini derinlemesine anlamaya çalışır. Ancak Trump yönetiminin Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek için etkili bir arabuluculuk yapma yeteneğini zayıflatan yapısal bir sorun var. Nobel Barış Ödülü'nü kazanmayı hedefleyen Trump, yabancı ülkelerin tutumlarını anlamak ve dikkatle analiz etmek için gerekli entelektüel disiplinden yoksun biri ve müzakereler konusunda gerekli detayları takip etmek için gereken sabra ve titizliğe sahip değil. Trump’ın karakteri, Sovyetler Birliği'nin Avrupa İmparatorluğu’nu sona erdirmek için Eski Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov ile başarılı bir şekilde müzakere eden dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush'un karakterinden taban tabana zıt.

Trump'ın ekibi, bu düzeyde karmaşık müzakereler için gerekli olan muazzam miktarda bilgi ve karmaşık dosyaları sindiremeyecek kadar küçük.

Dahası, Trump'ın ekibi, bu düzeyde karmaşık müzakereler için gerekli olan muazzam miktarda bilgi ve karmaşık dosyaları sindiremeyecek kadar küçük. Bu ekip, 1979 yılında Camp David’de dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter'ı veya 1989-1990 yılları arasında Malta, Washington ve Helsinki zirvelerinde dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush'u destekleyen uzmanlardan oluşan ekiplerden tamamen farklı.

Örneğin, Trump'ın Özel Temsilcisi ve yakın arkadaşı Steve Witkoff, Gazze Şeridi’ndeki savaşa yönelik müzakereleri, İran'ın nükleer programı ve Ukrayna'daki savaş gibi karmaşık konularda ilgili tarafların tutumlarını tam olarak anlamakta başarısız oldu. Trump yönetiminin Dışişleri Bakanı Marco Rubio ise aynı zamanda Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak da görev yapıyor ve Beyaz Saray'daki Ulusal Güvenlik Konseyi'nde yaklaşık 200 kişilik bir ekibi yönetiyor. Washington'da bu iki görevi bir arada yürüten son kişi Henry Kissinger'dı, ancak bugün Marco Rubio'nun strateji geliştirme veya yerel ve uluslararası rakiplerle mücadele etme becerisi, Henry Kissinger ile asla kıyaslanamaz.

Her ne kadar deneyimli yetkililerin atanması Ukrayna'daki arabuluculuk sürecinin farklı yönlerinin yönetilmesine katkıda bulunabilirse de Trump yönetimi altında, meşruiyetiyle ilgili endişelerle boğuşan Beyaz Saray, herhangi bir dış tarafa güvenme konusunda son derece temkinli davranıyor.

Tüm bu zorluklar, bir de Trump'ın Putin'le doğrudan yüzleşmekten sürekli çekinmesi de eklenince ABD'nin Ukrayna’daki savaşta ciddi bir arabuluculuk çabası göstermesini büyük ölçüde kısıtlıyor. Sonuçta Trump, geçtiğimiz hafta ima ettiği gibi Ukrayna meselesini tamamen bırakmaya karar verebilir. Bu durum Zelenskiy ve Avrupalı liderleri, Ukrayna topraklarında sahadaki üstünlüğünü kademeli olarak güçlendirmeye devam eden Rusya ordusu karşısında son derece zor bir durumda bırakacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.