Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor 1: Hafız Esed, Saddam Hüseyin’den ilk mesajını dikkate aldı ve yanıt vermeden önce Saddam’ı test etti

Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin (AFP)- Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed (AFP)
Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin (AFP)- Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed (AFP)
TT

Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor 1: Hafız Esed, Saddam Hüseyin’den ilk mesajını dikkate aldı ve yanıt vermeden önce Saddam’ı test etti

Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin (AFP)- Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed (AFP)
Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin (AFP)- Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed (AFP)

1990’ların ortalarında, Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, Devlet Başkanı Hafız Esed ile iki gizli iletişim kanalı başlattı. Ancak Esed bunu, geçmiş deneyimleri ve Saddam’ın niyetleri ile 1979 yılında Suriye ve Irak arasındaki ‘Ortak Ulusal Eylem Sözleşmesi’nin uygulanmasının engellenmesindeki rolü ışığında ‘şüphelerle’ karşılamasında rağmen  diyaloğa devam etmeye karar verdi. Ancak Bağdat ve Şam’daki ‘Baasçı’ rejimler arasındaki mesafeyi sona erdirmek için kamuoyu önünde adımlar atmadan önce Arap ülkeleri ve Irak muhalefetiyle zemin hazırlığında Saddam’ı birkaç teste tabi tuttu. Bu testleri ise ilk kez Şarku’l Avsat ortaya çıkardı.
Bu mektuplar, merhum Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın 2005’te Suriye’den ayrılmasından ve o yılın sonunda iltica ettiğini açıklamasından sonra ofisinden Paris’e taşıdığı birçok belgenin bir parçası. Şarku’l Avsat, Irak Büyükelçisi Enver Sabri Abdurrezzak el-Kaysi ile temasa geçti ve belgelerin gerçekliğini doğruladı.
Ağustos 1995’teki ilk mesajlarında Saddam, 1982’de kapatılan iki büyükelçiliği yeniden açmak, üst düzey ve halka açık siyasi toplantılar düzenlemek ve sınırları açmak için Esed’en aceleci davranıyordu. Ancak Haddam’a göre Esed, Arap ulusunun ve iki kardeş ülkenin çıkarlarının gerçekleşmesini sağlamak için Irak Cumhurbaşkanının önerilerine somut bir yanıt vermeden önce Arap istişareleri düzenlemeye karar verdi.
Ağustos 1995’te Irak Büyükelçisi Rafi et-Tikriti, Suriye Büyükelçisi Abdulaziz el-Mısri ile görüşme talebinde bulundu ve aynı gün onunla bir araya geldi. Kendisine başkanı Saddam’dan, Esed’e iletmek için kişisel bir mesaj aldığını bildirdi. Mesaj kapsamında, “İki ülke arasında güven ve yakınlaşma sağlamak amacıyla Suriye’ye yönelik attığımız adımın, çok ciddi bir adım olduğunu ve geçmişin hassasiyetlerinden herhangi bir hassasiyetin tekrarlanmayacağını vurguluyorum. Geçmiş deneyimlerin kendi koşulları vardır. Bunu unutmalı ve bu tehlikeli aşama hususunda gerçek ve ciddi bir açıklıkla ve açık yürekle adım atmalıyız” ifadelerine yer veriliyor.
Ağustos 1995 sonlarında Irak’ın Katar Büyükelçisi Enver Sabri Abdurrezzak el-Kaysi, Arap Tarımsal Kalkınma Teşkilatı Genel Müdürü Yahya Bakur ile temasa geçerek, Saddam’dan bir mesajla ‘ziyaret arzusunu’ Şam’a iletmesini istedi.
Esed, iki mektubu benimle ve Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara ile görüştü ve Irak Büyükelçisinin varlığını gizli bir şekilde kabul etmeye ve benimle temaslarını sınırlamaya karar verdi. Bilgi güvenliği de dahil birçok nedenden dolayı, Irak’ın Ankara’da değil, Katar’daki büyükelçisiyle temasların gerçekleşmesini sağlamak konusunda bir endişe vardı. Bunun nedeni, Irak rejiminin, politikalarında köklü bir değişiklik yapma ve bizimle ciddi ilişkiler kurma konusunda ciddi olduğuna ikna olmamamızdır. Çünkü ilişkiler stoku, Irak muhalefetiyle ilişkilerimizi ve onlar ile Arap rejimi arasındaki Arap ilişkilerimizi sürdürme arzumuzun yanı sıra Suriye ve Arap milletine yönelik olumsuzluklar, zararlar ve büyük zararlarla doludur.
5 Eylül 1995’te, Enver Sabri Abdurrezzak’ı karşıladım. Temmuz 1979’daki iddia edilen komplo da dahil olmak üzere iki ülke arasındaki ilişkilerin gözden geçirildiği ve Bağdat’ın bu ilişkilerin bozulmasındaki rolünün değerlendirildiği dostane bir görüşmeydi. Bana şu bilgiyi verdi; “Irak Cumhurbaşkanından Devlet Başkanı Hafız’a sıcak selamlar. Saddam, Irak’ın Suriye ile normal ilişkiler kurma arzusunun, ABD’nin Irak üzerindeki baskısı ve kuşatmayı sürdürme konusundaki kasıtlı ısrarı nedeniyle olağanüstü bir olay veya bir temel olmadığını teyit ediyor. Aksine bu arzu, Arap ulusal güvenliği ve kaçınılmaz Arap çıkarlarıyla ilgili düşüncelerden kaynaklanmaktadır.”
Büyükelçi, “Cumhurbaşkanı Saddam ve tüm Iraklılar, Devlet Başkanı Hafız’ın ‘Irak’ın topraklarının ve halkının birliğine olan tutkusunu dile getiren ve her türlü dış müdahaleyi reddeden’ açıklamalarını ve sizin İran’daki açıklamalarınızı selamlıyor” dedi.
Saddam’ın, ABD- Siyonist planının açık ve Ürdün’ün de bunun bir parçası olduğunu söylediğini, sadece Irak’a değil, aynı zamanda Suriye’ye ve tüm Arap çıkarlarına zarar vermeyi amaçlayan bir reçete olduğunu da belirttiğini ifade etti. Aktardığına göre planın amacı, Irak’ı zayıflatmak ve bölmek değil, Arap bölgesine siyasi, askeri ve ekonomik olarak saygısızlık etmektir.
Saddam’ın ‘ortamı temizlemek, Arap uzlaşmalarını nesnel temeller üzerinde tutmak, Arapların yüce çıkarlarını dikkate almak ve bölgeyi karmaşıklık ve şantaj döngüsünden uzak tutmanın yanı sıra hepimizi tehdit eden zorluklarla yüzleşmek’ için Irak’ın, istisnasız tüm Arap taraflarıyla diyaloğa girmeyi açık fikirli ve samimi bir niyetle istediğini söylediği de kaydedildi. Aktarılana göre bu nedenle Cumhurbaşkanı, Irak Dışişleri Bakanı Muhammed Said es-Sahaf’ın iki tarafın vizyonlarının belirleneceği ve olayların değerlendirilmesinin yapılacağı geniş bir siyasi diyalog için Şam’ı ziyaret etmesini önerdi ve gizli veya açık bir şekilde hemen gelmeye hazır olduğunu da söyledi.
Büyükelçi, “Cumhurbaşkanı Saddam, içerideki durumun mürtet Hüseyin Kamil’in kaçmasından sonra Ürdün’ün uyandırdığı medya kargaşasından yakından veya uzaktan etkilenmediğini belirtti. Kamil, Irak’taki durumu, resmi ve partizan kurumları yönlendiren kişiydi ve ortaya atılan tüm söylentiler, Ürdün’ün hayal gücünün eseridir. Devlet Başkanı Hafız bunu söylerken, haklı ve doğruydu. Irak’taki yoldaşlarınız beş yıldır dayanıyor” dedi.
Mektubu, Devlet Başkanı Hafız’a sundum. Kendisi ise benimle iki ülke ilişkilerindeki karanlık geçmiş gölgesinde uzun uzun görüştü. Yine de cevabın olumlu ve dostane olması gerektiğini söyleyerek, Irak’ın tavrının ciddiyetini öğrenmek için bir toplantı talep etti.
13 Eylül 1995 tarihinde, Irak Büyükelçisini karşıladım ve kendisine şu mesajı yazdırdım; “Devlet Başkanı Hafız’dan selamlar ve Cumhurbaşkanı Saddam’a selamlar. Devlet Başkanı Hafız, Arap ulusunun tanık olduğu aşamayı ve Irak ve Suriye’nin karşı karşıya olduğu tehditleri belirtmektedir. Arap koşullarının kötüleşmesini, felç ve eksenlere bölünmesini önlemek için iki tarafın gecikmeden engelleri aşmasının ve anlaşmazlıkların üstesinden gelmesinin zorunlu olduğunu vurgulamaktadır. Bu felç, ‘şu veya bu uluslararası tarafı hoşnut kılarak, Arap ulusunun yüksek çıkarlarından tamamen bölünmüş, özel ve iyi bilinen çıkarları garanti altına almak için her eksenin diğeri üzerinde oynamaya çalıştığı’ bir durumdur. Bu nedenle Suriye ve Irak’ın kaderi, Arapların durumunu bir yalan ve bozulmadan kurtarmalarını gerektiriyor. Çünkü Arap dünyasının karşı karşıya olduğu tehlikeler karşısında müthiş bir güç oluşturuyorlar. Bu tehlikelerin en öne çıkanı, daha önce de söylediğimiz gibi, Amerikan-Siyonist stratejisinin önemli bir parçası haline gelen Ürdün rolüdür ve ister Washington, ister Türkiye, ister Siyonist oluşum ile olsun, ortaya koymaya çalıştığı şüpheli girişimlerdir. Oluşan ve aleni şekilde görünen ittifaklar ve bunların sadece Suriye ve Irak için değil, aynı zamanda Arap ulusu için tehlikeleri hakkında söylentiler de var. Bu nedenle kendi içlerinde birleşik ve etkili bir Arap konumu inşa etme ve her geçen gün etkileşime girmeye başlayan zorluklarla yüzleşme yeteneğine sahip iki kardeş ülke olan Irak ve Suriye arasındaki ilişkilerin bu özel zamanda normale dönmesi gerekmektedir, Amerikan- Siyonist kılıfına bürünen su ve askeri projeleriyle Türk tehlikesinin yanı sıra, Arap kimliğini ortadan kaldırmaya çalışan Siyonistlere meydana okunmalıdır.”
Bir görüşme yapılmadan önce Müslüman Kardeşler’in Irak’taki ilişkilerini ve iş birliğini nasıl devam ettireceğine yönelik bakış açısının bilinmesinin faydalı olacağını ve bunun ışığında görüşme düzeyinin belirlenebileceğini söyledim.
Irak Büyükelçisi, mektubu büyük bir memnuniyetle karşıladı. Irak’a dönüşü için oldukça heyecanlı görünüyordu.
19 Eylül’de Irak Büyükelçisi Ankara’da Suriyeli mevkidaşı ile görüştü ve kendisine, Bağdat’taki liderliğin Suriye liderliğinin sorularını memnuniyetle karşıladığını, diyalog ve iş birliğini niteliğini, düzeyini ve kapsamını belirleme işini Suriye liderliğine bıraktığını ve gizlilik derecesini, seviyesini ve tarihini Suriye liderliğinin belirleyeceği Suriye- Irak sınırında bir Suriye görüşmesine hazır olduğunu bildirdi. Büyükelçilik, Irak liderliğinin sponsor, maslahatgüzar veya büyükelçi düzeyinde diplomatik ilişkileri yeniden kurmak istediğini ifade etti.
Bizim açımızdan bir yandan ABD ve Ürdün’ün eylemleri nedeniyle koşullar endişe vericiyken, diğer yandan Irak liderliği ile geçmişteki deneyimler ve yaşadığımız acı, temkinli bir faktör oluşturdu. Aynı şekilde Arap hazırlığı olmadan hızlı bir yakınlaşma, Arap ilişkilerimizde kafa karışıklığına, Irak muhalefetindeki milliyetçi akımla soğukluk durumuna, İslami hareketle ve birlikte hareket ettiğimiz Kürt cephesiyle aramızda şüphelere yol açacaktır.
2 Şubat 1996 tarihinde Enver Sabri ile görüştüm. Bana içeriğinde şu ifadelere yer verilen bir mektup verdi; “Cumhurbaşkanı Saddam’ın, kardeşi Devlet Başkanı Hafız’a ve size selamlarını getirdim. Ürdün rejimi tarafından kabul edilen konfederasyon veya herhangi bir federasyonun kurulmasına yönelik şüpheli çağrıya ve bunu, bölgeyi bölmek ve hakimiyet kurmak için eski Siyonist sömürge projesiyle uyumlu siyaset ve çıkar ipleri üzerinde oynama çerçevesinde servis etmeye çalışmasına ilişkin Başkan Esed ve sizin tutumunuz dolayısıyla teşekkürlerini ve takdirlerini yinelemektedir.
Irak’ın uluslararası kararlara uymadığı bahanesiyle Irak’a yönelik kuşatmanın devam etmesi, bir meydan okumadan daha fazlası haline geldi. Kuveyt meselesinin ve Irak’a uygulanan baskının göz ardı edilmesi, ABD liderliğindeki sözde yeni uluslararası düzen çerçevesinde uluslararası meşruiyeti kullanarak, ABD’nin ‘Arap dünyasını boyun eğme’ taleplerini yerine getirmeleri için tüm Araplara ulaşacak. Arap ulusunun şu anda içerisinde bulunduğu Arap durumu, yalnızca Arap ulusal güvenliğine tehdit oluşturmuyor, aksine birden fazla Arap ülkesinin benimsediği ve uğruna çalıştığı Ortadoğu kavramının önermeleri üzerinden Arap kimliğinin pozisyonlarına ve geleceğine yönelik bir tehdittir. Bu, Arapların parçalanma durumunu da artırmakta ve kalıcı hale getirmektedir. Böylece dış güçlerin, kapsamlı bir siyasi ve ekonomik hegemonya kurmasının önünü açmaktadır. Arap Körfezi (Basra Körfezi) bölgesinde olan tam olarak budur.”
Büyükelçi, “Cumhurbaşkanı Saddam, bu aşamada Arap ulusunun iki kanadı olan Irak ve Suriye’den istenenin, kardeşçe ve ilkeli ilişkilerin geri dönüşü yoluyla Arap tahribatını durdurmak için, anlaşmazlıkların derinliği ne olursa olsun, hızlı şekilde ve çok geç olmadan hareket etmek olduğunu teyit ediyor. Tarihsel sorumluluk, onların çatlağı iyileştirmelerini gerektirmektedir. Özellikle Amerikan- Siyonist planının bir parçası haline gelen bir Arap tarafından yankı ve coşku bulan, son ABD açıklamalarını takip edersek Arap dünyası, parçalanma ve kapsamlı nüfuz tehdidi altındadır. Bununla, barış kazanımlarını koruma bahanesiyle ABD öncülüğünde İsrail, Ürdün ve Türkiye’nin rol oynayacağı askeri bir ittifak kurma fikrini benimsemeye başlayan Ürdün’ü kastedilmektedir. ABD’nin bu dönemde Ürdün’e askeri teçhizat sağlayacağı ilanının yanı sıra Irak ve Suriye’de kastettikleri bu eğilimin pratik bir kanıtıdır.”
Toplantı tutanaklarına göre Büyükelçi, “Son Irak-Suriye görüşmelerinde elde edilen olumlu gelişmelere rağmen Cumhurbaşkanı Saddam, Ürdün’ün şüpheli rolü ve Siyonist oluşumla ittifakın doğası gibi bu aşamada ve Arap ulusunun İsrail ile müzakerelerin başlamasından bu yana yaşadığı hızlandırılmış siyasi dönüşümün koşulları doğrultusunda bölgedeki ittifakların haritasının yeniden çizilmesinde karşılaştığımız zorluklara yanıt verilmediğine inanıyor” diyor.
Büyükelçi sözlerini şöyle sürdürüyor: “Irak, koşullar ve zorluklar ne olursa olsun, Suriye’nin askeri, siyasi ve ekonomik derinliği olarak kalacaktır. Cumhurbaşkanı Saddam, Arap- Siyonist çatışmasıyla ilgili ulusal sabitlere ulaşmak, bölgedeki yeni durumun kazanımları karşısında Arap dayanışmasını siyasi çembere geri döndürmek ve Arap çıkarlarını korumak için Suriye ile ilişkilerin eski dönemine dönmesinin İsrail ile müzakere pozisyonu için bir güç faktörü olacağına inanıyor. Türkiye’nin su kaynaklarının kontrolüne ilişkin politikası, öngörülebilir bir zamanda Irak ve Suriye için gerçek bir tehlike oluşturmaktadır ve Türkiye, bu politikada Suriye- Irak ilişkilerinin mevcut durumundan yararlanmaktadır. Bu meydan okumayla mücadele etmek için, Türk ordusunu modernize etme örtüsü altında sağlanan yardımlarla, tavırları birleştirmek, Türkiye’nin baraj inşa etme çabasına katkıda bulunan bazı Arap taraflara baskı yapmak için hızlı hareket etmek gerekiyor. Kendisine, çoğu Körfez ülkeleri tarafından dört milyar dolardan fazla tahsis edildi. Irak, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin gıda ve ilaç karşılığında petrol ihraç etme önerisini, 586 sayılı kararın 22. paragrafının uygulanması açısından Irak’ın egemenliğini ihlal etmekten belirli bir süre uzaklaşması halinde kabul edecek.
Irak’ın Doha Büyükelçisi’nin ilettiği mesaja göre Cumhurbaşkanı Saddam, Suriye’ye ‘içerisinden geçen petrol boru hattının açılmasını ve bu boru hattının Irak’ın BM önerisinin uygulanması sırasında veya kuşatmanın kaldırılması sonrasında petrol ihraç etmek için güveneceği beş geçitten biri olması amacıyla teknik adımlar atmasını önerdi.

Ortaya çıkan sorunlar ışığında Cumhurbaşkanı Saddam, acilen aşağıdakileri önermektedir:

1.İki kardeş ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi… Irak bunu duyurmak için inisiyatif alacaktır.

2. İki ülke arasındaki ilişkilerin kurulmasına yönelik önceliklerin belirlenmesi için en üst düzeyde siyasi temasların başlatılması.

3.İki kardeş ülke arasında güvenlik birimi liderleri düzeyinde güvenlik görüşmelerinin başlaması.
4. Sınırların her iki tarafça mutabık kalınan prosedürlere göre açılması.
Mektubu okuduktan sonra Büyükelçiye, Arap ulusu için gerçek bir tehlike oluşturan ve İsrail’in kazanımlarının önünü açan Ürdün projesine ilişkin tutumumuzu anlattım. Irak muhalif tarafları, bir dizi Arap ülkesi ve İran ile temaslarımız da dahil olmak üzere bu projeyi bozmak için attığımız adımları ve prosedürleri de kendisine anlattım. Aynı şekilde bazı Arap ülkeleriyle temas kuracağımızı, böylece birbirimizle olan temaslarımızın Arap durumunu daha fazla karmaşıklaştırmayacağını da belirttim. Büyükelçiye, Saddam’ın mesajını Devlet Başkanı Esed’e ileteceğimi söyledim.
Mektup, Hafız Esed’e sunuldu. Irak liderliğinin önerilerinin Suriye’ye ve politikamıza büyük fayda sağladığı açıktı ve aynı zamanda Irak’ın geri çekilmesi korkusu vardı. Çünkü bu çekilme, iki kayba yol açacaktı; Suriye ile sağlanmadan önce yanımızda duran ve İsrail ile barışı reddeden bir Arap bloğunun kaybı, yaşayacağı büyük aksiliklerle katlanacak olan Irak’ın kaybı…
Diyalog yolunu açık tutacak bir yanıt taslağı hazırlamak, bir yandan ciddi bir anlaşmaya varma olasılığını araştırmak ve diğer yandan da (Kuveyt işgalinden en çok etkilenen iki ülke ve Körfez ülkeleri arasında bu konuya en duyarlı olan) Suudi Arabistan ve Kuveyt başta olmak üzere bir atmosfer oluşturmak için Devlet Başkanı Hafız ile anlaştım.
4 Şubat 1996 tarihinde taslak mektubu, cumhurbaşkanına sundum, o da onayladı. Ardından Irak büyükelçisini çağırdım ve kendisine şunları yazdırdım; “Sayın Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı Saddam’a selamlarını sunmakta, girişiminden duyduğu memnuniyeti ifade etmekte ve bölgedeki durum, Arapları parçalamayı ve Arap kimliğini yok etmeyi amaçlayan komplo hakkındaki endişesini paylaşmaktadır. Ürdün- İsrail projesi, Arapları geçmişlerinde, bugünlerinde ve geleceklerinde hedef alan bu komplonun bir parçasıdır. Endişemiz, bir süre önce başladı. Arap arenasında bu tür gelişmelerin yaşanmasını bekliyorduk. Bu nedenle Devlet Başkanı Hafız, Arap uzlaşmasının sağlanmasının ve geçmişte yaşananların aşılmasının gerekliliğinden, ayrıca herkesin dışarıdan gelen bir tehdit altında olduğundan bahsetti. Tüm Arap temaslarımızda bu konuya, Irak’ın çektiği acıya ve bu acıya son verme yollarını bulma gerekliliğine odaklandık. Aynı şekilde böylece Arap dayanışmasının yeniden tesis edilmesi gerektiği üzerinde durduk. Son olarak ise Fransa ile olan uluslararası temaslarımızda da aynısını yaptık.”
Esed, “Kral Hüseyin projesini açıkladıktan sonra, Arap ulusunun Irak ve Suriye’nin çıkarına olduğuna inandığımız yönelimler oluşturduk. Bu yönelimlerin kapsamını genişletmek için bir dizi Arap ülkesiyle temas kurma sürecindeydik ve ardından (Saddam) girişiminiz geldi. Bu nedenle önümüzdeki günlerde bu ülkelerle üst düzeyde temaslar kurularak, söz konusu yönlendirmelerimize ikna edilmeleri amaçlanmaktadır” dedi.

İttifaklar ve komplolar, Esed ve Saddam arasındaki ‘cilveli mesajları’ gölgeledi
İki lider Hafız Esed ve Saddam Hüseyin arasındaki ilişki, Suriye ile Irak ve Şam ile Bağdat arasında olduğu gibi karmaşık ve iç içe geçmiş durumda. Birçok partizan, mezhep, ideolojik ve coğrafi faktörün yanı sıra bölgede liderlik için rekabeti de içinde barındırıyor.
Rekabetin kökü, bir bakıma iki başkentin kaderleri arasındaki karşılıklı ilişkiden kaynaklanıyor. Baas, 1963 Mart’ında Şam’da iktidara geldi, ancak o yılın sonunda Bağdat’ta kaybetti. 1966’da Suriye’de yönetimin yönünü değiştirdikten sonra Baas, iki yıl sonra Irak’ta da iktidara geri döndü. Suriye’de Esed, çatışmayı 1970’te bitirdi.
İki ‘Baas’ rejimi arasında uzlaşı için çeşitli girişimlerde bulunuldu. Gerçekten de Irak, Ekim 1973 savaşına katkıda bulundu, ancak ilişki kısa süre sonra kötüye giden bir yola döndü. O dönemde Saddam, Irak Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el-Bekir’in kanadını ‘yükseltiyordu’ ve Hafız Esed, 1976’da Şam ve Lübnan’daki konumunu sağlamlaştırıyordu. Mısır- İsrail müzakerelerinde yaşanan atılımlar ve İran’daki ‘devrimin’ habercileri iki ülkeyi ‘dikenli yatağında’ uyuttu. Ahmed Hasan el-Bekir ve Hafız Esed, Ekim 1978’de Ulusal Eylem Sözleşmesi’ni imzaladılar. Bu durum, Tahran’da ‘devrimin’ ilanından iki hafta önce, ertesi yılın başında ‘birliğin durumu’ ile doruğa ulaştı.
Bu çabaya en çok karşı çıkanlar, iktidara talip olan iki kişiydi; Bağdat’ta Saddam Hüseyin ve Şam’da Rıfat Esed. Esed, kardeşini kontrol altına aldı, ancak Saddam, Bekir’i devirdi. Komşu rakibini ‘komplo’ ile suçladı ve birlik ‘meraklılarının’ idamını emretti. Temmuz 1979’da da piramidin tepesine ulaştı.
Camp David anlaşmalarının imzalanmasının ardından Esed’in İsrail ile ‘güney cephesini’ güçlendirmeye çalışmasına, Irak’ın İran ile ‘doğu kapısını’ güçlendirme çabası eşlik etti. Tahran’daki devrimin ardından Irak- İran savaşı başlar başlamaz Esed, Saddam’ın düşmanının yanında yer aldı ve Şam-Bağdat rotası başka bir derin vadiye girdi. Bağdat, Ekim 1980’de Şam ile bağlarını keserek ve Suriye’deki Müslüman Kardeşleri destekleyerek yanıt verdi. Buna karşılık Lübnan’da batmış olan Suriye, 1982’de Irak ile sınırını kapattı. Bu da İran’ın petrolüyle telafi ettiği, Irak’ın Akdeniz’e uzanan petrol boru hattının kesilmesine yol açtı.

-Gizli görüşme
1980’lerin ortalarında ve İran savaşının sonlarına doğru Ürdün Kralı Hüseyin arabuluculuk yaparken, Esed ve Saddam’ı ‘fırtınalı bir maraton’ toplantısında bir araya getirdi. Faruk eş-Şara, Abdulhalim Haddam ve Tarık Aziz arasında gizli ‘deneysel’ toplantılar gerçekleştirildi.
Saddam’ın 1990’da Kuveyt’i işgalinden sonra Esed, onu kurtarmak için uluslararası koalisyona katıldı ve Iraklı hasmı tecrit ve yaptırımlar bataklığına batarken, Lübnan’daki iç ekonomik konumunu ve etkisini güçlendirdi. Doksanların ortalarında bir kez daha ‘iki arkadaş’, ilişkilerin nabzını hissetmek için geri döndü. Esed, kendisini İsrail ile barış müzakerelerinin yalpalamasından koruyacak ve ekonomik krizi çözecek ittifak arayışları tarafından motive edildi. Saddam da kuşatmayı kaldırma girişimleriyle motive edildi. İkili, Türk baskısı, Saddam’ın damadı Hüseyin Kamil’in Amman’a kaçması, amcasının ‘rejim değişikliği’ ve Ürdün’ün ‘federalizm’ konuşması konusunda endişeliydi.
Her biri gizli kanalı ele geçirmek için en yakın ‘arkadaşını’ seçti. Saddam, cumhurbaşkanı yardımcısı olduğu 1972-1976 yılları arasında eski büro şefini, Doha’daki büyükelçisi Enver Sabri Abdurrezzak el-Kaysi’yi, Esed ise altmışlı yıllarda ‘Baasçı’ yoldaşlarla mücadelesi sırasında yardımcısı ve ‘ortağı’ olan Haddam’ı görevlendirdi. Saddam, gözlemledi, arka planlar, idamlar ve Suriye komplosu hakkında sorular sordu. Aziz ile gizli görüşmeler yaparak girişimini yeniledi. İki ‘haberci’ Esed ve Saddam’ın, ‘postacılar’ Haddam ve Kaysi’ye gizlilik konusunda vurgu yapmasına gerek yoktu. Onlar, rejimin ‘sadık yoldaşları’ idi ve sözün bedelini biliyorlardı.
Şarku’l Avsat’ın Haddam’ın 2005’te Paris’e götürdüğü belgelerden ve Büyükelçi Kaysi’nin gazeteyle yaptığı görüşmeden elde ettiği kayıtlara göre, girişimi kimin başlattığı konusunda görüş ayrılığı var. Haddam, Saddam’ın Ağustos 1995’te buzları kırdığını ve Esed’in bunu, geçmiş deneyimler ve Saddam’ın 1979’da ‘Eylem Sözleşmesi’ni engellemedeki rolü ışığında ‘şüphelerle’ karşıladığını söylüyor. Buna rağmen Esed, diyaloğu başlatmaya karar verdi ve ‘yabancılaşma’ sayfasını çevirmeden önce ‘Baasçı’ yoldaşını testlere tabi tuttu. Ama Kaysi’ye gelince Ürdün’ün federalizm projesinin Suriye ve Irak’ı tehdit ettiğini ve Haddam’dan ‘iki cumhurbaşkanı’ arasında bir kanal açması için bir sinyal aldığını açıkça söylediğinde girşimin, Esed’den geldiğine inanıyor.

-Acele et… Yavaşla
Saddam, Esed’e yazdığı mektuplarda 1982’de kapatılan iki büyükelçiliği yeniden açmak, siyasi toplantılar düzenlemek ve sınırları açmak için acele ediyor gibi görünüyordu. Esed, 1996’nın başlarında ona sabırlı davranarak ve Şam ile Arap ülkeleri arasına girmemeye dikkat ederek karşılık verdi. Ona, ‘Arap koşullarını daha da karmaşıklaştırmamak için bir dizi Arap ülkesiyle temas kurmayı’ amaçladığını bildirdi.
Kaysi, Şarku’l Avsat’a Şam’ı dördü Sudan üzerinden olmak üzere, altı kez gizlice ziyaret ettiğini söyledi. Saddam’ın ‘ilişkileri yeniden kurmak için Esed ile yeni bir sayfa açma konusunda ciddi olduğuna’ dikkati çekti. Kaysi, “Cumhurbaşkanı, beni Suriyelilere ‘Esed bir adım atarsa ​​kendisinin 10 adım atacağını’ söylemekle görevlendirdi” dedi. Kaysi’ye göre kanal açmanın doğrudan nedeni, Suriyeli kardeşleri Hüseyin Kamil’i karşılamamaya ikna etmekti. Gerçekte de Ürdün’ün bir federal sistem önerme projesi konusundaki ortak endişe nedeniyle kabul edilmedi. Irak- Arap uzlaşısı için Şam’da bir Arap zirvesi düzenlenmesi önerisinin servis edilmesinin yanı sıra Saddam’ın sınırda Esed ile gizli bir zirve düzenlemesine, ‘ortak bir siyasi liderlik’ oluşturmaya, Eylem Tüzüğü’nü yeniden canlandırma konusunda ikili bir görüşme düzenlemeyi önermesine dikkati çekti. Saddam, Mart 1996’da Esed’e şu ifadeleri içeren bir mektup yazdı; “Kral Hüseyin’in Washington ziyareti öncesindeki son açıklamaları, ABD’yi askeri bir anlaşma imzalamaya ve İsrail ve Türkiye ile bölgesel bir ittifak kurmaya zorlama hızını artırdığını doğrulamaktadır. Bu, kesinlikle Irak ve Suriye’ye yöneliktir.” Bu noktada Saddam’ın özel güvenlik biriminin başkanı Mana Raşid, koordine etmek ve Ürdün ile Türkiye’nin iki ülkeyi kıskaçların arasına sokmasını engellemek için gizli bir Suriye- Irak güvenlik toplantısının düzenlendiğini ortaya koydu. Ayrıca Kaysi, Saddam’ın Esed’in federal projeye yönelik eleştirisini ‘hoş karşılamadığını’ da ekledi.

-‘Ebu Uday’
Görüşme tutanakları ve gizli mesajlara göre Esed ile Saddam arasındaki diyalog, Haddam’ın talepler ve yetenekler arasındaki sürekli dalgalanma ile hasmına ‘cumhurbaşkanının kardeşi’ diye hitap eden Ebu Uday’a (Saddam) Esed’in ‘selamlarını’ iletmeye başladığı ölçüde gelişti.
Esed, Arap temaslarına Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ı bilgilendirerek katıldı. Kendisine ‘Irak’taki durum endişe verici ve patlayabilecek bir bomba haline geldi’ şeklinde bir uyarı mesajı gönderdi. Görüşmenin içeriğinin gizli kalmasını isteyen Chirac, Lübnan’daki Suriye varlığına ilişkin başka bir dosya açarak ve Esed’e İsrail’in Golan’dan çekilmesi karşılığında Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına katkıda bulunma teklifi ederek Esed’i şaşırttı. Chirac, Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığını da güvence altına almayı önerdi.
1996 yılının ikinci yarısında Esed’in hedefi, ‘onu devirmeye çalıştıktan sonra’ kapalı sınırları açarak, ‘Irak rejiminin devrilmesini durdurmak’ oldu. Saddam’ın, Tarık Aziz’i ilişkileri geliştirmekten sorumlu tutmasından rahatsız olduğu doğru, zira kendisiyle yapılan önceki turlar ‘boşunaydı’. Ancak Aziz, Kasım 1997’de Şam’a ulaştı. Esed ise Şubat 1998’de Dışişleri Bakanı Muhammed Sad es-Sahaf’ı kabul etti.
Esed’in o dönemdeki inancı, Saddam’ın uluslararası müfettişlerle yaşanan bir krizin ortasında askeri bir saldırıdan kaçınmak için ‘mazeretleri ortadan kaldırmadığıydı’. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mubarek ile ‘Saddam Hüseyin’e açıkça, darbenin bir rejim ve ülke olarak özellikle onu hedef alacağının, yapılması gerekenin rejim değişikliği olduğunun ve onlar vurmadıkça rejimin değişmeyeceğinin söylenmesi’ gerektiği konusunda hem fikirdi.
Bölgesel konularda bir kez daha çakışma oldu. Chirac’ın Irak ve Lübnan arasındaki ‘takasından’ sonra ABD Başkanı Bill Clinton, Irak’ı Suriye- İsrail barış müzakerelerinin yeniden başlamasıyla ilişkilendirdi. 21 Şubat 1998 tarihinde Esed’e şunları yazdı; “Saddam’ı askeri müdahaleye zorlarsak Irak’ın BM kararlarına tam olarak uyarak Suriye’nin tarafsız kalması, önemli olacak. Müzakerelerdeki önceki çabalarımızın tamamen farkındayım ve başlangıç noktasına geri dönmeye hazır değilim.” Esed, 13 Mart 1998’de ‘Irak’a karşı askerî harekât olasılığından kaynaklanan endişe ve gerilimin boyutundan söz ederek’ yanıt verdi. Şimon Peres’in hezimeti ve Binyamin Netanyahu’nun 1996’daki zaferinin ardından İsrail ile müzakereleri, durduğu noktadan sürdürme arzusuna dikkati çekti.
İki başkentte sınırlar ve uzlaşı ofisleri açıldı ve Şam’da ‘geçiş’ yaşandı. Bağdat’ta ise ‘rejim devrildi’. 2003’te ABD’nin Irak’a saldırısının yaklaşmasıyla Devlet Başkanı Beşşar Esed İran’a uçtu ve Dini Lider Ali Hamaney ile görüştü. Aralarındaki tampon ülkede ABD’ilere karşı ‘direnme’ hususunda uzlaşı sağladılar. İran ile ‘doğu kapısı’ olan yeni Irak, 18 yıllık değişimin ardından şu anki haline ulaştı. ‘Güney cephesi’ olan Suriye ve halkı da 10 yıllık ‘bahar’ ve savaşın ardından şimdi halini aldı.
Saddam ve Esed arasındaki mesajların içeriği bilinmiyordu. Bunların açıklanması, Büyükelçi Kaysi’nin gerçekliklerini teyit etmesi ve ayrıntılar eklemesi, Suriye ve Irak tarihinin ve birçok yönü henüz tamamlanmamış olan bölgesel uzantılarının bir yönüne ışık tutmayı amaçlıyor.

Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor 2: Saddam Esed’e 1996’da Lübnan’a yönelik İsrail saldırılarına karşı “gizli  zirve” teklif etti
Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor-3: Esed Saddam’ı durdurmak için Fransa’ya iş birliği teklif etti
Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajları yayınlıyor-4:  Hafız Esed Saddam’ı kurtarmaya çalıştı
 



Esed’in devrilmesinden aylar sonra 12 üst düzey subay yeni Suriye yönetiminin elinde

Esed’in devrilmesinden aylar sonra 12 üst düzey subay yeni Suriye yönetiminin elinde
TT

Esed’in devrilmesinden aylar sonra 12 üst düzey subay yeni Suriye yönetiminin elinde

Esed’in devrilmesinden aylar sonra 12 üst düzey subay yeni Suriye yönetiminin elinde

Esed rejiminin devrilmesinin üzerinden beş ayı aşkın bir süre geçmişken, Suriyeliler eski rejimin kalıntılarından gözaltına alınan kişilerin akıbeti hakkında birçok soru soruyor: Kaç kişi gözaltına alındı? Nerelerde tutuluyorlar? Yargı sürecine tabi tutuldular mı? Gözaltı koşulları nasıl? Bu sorular, Geçiş Dönemi Adalet Komisyonu komitelerinin kurulmaya başlanmasıyla birlikte daha da önem kazandı.

sdf
Ağustos 2023'te Suriye'nin kuzeyindeki Afrin kentinde, Şam yakınlarındaki Duma'ya düzenlenen kimyasal saldırıların 10. yıldönümünü anan bir poster (AFP)

Suriye İçişleri Bakanlığı’nın son aylarda yayımladığı verilere göre, gözaltına alınan kişilerden çok azının ismi, rejimin devrilmesinin ardından Askerî Operasyonlar Dairesi tarafından sızdırılan ve eski rejimin işlediği suçlara karıştığı belirtilen 160 kişilik listede yer alıyor.

Açıklamalara göre, şimdiye kadar aralarında 5 general, 6 tümgeneral ve 1 albayın bulunduğu 12 subay gözaltına alındı. Bu kişiler arasında Hama, Dumeyr ve Halhale’deki askerî hava üslerinin üç eski komutanı da bulunuyor. Dumeyr Askerî Hava Üssü Komutanı Tümgeneral Pilot Faysal İbrahim, Tümgeneral Pilot Halid Muhammed el-Ali ve Tümgeneral Pilot Abdulcebbar Muhammed Halebiye gözaltına alınanlar arasında yer alıyor. Bu subaylardan biri Halhale Askerî Hava Üssü’nün eski komutanıydı. Üçü de, Suriye’nin başta Şam kırsalı olmak üzere çeşitli bölgelerinde sivil yerleşim yerlerine yönelik hava bombardımanlarının sorumlusu olmakla suçlanıyor. Bu saldırılar sonucunda çok sayıda katliam yaşanmış ve sivil yerleşim alanları büyük ölçüde tahrip edilmişti.

zx xz
Eski rejime bağlı General Asaf İsa en-Neysânî, savaş suçlarına karışmakla suçlanıyor. (Suriye İçişleri Bakanlığı)

Aynı şekilde, Tümgeneral Asaf İsa en-Neysânî de gözaltına alınan isimler arasında yer alıyor. Kaplan lakabıyla bilinen Tuğgeneral Süheyl Hasan’a yakınlığıyla tanınan Neysânî, sahada birçok kritik askerî görev üstlenmişti. Bunlar arasında, İdlib kırsalındaki Vadi’uz-Zeyf bölgesindeki askerî operasyonların komutanlığı, Ariha yakınlarındaki Cebel el-Erbaîn zirvesinde konuşlu topçu bataryalarının denetimi, Kefrenbude ve çevresindeki askerî harekât merkezi komutanlığı, 8. Tümen'in komutası ve Hama vilayetinin güvenlik komitesi başkanlığı bulunuyordu.

cdfgrt
Dera'da Siyasi Güvenlik Şubesi Başkanlığı görevini yürütmüş olan Tümgeneral Atıf Necib’e ait bir fotoğraf (Sosyal medya)

Diğer yandan, 2011–2018 yılları arasında İçişleri Bakanı olarak görev yapmış olan Tümgeneral Muhammed eş-Şaâr, 4 Şubat’ta gönüllü olarak yetkililere teslim oldu. Şaâr, 2011 yılında Beşşar Esed tarafından kurulan kriz hücresinin üyelerinden biriydi. Gözaltına alınan bir diğer isim ise, eski Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Tümgeneral İbrahim Huveyce. Huveyce, Lübnanlı siyasetçi Kemal Canbolat'ın suikastında parmağı olmakla, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemekle suçlanıyor. Son olarak, Hama Askerî Havalimanı Komutanı Tümgeneral Abdulvehhab Osman, 19 Mart tarihinde gözaltına alındı.

Tümgeneraller... Sahil harekâtı

Gözaltına alınan tümgeneraller arasında, 2011 yılında Dera'da Siyasi Güvenlik Şubesi Başkanı olan ve eski devlet başkanı Beşşar Esed’in teyzesinin oğlu olan Tümgeneral Atıf Necib de bulunuyor. Yine gözaltına alınanlar arasında, Lübnan Hizbullah milisleri ile Suriye'deki bazı mezhebi gruplar arasında koordinasyondan sorumlu olan Hava İstihbarat birimi mensubu Tümgeneral Sultan Tinavi yer alıyor. Bir diğer isim ise, Hava İstihbarat Teşkilatı’nın eski Soruşturma Şubesi Başkanı, aynı zamanda Sednaya Hapishanesi'ndeki Soruşturma Dairesi'nin başında bulunmuş ve Doğu Guta bölgesinde güvenlik komitesine başkanlık etmiş olan Tümgeneral Sâlim Dağistânî.

yu
7 Mart’ta Suriye sahilinde eski rejim yanlısı silahlı grupların bulunduğu bölgelere doğru fırlatılan bir füze (DPA)

Aynı şekilde, gözaltına alınanlar arasında, Mahir Esed’e en yakın isimlerden biri olarak bilinen Tümgeneral Abdulkerim Hamâde de bulunuyor. Kendisi, önceki rejim döneminde uzlaşma dosyasından sorumlu olup İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) lider kadrosuyla koordinasyon görevini yürütmekteydi. Hamâde, Irak’a gönderilmek üzere hazırlanan bir uyuşturucu sevkiyatının ele geçirilmesi sonrasında yakalandı. Albay Sâlim İskender Tıraf ise, Cumhuriyet Muhafızları'na bağlı Halep’teki 123. Tugayın, ardından Deyrizor’daki birliğin komutanlığını yaptı. Tıraf, mart ayında Suriye sahil bölgelerinde gerçekleşen eski rejim kalıntılarının saldırısına katılan isimler arasında yer alıyordu. Ayrıca, 26 Nisan’da Humus’ta gözaltına alınmak istenirken çıkan çatışmada, pilot Tümgeneral Ali Şelhub öldürüldü.

Sednaya’nın Azrail’i

Başka bir düzeyde ise, Sednaya Hapishanesi’nden üç gardiyan ile Filistin Şubesi’nden bir gardiyan gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında, Sednaya celladı lakabıyla tanınan Muhammed Kenco Hasan da bulunuyor. Hasan, askerî mahkemede askerî başsavcı, Halep'te ikinci askerî hâkim ve Şam’daki askerî ceza mahkemesi danışmanı olarak görev yapıyordu. 26 Aralık 2024 tarihinde Tartus’ta gerçekleştirilen bir güvenlik operasyonunda yakalandı. Bu operasyon sırasında genel güvenlik teşkilatından 15 personel öldü.

dfgthy
‘Sednaya celladı’ lakabıyla tanınan Muhammed Kenco Hasan (SANA)

Sednaya Cezaevi’nin en bilinen gardiyanlarından biri olan ve Sednaya’nın Azrail’i olarak anılan Evs Sellûm da gözaltına alındı. Bunun yanı sıra, Sednaya Cezaevi'nde güvenlik kameralarından sorumlu kişilerden biri olan Muhammed Şelhum da yakalananlar arasındaydı. Gözaltına alınan gardiyanlar arasında Filistin Şubesi 235'te görev yapan Yasin el-Milhim de yer aldı.

Ayrıca, 2013 yılında yaşanan Tedamun Mahallesi Katliamı’na karışan dört kişi de yakalandı. Bu kişiler şunlar: Münzir el-Cezâirî, Sümer ve İmâd Muhammed el-Mahmûd kardeşler, Kâmil Şerîf el-Abbâs. Aynı zamanda, Tedamun Mahallesi’nde Nesrîn Caddesi’nde görev yapan Ulusal Savunma Güçleri milislerinden Mâhir Hadîd de gözaltına alındı.

Grup komutanları

Silahlı grupların liderleri arasında beş kişi gözaltına alındı. Bunlardan bazıları, sahil bölgesinde rejim kalıntıları tarafından düzenlenen saldırılara katılmış kişilerdi.

ıo
25. Tümen’in taarruz birliklerinin komutanı ve aynı zamanda asker toplama sorumlusu olan Beşşar Mahfuz (Suriye İçişleri Bakanlığı)

Bu isimlerden ilki, terör eylemleri düzenlemek ve uyuşturucu ticareti yapmakla suçlanan Hayyan Maya. İkinci isim, önceki rejimi destekleyen Filistinli milis gücü Kudüs Tugayı’nın komutanlık ofisi müdürü Fahrî Dervîş. Üçüncü kişi ise Halep’te Kudüs Tugayı’nın komutan yardımcılığını yürüten Adnân es-Seyyid. Bu kişi, İran’ın önde gelen saha yapılanmalarından birinin temsilcisi olarak tanımlanıyor.

Dördüncü olarak, Süheyl Hasan’a bağlı 25. Tümen’in taarruz birimlerinin başında bulunan Beşşar Mahfûz gözaltına alındı. Kaçırma eylemlerine karıştığı belirtilen Mahfuz, çetesinden bazı isimlerle birlikte yakalandı. Beşinci isim ise, Lazkiye kırsalında yasa dışı bir silahlı grubun lideri olan Samuel Vetfe’dir. Vetfe, çıkan çatışmanın ardından gözaltına alındı. Operasyonda grubun iki üyesi daha yakalandı ve üzerlerindeki silahlar ele geçirildi. Bu grubun da sahil bölgesindeki olaylara katıldığı belirtiliyor.

Rejim kalıntıları ve ‘dişi aslanlar’

Son beş ay içinde yüzlerce kişi, rejim kalıntılarına mensup olma şüphesiyle gözaltına alındı. Genel Güvenlik Dairesi, bunlar arasında öne çıkan bazı isimleri kamuoyuna açıkladı. Bu kişiler arasında iki kadın da bulunuyor: Bunlardan ilki, Dâriyye Kasabı lakabıyla bilinen Neriman Mustafa Hicâzî. İkincisi ise eski rejim güçlerinin kadın taburlarında görev yapan ve ‘dişi aslanlar’ olarak bilinen birliklerin gönüllü mensubu olan Kamer Dellâ’dır. Kamer Dellâ, aynı zamanda 4. Tümen’de komutanlık yapan ve sahil bölgesindeki saldırıları planlamakla suçlanan Tuğgeneral Gayş Dellâ’nın yeğeni.

dfgthy
Neriman Hicazi ve onunla birlikte Dâriyye ve Şam’ın Hacerü’l-Esved bölgesinde görev yapan kişilerden biri (Facebook)

Rejim kalıntılarından biri olan Sâhir en-Neddâf, infaz timlerinde liderlik yapan bir isimdi ve silahını teslim etmeyi reddedenler arasında yer aldı. Diğer bir isim, Humus'un Hula bölgesindeki Kafr Şems Katliamı'nın faillerinden biri olarak gösterilen Düreyd Ahmed Abbâs.

Ayrıca, eski rejime bağlı faaliyet yürütenlerden biri de, Tişrîn Askerî Hastanesi’nde görev yapan subaylardan biri olan Dr. Gassân Yûsuf Ali.

dfrgth
Kamer Dellâ, Esed ordusunun ‘dişi aslanlar’ olarak bilinen kadın taburlarında gönüllü olarak görev yapıyordu. (Facebook)

‘Ebu Muallâ’ lakabıyla bilinen askerî istihbarat başçavuşu Ali Ahmed Abbud, Muherde kentinde yakalandı. Yarasa lakabıyla tanınan Musa Ahmed Halife Tartus’ta gözaltına alındı. Ebu Cafer adıyla bilinen Muhammed Esad Selum, el-Melyun kontrol noktasından sorumlu kişiydi ve Şam kırsalında yakalandı. Mahir Esed’e yakın isimlerden biri olarak bilinen Mühend Numan Şam kırsalı ile sahil bölgesindeki uyuşturucu hap üretiminin başındaydı ve yakalandı. Mahmud Şeddud, Baba Amr Mahallesi’nde işlenen katliamlarla suçlanıyordu ve yakalandı. Urve Süleyman ise, geçtiğimiz mart ayında sahil bölgesinde ordu ve güvenlik noktalarına düzenlenen saldırıların faillerinden biri olarak gösteriliyordu, o da yakalandı. Sahil Kalkanı Tugayı’na bağlı bir unsur olarak tanınan Esed Kâsir Sukûr da yakalandı. Alâ Muhammed ile Muhammed İbrahim er-Râî ise sahil bölgesindeki olaylara katılmak, uyuşturucu ve silah ticareti yapmakla suçlanıyordu, yakalandı.

İçişleri Bakanlığı, sahil bölgesindeki olayların yaşandığı mart ayından sonra gözaltına alınanların sayısına dair istatistik yayımlamayı durdurdu. Bakanlıktaki kaynaklar Şarku’l Avsat'a yaptıkları açıklamada, toplam sayıya ilişkin herhangi bir resmî veri bulunmadığını belirtti. Ancak bakanlık, rejim kalıntılarından gözaltına alınanlarla adlî suçlardan yakalananlar arasında ayrım yapmaya özen gösteriyor. Rejim kalıntısı olarak gözaltına alınanların fotoğraflarında yüz hatları, tam isim ve boy uzunluğu yer alırken; adlî suçlardan yakalananların görüntülerinde yüzleri kapalı olup, adları yalnızca sembollerle belirtiliyor. Bu uygulama, genel hukuk kurallarına riayet amacıyla yürütülüyor.

Özel cezaevleri

Mevcut bilgilere göre, tehlikeli ya da siyasi suçlardan tutuklanan kişiler, İdlib'deki güvenlik cezaevlerine gönderiliyor. Bu cezaevleri daha önce Heyetu Tahriru’ş-Şam (HTŞ) ve diğer silahlı grupların kontrolünde bulunuyordu. Bu cezaevleri arasında Cebel ez-Zâviye’deki Ikâb Cezaevi, Hârim Cezaevi ve Derkuş’taki Zunbakî Cezaevi yer alıyor. Diğer tutuklular ise Humus, Hama, Halep, İdlib ve benzeri şehirlerde Adalet Bakanlığı’na bağlı merkezî cezaevlerine sevk ediliyor. Bu cezaevleri sivil ve askerî olmak üzere iki bölüme ayrılıyor.

İçişleri Bakanlığı’nın 22 Mart’ta gözaltına alındığını duyurduğu öne çıkan rejim kalıntılarından biri, Asaf Rıfat Sâlim’dir. Kendisi, Beşşar Esed’in kuzeni Râmî Mahlûf tarafından 2011 yılında kurulan Vatan Kalkanı Tugayı milis gücünün lider kadrosunda yer alıyordu. Tugayın fiilî liderliğini Sâmir Dervîş yürütürken, askerî komutanlık görevini Firâs Sultan üstlenmişti.

Vatan Kalkanı Tugayı milisleri, önceki rejim güçleriyle birlikte çatışmalara katılmanın yanı sıra adam kaçırma, şantaj ve yağmalama faaliyetlerinde de bulunuyordu. Bu eylemler, el-Arîn Hayır Kurumu adı altında yürütülüyordu. İçişleri Bakanlığı’nın kısa süre önce yayımladığı görüntülü bir raporda bu faaliyetler açığa çıkarıldı ve Vatan Kalkanı Tugayı’na bağlı bazı grup liderleri ve militanlarının gözaltına alındığı duyuruldu. Bu kişiler arasında, 4. Tümen'de görev yapan liderlerden Mahfûz Muhammed Mahfûz, Rebi Sâlih Marûf ve Suvâr Sâime grubuna bağlı Meysem Îsâ Yûsuf da yer aldı.