Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor 1: Hafız Esed, Saddam Hüseyin’den ilk mesajını dikkate aldı ve yanıt vermeden önce Saddam’ı test etti

Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin (AFP)- Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed (AFP)
Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin (AFP)- Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed (AFP)
TT

Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor 1: Hafız Esed, Saddam Hüseyin’den ilk mesajını dikkate aldı ve yanıt vermeden önce Saddam’ı test etti

Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin (AFP)- Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed (AFP)
Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin (AFP)- Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed (AFP)

1990’ların ortalarında, Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, Devlet Başkanı Hafız Esed ile iki gizli iletişim kanalı başlattı. Ancak Esed bunu, geçmiş deneyimleri ve Saddam’ın niyetleri ile 1979 yılında Suriye ve Irak arasındaki ‘Ortak Ulusal Eylem Sözleşmesi’nin uygulanmasının engellenmesindeki rolü ışığında ‘şüphelerle’ karşılamasında rağmen  diyaloğa devam etmeye karar verdi. Ancak Bağdat ve Şam’daki ‘Baasçı’ rejimler arasındaki mesafeyi sona erdirmek için kamuoyu önünde adımlar atmadan önce Arap ülkeleri ve Irak muhalefetiyle zemin hazırlığında Saddam’ı birkaç teste tabi tuttu. Bu testleri ise ilk kez Şarku’l Avsat ortaya çıkardı.
Bu mektuplar, merhum Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın 2005’te Suriye’den ayrılmasından ve o yılın sonunda iltica ettiğini açıklamasından sonra ofisinden Paris’e taşıdığı birçok belgenin bir parçası. Şarku’l Avsat, Irak Büyükelçisi Enver Sabri Abdurrezzak el-Kaysi ile temasa geçti ve belgelerin gerçekliğini doğruladı.
Ağustos 1995’teki ilk mesajlarında Saddam, 1982’de kapatılan iki büyükelçiliği yeniden açmak, üst düzey ve halka açık siyasi toplantılar düzenlemek ve sınırları açmak için Esed’en aceleci davranıyordu. Ancak Haddam’a göre Esed, Arap ulusunun ve iki kardeş ülkenin çıkarlarının gerçekleşmesini sağlamak için Irak Cumhurbaşkanının önerilerine somut bir yanıt vermeden önce Arap istişareleri düzenlemeye karar verdi.
Ağustos 1995’te Irak Büyükelçisi Rafi et-Tikriti, Suriye Büyükelçisi Abdulaziz el-Mısri ile görüşme talebinde bulundu ve aynı gün onunla bir araya geldi. Kendisine başkanı Saddam’dan, Esed’e iletmek için kişisel bir mesaj aldığını bildirdi. Mesaj kapsamında, “İki ülke arasında güven ve yakınlaşma sağlamak amacıyla Suriye’ye yönelik attığımız adımın, çok ciddi bir adım olduğunu ve geçmişin hassasiyetlerinden herhangi bir hassasiyetin tekrarlanmayacağını vurguluyorum. Geçmiş deneyimlerin kendi koşulları vardır. Bunu unutmalı ve bu tehlikeli aşama hususunda gerçek ve ciddi bir açıklıkla ve açık yürekle adım atmalıyız” ifadelerine yer veriliyor.
Ağustos 1995 sonlarında Irak’ın Katar Büyükelçisi Enver Sabri Abdurrezzak el-Kaysi, Arap Tarımsal Kalkınma Teşkilatı Genel Müdürü Yahya Bakur ile temasa geçerek, Saddam’dan bir mesajla ‘ziyaret arzusunu’ Şam’a iletmesini istedi.
Esed, iki mektubu benimle ve Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara ile görüştü ve Irak Büyükelçisinin varlığını gizli bir şekilde kabul etmeye ve benimle temaslarını sınırlamaya karar verdi. Bilgi güvenliği de dahil birçok nedenden dolayı, Irak’ın Ankara’da değil, Katar’daki büyükelçisiyle temasların gerçekleşmesini sağlamak konusunda bir endişe vardı. Bunun nedeni, Irak rejiminin, politikalarında köklü bir değişiklik yapma ve bizimle ciddi ilişkiler kurma konusunda ciddi olduğuna ikna olmamamızdır. Çünkü ilişkiler stoku, Irak muhalefetiyle ilişkilerimizi ve onlar ile Arap rejimi arasındaki Arap ilişkilerimizi sürdürme arzumuzun yanı sıra Suriye ve Arap milletine yönelik olumsuzluklar, zararlar ve büyük zararlarla doludur.
5 Eylül 1995’te, Enver Sabri Abdurrezzak’ı karşıladım. Temmuz 1979’daki iddia edilen komplo da dahil olmak üzere iki ülke arasındaki ilişkilerin gözden geçirildiği ve Bağdat’ın bu ilişkilerin bozulmasındaki rolünün değerlendirildiği dostane bir görüşmeydi. Bana şu bilgiyi verdi; “Irak Cumhurbaşkanından Devlet Başkanı Hafız’a sıcak selamlar. Saddam, Irak’ın Suriye ile normal ilişkiler kurma arzusunun, ABD’nin Irak üzerindeki baskısı ve kuşatmayı sürdürme konusundaki kasıtlı ısrarı nedeniyle olağanüstü bir olay veya bir temel olmadığını teyit ediyor. Aksine bu arzu, Arap ulusal güvenliği ve kaçınılmaz Arap çıkarlarıyla ilgili düşüncelerden kaynaklanmaktadır.”
Büyükelçi, “Cumhurbaşkanı Saddam ve tüm Iraklılar, Devlet Başkanı Hafız’ın ‘Irak’ın topraklarının ve halkının birliğine olan tutkusunu dile getiren ve her türlü dış müdahaleyi reddeden’ açıklamalarını ve sizin İran’daki açıklamalarınızı selamlıyor” dedi.
Saddam’ın, ABD- Siyonist planının açık ve Ürdün’ün de bunun bir parçası olduğunu söylediğini, sadece Irak’a değil, aynı zamanda Suriye’ye ve tüm Arap çıkarlarına zarar vermeyi amaçlayan bir reçete olduğunu da belirttiğini ifade etti. Aktardığına göre planın amacı, Irak’ı zayıflatmak ve bölmek değil, Arap bölgesine siyasi, askeri ve ekonomik olarak saygısızlık etmektir.
Saddam’ın ‘ortamı temizlemek, Arap uzlaşmalarını nesnel temeller üzerinde tutmak, Arapların yüce çıkarlarını dikkate almak ve bölgeyi karmaşıklık ve şantaj döngüsünden uzak tutmanın yanı sıra hepimizi tehdit eden zorluklarla yüzleşmek’ için Irak’ın, istisnasız tüm Arap taraflarıyla diyaloğa girmeyi açık fikirli ve samimi bir niyetle istediğini söylediği de kaydedildi. Aktarılana göre bu nedenle Cumhurbaşkanı, Irak Dışişleri Bakanı Muhammed Said es-Sahaf’ın iki tarafın vizyonlarının belirleneceği ve olayların değerlendirilmesinin yapılacağı geniş bir siyasi diyalog için Şam’ı ziyaret etmesini önerdi ve gizli veya açık bir şekilde hemen gelmeye hazır olduğunu da söyledi.
Büyükelçi, “Cumhurbaşkanı Saddam, içerideki durumun mürtet Hüseyin Kamil’in kaçmasından sonra Ürdün’ün uyandırdığı medya kargaşasından yakından veya uzaktan etkilenmediğini belirtti. Kamil, Irak’taki durumu, resmi ve partizan kurumları yönlendiren kişiydi ve ortaya atılan tüm söylentiler, Ürdün’ün hayal gücünün eseridir. Devlet Başkanı Hafız bunu söylerken, haklı ve doğruydu. Irak’taki yoldaşlarınız beş yıldır dayanıyor” dedi.
Mektubu, Devlet Başkanı Hafız’a sundum. Kendisi ise benimle iki ülke ilişkilerindeki karanlık geçmiş gölgesinde uzun uzun görüştü. Yine de cevabın olumlu ve dostane olması gerektiğini söyleyerek, Irak’ın tavrının ciddiyetini öğrenmek için bir toplantı talep etti.
13 Eylül 1995 tarihinde, Irak Büyükelçisini karşıladım ve kendisine şu mesajı yazdırdım; “Devlet Başkanı Hafız’dan selamlar ve Cumhurbaşkanı Saddam’a selamlar. Devlet Başkanı Hafız, Arap ulusunun tanık olduğu aşamayı ve Irak ve Suriye’nin karşı karşıya olduğu tehditleri belirtmektedir. Arap koşullarının kötüleşmesini, felç ve eksenlere bölünmesini önlemek için iki tarafın gecikmeden engelleri aşmasının ve anlaşmazlıkların üstesinden gelmesinin zorunlu olduğunu vurgulamaktadır. Bu felç, ‘şu veya bu uluslararası tarafı hoşnut kılarak, Arap ulusunun yüksek çıkarlarından tamamen bölünmüş, özel ve iyi bilinen çıkarları garanti altına almak için her eksenin diğeri üzerinde oynamaya çalıştığı’ bir durumdur. Bu nedenle Suriye ve Irak’ın kaderi, Arapların durumunu bir yalan ve bozulmadan kurtarmalarını gerektiriyor. Çünkü Arap dünyasının karşı karşıya olduğu tehlikeler karşısında müthiş bir güç oluşturuyorlar. Bu tehlikelerin en öne çıkanı, daha önce de söylediğimiz gibi, Amerikan-Siyonist stratejisinin önemli bir parçası haline gelen Ürdün rolüdür ve ister Washington, ister Türkiye, ister Siyonist oluşum ile olsun, ortaya koymaya çalıştığı şüpheli girişimlerdir. Oluşan ve aleni şekilde görünen ittifaklar ve bunların sadece Suriye ve Irak için değil, aynı zamanda Arap ulusu için tehlikeleri hakkında söylentiler de var. Bu nedenle kendi içlerinde birleşik ve etkili bir Arap konumu inşa etme ve her geçen gün etkileşime girmeye başlayan zorluklarla yüzleşme yeteneğine sahip iki kardeş ülke olan Irak ve Suriye arasındaki ilişkilerin bu özel zamanda normale dönmesi gerekmektedir, Amerikan- Siyonist kılıfına bürünen su ve askeri projeleriyle Türk tehlikesinin yanı sıra, Arap kimliğini ortadan kaldırmaya çalışan Siyonistlere meydana okunmalıdır.”
Bir görüşme yapılmadan önce Müslüman Kardeşler’in Irak’taki ilişkilerini ve iş birliğini nasıl devam ettireceğine yönelik bakış açısının bilinmesinin faydalı olacağını ve bunun ışığında görüşme düzeyinin belirlenebileceğini söyledim.
Irak Büyükelçisi, mektubu büyük bir memnuniyetle karşıladı. Irak’a dönüşü için oldukça heyecanlı görünüyordu.
19 Eylül’de Irak Büyükelçisi Ankara’da Suriyeli mevkidaşı ile görüştü ve kendisine, Bağdat’taki liderliğin Suriye liderliğinin sorularını memnuniyetle karşıladığını, diyalog ve iş birliğini niteliğini, düzeyini ve kapsamını belirleme işini Suriye liderliğine bıraktığını ve gizlilik derecesini, seviyesini ve tarihini Suriye liderliğinin belirleyeceği Suriye- Irak sınırında bir Suriye görüşmesine hazır olduğunu bildirdi. Büyükelçilik, Irak liderliğinin sponsor, maslahatgüzar veya büyükelçi düzeyinde diplomatik ilişkileri yeniden kurmak istediğini ifade etti.
Bizim açımızdan bir yandan ABD ve Ürdün’ün eylemleri nedeniyle koşullar endişe vericiyken, diğer yandan Irak liderliği ile geçmişteki deneyimler ve yaşadığımız acı, temkinli bir faktör oluşturdu. Aynı şekilde Arap hazırlığı olmadan hızlı bir yakınlaşma, Arap ilişkilerimizde kafa karışıklığına, Irak muhalefetindeki milliyetçi akımla soğukluk durumuna, İslami hareketle ve birlikte hareket ettiğimiz Kürt cephesiyle aramızda şüphelere yol açacaktır.
2 Şubat 1996 tarihinde Enver Sabri ile görüştüm. Bana içeriğinde şu ifadelere yer verilen bir mektup verdi; “Cumhurbaşkanı Saddam’ın, kardeşi Devlet Başkanı Hafız’a ve size selamlarını getirdim. Ürdün rejimi tarafından kabul edilen konfederasyon veya herhangi bir federasyonun kurulmasına yönelik şüpheli çağrıya ve bunu, bölgeyi bölmek ve hakimiyet kurmak için eski Siyonist sömürge projesiyle uyumlu siyaset ve çıkar ipleri üzerinde oynama çerçevesinde servis etmeye çalışmasına ilişkin Başkan Esed ve sizin tutumunuz dolayısıyla teşekkürlerini ve takdirlerini yinelemektedir.
Irak’ın uluslararası kararlara uymadığı bahanesiyle Irak’a yönelik kuşatmanın devam etmesi, bir meydan okumadan daha fazlası haline geldi. Kuveyt meselesinin ve Irak’a uygulanan baskının göz ardı edilmesi, ABD liderliğindeki sözde yeni uluslararası düzen çerçevesinde uluslararası meşruiyeti kullanarak, ABD’nin ‘Arap dünyasını boyun eğme’ taleplerini yerine getirmeleri için tüm Araplara ulaşacak. Arap ulusunun şu anda içerisinde bulunduğu Arap durumu, yalnızca Arap ulusal güvenliğine tehdit oluşturmuyor, aksine birden fazla Arap ülkesinin benimsediği ve uğruna çalıştığı Ortadoğu kavramının önermeleri üzerinden Arap kimliğinin pozisyonlarına ve geleceğine yönelik bir tehdittir. Bu, Arapların parçalanma durumunu da artırmakta ve kalıcı hale getirmektedir. Böylece dış güçlerin, kapsamlı bir siyasi ve ekonomik hegemonya kurmasının önünü açmaktadır. Arap Körfezi (Basra Körfezi) bölgesinde olan tam olarak budur.”
Büyükelçi, “Cumhurbaşkanı Saddam, bu aşamada Arap ulusunun iki kanadı olan Irak ve Suriye’den istenenin, kardeşçe ve ilkeli ilişkilerin geri dönüşü yoluyla Arap tahribatını durdurmak için, anlaşmazlıkların derinliği ne olursa olsun, hızlı şekilde ve çok geç olmadan hareket etmek olduğunu teyit ediyor. Tarihsel sorumluluk, onların çatlağı iyileştirmelerini gerektirmektedir. Özellikle Amerikan- Siyonist planının bir parçası haline gelen bir Arap tarafından yankı ve coşku bulan, son ABD açıklamalarını takip edersek Arap dünyası, parçalanma ve kapsamlı nüfuz tehdidi altındadır. Bununla, barış kazanımlarını koruma bahanesiyle ABD öncülüğünde İsrail, Ürdün ve Türkiye’nin rol oynayacağı askeri bir ittifak kurma fikrini benimsemeye başlayan Ürdün’ü kastedilmektedir. ABD’nin bu dönemde Ürdün’e askeri teçhizat sağlayacağı ilanının yanı sıra Irak ve Suriye’de kastettikleri bu eğilimin pratik bir kanıtıdır.”
Toplantı tutanaklarına göre Büyükelçi, “Son Irak-Suriye görüşmelerinde elde edilen olumlu gelişmelere rağmen Cumhurbaşkanı Saddam, Ürdün’ün şüpheli rolü ve Siyonist oluşumla ittifakın doğası gibi bu aşamada ve Arap ulusunun İsrail ile müzakerelerin başlamasından bu yana yaşadığı hızlandırılmış siyasi dönüşümün koşulları doğrultusunda bölgedeki ittifakların haritasının yeniden çizilmesinde karşılaştığımız zorluklara yanıt verilmediğine inanıyor” diyor.
Büyükelçi sözlerini şöyle sürdürüyor: “Irak, koşullar ve zorluklar ne olursa olsun, Suriye’nin askeri, siyasi ve ekonomik derinliği olarak kalacaktır. Cumhurbaşkanı Saddam, Arap- Siyonist çatışmasıyla ilgili ulusal sabitlere ulaşmak, bölgedeki yeni durumun kazanımları karşısında Arap dayanışmasını siyasi çembere geri döndürmek ve Arap çıkarlarını korumak için Suriye ile ilişkilerin eski dönemine dönmesinin İsrail ile müzakere pozisyonu için bir güç faktörü olacağına inanıyor. Türkiye’nin su kaynaklarının kontrolüne ilişkin politikası, öngörülebilir bir zamanda Irak ve Suriye için gerçek bir tehlike oluşturmaktadır ve Türkiye, bu politikada Suriye- Irak ilişkilerinin mevcut durumundan yararlanmaktadır. Bu meydan okumayla mücadele etmek için, Türk ordusunu modernize etme örtüsü altında sağlanan yardımlarla, tavırları birleştirmek, Türkiye’nin baraj inşa etme çabasına katkıda bulunan bazı Arap taraflara baskı yapmak için hızlı hareket etmek gerekiyor. Kendisine, çoğu Körfez ülkeleri tarafından dört milyar dolardan fazla tahsis edildi. Irak, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin gıda ve ilaç karşılığında petrol ihraç etme önerisini, 586 sayılı kararın 22. paragrafının uygulanması açısından Irak’ın egemenliğini ihlal etmekten belirli bir süre uzaklaşması halinde kabul edecek.
Irak’ın Doha Büyükelçisi’nin ilettiği mesaja göre Cumhurbaşkanı Saddam, Suriye’ye ‘içerisinden geçen petrol boru hattının açılmasını ve bu boru hattının Irak’ın BM önerisinin uygulanması sırasında veya kuşatmanın kaldırılması sonrasında petrol ihraç etmek için güveneceği beş geçitten biri olması amacıyla teknik adımlar atmasını önerdi.

Ortaya çıkan sorunlar ışığında Cumhurbaşkanı Saddam, acilen aşağıdakileri önermektedir:

1.İki kardeş ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi… Irak bunu duyurmak için inisiyatif alacaktır.

2. İki ülke arasındaki ilişkilerin kurulmasına yönelik önceliklerin belirlenmesi için en üst düzeyde siyasi temasların başlatılması.

3.İki kardeş ülke arasında güvenlik birimi liderleri düzeyinde güvenlik görüşmelerinin başlaması.
4. Sınırların her iki tarafça mutabık kalınan prosedürlere göre açılması.
Mektubu okuduktan sonra Büyükelçiye, Arap ulusu için gerçek bir tehlike oluşturan ve İsrail’in kazanımlarının önünü açan Ürdün projesine ilişkin tutumumuzu anlattım. Irak muhalif tarafları, bir dizi Arap ülkesi ve İran ile temaslarımız da dahil olmak üzere bu projeyi bozmak için attığımız adımları ve prosedürleri de kendisine anlattım. Aynı şekilde bazı Arap ülkeleriyle temas kuracağımızı, böylece birbirimizle olan temaslarımızın Arap durumunu daha fazla karmaşıklaştırmayacağını da belirttim. Büyükelçiye, Saddam’ın mesajını Devlet Başkanı Esed’e ileteceğimi söyledim.
Mektup, Hafız Esed’e sunuldu. Irak liderliğinin önerilerinin Suriye’ye ve politikamıza büyük fayda sağladığı açıktı ve aynı zamanda Irak’ın geri çekilmesi korkusu vardı. Çünkü bu çekilme, iki kayba yol açacaktı; Suriye ile sağlanmadan önce yanımızda duran ve İsrail ile barışı reddeden bir Arap bloğunun kaybı, yaşayacağı büyük aksiliklerle katlanacak olan Irak’ın kaybı…
Diyalog yolunu açık tutacak bir yanıt taslağı hazırlamak, bir yandan ciddi bir anlaşmaya varma olasılığını araştırmak ve diğer yandan da (Kuveyt işgalinden en çok etkilenen iki ülke ve Körfez ülkeleri arasında bu konuya en duyarlı olan) Suudi Arabistan ve Kuveyt başta olmak üzere bir atmosfer oluşturmak için Devlet Başkanı Hafız ile anlaştım.
4 Şubat 1996 tarihinde taslak mektubu, cumhurbaşkanına sundum, o da onayladı. Ardından Irak büyükelçisini çağırdım ve kendisine şunları yazdırdım; “Sayın Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı Saddam’a selamlarını sunmakta, girişiminden duyduğu memnuniyeti ifade etmekte ve bölgedeki durum, Arapları parçalamayı ve Arap kimliğini yok etmeyi amaçlayan komplo hakkındaki endişesini paylaşmaktadır. Ürdün- İsrail projesi, Arapları geçmişlerinde, bugünlerinde ve geleceklerinde hedef alan bu komplonun bir parçasıdır. Endişemiz, bir süre önce başladı. Arap arenasında bu tür gelişmelerin yaşanmasını bekliyorduk. Bu nedenle Devlet Başkanı Hafız, Arap uzlaşmasının sağlanmasının ve geçmişte yaşananların aşılmasının gerekliliğinden, ayrıca herkesin dışarıdan gelen bir tehdit altında olduğundan bahsetti. Tüm Arap temaslarımızda bu konuya, Irak’ın çektiği acıya ve bu acıya son verme yollarını bulma gerekliliğine odaklandık. Aynı şekilde böylece Arap dayanışmasının yeniden tesis edilmesi gerektiği üzerinde durduk. Son olarak ise Fransa ile olan uluslararası temaslarımızda da aynısını yaptık.”
Esed, “Kral Hüseyin projesini açıkladıktan sonra, Arap ulusunun Irak ve Suriye’nin çıkarına olduğuna inandığımız yönelimler oluşturduk. Bu yönelimlerin kapsamını genişletmek için bir dizi Arap ülkesiyle temas kurma sürecindeydik ve ardından (Saddam) girişiminiz geldi. Bu nedenle önümüzdeki günlerde bu ülkelerle üst düzeyde temaslar kurularak, söz konusu yönlendirmelerimize ikna edilmeleri amaçlanmaktadır” dedi.

İttifaklar ve komplolar, Esed ve Saddam arasındaki ‘cilveli mesajları’ gölgeledi
İki lider Hafız Esed ve Saddam Hüseyin arasındaki ilişki, Suriye ile Irak ve Şam ile Bağdat arasında olduğu gibi karmaşık ve iç içe geçmiş durumda. Birçok partizan, mezhep, ideolojik ve coğrafi faktörün yanı sıra bölgede liderlik için rekabeti de içinde barındırıyor.
Rekabetin kökü, bir bakıma iki başkentin kaderleri arasındaki karşılıklı ilişkiden kaynaklanıyor. Baas, 1963 Mart’ında Şam’da iktidara geldi, ancak o yılın sonunda Bağdat’ta kaybetti. 1966’da Suriye’de yönetimin yönünü değiştirdikten sonra Baas, iki yıl sonra Irak’ta da iktidara geri döndü. Suriye’de Esed, çatışmayı 1970’te bitirdi.
İki ‘Baas’ rejimi arasında uzlaşı için çeşitli girişimlerde bulunuldu. Gerçekten de Irak, Ekim 1973 savaşına katkıda bulundu, ancak ilişki kısa süre sonra kötüye giden bir yola döndü. O dönemde Saddam, Irak Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el-Bekir’in kanadını ‘yükseltiyordu’ ve Hafız Esed, 1976’da Şam ve Lübnan’daki konumunu sağlamlaştırıyordu. Mısır- İsrail müzakerelerinde yaşanan atılımlar ve İran’daki ‘devrimin’ habercileri iki ülkeyi ‘dikenli yatağında’ uyuttu. Ahmed Hasan el-Bekir ve Hafız Esed, Ekim 1978’de Ulusal Eylem Sözleşmesi’ni imzaladılar. Bu durum, Tahran’da ‘devrimin’ ilanından iki hafta önce, ertesi yılın başında ‘birliğin durumu’ ile doruğa ulaştı.
Bu çabaya en çok karşı çıkanlar, iktidara talip olan iki kişiydi; Bağdat’ta Saddam Hüseyin ve Şam’da Rıfat Esed. Esed, kardeşini kontrol altına aldı, ancak Saddam, Bekir’i devirdi. Komşu rakibini ‘komplo’ ile suçladı ve birlik ‘meraklılarının’ idamını emretti. Temmuz 1979’da da piramidin tepesine ulaştı.
Camp David anlaşmalarının imzalanmasının ardından Esed’in İsrail ile ‘güney cephesini’ güçlendirmeye çalışmasına, Irak’ın İran ile ‘doğu kapısını’ güçlendirme çabası eşlik etti. Tahran’daki devrimin ardından Irak- İran savaşı başlar başlamaz Esed, Saddam’ın düşmanının yanında yer aldı ve Şam-Bağdat rotası başka bir derin vadiye girdi. Bağdat, Ekim 1980’de Şam ile bağlarını keserek ve Suriye’deki Müslüman Kardeşleri destekleyerek yanıt verdi. Buna karşılık Lübnan’da batmış olan Suriye, 1982’de Irak ile sınırını kapattı. Bu da İran’ın petrolüyle telafi ettiği, Irak’ın Akdeniz’e uzanan petrol boru hattının kesilmesine yol açtı.

-Gizli görüşme
1980’lerin ortalarında ve İran savaşının sonlarına doğru Ürdün Kralı Hüseyin arabuluculuk yaparken, Esed ve Saddam’ı ‘fırtınalı bir maraton’ toplantısında bir araya getirdi. Faruk eş-Şara, Abdulhalim Haddam ve Tarık Aziz arasında gizli ‘deneysel’ toplantılar gerçekleştirildi.
Saddam’ın 1990’da Kuveyt’i işgalinden sonra Esed, onu kurtarmak için uluslararası koalisyona katıldı ve Iraklı hasmı tecrit ve yaptırımlar bataklığına batarken, Lübnan’daki iç ekonomik konumunu ve etkisini güçlendirdi. Doksanların ortalarında bir kez daha ‘iki arkadaş’, ilişkilerin nabzını hissetmek için geri döndü. Esed, kendisini İsrail ile barış müzakerelerinin yalpalamasından koruyacak ve ekonomik krizi çözecek ittifak arayışları tarafından motive edildi. Saddam da kuşatmayı kaldırma girişimleriyle motive edildi. İkili, Türk baskısı, Saddam’ın damadı Hüseyin Kamil’in Amman’a kaçması, amcasının ‘rejim değişikliği’ ve Ürdün’ün ‘federalizm’ konuşması konusunda endişeliydi.
Her biri gizli kanalı ele geçirmek için en yakın ‘arkadaşını’ seçti. Saddam, cumhurbaşkanı yardımcısı olduğu 1972-1976 yılları arasında eski büro şefini, Doha’daki büyükelçisi Enver Sabri Abdurrezzak el-Kaysi’yi, Esed ise altmışlı yıllarda ‘Baasçı’ yoldaşlarla mücadelesi sırasında yardımcısı ve ‘ortağı’ olan Haddam’ı görevlendirdi. Saddam, gözlemledi, arka planlar, idamlar ve Suriye komplosu hakkında sorular sordu. Aziz ile gizli görüşmeler yaparak girişimini yeniledi. İki ‘haberci’ Esed ve Saddam’ın, ‘postacılar’ Haddam ve Kaysi’ye gizlilik konusunda vurgu yapmasına gerek yoktu. Onlar, rejimin ‘sadık yoldaşları’ idi ve sözün bedelini biliyorlardı.
Şarku’l Avsat’ın Haddam’ın 2005’te Paris’e götürdüğü belgelerden ve Büyükelçi Kaysi’nin gazeteyle yaptığı görüşmeden elde ettiği kayıtlara göre, girişimi kimin başlattığı konusunda görüş ayrılığı var. Haddam, Saddam’ın Ağustos 1995’te buzları kırdığını ve Esed’in bunu, geçmiş deneyimler ve Saddam’ın 1979’da ‘Eylem Sözleşmesi’ni engellemedeki rolü ışığında ‘şüphelerle’ karşıladığını söylüyor. Buna rağmen Esed, diyaloğu başlatmaya karar verdi ve ‘yabancılaşma’ sayfasını çevirmeden önce ‘Baasçı’ yoldaşını testlere tabi tuttu. Ama Kaysi’ye gelince Ürdün’ün federalizm projesinin Suriye ve Irak’ı tehdit ettiğini ve Haddam’dan ‘iki cumhurbaşkanı’ arasında bir kanal açması için bir sinyal aldığını açıkça söylediğinde girşimin, Esed’den geldiğine inanıyor.

-Acele et… Yavaşla
Saddam, Esed’e yazdığı mektuplarda 1982’de kapatılan iki büyükelçiliği yeniden açmak, siyasi toplantılar düzenlemek ve sınırları açmak için acele ediyor gibi görünüyordu. Esed, 1996’nın başlarında ona sabırlı davranarak ve Şam ile Arap ülkeleri arasına girmemeye dikkat ederek karşılık verdi. Ona, ‘Arap koşullarını daha da karmaşıklaştırmamak için bir dizi Arap ülkesiyle temas kurmayı’ amaçladığını bildirdi.
Kaysi, Şarku’l Avsat’a Şam’ı dördü Sudan üzerinden olmak üzere, altı kez gizlice ziyaret ettiğini söyledi. Saddam’ın ‘ilişkileri yeniden kurmak için Esed ile yeni bir sayfa açma konusunda ciddi olduğuna’ dikkati çekti. Kaysi, “Cumhurbaşkanı, beni Suriyelilere ‘Esed bir adım atarsa ​​kendisinin 10 adım atacağını’ söylemekle görevlendirdi” dedi. Kaysi’ye göre kanal açmanın doğrudan nedeni, Suriyeli kardeşleri Hüseyin Kamil’i karşılamamaya ikna etmekti. Gerçekte de Ürdün’ün bir federal sistem önerme projesi konusundaki ortak endişe nedeniyle kabul edilmedi. Irak- Arap uzlaşısı için Şam’da bir Arap zirvesi düzenlenmesi önerisinin servis edilmesinin yanı sıra Saddam’ın sınırda Esed ile gizli bir zirve düzenlemesine, ‘ortak bir siyasi liderlik’ oluşturmaya, Eylem Tüzüğü’nü yeniden canlandırma konusunda ikili bir görüşme düzenlemeyi önermesine dikkati çekti. Saddam, Mart 1996’da Esed’e şu ifadeleri içeren bir mektup yazdı; “Kral Hüseyin’in Washington ziyareti öncesindeki son açıklamaları, ABD’yi askeri bir anlaşma imzalamaya ve İsrail ve Türkiye ile bölgesel bir ittifak kurmaya zorlama hızını artırdığını doğrulamaktadır. Bu, kesinlikle Irak ve Suriye’ye yöneliktir.” Bu noktada Saddam’ın özel güvenlik biriminin başkanı Mana Raşid, koordine etmek ve Ürdün ile Türkiye’nin iki ülkeyi kıskaçların arasına sokmasını engellemek için gizli bir Suriye- Irak güvenlik toplantısının düzenlendiğini ortaya koydu. Ayrıca Kaysi, Saddam’ın Esed’in federal projeye yönelik eleştirisini ‘hoş karşılamadığını’ da ekledi.

-‘Ebu Uday’
Görüşme tutanakları ve gizli mesajlara göre Esed ile Saddam arasındaki diyalog, Haddam’ın talepler ve yetenekler arasındaki sürekli dalgalanma ile hasmına ‘cumhurbaşkanının kardeşi’ diye hitap eden Ebu Uday’a (Saddam) Esed’in ‘selamlarını’ iletmeye başladığı ölçüde gelişti.
Esed, Arap temaslarına Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ı bilgilendirerek katıldı. Kendisine ‘Irak’taki durum endişe verici ve patlayabilecek bir bomba haline geldi’ şeklinde bir uyarı mesajı gönderdi. Görüşmenin içeriğinin gizli kalmasını isteyen Chirac, Lübnan’daki Suriye varlığına ilişkin başka bir dosya açarak ve Esed’e İsrail’in Golan’dan çekilmesi karşılığında Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına katkıda bulunma teklifi ederek Esed’i şaşırttı. Chirac, Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığını da güvence altına almayı önerdi.
1996 yılının ikinci yarısında Esed’in hedefi, ‘onu devirmeye çalıştıktan sonra’ kapalı sınırları açarak, ‘Irak rejiminin devrilmesini durdurmak’ oldu. Saddam’ın, Tarık Aziz’i ilişkileri geliştirmekten sorumlu tutmasından rahatsız olduğu doğru, zira kendisiyle yapılan önceki turlar ‘boşunaydı’. Ancak Aziz, Kasım 1997’de Şam’a ulaştı. Esed ise Şubat 1998’de Dışişleri Bakanı Muhammed Sad es-Sahaf’ı kabul etti.
Esed’in o dönemdeki inancı, Saddam’ın uluslararası müfettişlerle yaşanan bir krizin ortasında askeri bir saldırıdan kaçınmak için ‘mazeretleri ortadan kaldırmadığıydı’. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mubarek ile ‘Saddam Hüseyin’e açıkça, darbenin bir rejim ve ülke olarak özellikle onu hedef alacağının, yapılması gerekenin rejim değişikliği olduğunun ve onlar vurmadıkça rejimin değişmeyeceğinin söylenmesi’ gerektiği konusunda hem fikirdi.
Bölgesel konularda bir kez daha çakışma oldu. Chirac’ın Irak ve Lübnan arasındaki ‘takasından’ sonra ABD Başkanı Bill Clinton, Irak’ı Suriye- İsrail barış müzakerelerinin yeniden başlamasıyla ilişkilendirdi. 21 Şubat 1998 tarihinde Esed’e şunları yazdı; “Saddam’ı askeri müdahaleye zorlarsak Irak’ın BM kararlarına tam olarak uyarak Suriye’nin tarafsız kalması, önemli olacak. Müzakerelerdeki önceki çabalarımızın tamamen farkındayım ve başlangıç noktasına geri dönmeye hazır değilim.” Esed, 13 Mart 1998’de ‘Irak’a karşı askerî harekât olasılığından kaynaklanan endişe ve gerilimin boyutundan söz ederek’ yanıt verdi. Şimon Peres’in hezimeti ve Binyamin Netanyahu’nun 1996’daki zaferinin ardından İsrail ile müzakereleri, durduğu noktadan sürdürme arzusuna dikkati çekti.
İki başkentte sınırlar ve uzlaşı ofisleri açıldı ve Şam’da ‘geçiş’ yaşandı. Bağdat’ta ise ‘rejim devrildi’. 2003’te ABD’nin Irak’a saldırısının yaklaşmasıyla Devlet Başkanı Beşşar Esed İran’a uçtu ve Dini Lider Ali Hamaney ile görüştü. Aralarındaki tampon ülkede ABD’ilere karşı ‘direnme’ hususunda uzlaşı sağladılar. İran ile ‘doğu kapısı’ olan yeni Irak, 18 yıllık değişimin ardından şu anki haline ulaştı. ‘Güney cephesi’ olan Suriye ve halkı da 10 yıllık ‘bahar’ ve savaşın ardından şimdi halini aldı.
Saddam ve Esed arasındaki mesajların içeriği bilinmiyordu. Bunların açıklanması, Büyükelçi Kaysi’nin gerçekliklerini teyit etmesi ve ayrıntılar eklemesi, Suriye ve Irak tarihinin ve birçok yönü henüz tamamlanmamış olan bölgesel uzantılarının bir yönüne ışık tutmayı amaçlıyor.

Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor 2: Saddam Esed’e 1996’da Lübnan’a yönelik İsrail saldırılarına karşı “gizli  zirve” teklif etti
Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor-3: Esed Saddam’ı durdurmak için Fransa’ya iş birliği teklif etti
Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajları yayınlıyor-4:  Hafız Esed Saddam’ı kurtarmaya çalıştı
 



Kuzey Suriye'deki yangın söndürülürken Ankara’nın SDG’ye verdiği mühletin sonu bekleniyor

 Kuzey Suriye'de çatışmalar dururken gergin atmosfer devam ediyor (Independent Arabia)
Kuzey Suriye'de çatışmalar dururken gergin atmosfer devam ediyor (Independent Arabia)
TT

Kuzey Suriye'deki yangın söndürülürken Ankara’nın SDG’ye verdiği mühletin sonu bekleniyor

 Kuzey Suriye'de çatışmalar dururken gergin atmosfer devam ediyor (Independent Arabia)
Kuzey Suriye'de çatışmalar dururken gergin atmosfer devam ediyor (Independent Arabia)

Mustafa Rüstem

Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolü altındaki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) Halep'teki ateşkes konusunda müzakerecisi ve Dış İlişkiler Dairesi Eşbaşkan Yardımcısı Bedran Çiya  Kurd, Suriye otoritesine bağlı silahlı fraksiyonların, Şam ile varılan ve Şeyh Maksud ile Eşrefiye mahallelerinde derhal çatışmaların durdurulmasını hedefleyen ateşkese uymadığını söyledi.

Kurd, “Tırmandırma, seferberlik ve iki mahalleye uygulanmaya devam eden kuşatma, Ankara tarafından desteklenen silahlı fraksiyonların geçici otoritenin kararlarına uymadığını, aksine Suriye ulusal çıkarlarıyla çelişen dış ajandaları uyguladığını bir kez daha teyit ediyor. Uluslararası ve bölgesel arabulucuların Ankara'ya Suriye’nin iç işlerine müdahalesini durdurması için baskı yapmak üzere müdahale etmesi kesinlikle gereklidir. Bu arabulucular, durumun yatıştırılmasında aktif bir rol oynamalı ve Şam ile aramızda, herhangi bir dış müdahaleden uzak, uzlaşıya dayalı ve sürdürülebilir çözümlere ulaşmanın önünü açmalıdır. Suriye'nin ulusal çıkarı, bölgesel dayatmalardan ve gerginliklerden uzak, Suriyeliler arasında diyalog ve doğrudan müzakerelerde yatmaktadır” dedi.

Görünüşe göre, ABD'nin SDG’ye yönelik baskısı, Suriye'nin kuzeyindeki Halep şehrinde, özellikle Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerinde, son dönemde yükselen gerginliği durdurarak istenen sonuçları vermiş gibi görünüyor. Suriye Savunma Bakanlığı'nın kuzeye askeri takviye gönderdiği, iki taraf arasındaki çatışmalar sebebiyle kanlı ve sıcak geçen bir gecenin ardından, iki mahalleye giden yollar ve geçiş noktaları, bölgede hüküm süren sükunete rağmen kapalı kalmaya devam ediyor.

Bölge sakinleri, Suriye ordusu ve SDG'nin kimin tansiyonun yükselmesine sebep olduğu konusunda karşılıklı suçlamalarda bulunduğu şiddetli bir çatışmanın izlerinden kurtulmaya çalışıyor. Bu arada, bölgede büyük bir göç dalgası yaşandı ve ailelerin İbn Rüşd Hastanesi'nin karşısındaki ile Tarım Müdürlüğü yakınlarındaki bölge de dahil olmak üzere birçok bölgeyi terk ettikleri görüldü.

Sükûnetin ardından bölge sakinleriyle yaptığımız görüşmelerde, aşırı bir temkin eşliğinde bir rahatlama hissi hakimdi. Çatışmaların sona ermesine rağmen atmosfer gerginliğini koruyor. İçlerinden biri, “Toprak barikatlar iki mahalleye giden tüm giriş ve çıkışları hâlâ kapatıyor, fakat yetkililer sivillerin çıkmasına izin verdi ancak kimsenin girmesine izin vermedi” dedi.

Halep'teki ateşkes, SDG lideri Mazlum Abdi'nin başkent Şam'ı ziyaret edip Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra ile görüşmesinin ardından geldi. Ebu Kasra'nın X hesabından yapılan paylaşıma göre, iki yetkili, kuzey ve kuzeydoğu Suriye'deki cephe hatları ve askeri konuşlanma noktalarında kapsamlı bir ateşkes konusunda anlaştı. Fransız Haber Ajansı AFP, Abdi ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara arasında, ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Amiral Brad Cooper'ın da katılımıyla bir görüşme gerçekleştiğini teyit etti.

SDG yaptığı açıklamada, güçlerinin hükümetin güvenlik kontrol noktalarını hedef aldığını reddederken, geçen nisan ayında varılan bir anlaşma uyarınca Halep'ten çekilmelerinden bu yana şehirde SDG unsurlarının bulunmadığını belirtti. Yaşananların, devlet güçlerinin sivillere yönelik tekrarlanan saldırıları, Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerini kuşatma altına alma girişimi olduğu ifade edildi.

Diplomatik çabalar

Bu arada, Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani, Türk mevkidaşı Hakan Fidan'ın daveti üzerine Çarşamba günü Türkiye'yi ziyaret etti. Bu ziyaret, Şara ile Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan arasında beklenen görüşmenin öncesinde gerçekleşti. Fidan, Abdi ve Şam'ın ateşkes deklare etmesinden bir gün sonra, Kürt liderliğindeki SDG’nin “ayrılıkçı ajandasından” vazgeçmesi gerektiğini söyledi.

Ankara'da Şeybani ile düzenlediği ortak basın toplantısında Fidan, Suriye yönetiminin artık ülkede DEAŞ ile tek başına mücadele edebileceğini, bu nedenle yabancı ülkelerin yaklaşımlarını değiştirmeleri gerektiğini belirtti.

Suriye Savunma Bakanı ve SDG Komutanı Salı günü, kuzey ve kuzeydoğu Suriye'deki tüm cephelerde kapsamlı bir ateşkes konusunda anlaştıklarını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Türk medya kuruluşlarından aktardığı habere habere Ankara'nın Şam ile iş birliği içinde, SDG'nin taahhütlerini yerine getirip geçiş hükümetinin silahlı kuvvetlerine katılmaması halinde büyük olasılıkla SDG'ye karşı askeri operasyon başlatacağını belirtti. Türkiye, SDG'nin yeni Suriye ordusuna entegrasyonunun tamamlanması için bu yıl sonuna kadar mühlet verdi.

Ankara, SDG'nin entegrasyonuna sıkı sıkıya bağlı olduğunu göstermeye çalışıyor ve askeri harekât tehdidinde bulunuyor. Türkiye Dışişleri Bakanlığı'ndan resmi bir kaynak salı günü yaptığı basın açıklamasında, SDG'nin 10 Mart anlaşmasının şartlarını ihlal etmesi halinde, ülkesinin Şam'ın yanında yalnızca siyasi olarak değil, askeri olarak da durmaya hazır olduğunu söyledi. Türkiye'nin bölgesel güvenliği tehdit eden veya Ankara-Şam anlaşmalarını ihlal eden hiçbir hamle karşısında sessiz kalmayacağını da sözlerine ekledi.

sdfrgt
SDG, güçlerinin hükümetin güvenlik kontrol noktalarını hedef aldığı iddialarını yalanladı (Independent Arabia)

Türk kaynak, “Geçen hafta düzenlenen ortak güvenlik toplantılarında anlaşmanın uygulama mekanizmalarına odaklanıldığını ve SDG'nin herhangi bir ihlalinin sahada kararlı adımlarla karşılanacağını” açıkladı.

Bu arada, The Independent Arabia'ya özel konuşan Türk araştırmacı Firas Rıdvanoğlu, devam eden siyasi ve diplomatik gelişmeler nedeniyle kapsamlı hazırlıklar yapıldığını gösteren ilk bilgilere rağmen, Türkiye'nin herhangi bir askeri müdahalede bulunmasının uzak bir ihtimal olduğunu söyledi. “SDG'ye verilen mühlet nedeniyle Suriye'de bir askeri operasyon pek olası görünmüyor. Ayrıca, Suriye, mevcut koşulların yeni bir krizi kaldıramayacak durumda olması nedeniyle askeri müdahaleyi reddediyor. Cumhurbaşkanı Şara'nın sorunları siyasi yollarla çözmek istediği açık” dedi. Rıdvanoğlu, entegrasyon sağlanana kadar SDG üzerindeki baskının devam edeceğini öngörerek, “Mazlum Abdi ve Şam'da Şara ile görüşmesinin, olası olmayan bir çözüm olan askeri çatışmayı önlemek için bir formül bulma çerçevesinde gerçekleştiği açık. ABD bile SDG'ye baskı yapma görüşünde ve Şam da aynı görüşü paylaşıyor. Görünüşe göre Ankara da bu yolu izleyecek” diye ekledi.

Anlaşmaya dönüş veya kaçış

Her halükarda, SDG Komutanının, kuzeydoğu Suriye’de özerk bir bölge ve güçlerinin yeni orduya bağımsız gruplar aracılığıyla entegre edilmesi şeklinde özetlenen taleplerine bağlı kaldığına dair bilgiler mevcut. Bu arada, çeşitli bileşenlerden oluşan SDG'nin savaşçı sayısının 100 bini aştığı ve seferberlik durumunda 200 bine ulaşacağı belirtiliyor.

BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, iç zorlukların ortasında ülkedeki durumun ciddiyeti konusunda uyarıda bulunurken, Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi'nin Dış İlişkiler Dairesi Eşbaşkanı İlham Ahmed, son Halep olaylarının patlak vermesinden önce yaptığı açıklamada, SDG Komutanının yeni Suriye ordusunun Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenebileceğini açıkladı.

scdfrgt
Türkiye, SDG güçlerini Suriye ordusuna entegre etmeyi hedefliyor (Independent Arabia)

Bu arada, kuzeydoğu Suriye müzakere heyeti, hükümet temsilcileriyle yapılan toplantının ayrıntılarını resmi X hesabında yayınladı. Toplantıda herhangi bir resmi belge imzalanmadan dört konu görüşüldü.

SDG'ye verilen mühlete gelince, Rıdvanoğlu, bunun iyi bir süre olduğunu ve entegrasyon sürecine zaman tanıdığını düşünüyor; “Bir şekilde aceleci olduğu düşünülebilir, çünkü SDG bir yıldan kısa bir süre içinde kendisini feshedecek. Uzun yıllardır aktif ve etkin bir şekilde faaliyet gösteriyor ve bu onun için zor, ancak sahada pratik adımlar atılması gerekiyor” diyor.

Erdoğan, SDG ile Şam hükümeti arasındaki entegrasyon anlaşmasının uygulanmasına yönelik diplomatik çabalar başarısız olursa Suriye'nin parçalanmasına veya toprak bütünlüğünün ihlal edilmesine izin vermeyeceklerinin altını çizdi. Erdoğan bu açıklamayı 1 Ekim’de TBMM’deki yasama yılı açılış toplantısında yaparken, çatışmanın iki tarafı 10 Mart anlaşmasına dayalı siyasi bir çözüm için çalışmalarını sürdürüyor.


Şam-SDG sorunsalı: Çetrefilli müzakereler, sınırların ötesine sıçrayacak bir savaşın patlak vermesi korkusu ve sıfır sonuç

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şeraa (sağda) ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'yi devlet kurumlarına entegre etmeyi öngören bir anlaşma imzalarken, 10 Mart 2025 (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şeraa (sağda) ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'yi devlet kurumlarına entegre etmeyi öngören bir anlaşma imzalarken, 10 Mart 2025 (AFP)
TT

Şam-SDG sorunsalı: Çetrefilli müzakereler, sınırların ötesine sıçrayacak bir savaşın patlak vermesi korkusu ve sıfır sonuç

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şeraa (sağda) ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'yi devlet kurumlarına entegre etmeyi öngören bir anlaşma imzalarken, 10 Mart 2025 (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şeraa (sağda) ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'yi devlet kurumlarına entegre etmeyi öngören bir anlaşma imzalarken, 10 Mart 2025 (AFP)

Sobhi Frangieh

Suriye’de Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrol ettiği bölgelerin ve Suveyda’nın hariç tutulduğu parlamento seçimlerinden bir gün sonra ve ABD’nin arabuluculuğunda SDG lideri Mazlum Abdi başkanlığındaki SDG heyetinin Suriye hükümetiyle yeni bir müzakere turu yapmak üzere Şam’a gelmesinden birkaç saat önce 6 Ekim Pazartesi günü Halep'in Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde SDG ile Suriye hükümeti güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı.

Suriye hükümeti, gayri resmi kanallardan, çatışmanın SDG tarafından başlatıldığını ve Suriye hükümeti güçlerinin Şeyh Maksud mahallesi yakınlarında konuşlu olduğu noktaya arkadan erişebilmek için kazılmış bir tünel keşfedildiğini açıkladı. Açıklamada tünelin havaya uçurulduğu ve mahallelere giden sınır kapılarının kapatıldığı, ancak SDG’nin hükümet güçlerini hedef almak için üyelerini sivillerin arasına konuşlandığı belirtildi. Buna karşın SDG de gayri resmi kanallardan yaptığı açıklamada, çatışmayı başlatanın Suriye hükümeti olduğunu ve sınır kapılarının kapatılmasına karşı protesto eden sivilleri hedef aldığını söyledi.

SDG, Halep'teki Seyfe d-Devle mahallesini havan toplarıyla hedef aldı. Ayrıca Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinin çevresindeki yerleşim bölgelerini de hedef aldı ve çatışmalar çıktı. Çatışmalarda her iki tarafta da kayıplar verirken yaralanan sekiz sivil er-Razi Hastanesine kaldırıldı. Çatışmalardan saatler sonra, iki taraf ateşkes anlaşmasına vardı ve durum yavaş yavaş normale döndü. Suriye hükümeti, bir tanesi hariç, iki mahalleye giden sınır kapılarını kapalı tutmaya devam etti.

Taraflar arasındaki şiddetli çatışma hem SDG hem de Suriye hükümeti için zayıf bir nokta olarak kabul edilen bir bölgede meydana geldi. SDG'nin bu bölgeye ikmal hatları bulunmuyor. Suriye hükümeti ise iki mahallenin bir yerleşim bölgesinde yer aldığını ve SDG'nin bu mahalleleri hedef almaya devam etmesi halinde çatışmanın sivil kayıplara yol açacağını biliyor. Bu yüzden her iki taraf da kayıpları önlemek için ateşkese vardı. Bununla birlikte her iki taraf da 7 Ekim Salı günü yapılan toplantıda müzakere konumlarını güçlendirmek amacıyla birbirlerine askeri güçlerini sergiledi. Toplantı, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında 10 Mart'ta imzalanan anlaşmanın uygulama mekanizmalarının tartışılmasından, iki taraf arasında ateşkesin konuşulmasına kaydı. Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kusra, Şam’da Abdi ile yaptığı görüşmenin ardından, iki tarafın ‘Suriye’nin kuzeyi ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaşmaya vardığını ve bu anlaşmanın derhal uygulanacağını’ söyledi. Ancak toplantılar, iki taraf arasında mart ayında imzalanan anlaşmanın pratik uygulaması konusunda önemli bir ilerleme sağlamadı.

İki taraf arasındaki şiddetli çatışma hem SDG hem de Suriye hükümeti için zayıf nokta olarak kabul edilen bir bölgede meydana geldi.

Pazartesi günü patlak veren çatışma taraflar arasındaki ilk çatışma olmasa da 10 Mart’ta varılan anlaşmadan sonra yaşanan en şiddetli çatışmaydı. Öncesinde Deyrizor çevresinde ve Suriye'nin kuzeyindeki temas bölgelerinde bazı seyrek çatışmalar yaşanmıştı. İki taraf arasında zaman zaman yaşanan çatışmalar, Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinin çevresinde uzun süreli çatışmalarla sonuçlandı ve bu çatışmaların amacına dair birçok soru işareti yarattı. Bunlar, iki taraf arasındaki müzakere koşullarını iyileştirmek için askeri güç gösterisinde bulunma girişimleri mi, yoksa herkesin kaçınmaya çalıştığı ve bölgesel ve uluslararası ülkelerin önlemek için arabuluculuk yaptığı bir savaşın habercisi mi? Bu savaşın Suriye, bölge ve uluslararası güvenlik üzerindeki etkileri hakkında da birtakım sorular var. 

Karmaşık müzakereler

Mazlum Abdi ile Suriye hükümeti arasında Şam'da yapılan görüşmelerde, özellikle geçtiğimiz mart ayında yapılan anlaşmada belirlenen son tarih yaklaşırken iki taraf arasındaki çıkmazı sona erdirmek için somut adımlar konusunda herhangi bir anlaşmaya varılamadı. Topyekûn askeri çatışma ihtimali her zamankinden daha fazla gündemdeyken, bu durum özellikle endişeye yol açıyor. Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı bilgilere göre ABD, iki tarafı anlaşmazlıklarını çözmeye ikna etmeye çalıştı, ancak tarafların önümüzdeki haftalarda anlaşmanın kısmi olarak uygulanması için seçenekleri incelemek üzere fikir birliğine ulaşmalarına rağmen sonuç alınamadı. Ancak, SDG içinde Şam ile varılabilecek anlaşmaların niteliği konusunda iç karışıklıklar sürerken, SDG'nin Suriye'de yönetişim şeklinde askeri ve siyasi etkisini, bunun ademi merkeziyetçiliğe dayalı olması şartıyla, güvence altına almak mümkün görünmüyor. Şam ile SDG arasında anlaşmaya varılmasını engelleyen bir diğer faktör de SDG içinde siyasi müzakerelere girmektense askeri bir çözümü tercih eden tarafların olması.

ABD ‘nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, gazetecilere yaptığı açıklamada, 7 Ekim Salı günü Şam'da Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi ile ‘harika’ görüşmeler yaptığını söyledi. Şara ve Abdi ile ateşkes konusunda anlaştığını ve Şara ile 10 Mart’ta imzalanan anlaşmanın uygulanmasını görüştüğünü belirten Barrack, “Her şey doğru yönde ilerliyor” dedi. Buna karşın Türkiye tarafından dün yapılan açıklamalar, müzakere sürecinde herhangi bir ilerleme kaydedilmediğini gösterdi. Türkiye Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Suriye hükümeti ile SDG arasındaki çatışmanın tırmanması halinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) müdahale edebileceği belirtildi. TSK’nın Suriye ordusu ile ortak bir askeri operasyon yürütmeye hazır olduğu vurgulanan açıklamada, SDG'nin Suriye ordusuna entegre olması için son tarihin bu yılın sonu olduğuna dikkat çekildi.

Şam ile SDG arasında anlaşmaya varılmasını engelleyen bir diğer faktör de SDG içinde siyasi müzakerelere girmektense askeri bir çözümü tercih eden tarafların olması.

SDG, özellikle ABD tarafının Şam ile müzakere sürecinde esneklik gösterilmesi gerektiğine dair sayısız sinyal vermesiyle birlikte müzakere sürecinde mümkün olan her yolla bazı siyasi ve askeri kazanımlar elde etmek istiyor. Bu sinyallerin en sonuncusu, 6 Ekim Pazartesi günü ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Amiral Brad Cooper, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack ve SDG lideri Abdi ile örgütün diğer üst düzey isimleri arasında yapılan toplantıda verildi. Şarku’l Avsat’ın Al Majalla'dan aktardığı bilgilere göre Amiral Cooper, SDG ile Şam arasında güvenlik anlaşmalarının çözülmeye başlanması gerektiğini vurguladı. Zira bu, Washington'ın önümüzdeki dönemde ABD ile İsrail ve yine ABD ile İran arasında yeni gerilimler yaşanması durumunda Suriye'de mümkün olduğunca sükunetin sağlanması yönündeki vizyonuyla uyumlu. Washington ayrıca, yabancı uyruklu DEAŞ üyelerinin ülkelerine iade edilerek DEAŞ üyelerinin ve ailelerinin kaldığı el-Hol kampı ve hapishanelerle ilgili sorunları bir an önce çözmek istiyor. SDG ise, Şam ile müzakere sürecinde ihtiyaç duyduğu uluslararası siyasi gücü kaybetmesine neden olacağı gerekçesiyle bunu engellemeye çalışıyor. Al Majalla’nın edindiği bilgilere göre Mazlum Abdi başkanlığındaki SDG heyeti, Amiral Cooper ve Özel Temsilci Barrack ile birlikte salı günü Erbil'e, ardından Şam'a giderek Suriye hükümeti ile görüşmelerde bulundu.

Yine edinilen bilgilere göre SDG, Şam ile yapılan anlaşmaların uygulanmasını sağlamak için Fransız ve Amerikan güçlerinin bölgeye konuşlanması gerektiğini vurguluyor. Bu şekilde SDG, konuyu uluslararası gözetim altında tutuyor ve SDG'nin, uluslararası güçlerin sahada varlığı nedeniyle önceki dönemlerden çok da farklı olmadığını düşündüğü bir dönemde, daha fazla zaman ve müzakereye kapıyı aralıyor. ABD, bölgedeki diğer güçlerin varlığına yanıt vermemiş, ancak SDG'ye, DAEŞ'i yenme misyonu tamamlanana ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu'da barış vizyonu gerçekleştirilene kadar öngörülebilir gelecekte Suriye topraklarında kalacağını bildirmişti.

Washington, anlaşmayı kısmen ve aşamalı olarak uygulamaya çalışmanın Şam ile SDF arasında güven inşa etmek ve anlaşmaların tamamının uygulanmasının önünü açmak için anahtar rol oynayabileceğine inanıyor. Bu nedenle, Deyrizor veya Rakka'nın güvenin tesisinde kilit rol oynayabileceğini düşünüyor. Ancak SDG, Deyrizor’u Suriye hükümetine teslim etmek istemiyor, çünkü bu hamle askeri açıdan SDG'nin Şam ile arasındaki su bariyerini (Deyrizor vilayetini ikiye ayıran Fırat Nehri) kaybetmesine neden olacak. Şam, bu su bariyeri olmadan askeri teçhizat ve personeli cepheye nakletme konusunda avantajlı. Şam, SDG'nin kontrolündeki Deyrizor bölgelerindeki kabileler aracılığıyla da daha fazla insan gücü kazanıyor. SDG, son yıllarda bu bölgelerdeki aşiretleri kendi tarafına çekmeyi başaramamıştı.

Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi (KDSDÖY) Dış İlişkiler Komitesi Eşbaşkan İlham Ahmed, geçtiğimiz eylül ayı sonlarında Al Majalla’ya verdiği röportajda, ABD'nin Deyrizor ve Rakka’dan çekilip bu bölgeleri Suriye hükümetine devretme talebinde bulunduğu iddialarını yalanladı, ancak aynı röportajda SDG’nin devlet kurumlarına entegrasyonu konusunda görüşmelerin sürdüğünü söyledi. Deyrizor ile başlanması önerisi olduğunu ve bu konunun Deyrizor sakinleriyle görüşüldüğü belirten Ahmed, Bölgede bir yerel konsey var. Yerel konsey, bölgedeki aşiretlerin liderleri ve ileri gelenleriyle birlikte bu konuyu görüşüyor. Bu konularda aydınlara da danışılıyor ve Deyrizor çevresinde yapılan görüşmelerden haberdarlar” ifadelerini kullandı.

Doğu Fırat sorununu çözmek için iç ve bölgesel baskı altında olan Şam ise, SDG’ye güç ve yeteneklerini gösterme baskısı uyguluyor. Ekim ayı başında, Deyrizor’da SDG ve Suriye hükümeti bölgeleri arasındaki altı geçiş noktasını kısa süreliğine kapatarak, iki taraf arasındaki sivil ve ticari hareketliliği felç etti. Şam, bölgedeki sivillere kapatmanın güvenlik nedenleriyle yapıldığını söyledi ve bu, Suriye hükümeti mevzilerine büyük takviye kuvvetlerin gelmesiyle aynı zamana denk geldi. Kapatma ve takviye kuvvetler, Şam’ın SDG’ye verdiği mesajlar olarak yorumlanabilir ve Halep’te meydana gelen çatışma da iki taraf arasındaki çifte mesaj olarak yorumlanabilir. Her iki taraf da müzakere pozisyonunu güçlendirmek için askeri gücünü göstermeye çalışıyor.

SDG, Şam ile yapılan anlaşmaların uygulanmasını sağlamak için Fransız ve Amerikan güçlerinin bölgeye konuşlanması gerektiğini vurguluyor.

Şam’ın DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na (DMUK) katılımı onaylaması, Şam'a Fırat'ın doğusu sorununu çözmede daha fazla etki sağlayan bir başka siyasi faktör oldu. Bugün SDG, Suriye'de DMUK’un fiili ortağı ve Şam'ın DMUK’tan uzak durması, siyasi ve askeri desteğin SDG'ye yönelmesini sağlıyordu. Şam'ın DMUK’a katılması, hem Washington'daki yetkililer tarafından defalarca kez dile getirilen bir ABD talebi hem de Şam’ın talebiydi. Şam daha önce Halep, İdlib ve El-Badiye (çöl) bölgesinde gerçekleştirilen kara operasyonlarında Washington ile koordinasyon konusunda olumlu bir tutum sergiledi. Suriye tarafı, İçişleri Bakanlığı (Genel Güvenlik) aracılığıyla uluslararası koalisyon tarafından yürütülen operasyonlara katıldı ve Savunma Bakanlığı bu operasyonlara müdahil olmadı. Bu durum, Şam'ın uluslararası koalisyona katılmak için gerekli adımları tamamlaması halinde, Suriye Savunma Bakanlığı'nın (yapı ve organizasyon açısından) operasyonların ana aktörü olmaya hazır olup olmadığı konusunda bazı soru işaretlerini gündeme getiriyor.

sdfgrth
CENTCOM Komutanı Amiral Brad Cooper ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şam'da Suriye Cumhurbaşkanı ile görüşürken, 12 Eylül 2025 (AFP)

Şam ile SDG arasında siyasi ve askeri düzeyde bir mücadele var ve her iki taraf da kendisi ve geleceği için uygun gördüğü kazanımları elde etmeye çalışıyor. SDG, Suriye'nin geleceğinde askeri ve idari nüfuzunu güvence altına almak isterken Şam, Suriye coğrafyasını birleştirmek ve siyasi ve iç adımlarına ağır yük getiren gayri resmi askeri blokların varlığını sona erdirmek istiyor. Ayrıca, söz konusu bloklar, Suriye'nin bazı bölgelerini dış müdahaleye açık tutuyor ve ülkedeki istikrarsızlığı sürdürüyor. Şam ve SDG’nin hedefleri birbiriyle çeliştiği için, anlaşmaya zemin hazırlamak kolay değil. Bu uzun zaman alabilir, fakat bu sorunu çözme yönündeki uluslararası irade, iki taraf arasında anlaşmayı hızlandırmada ve Suriye, bölge ve uluslararası güvenlik için felaketle sonuçlanacak topyekûn bir askeri çatışmaya sürüklenmelerini önlemede olumlu bir rol oynayabilir.

Bölgesel, uluslararası ve içerideki yangınlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara yaptığı açıklamada, Şam ve SDG'nin felaketle sonuçlanacak olmasına rağmen askeri harekata hazırlandığını söyledi. Suriye Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Ahmed Zidan, siyasi müzakerelerin başarısız olması halinde askeri çatışma da dahil olmak üzere tüm seçeneklerin masada olduğunu yineledi. Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığına göre Suriye Savunma Bakanlığı, SDG ile cephe hattında bulunan askeri birimlere, iki taraf arasında bir çatışmanın patlak vermesi ihtimaline karşı yüksek alarm durumunda kalmaları talimatını verdi. SDG ise kendi bölgelerinde askeri hazırlıklarını artırdı. Son aylarda, yüzlerce eski rejim üyesinin saflarına katılmaları için kapılarını açan SDG, onları Suriye hükümeti ile cephede görevlendirdi. SDG, Suriye hükümeti ile çatışmaya girilmesi durumunda Arap-Kürt ve aşiret bileşenleri arasında bölünmeler yaşanacağını öngördüğü için böyle bir adım attı. Buna karşın savaşın patlak vermesini önlemek için yoğun uluslararası çabalar devam ediyor. Zira böyle bir durum, Ortadoğu'da istikrarı teşvik etmek için yapılan uluslararası çabalar için zor sonuçlar doğurur. Bu çabaların başında Trump'ın bölgedeki savaşı sona erdirme arzusu geliyor.

Suriye hükümeti için cephedeki zorluk göz önüne alındığında, bölgede SDG ile arasında bir su boşluğu bulunduğu için savaşın Deyrizor’da başlaması olası değil. Öte yandan SDG, Suriye hükümeti ile birlikte savaşmaya hazırlanan Arap aşiretlerinin varlığı nedeniyle cephe hattını tam olarak kontrol edemediği için bu cephenin tehlikesinin farkında. Bu yüzden hem SDG hem de hükümet askeri desteklerini Suriye'nin kuzey cephelerine (Rakka, Tişrin Barajı bölgesi, Deyr Hafir) yoğunlaştırıyor. Askerî açıdan bakıldığında, Tişrin Barajı çevresi her iki taraf için de askeri bir yük olabilir, çünkü SDG yüksek bir bölgede konumlandığından coğrafi koşullar, hükümetin ilerlemesinin önünde engel teşkil ediyor. Suriye hükümetinin bu bölgede üstünlüğü olduğu için SDG'nin Deyr Hafir    çevresine doğru ilerlemesi olasılığı bulunmuyor. Savaş cepheleri, her iki tarafın kazanımları açısından dengesiz ve önemli insani kayıplara neden olabilir.

Yerel düzeyde, SDG ile hükümet arasında patlak verebilecek olası bir çatışmanın, bilançosu ağır ve kanlı bir çatışma olacağı tahmin ediliyor. SDG, kendisine öfkeli Arap ve Kürt grupların olmasından dolayı kendi bölgelerinde güvende değil, bu da Suriye hükümetine karşı çatışmalarla birlikte iç çatışmaların da çıkma olasılığını artırıyor. Bununla birlikte SDG’nin kontrolündeki bölgelerde bulunan DAEŞ hücrelerinin de bu fırsatı değerlendirerek SDG’ye veya binlerce DEAŞ militanının tutulduğu hapishanelere saldırılar düzenleyerek DEAŞ’lıların serbest kalmasını sağlamaya çalışmaları bekleniyor. SDG ağır kayıplar vereceği ve bunun da SDG'nin hedefleri ve gelecekte ulaşmak istediği amaçlarla uyumlu olmayan yeni bir gerçeklik yaratabileceği düşünülüyor.

Yerel düzeyde, SDG ile hükümet arasında patlak verebilecek olası bir çatışmanın, bilançosu ağır ve kanlı bir çatışma olacağı tahmin ediliyor. SDG, kendisine öfkeli Arap ve Kürt grupların olmasından dolayı kendi bölgelerinde güvende değil.

Suriye hükümeti de birçok engelle karşılaşacak. İç politikada, SDG ile savaşın önemli insani ve askeri lojistik takviyeleri gerektirmesi nedeniyle, Suriye kıyıları, güney, el-Badiye ve sınır bölgelerinde güvenlik açıkları oluşacak. Bunun yanında özellikle Suriye halkının, bu yıl Suriye kıyıları ve Suveyda’da meydana gelen çatışmaların korkunç sonuçları göz önüne alındığında, Suriye-Suriye çatışmaları sonucu ülkenin yeni bir kanlı felaketi tolere edemeyeceği düşünülürse, siyasi kayıpların da yaşanacağına şüphe yok. Öte yandan yeni bir iç savaş, yatırıma elverişli ortamı, Suriye'ye yönelik uluslararası desteği, Suriye'yi yaptırım listelerinden çıkarma çabalarını zayıflatacak ve yıkılmış ülkenin yeniden inşa ve istikrar döngüsüne girmesinin önünü açacak.

Suriye hükümeti ile SDG arasında bir savaş çıkması durumunda, Fırat Nehri'nin doğusunda askeri üsleri bulunan ABD'nin bu duruma seyirci kalması imkansız gibi görünüyor. Söz konusu üslerin, iki taraf arasındaki savaşın fitilini ateşleyeceği yangından etkilenmemesi mümkün değil. Ayrıca bu yangın, ABD'nin müdahalesinin sınırlarını ve sonuçlarını karmaşık hale getirecektir.

Bu savaş, DEAŞ ile mücadele eden ABD ve DMUK güçlerinin misyonunu da olumsuz etkileyecek. DEAŞ’ın da bu durumu kendi güçlerini yeniden inşa etmek için kullanacağı şüphesiz. Suriye-Irak sınır bölgesindeki kargaşanın yanı sıra, Washington, İran'ın güvenlik kırılganlığını sınır ötesi milisleri aracılığıyla nüfuzunu yeniden kazanmak için kullanmasından korkuyor. ABD ve Batılı ülkelerin, Rusya'nın özellikle hem Hmeymim Hava Üssü’nde hem de Kamışlı Havaalanı’nda halen askeri varlığı olmasından dolayı Suriye'deki güvenlik ve askeri durumun çökmesi halinde Suriye'ye yeniden nüfuz etmesinden duydukları endişe de göz ardı edilmemeli.

Türkiye, SDG ile yüzleşmek için Suriye'ye doğrudan müdahale etmek istememesine rağmen, Suriye hükümetinin doğu Fırat sorununu her ne pahasına olursa olsun çözmesini istiyor. Zira böyle bir müdahale bir yandan Türkiye-ABD ilişkilerini karmaşık hale getirir, diğer yandan Suriye hükümetini zor bir siyasi duruma sokar. Ancak Ankara, iki taraf arasında çatışmaların başlaması ve SDG'yi Suriye ordusuna entegre etmek ve Fırat'ın doğusunun yeniden Şam'ın kontrolüne geçmesi için askeri güçlerini lağvetmek amacıyla yürütülen müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde Suriye hükümetini desteklemek için müdahale edeceği tehdidini defalarca kez dile getirdi. Bu nedenle, SDG'nin Ankara'nın ulusal güvenliğine tehdit oluşturması nedeniyle, Türkiye'nin Şam'ı SDG'ye karşı desteklemek için müdahale etmesi ihtimali göz ardı edilemez.

Washington ve Ankara, Suriye hükümeti ile SDG arasında savaş çıkması durumunda çıkarlarını korumak için müdahale ederse bu gelişme, iki taraf arasındaki ilişkilerde yeni bir gerçeklik yaratarak bölgedeki güç dengesinin değişmesine yol açabilir. Ancak bu durum, her iki tarafın da diplomatik çabalarla çözmeye çalıştığı anlaşmazlıkları daha da karmaşık hale getirir.

frgt
Suriye'nin doğusundaki Deyrizor ilindeki Ömer Petrol Sahası’nda düzenlenen askeri geçit törenine katılan SDG üyeleri, 23 Mart 2021 (AFP)

Irak ve Lübnan da bu olası savaşın yol açacağı yangından etkilenecektir. Zira Suriye'nin güvenliğindeki herhangi bir bozulma sınırlarında istikrarsızlığa yol açar. Bu kırılganlık hali, İran ve Hizbullah tarafından, ya Suriye'deki nüfuslarını yeniden kazanarak bölgeye kaos getirmek ya da İran silahlarının Hizbullah’a ulaştırılmasını hızlandırmak suretiyle istismar edilecek ve bu da İsrail'in boş durmayacağı anlamına gelecek. Böyle bir durumda İsrail, ulusal güvenliğini koruma bahanesiyle Suriye ve Lübnan'da askeri saldırılar düzenleyebilir.

SDG ile Suriye hükümeti arasındaki savaş, sadece Suriyelileri yıkıma sürüklemeyecek bölgedeki ittifakların istikrarını ve bölgesel güvenliği tehdit eden ve DEAŞ'ı yeniden ön plana çıkarabilecek bir kıvılcım da olacak. Tarafların hiçbiri bu savaşa girmek istemiyor. Bölge ülkeleri ve uluslararası taraflar da bunun olmasını önlemek için çaba sarf ediyor. Ancak, Şam ile SDG arasındaki ara sıra çıkan çatışmalar, müzakerelerdeki konumlarını güçlendirme çabaları bağlamında değerlendirilebilir olsa da bir tarafın yanlış hesap yapması veya taraflar arasındaki yüksek gerginlikle birlikte çıkmaza girilmesi durumunda, kaçınmak istedikleri bu savaşın fitili ateşlenebilir.


Smotrich Gazze anlaşmasını reddetti: Rehinelerin geri dönmesinin ardından Hamas yok edilmeli

İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich (Reuters)
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich (Reuters)
TT

Smotrich Gazze anlaşmasını reddetti: Rehinelerin geri dönmesinin ardından Hamas yok edilmeli

İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich (Reuters)
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich (Reuters)

İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirmek için varılan anlaşmayı reddettiğini açıkladı. Smotrich, rehinelerin geri dönüşünden sonra Hamas'ın ortadan kaldırılması gerektiğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Ynet haber sitesinden aktardığına göre aşırı sağcı Smotrich, partisinin üyelerinin anlaşmaya karşı oy kullanacağını ifade etti.

Smotrich, “Rehinelerin geri dönmesinden duyduğum sevinçle, yeni nesil terörist liderlerin serbest bırakılmasının sonuçları konusunda duyduğum endişe arasında karışık duygular içindeyim... Bu nedenle kutlamalara katılamayız ve anlaşmaya lehte oy veremeyiz” ifadelerini kullandı.

ABD Başkanı Donald Trump, sosyal medya platformu Truth Social'da İsrail ve Hamas'ın, tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını öngören, ABD tarafından önerilen Gazze anlaşmasının ilk aşamasını imzaladığını duyurdu.

Trump’ın paylaşımında şu ifadeler yer aldı: “İsrail ve Hamas'ın barış planımızın ilk aşamasını imzaladığını duyurmaktan onur duyuyorum. Bu, tüm rehinelerin çok yakında serbest bırakılacağı ve İsrail'in güçlü, kalıcı ve sürdürülebilir bir barışa doğru atılan ilk adımlarda kuvvetlerini kararlaştırılan bir hatta çekeceği anlamına geliyor. Bugün Arap ve İslam dünyası, İsrail, komşu ülkeler ve ABD için büyük bir gün. Bu tarihi ve eşi görülmemiş olayı gerçekleştirmek için bizimle birlikte çalışan Katar, Mısır ve Türkiye'den arabuluculara teşekkürlerimizi sunuyoruz. Tüm övgü barış elçilerine!”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bugün, Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşmasını onaylamak için hükümeti bugün toplantıya çağıracağını söyledi. Netanyahu yaptığı açıklamada, “Bugün İsrail için büyük bir gün” dedi.

İsrail Başbakanlık Ofisi, Netanyahu'nun Trump ile görüştüğünü ve tüm rehinelerin serbest bırakılmasını da içeren Gazze'deki ateşkes anlaşmasının imzalanmasının ‘tarihi başarısı’ nedeniyle birbirlerini tebrik ettiklerini belirtti. Ofis tarafından yapılan açıklamada, iki tarafın yakın iş birliğini sürdürme konusunda anlaştığı ifade edildi. Netanyahu, Trump'ı Knesset'e konuşma yapmaya davet etti.

Hamas da Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirmek, İsrail'in geri çekilmesini sağlamak, yardımların girmesine izin vermek ve esir takasını sağlamak için anlaşmaya varıldığını duyurdu. Hareket yaptığı açıklamada, Trump'ı, anlaşmanın garantör devletlerini ve çeşitli Arap, İslam ve uluslararası tarafları İsrail'i anlaşmanın şartlarını tam olarak uygulamaya zorlamaya çağırdı.