Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajları yayınlıyor-3: Esed Saddam’ı durdurmak için Fransa’ya iş birliği teklif etti

Şarku’l Avsat’ın Saddam Hüseyin ve Hafız Esed’in mektuplarını yayınlamaya devam ediyor. Mektuplar Ortadoğu’nun yakın tarihine ışık tutuyor. Chirac, Esed’e, Lübnan’da kalması karşılığında Hizbullah’ı silahsızlandırmasını teklif etti

Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac 16 Temmuz 1998'de Paris'te (Getty)
Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac 16 Temmuz 1998'de Paris'te (Getty)
TT

Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajları yayınlıyor-3: Esed Saddam’ı durdurmak için Fransa’ya iş birliği teklif etti

Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac 16 Temmuz 1998'de Paris'te (Getty)
Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac 16 Temmuz 1998'de Paris'te (Getty)

Uzun süre kopuk olan ancak 1996 yılında başlayan dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin ve Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed arasındaki gizli iletişimdeki ilerlemenin yanı sıra Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed, Başkan Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ı, 1982’den beri kapalı olan Suriye-Irak sınırının açılmasına adına görüşmeler yapması için Paris’e, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a göndermeye karar verdi.
Esed’in Chirac ile iş birliği yapma amacı, Saddam’ın “tecridi kırma” girişimine yönelik herhangi bir ABD tepkisini azaltmaktı. Buna ek olarak, 1966 yılının ortalarında Şimon Peres tarafından başlatılan ve Peres’in başkanlık koltuğunu Binyamin Netanyahu’ya kaptırdığı, Lübnan’daki “Gazap Üzümleri” savaşından sonra Suriye cumhurbaşkanının ABD’ye baskı yaparak Fransa’yı da Nisan 1996’da imzalanan “Nisan Anlaşması”nın izleme düzenlemelerine dahil etmeyi başarabilmesiyle Fransa ile Suriye arasındaki güven bağı güçlenmişti.
Nitekim Chirac, Suriye hareketinin gerekçelerini açıklaması için 31 Temmuz 1996’da Haddam ile bir araya geldi. Şarku’l Avsat’ın, bugün Saddam ile Esed’in gizli mesajlarının üçüncü bölümünde yayınladığı toplantı tutanaklarına göre, Suriye Cumhurbaşkanı, yardımcısı Haddam aracılığıyla Fransız mevkidaşına şu mesajları ulaştırmıştı: “Irak’taki durum artık endişe verici hale geldi. Durum, patlamak üzere olan bir bomba gibi. Sınırların açılması, Irak rejiminin yeni maceralar yaşamasını engelleyecektir.”
Chirac, Iraklıların çektiği acılardan Saddam’ın sorumlu olduğunu, ancak durumları göz önüne alındığında kimsenin Irak halkını, tüm bölgede patlama yapacak bir harekete sevk etmek istemediğini ifade etti ve şunları söyledi: “Sorun şu ki günümüzde Saddam’ı etkilemek zor. Çünkü insanlar onunla konuşmaya cesaret edemiyor. Bu, Başkan Yardımcısı Tarık Aziz ile konuşup bir anlaşmaya vardığımız konularda neden aniden başka bir şey olduğunu açıklıyor. Çünkü Saddam böyle bir kimse. Kimse onunla konuşmaya cesaret edemiyor.”
Görüşmenin içeriğini gizli tutmak isteyen Chirac, Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığına ve yeni İsrail Başbakanı Netanyahu ile müzakerelere başlama olasılığına ilişkin Esed’in önceliklerine yakın konular açarak Haddam’ı şaşırttı. Ancak en büyük sürpriz, İsrail ordusunun Güney Lübnan’dan çekilmesi halinde tüm sınırı Lübnan’ın yönetmeyi üstlenmesi teklifinde bulunmasıydı. Fransa’nın bölgeye gözlemci yerleştirmeye hazır olduğunu, ancak bunun Hizbullah’ı silahsızlandırmak anlamına geldiğini söyledi. Bu konunun da Suriye ile alakalı bir konu olduğunu, doğal olarak Suriye’nin, karşılığında bir şey almadan bunu kabul etmeyeceğini aktardı. “Sorulması gereken soru şu: Suriye’nin karşılık olarak alacağı şey nedir? Örneğin İsrail’in Golan’dan çekilmesi ve operasyondan sonra bir süre Lübnan’da askeri varlığını sağlamak mı?” dedi.
Suriye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haddam, Chirac ile arasındaki görüşmenin tutanaklarını da 2005 yılında, yanındaki evraklar ve belgelerle birlikte Paris’e götürmüştü.
7 Temmuz 1996’da Haddam, Esed’e, Şam’ın tutumunu açıklamak için Başkan Chirac’a mektup taşımak üzere Fransa’ya bir elçi göndermesini önerdi. Esed bu öneriyi kabul etti ve Haddam’ı elçi olarak gönderdi. 31 Temmuz’da Chirac, Haddam’ı kabul etti. Tutanakların metni şöyle: “İlişkilerimizde hakim olan iyi atmosfere duyduğu yüksek takdir ile Cumhurbaşkanı Esed’in selamlarını sayın Chirac’a iletmek istiyorum. Suriye, iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirme, stratejik ortaklık ve işbirliği sağlamak için çalışmaya devam etmektedir. Dışişleri Bakanı Herve Ducharette’in verdiği mesajlardan son derece memnunuz. Hiç şüphe yok ki Chirac döneminde Fransa’nın uluslararası ve Ortadoğu politikası yeni bir seviyeye ulaşmıştır. Sayın Cumhurbaşkanı Esed’in beni iletmekle görevlendirdiği konu Irak’la ilgilidir. Başkan Chirac, altmışlı yıllardan beri Irak ile aramızda bir rekabet olduğunu biliyor. Irak’tan çok zarar gördük. Biz aslında onların hem İran’a karşı savaşlarında (1980-88) hem de sonrasındaki Kuveyt’in işgali (1990) sırasındaki akılsız politikalarına itiraz ediyorduk. Ancak şu anda Irak’taki durum endişe verici seviyeye ulaştı. Bölgede uygulanan ambargo ve tecrit sebebiyle bölge patlamaya hazır bir bomba haline geldi. Bu nedenle Suriye, Irak sınırını açmak için bir yaklaşım benimsedi. Elbette ki aramızdaki sınırlar 1982’den beri kapalı. Sınırların açılması meselesi elbette ki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde olacak. Biliyorsunuz Irak ile Ürdün, Türkiye ve İran arasındaki uluslararası sınırlar açık durumda. Suriye’nin bu yaklaşımı benimsemesinin birkaç nedeni var:
Birincisi, Irak halkının yaşadığı büyük acılar.
İkincisi ise Irak’ta iç savaş çıkarmak ve Irak halkının bazı kesimlerini birbirine düşürmek için dış mihraklarca yürütülen çalışmalar. Böyle bir savaş patlak verirse tüm bölgeyi havaya uçurur.
Üçüncü olarak, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni ver gerçekçi bir ortamın, Irak hükümetinin bölgede güvenlik ve istikrarı zedeleyecek herhangi bir eylemi gerçekleştirmesine engel teşkil edeceğine inanıyoruz. 1991’de böyle olmuştu. Eğer o zamanlar Suriye ile Irak arasında normal ilişkiler olsaydı, Körfez’deki ikinci savaş yaşanmazdı. Saddam’ı durdurmak için adımlar atardık.
Tabi ki, Fransa’nın bölgedeki çıkarlarına ve bölgedeki rolüne dayanarak, Irak ile yaklaşımımızı ilan etmeden önce Başkan Chirac’ı bu yaklaşım hakkında bilgilendirmek istiyoruz.”
Başkan Chirac şu şekilde karşılık verdi: “Bunun benim için iyi bir haber olduğunu söylememe gerek bile yok. Ben de bu yasağın riskleri konusunda aynı analize sahibim. Fransa, 986 sayılı karar ile bir adım daha atmak için Birleşmiş Milletler’de çok çaba gösterdi. Ardından Tarık Aziz ile koordineli olarak çalışmalar yaptık. Onu iki veya üç kez kabul ettik. Elbette onu kabul eden kişi Dışişleri Bakanımızdı. Durum analizimiz tamamen aynı. Elbette dileyen kimse yaşananlardan Saddam’ın sorumlu olduğunu söyleyebilir. Ancak kimse durumları göz önüne alındığında Irak halkını tüm bölgede patlama yapacak bir harekete sevk etmek istemez. Suriye ile Irak arasında normale dönüş çok iyi bir haber. Bu vesileyle birkaç kelime söylemek istiyorum. Birincisi, bu kararı son derece memnuniyetle karşılıyorum. Elbette ki Amerika ve İsrail böyle bir adımı takdir etmeyebilir ancak Fransa olarak biz bunu tamamen destekliyoruz. İkinci olarak, Başkan Esed’e şu mesajı iletmenizi rica ediyorum, Suriye bu konuyu ilan edene kadar aramızdaki görüşmelerin bu kısmı gizli kalacaktır. Sanırım Bakan Ducharette’in de bu konuda söyleyecek şeyleri var.”
Dışişleri Bakanı Ducharette de şunları söyledi: “İki önemli nokta var. İlk nokta, Haddam’ın BM Güvenlik Konseyi kararlarına saygı çerçevesinde ilişkilerin yeniden kurulması ve sınırların açılması konusunda konuşma başlatması. İkinci nokta ise, Suriye’nin Irak’ı uluslararası kararlara uymaya ikna etmede özel ve önemli bir rol oynamasıdır. Bu kararlar üzerinde bir anlaşmaya varılacağını umarak Irak’ı dikkatlice dinledik. Ancak Irak’ın beceriksiz davranışları bizi hayal kırıklığına uğrattı.”
Chirac sonradan şunları söyledi: “Sorun şu ki günümüzde Saddam’ı etkilemek zor. Çünkü insanlar onunla konuşmaya cesaret edemiyor. Bu, Başkan Yardımcısı Tarık Aziz ile konuşup bir anlaşmaya vardığımız konularda neden aniden başka bir şey olduğunu açıklıyor. Çünkü Saddam böyle bir kimse. Kimse onunla konuşmaya cesaret edemiyor.”
Ben de (Haddam) şöyle cevap verdim: “Elbette Iraklılarla açık konuşacağız. Bu, öncelikle Irak’ın maslahatı için. Saddam Hüseyin, Suriye’nin bu mesajını anlayacaktır. Çünkü bu mesajı da anlamıyorsa kimse Irak’a yardım edemez.”
Chirac şöyle devam etti: “Barış sürecine katılmak istiyoruz. Suriye olmadan bir barış süreci mümkün değil. Fransa’nın özellikle barış süreci konusunda Suriye’yi üzecek bir tavır almayacağından emin olabilirsiniz. Siz bunu yapmadan önce, herhangi bir şeye karar vermeden önce sizinle gerekli bağlantıları yapacağız. Başkan Esed, politikalarımızın uyumlu olduğuna ve olacağına kani olmalı. Eğer politikalarımızda herhangi bir ayrılık olursa herhangi bir şeye karar vermeden önce sizinle irtibata geçeceğiz. Bunu söylüyorum çünkü ricası üzerine Netanyahu ile aramızda uzun bir görüşme oldu. Kendisi de bu hafta tekrar arayacağını söyledi. Onu, 10-15 gün önce Amerika’da olduğu zamana göre nispeten daha esnek buldum. Kendisiyle görüşen Mübarek de (merhum Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek) beni aradı ve kendisinin de Netanyahu’yu daha esnek bulduğunu ancak barış anlaşması için toprak ilkesi konusundaki tutumunu değiştirmediğini ve Golan hakkında hiçbir şey söylemediğini aktardı. Netanyahu, “Biz bu konuda Golan müzakerelerinin gerekli olduğuna inanıyoruz” dedi ve Suriye ve Lübnan ile barış sürecine geri dönme arzusunu dile getirdi. Ancak yapacakları herhangi bir hazırlıktan bahsetmedi. Lakin Peres’in aksine yeni bir şey ortaya attı ve şöyle dedi: “Fransa’nın bu sürece müdahale etmesini istiyoruz. Suriye ile iyi ilişkileriniz olduğunu biliyoruz ve bu süreçte bundan faydalanmak istiyoruz.” Peres, bu süreçte Amerika’nın tek başına yeterli olacağını söylüyordu. Bizim, bu bölgenin dışında olmamıza rağmen bölge içinde barışın tesis edilmesi için çalışmamız gerekir.”
Chirac sözlerine şöyle devam etti: “Burada beni şaşırtan bir şey var. O da, İsrail’in çıkarlarından bahsetmesi. İsrail’in güney Lübnan’daki askeri varlığından ne çıkarı var? Tabi ki böyle bir eğilimin taraftarı olabilirim ancak bu Suriye için büyük bir sorun teşkil edebilir. Suriye’nin başına bela açmak istemiyorum. Tuzağa da düşmek istemiyorum. Fransa’nın, Suriye’nin kabul etmediği bir pozisyon almasını istemiyorum. Bu, bizi çekmeye çalıştıkları bir tuzak. Bu süreçte Netanyahu’ya açıkça söyledim. Golan, güney Lübnan’dan ayrılamaz çünkü Golan ve güney Lübnan birbirine bağlı unsurlardır, bunun için Lübnan ve Suriye ile müzakerelerin açılması gerekir dedim. Bana, “Bu konuyu düşüneceğim, sonra tekrar konuşuruz” dedi. Bu söylediğimi içgüdüsel olarak söylüyorum ki ben Netanyahu’nun yerinde olsaydım herkesi rahatsız eden ve herkes için sorun teşkil eden güçlerimi güney Lübnan’dan koşulsuz olarak çekerdim.  Ona, böyle bir eylemde bulunmasını tavsiye edeceğimi söylememe gerek yok sanırım. Ancak İsrail ordusu güney Lübnan’dan çekilirse tüm sınırın idaresini Lübnan’ın devralacağını varsayıyorum. Suriye, böyle bir varsayımı dışlamamalı ve kendini buna hazırlamalı diye düşünüyorum. Fransa gözlemci yerleştirmeye hazır. Ama öte yandan bu, Hizbullah’ın silahsızlanması anlamına geliyor ve elbette bu Suriye’yle alakalı ve onu ilgilendiren bir konu. Doğal olarak Suriye, karşılığında bir şey almadan bunu kabul etmeyecektir. Sorulması gereken soru şu: Suriye’nin karşılık olarak alacağı şey nedir? Örneğin İsrail’in Golan’dan çekilmesi ve operasyondan sonra bir süre Lübnan’da askeri varlığını sağlamak mı?. İki sebepten dolayı bunları söylüyorum.
Fransa bu konuda Suriye’ye karşı hareket etmeyecek, Suriye ile istişare ederek hareket edecektir. Lübnan’a ve bağımsızlığına, Lübnan ve Suriye arasındaki özel bağlara dikkat ediyoruz. Suriye’nin çıkarlarının aleyhine hiçbir şey yapmayacağız.
Birinci nedeni söyledim. İkinci neden ise söylediğim varsayımın reddedilemeyeceği gerçeğidir. İsrailliler her zaman kendilerine yardım edebilecek kişilerle iletişim kurmaya çalışırlar ancak sonunda yine kendi kararlarını verirler. Amerika da dahil olmak üzere diğerlerinin ne düşündüğünü ve ne gördüğünü umursamazlar. Fransızlar da öyle. Fransızların Arap ülkeleriyle iyi ilişkileri olduğunu, bu yüzden bir iyilik yapabileceklerini söylüyorlar. Tabi ki Araplara ne yapmaları gerektiklerini dikte etmeyeceğiz. Ama geri çekilmeyi dışlamamaları gerektiğini söylemek zorundayız.
Bahsettiği bu bilgiler ve Fransa’nın Suriye konusundaki tutumu için Başkan Chirac’a teşekkür ettim ve şunları söyledim: “Netanyahu, seçim kampanyası sırasında açıkladığı hedefi korurken oyunun kurallarını değiştirmek istiyor. Mübarek, Dışişleri Bakanı’nı Suriye’ye gönderdi ve Başkan Esed bu bakanla görüştü. Görüşmede Başkan Esed, Bakan’a “Netanyahu’dan ne aldınız?” diye sordu. Bakan, “Tonda bir değişiklik” diye cevap verdi. Başkan Esed, “Üzerine yeni bir ilişki inşa edebileceğimiz bir tutum gördünüz mü?” diye sorunca Bakan, “Hayır” diye cevap verdi.”
(Eski ABD elçisi Dennis) Ross geldi ve müzakerelerin yeniden başlatılmasını önerdi. Başkan Esed ona şöyle dedi: “Bu müzakereleri hangi temelde yeniden başlatmalıyız?” Ross, “Ön koşul olmaksızın” dedi. Başkan Esed, “Ancak barış sürecinin ilkeleri ve referansları var. Ama biz bulunduğumuz bu noktadan dönmeye hazırız. 4 Haziran 1967 hattına çekilme ile ilgili (eski ABD Dışişleri Bakanı Warren) Christopher aracılığıyla bize iletilen, İsrail tarafının aldığı bir taahhüdümüz var. Etrafında anlaşmaya varılan güvenlik düzenlemeleri var. İşte bu noktadan hareket ediyoruz” dedi.
Ross, “Hayır, bu imkansız” diye yanıtladı. Başkan Esed, “Peki neye dayanarak çalışıyoruz? Hangi ikinci temel, Netanyahu’nun programı kabulü anlamına gelir?  Peki uluslararası kararları tanımazsa müzakerelere nasıl geri döneceğiz?”
Ross: “Programı kabul ediyorlar. Ancak bu kararlara ilişkin kendi yorumlarına sahipler. Geri çekilmeyi reddetmiyorlar ama aynı zamanda kabul de etmiyorlar. Sonuç olarak, Netanyahu Clinton’a bir şey vermezse Mübarek’e nasıl verebilir?”
Sonra sırası gelen (merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser) Arafat, çok üzgün bir halde ve ona bir şey vermedikleri için dert yanarak bize geldi. Bize göre Netanyahu manevra yapıyor. 425 sayılı karara göre Lübnan’dan çekilmek istemiyor. 425 sayılı kanuna göre çekilmek bizim için sorun değil. Lübnan devleti görevlerini yerine getirecek ve sorumluluklarını üstlenecektir. Ancak Netanyahu, bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Lübnan içindeki gruplar arasındaki ilişkiyi sabote etmek ve Suriye ile Lübnan arasında bir çatlak oluşturmak istiyor. Ama Lübnan’daki herkes onun bu oyununun farkında. O halde Netanyahu, geri çekilme ilkesine inanıyorsa neden Suriye ve Filistin topraklarından geri çekilmiyor? Amerikalılar ona, tonunu değiştirmesini tavsiye etti. İçinde bulunduğu durumların meydana getirdiği kaygıyı gidermek için kelimelerini ve üslubunu değiştirdi ama aynı durumlarda kaldı, durumları değiştirmedi. Şimdi Batı Şeria’da yerleşim faaliyetlerine devam edebilmek için yeni yollar inşa etmeye başladılar. Böyle bir politika izlerken nasıl barış isteyebilir?”
Chirac da şunları söyledi: “Burada hesaba katmamız gereken bir unsur var. Netanyahu iktidara gelmeden önce onunla görüştüm. Belediye Başkanı’nın Paris’teki evine iki kez gelmişti. O sıralar onun hakkındaki ilk izlenimim, onun, zeki, genç ve hırslı bir adam olduğu ama kanaat etmeyi bilmediğiydi. Asıl sorun şu ki Netanyahu’nun çevresi kötü kimseler tarafından kuşatılmış durumda. Bir yanda intikam almak isteyen ve bunun peşinde koşan askerler, diğer tarafta da dindarlar var. Ama bu genç ve hırslı adam, mümkün olduğu kadar uzun bir süre iktidarda kalmak istiyor. Zeki olduğu için de gelecekte hükümette kalmasının ancak barışın sağlanmasıyla mümkün olacağını biliyor. Çünkü savaş adamı, geçmişin adamıdır, barış adamı ise geleceğin adamı. Bazı taahhütler verdiği bir seçim kampanyası vardı. Bu hususta elini kolunu bağlayan güçler var ama durumlar gelişebilir. Kesin olan şey Netanyahu’nun harekete geçmek zorunda olduğudur. Tutumlarına gelince, Golan’da harekete geçebilir. Ancak bu hemen değil bir müddet sonra olur. Bu benim kendi izlenimim. Hareket edebileceği tek yer Lübnan. Lübnan, ona hiçbir şey vermeden çok pahalıya mal oluyor. Bir gün, Suriye’yi, Lübnan’ı ve herkesi üzecek bir girişime bulunmasından korkuyorum. Bu nedenle, ilerde şaşkınlığa uğramamak için bu ihtimalin dışlanmaması gerektiğini söylüyorum.”
Başkan Chirac’ın konuşmaları hakkında şu yorumları yaptım: “Dikkat çekici olan, bu konuyu Amerikalılarla konuşmuyor olması ve Dennis Ross’a bundan hiç bahsetmemesi. Başkan Chirac’ın Netanyahu tanımlaması doğru ancak günün sonunda Netanyahu kendi başına karar alamıyor. Kararlar askeri teşkilat tarafından alınıyor. Bir karar almak istese bile önünde iki engel bulunuyor; Likud ve dindarlar. Yaser Arafat, Şimon Peres’in bir general tarafından neredeyse dövüldüğü iki olay anlatmıştı. İsrail, askeri ve dini bir kurumdur. Manevra yapmak istiyor, barış aradığını söylüyor, arıyor da. Ama barış istiyorsa Suriyesiz barış olmayacağını ve bu barışın kapısının Golan olduğunu biliyor. Biliyor ama oyunun kurallarını değiştirmek istiyor. Dünyaya şunu söylemek istiyor: “Bakın ne kadar da mazlumum ama buna rağmen barış arıyorum.”
Başkan Chirac şu yanıtı verdi: “Fakat İsrailli generallerin çoğu Lübnan’da çok şey kaybettiklerini ve orada kalmalarına gerek olmadığını söylüyorlar. İsrailli generallerden biriyle aynı okulda okumuş bir arkadaşımız var. General şöyle demiş: “Neden hala Lübnan’da duruyoruz? Bir hiç uğruna toprak kaybediyoruz, çok şey kaybediyoruz.” Netanyahu’ya söylediğim ilk şey, Golan’ın tüm bu süreçte en önemli nokta olduğu ve Golan sorunu halledilmedikçe hiçbir şey elde edilemeyeceğiydi. Ancak ben yine de İsrail ile ilgili varsayımımın imkan dahilinde olduğunu ve teyakkuzda olmak gerektiğini söylüyorum.”
Chirac’a şu cevabı verdim: “Bir sabah uyandığımızı ve İsrail’in güneyden çekildiğini varsayalım. İnanın bana kimse bunun için ağlamaz. Ancak bu, müzakereler bağlamında ve ayrı bir barış içinde yapılmamalıdır.”
Cumhurbaşkanı Chirac: “Bunu çok iyi biliyorlar. Ama sorun, bir sabah uyanıp İsraillilerin gittiğini görmeleri” dedi.
“Öyleyse onların şerefine içelim” dedim.
Chirac, “Peki onların şerefine içtikten sonra ne olacak?” diye sordu.
Şöyle cevap verdim: “Hiçbir şey. Lübnan’da mevcut bir devlet var ama sorulması gereken soru şu, Lübnan’daki savaş duracak mı? Kimse bunu garanti edemez.”
Cumhurbaşkanı Chirac tekrar sordu: “Ama, Hizbullah silahsızlandırılacak mı? Ordu bunu taktiksel olarak yapabilir ama politik olarak yapamaz. Bunu kim yapabilir? Suriye. Peki Suriye bu silahsızlanma karşılığında ne talep ediyor?”
Şöyle cevap verdim: “İsrail geri çekilince geride bir boşluk bırakacak. Güneyde Hizbullah ve Filistinli gruplardan başka gruplar da var. Medya “Hizbullah” konusunu çok abartıyor. Zaten bu konu kendi içinde, İsrail’in çıkarları için değil Lübnan’ın çıkarları için tartışılıyor. İsrail, Lübnan’da sorun çıkarmaya çalışıyor ama Lübnan bunun farkında. Silah veya silahsızlanma konusunu önceden tartışmak İsrail’in ön şartıdır ve Netanyahu bu konuda bir ön koşul istemiyor.”
Chirac: “Tekrar ediyorum, belki de bu İsrail’in koşulsuz olarak geri çekileceğine dair temelsiz bir varsayımdı. Dediğiniz gibi Lübnan ordusu sınır boyunca mevzi alıyor ve bu da Suriye güçlerinin Lübnan’daki varlığı gibi bir sorun teşkil ediyor. Prens Abdullah ve Kral Fahd, İsrail’in güneyden çekilmesinin ardından Suriye ordusuna ne olacak diye soruyorlar. Ne yapılacaksa tüm paydaşlar arasında istişareler yapılarak yapılacak. Ancak Hizbullah silahsızlandırılmazsa çatışmalar devam edecek ve o zaman İsrail tüm Lübnan’ı hedef alacak. İsrailli generallerin aradığı da bu. Lübnan’da kalmak isteyen çok fazla general olduğunu sanmıyorum ama yine de Lübnan’a girip Suriye ordusuyla çarpışmak isteyenler de var. Bu herkes için kötü bir durum. Yani geri çekilme tamamlanırsa ve Hizbullah silahsızlandırılmazsa bu provokasyonlara ve başka şeylere yol açacak. Ancak silahsızlandırılsa Suriye bir şey kaybetmiş olacak ve bunun karşılığında Suriye’nin Lübnan’daki varlığını garanti edecek bir şey olmalıdır. Belki de tüm bunlar sadece bir hayaldir. İstediğim şey, aramızda güçlü ve samimi bir bağ olması.”
Haddam: Rabin’i ve Peres’i Netanyahu’ya tercih ederdik
Dedim ki: “Sizin söylediğiniz, Başkan Esed’in de beni söylemek için görevlendirdiği gibi aramızdaki temas düzeyini yükseltmek istiyoruz. Bölgede Fransız varlığını destekliyoruz. Çünkü bu, mevcut uluslararası durumda bize biraz umut veren bir pencere. Bu yönlendirme, iletişim, koordinasyon ve tartışma gerektirir. Tabi dediğiniz olursa kendi aramızda mutlaka tartışırız. Adil ve kapsamlı bir barış istiyoruz. Fransa’nın bu barışın merkezinde yer almasını istiyoruz. Böyle bir şey olursa, birbirimizle temasa geçmemiz ve konuyu objektif bir şekilde tartışmamız doğaldır. Netanyahu’nun manevralarına karşı dikkatli olmamız çok önemli. Netanyahu, zeki, hırslı ancak dogmatik bir adam. Kendini geliştirmeye çalışabilir ama inandığı şeyleri terk etmez. Yeni bir yola adım atarsa bizim tarafımızdan olumlu karşılanır. Peres’i sevdiğimiz de söylenemezdi ama önceden onunla ve Rabin’le görüşmek mümkündü. Bazı anlaşma noktalarına da varmıştık. Rabin öldürülmeseydi çok daha fazla yol kat etmiş olacaktık. Çünkü o karar verme konusunda Peres’ten daha yetenekliydi. Netanyahu’nun üzerindeki baskı onu değişime itiyor.”
Chirac: “Son bir nokta daha var. İsrailli pilot Ron Arad’ın serbest bırakılması için Başkan Esed’e bir veya iki kez müracaat ettim. Peres çok çaba gösterdi ama başarılı olamadı. Şahsen ben bu konuyu destekliyorum. Ancak bu hemen gerçekleşmez. Bu nedenle bu jest barış sürecini kutsallaştırmalıdır. Eylül ayının bitmeden önce bunun yerine gelmesi barışa çok büyük hizmet edecektir.”
Şu şekilde cevap verdim: “Yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum. Bill Clinton da bu konuyu Başkan Esed’in gündemine getirdi. Ben şahsen konuyu Hizbullah ve güvenlik servislerimiz üzerinden takip ettim. İlk başta Emel Hareketi tarafından hapsedildi. Sonra harekette bir bölünme oldu. Böylece iltica lideri onu başka bir bölgeye götürdü. Ardından İsrail o bölgeye bir baskın yaptı ve Arad ortadan kayboldu. Takip edebiliriz.  Bir şey bulabilirsek serbest bırakma işleminin Fransa aracılığıyla gerçeklemesi için çalışacağız.”
Chirac: “Suriye’nin ve barışın çıkarları için bu konuya değiniyorum, Suriye’nin iç işlerine karışmak için değil. Peres’e konuyla ilgileneceğimi söylemiştim ama Netanyahu’ya söylemedim. Eğer bulabilirseniz bu sayfa Netanyahu için önemlidir ve eksiksiz bir sürecin parçası olabilir. Eylül ayı bitmeden önce bulunursa barış sürecinin gidişatını tersine çevirebilir. Burada özgürce konuşuyorum ama “Siz mi söylediniz?” diye sorulursa inkar edeceğim.”

Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor 1: Hafız Esed, Saddam Hüseyin’den ilk mesajını dikkate aldı ve yanıt vermeden önce Saddam’ı test etti
Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajlar yayınlıyor 2: Saddam Esed’e 1996’da Lübnan’a yönelik İsrail saldırılarına karşı “gizli  zirve” teklif etti
Şarku’l Avsat, 1990’ların ortalarında Suriye ve Irak cumhurbaşkanları arasındaki gizli mesajları yayınlıyor-4:  Hafız Esed Saddam’ı kurtarmaya çalıştı

 



Fentanil solumaktan kaynaklanan ilk beyin hastalığı raporlandı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Fentanil solumaktan kaynaklanan ilk beyin hastalığı raporlandı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

ABD'de doktorlar, dünyada fentanil dumanı solumaktan beyin hastalığı geçiren ilk vakayı bildirerek bu opioidin ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kez daha ortaya koydu.

Fentanil, eroinden 50 kat daha tesirli.

47 yaşındaki hasta, geçen yıl şubatta otel odasında bilinçsiz ve "ölüme yakın" halde bulunduktan sonra Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi'nin acil servisine götürülmüştü.

Klinisyenler, fentanil dumanı solumanın hastanın beynindeki beyaz maddenin önemli bölümlerinin, hastanın bilincini kaybetmesine yol açacak ve beyinde geri dönüşü olmayan işlev kaybı ve muhtemelen ölüm riski yaratacak kadar iltihaplanmasına neden olduğunu teşhis etti.

Benzer vakalar daha önce eroin dumanı soluyan insanlarda bildirilmiş olsa da araştırmacılar Oregon'daki hastanın fentanil içeren belgelenmiş ilk vaka olduğunu söyledi.

Baş araştırmacı Chris Eden, "Bu, 40'lı yaşlarının sonunda, çocuk sahibi, ilk kez fentanil kullanan orta sınıftan bir erkeğin vakası. Bu vaka, fentanilin toplumumuzdaki herkesi etkileyebileceğini gösteriyor" dedi. 

Araştırmacılar, bu tür vakaların daha önce de yaşanmış olabileceğini ancak sendromun fizyolojisi hakkında nispeten az şey bilindiği için bunların fark edilmediğini söyledi.

Dr. Eden, "Opiatın klasik yan etkilerini çok iyi biliyoruz: Solunum depresyonu, bilinç kaybı, yönelim bozukluğu. Ancak bu vakadaki gibi muhtemelen geri dönüşü olmayan beyin hasarına yol açtığını ve beyni etkilediğini klasik olarak düşünmüyoruz" dedi.

Hasta yaklaşık bir ay hastanede kaldıktan sonra yavaş yavaş iyileşmiş, ardından konuşmasını ve işlevini yeniden kazanmasına yardımcı olan bir bakım tesisinde kalmıştı.

Araştırmacılara göre bu bulgu, ucuz ve kolayca bulunabilen fentanilin tehlikesi hakkında uyarı olarak görülmeli.

Hasta, BMJ Case Reports akademik dergisine, "Kendime, eşime ve aileme yaptıklarımdan dolayı sık sık pişmanlık duyuyorum. Hayatımı kurtaran tüm doktorlara, hemşirelere ve acil yardım görevlilerine ve beni toplumun faal bir üyesi haline getiren terapistlere minnettarım" diye konuştu.

Independent Türkçe


Sanılanın aksine tüm Taş Devri topluluklarının et ağırlıklı beslenmediği ortaya çıktı

Fas'taki Taforalt mağarısından çıkarılan kalıntılar, beslenme alışkanlıklarına ışık tutuyor (Abdeljalil Bouzouggar)
Fas'taki Taforalt mağarısından çıkarılan kalıntılar, beslenme alışkanlıklarına ışık tutuyor (Abdeljalil Bouzouggar)
TT

Sanılanın aksine tüm Taş Devri topluluklarının et ağırlıklı beslenmediği ortaya çıktı

Fas'taki Taforalt mağarısından çıkarılan kalıntılar, beslenme alışkanlıklarına ışık tutuyor (Abdeljalil Bouzouggar)
Fas'taki Taforalt mağarısından çıkarılan kalıntılar, beslenme alışkanlıklarına ışık tutuyor (Abdeljalil Bouzouggar)

Taş Devri'nde yaşayan bütün toplulukların et ağırlıklı beslenmediği ortaya çıktı. Yeni bulgular Paleo diyeti diye bilinen beslenme biçiminin temellerini sorgulamaya açıyor. 

Paleolitik Çağ'da yaşayan insanların proteini büyük ölçüde hayvanlardan aldığı uzun süredir düşünülürken, bazı uzmanlar insanların bugün de böyle beslenmesi gerektiğini savunuyor. Öte yandan bu dönemdeki avcı-toplayıcı toplulukların bazılarının bitki ağırlıklı beslendiği saptandı. 

Yaklaşık 15 bin yıl önce bugünkü Fas'ta yaşayan Iberomaurusian adlı topluluktan 17 kişiye ait 25 diş ve 7 kemik örneğini analiz eden araştırmacılar bitki temelli bir beslenme biçimiyle karşılaştı. Bilim insanları, Taforalt mağarasından çıkarılan insan kalıntılarını kararlı izotop analizi adlı yöntemi kullanarak inceledi. İzotop, bir elementin farklı seviyede nötron içeren atomları anlamına geliyor.

dsfrgth
Taforalt mağarasında bulunan insan dişinde, aşınma ve çürük belirtileri görülüyor (Heiko Temming)

Nature Ecology & Evolution adlı hakemli dergide pazartesi günü yayımlanan araştırmada insanlardaki çinko izotop oranının aynı bölgede yaşayan otçul hayvanlara yakın olduğu tespit edildi. Gıda yoluyla alınan çinkonun hayvansal kaynaklardan gelme ihtimalinin daha yüksek olduğu düşünülse de bu yakınlık bitkisel bir kaynağa işaret ediyor.

Öte yandan araştırmacılar izotop oranlarının otçul hayvanlarla tamamen aynı olmamasından dolayı bu avcı-toplacıyı halkın tamamen bitkisel beslenmeğini de belirtiyor. Ayrıca Berberi koyunu ve ceylan gibi canlıların kalıntıları üzerindeki kesik izleri, bazı hayvanların yiyecek amaçlı kesildiği ihtimalini artırıyor. Araştırmanın başyazarı Zineb Moubtahij şöyle diyor:

Analizimiz, bu avcı-toplayıcı grupların beslenme biçimlerine kayda değer miktarda bitkisel madde ve yabani bitki dahil ettiğini göstererek tarım öncesi popülasyonların beslenmesine ilişkin anlayışımızı değiştiriyor.

İzotop örnekleri hangi bitki türlerinin tüketildiğini göstermese de bölgede meşe palamudu, Antep fıstığı, çam fıstığı, yabani yulaf ve bakliyat gibi bitkisel kalıntılar bulunması Iberomaurusian topluluğun ne yediğine dair fikir veriyor. Alanda ortaya çıkarılan öğütme taşları da yakınlarda bitkilerin işlendiğini gösteriyor.

Araştırmanın ortak yazarı Klervia Jaouen "Taforalt'taki tüm bireylerin öncelikli protein kaynağı bitkiler olmasa da tarım öncesi bir popülasyonun beslenme biçiminde bu kadar yüksek oranda bitki olduğunu belgelemek alışılmadık bir durum" diyor.

Muhtemelen ilk kez izotop teknikleri kullanılarak Paleolitik bir diyette bu seviyede bitki bazlı bileşen belgelendi.

İncelenen örneklerden birinin 6 ila 12 aylıkken ölen bir bebeğe ait olması, bu dönemdeki sütten kesme alışkanlıklarına da ışık tutuyor. Bebeğin kemiklerindeki izotop örneklerine göre, çocuk küçük yaşta sütten kesilerek bitkisel besinler tüketmeye başlamış. Bilim insanları bu bulguyu araştırmalarında şöyle açıklıyor: 

Bu durum, sütten kesmeye uygun gıdaların sınırlı olması nedeniyle uzun emzirme dönemlerinin norm haline geldiği avcı-toplayıcı toplumlarla tezat oluşturuyor.

Yeni araştırma Paleolitik Çağ'da yaşayanların büyük ölçüde et tükketiğine dair bulguları tamamen çürütmese de beslenme alışkanlıklarının bölgeden bölgeye değişebildiğinin altını çiziyor. Moubtahij "Bu dönemdeki herkes için standart bir diyet olduğunu düşünmüyorum; bu çevreye göre değişiyor. İnsanlar beslenme alışkanlıkları konusunda dayanıklı ve esnektir" diyor.

Araştırmacılar Iberomaurusian halkının bitkisel gıdalara bağımlılığının altında muhtemelen yenilebilir bitki türlerinin bolluğu ve belki de büyük av hayvanlarının azalması gibi çeşitli faktörlerin yatabileceğini düşünüyor.

Independent Türkçe, Science Alert, CNN, Nature Ecology & Evolution


TV devi NBC, Premier Lig maçlarının ABD'de oynanmasını istiyor

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

TV devi NBC, Premier Lig maçlarının ABD'de oynanmasını istiyor

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Amerikan televizyon devi NBC, Premier Lig'de sezonun açılış hafta sonundaki maçların Birleşik Devletler'de oynanmasını istiyor. Bu talep, üst düzey maçların İngiltere dışında oynanmasına yönelik teklif yeniden sunulurken geldi.

NBC, Premier Lig'in Amerika'daki yayın ortağı ve İngiltere'nin en üst ligiyle yaptığı 6 sezonluk 2 milyar sterlin (yaklaşık 81,2 milyar TL) değerindeki son TV anlaşması, Birleşik Krallık dışındaki en büyük anlaşma.

Premier Lig'in CEO'su Richard Masters geçen hafta yaptığı açıklamada maçların Amerika'da oynanması için "kapının aralık göründüğünü" ancak halihazırda böyle bir planın olmadığını söylemişti.

Bu açıklama, LaLiga'nın 2018'de Miami'de Barcelona ve Girona arasında bir maç düzenleme teklifi üzerine FIFA'nın İspanyol ligine açtığı davayı geri çekmesinin ardından geldi.

Premier Lig, "39'uncu maç" diye adlandırılan fikstürü 2008'de onaylamaya çalışmış ancak taraftarların sert tepkisi ve FIFA'nın muhalefeti üzerine planlar rafa kaldırılmıştı.

Ancak futbolun yönetim organının muhalefeti yumuşuyor gibi görünüyor ve 2013'te Premier Lig'in yayın haklarını ilk kez satın alan NBC Sports'un üst düzey bir yöneticisi, maçların ABD'de oynanması  için yeniden "baskı" yapılacağını söyledi.

NBC Sports'un satın alma ve ortaklıklar başkanı Jon Miller, The Athletic'e, "Gelecekte bir noktada, açılış hafta sonunda birkaç Premier Lig maçının sezonu buradaki büyük stadyumlarda açtığını görmeyi çok isterim" diye konuştu.

Ve bunun için bastırmaya devam edeceğimizi biliyorum çünkü burada normal sezon maçlarını görmek isteyen bir Amerikan seyircisi olduğunu düşünüyorum. Ancak bu sırada, maçları mümkün olduğunca çok kişiye ulaştırmak için elimizden gelen her şeyi yapmak üzere Premier Lig'le birlikte çalışmaya devam edeceğiz.

Futbol Taraftarları Derneği bu yorumlara sert tepki gösterdi ve Twitter/X'te bir açıklama yayımladı: 

2008'de 39. Maçı yendik ve herhangi bir yeniden canlandırma girişimine tam gaz, iki ayağımız yerden kesik, kramponlarımız dize girecek şekilde saldıracağız.

İspanya LaLiga Başkanı Javier Tebas, İspanya'nın en üst düzey liginde 2025-26 sezonundan itibaren maçların Birleşik Devletler'de oynanabileceğini söylemişti.

Independent Türkçe


280 ışık yılı uzaktaki gezegende hava olayları gözlemlendi

Bilim insanları, öztegezegende yaşanan hava olaylarını ilk kez inceledi (NASA)
Bilim insanları, öztegezegende yaşanan hava olaylarını ilk kez inceledi (NASA)
TT

280 ışık yılı uzaktaki gezegende hava olayları gözlemlendi

Bilim insanları, öztegezegende yaşanan hava olaylarını ilk kez inceledi (NASA)
Bilim insanları, öztegezegende yaşanan hava olaylarını ilk kez inceledi (NASA)

NASA, 280 ışık yılı uzaktaki gezegende hava olayları yaşandığını tespit etti. 

James Webb Uzay Teleskobunun yaptığı ölçümlere göre, WASP-43 b adlı ötegezende hava sıcaklığı 1250 Santigrat dereceye çıkıyor. En düşük sıcaklıksa 600 Santigrat derece. 

Rüzgarın saatte 8 bin kilometre hızla estiği ötegezegen, yörüngesinde bulunduğu WASP-43 adlı yıldızla "kütleçekim kilidi" içinde yer alıyor. Dolayısıyla WASP-43 b'nin bir yüzü hep bu yıldıza bakıyor. Ötegezegenin yıldızıyla arasındaki mesafeyse yaklaşık 2 milyon kilometre.

WASP-43 b, bu özellikleriyle yıldızlarına yakınlığı ve yüksek yüzey atmosfer sıcaklıklarından dolayı "sıcak Jüpiterler" olarak adlandırılan ötegezegen sınıfında yer alıyor.

Webb Teleskobunun verilerini 3B iklim modelleme programlarıyla inceleyen bilim insanları, ötegezegenin karanlık tarafında gökyüzünü yoğun bulutlarla kaplı olduğunu tespit etti. 

Hakemli dergi Nature Astronomy'de 30 Nisan'da yayımlanan çalışmada, ötegezegenin yıldızına bakan tarafında gökyüzünün her zaman açık olduğu gözlemlendi.

Araştırmanın ortak yazarı Taylor Bell, ötegezegenin ilk kez 2011'de keşfedildiğini, Hubble Uzay Teleskobu ve Spitzer Uzay Teleskobuyla yapılan incelemelerin de çalışmada kullanıldığını belirtti.

Bell, araştırma bulgularına ilişkin şunları söyledi: 

Hubble'la ile ötegezegenin gündüz olan tarafında su buharı bulunduğunu görebiliyorduk. Hem Hubble hem de Spitzer'dan topladığımız veriler, gece tarafında bulutlar olabileceğine de işaret etmişti. Ancak sıcaklık, bulut yapısı ve rüzgar gibi detaylar için Webb'den gelen daha hassas ölçümlere ihtiyacımız vardı.

Independent Türkçe, Newsweek, BBC 


Jenna Ortega, Netflix'in hit dizisinden ayrılarak hayranlarını şaşırttı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Jenna Ortega, Netflix'in hit dizisinden ayrılarak hayranlarını şaşırttı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Netflix'in yakında gösterime girecek projesinin yeni fragmanında ve oyuncu listesinde, yapımın başrol oyunculardan Jenna Ortega yer almıyor.

Dijital yayın platformu, en çok izlenen yapımlarından birinin geri dönüşü de dahil çok sayıda yeni film ve TV şovunu tanıtırken bazılarını da bu ay yayından kaldıracak.

Ancak Jurassic Park hayranları, 2020'den 2022'ye kadar 5 sezon boyunca devam eden Jurassic World: Kretase Kampı'nın (Jurassic World: Camp Cretaceous) animasyon devam dizisi Jurassic World:Chaos Theory için özellikle heyecanlı.

Yeni filmi Miller's Girl'le tartışma yaratan Wednesday yıldızı Ortega, orijinal dizide Brooklynn karakterini seslendirmişti. Kretase Kampı'nın kadrosundaki Paul-Mikél Williams, Sean Giambrone, Kausar Mohammed ve Raini Rodriguez devam dizisi Chaos Theory için geri dönüyor.

Ancak fragmanın ilk 10 saniyesinde Ortega'nın karakteri öldürülmüş gibi görünüyor. O zamandan beri Brooklynn karakterinin geri dönmeyeceği doğrulandı. Rolünü yeniden canlandırmayacak diğer yıldız Ryan Potter'ın Kenji karakterini de Darren Barnet seslendirecek.

Hayranlar fragmanın ortaya çıkmasıyla şaşkına dönerken, bir kişi bunu "çılgınca", diğer biri de "yıkıcı" diye nitelendirdi. X/Twitter'daki diğer kullanıcılara göre fragman, hayranları Brooklynn'in öldüğüne ve karakterin sezonun son bölümlerinde diziye geri döneceğine inandırmaya çalışıyor. 

Ortega'nın dizide yer almaması, yıldızın son yıllardaki yükselişine bağlanabilir. Bu da muhtemelen program çatışmalarına yol açmış olabilir.

Ortega, 2021'de yayımlandığında Netflix'te devasa bir hit haline gelen Wednesday'in başrolünü ve yapımcılığını üstlenmenin yanı sıra, 5. ve 6. Çığlık'ta (Scream) rol almıştı. Aktris, Tim Burton'ın uzun zamandır beklenen Beterböcek'inin (Beetlejuice) devam filmi de dahil yakında gösterime girecek 6 projede yer alacak. 

2023'te kendi Saturday Night Live bölümünü sunan Ortega, Martin Freeman'la arasındaki yaş farkı ve romantik sahneleri nedeniyle tartışma yaratan Miller's Girl'ün başrolünü de Freeman'la birlikte üstlenecek. 

Film, edebiyat hocasıyla karmaşık ve uygunsuz bir aşk ilişkisine atılan öğrenciyi konu alıyor.

The Times'a verdiği son röportajda internetteki sert tepkilere yanıt veren Freeman, filmin "yetişkinlere yönelik ve incelikli" olduğunda ısrar ederken "Bunu harika bir şeymiş gibi göstermiyor" demişti. 

Fragmanın yayımlanmasının ardından filmin aldığı tepkileri "utanç verici" diye nitelendirmiş ve şöyle eklemişti:

Holokost hakkında bir filmde oynadığı için Liam Neeson'a da mı saldıracaksınız?

Neeson, 1993 yapımı savaş draması Schindler'in Listesi'nde (Schindler’s List) başrol oynamıştı.

Independent Türkçe


Amazon Prime'ın yeni dizisi prömiyerini yapmadan ikinci sezon onayını aldı

Cross'un yıldızı Aldis Hodge, Chuck Maclean'in yarattığı polisiye City on a Hill'de Kevin Bacon'la birlikte rol almıştı (Showtime)
Cross'un yıldızı Aldis Hodge, Chuck Maclean'in yarattığı polisiye City on a Hill'de Kevin Bacon'la birlikte rol almıştı (Showtime)
TT

Amazon Prime'ın yeni dizisi prömiyerini yapmadan ikinci sezon onayını aldı

Cross'un yıldızı Aldis Hodge, Chuck Maclean'in yarattığı polisiye City on a Hill'de Kevin Bacon'la birlikte rol almıştı (Showtime)
Cross'un yıldızı Aldis Hodge, Chuck Maclean'in yarattığı polisiye City on a Hill'de Kevin Bacon'la birlikte rol almıştı (Showtime)

James Patterson'ın popüler roman serisine dayanan yeni Amazon Prime Video dizisi Cross, daha ilk sezonu gösterime girmeden ikinci sezon onayını aldı.

Patterson'ın romanları halihazırda üç filmle beyazperdeye uyarlandı. İlk olarak ünlü oyuncu Morgan Freeman'ın Cross rolünde olduğu Kızları Öp (Kiss the Girls) ve Örümceğin Maskesi (Along Came A Spider), ardından da 2012'de Tyler Perry filmi Alex Cross geldi. 

Televizyona ilk kez uyarlanıyor

Çok satan romanlar televizyona ilk kez uyarlanacak ve sevilen drama Leverage'ın 37 yaşındaki yıldızı Aldis Hodge, diziye adını veren dedektif Cross'u canlandıracak.

Deadline'ın aktardığına göre Prime Video, Cross'un ikinci sezon siparişini, henüz ilk sezon prömiyerini bile yapmadan verdi.

Ayrıca dizinin ikinci sezon oyuncu kadrosuna meşhur korku filmi Çığlık'la (Scream) 1990'larda şöhret olan Matthew Lillard'ın yanı sıra Jeanine Mason ve Wes Chatham yer alıyor. 

Cross'un yapımcılığını Paramount Television Studios ve Patterson'ın 2023'te özel bir anlaşma imzaladığı Skydance Television üstlenecek.

Eleştirmenlere göre Prime Video'nun daha gösterime girmeden Cross'a ikinci sezon onayını vermesi, uyarlamanın başarılı olacağına inandıklarını gösteriyor. 

Filmler gişede bekleneni vermedi

Önceki üç Alex Cross filmi, gişede aradığını bulamamıştı. 27 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Kızları Öp, dünya çapında 60,5 milyon dolar kazanabilmişti. Gary Fleder yönetmenliğindeki 1997 yapımı filmde Ashley Judd da rol almıştı.

Lee Tamahori'nin yönettiği 2001 yapımı Örümceğin Maskesi, sinemaseverleri salonlara çekmekte daha başarılı olarak gişede 105 milyon dolar kazanmıştı. Başroldeki Freeman'a Michael Wincott ve Monica Potter eşlik etmişti.

Tyler Perry, Matthew Fox ve Rachel Nichols'ın başrolleri paylaştığı 2012 yapımı Alex Cross ise eleştirmenler tarafından yerden yere vurulmuştu. Film gişede sadece 35 milyon dolar kazanabilmişti. 

Independent Türkçe, ScreenRant, Deadline


Rekortmen korku filminin başarısının sırrı ne?

Filmin başrolündeki David Dastmalchian'e Laura Gordon, Ian Bliss, Ingrid Torelli ve Rhys Auteri eşlik ediyor (IFC)
Filmin başrolündeki David Dastmalchian'e Laura Gordon, Ian Bliss, Ingrid Torelli ve Rhys Auteri eşlik ediyor (IFC)
TT

Rekortmen korku filminin başarısının sırrı ne?

Filmin başrolündeki David Dastmalchian'e Laura Gordon, Ian Bliss, Ingrid Torelli ve Rhys Auteri eşlik ediyor (IFC)
Filmin başrolündeki David Dastmalchian'e Laura Gordon, Ian Bliss, Ingrid Torelli ve Rhys Auteri eşlik ediyor (IFC)

Colin ve Cameron Cairnes tarafından yazılan, yönetilen ve kurgulanan Late Night with the Devil, 2024'ün en iyi korku filmlerinden biri olmakla kalmıyor, izlenme rekorları da kırıyor. 

Gece yarısı canlı yayımlanan bir sohbet programının aşırı hevesli sunucusunun, reytingleri artırmak için bilmeden şeytanı masum izleyicilerin oturma odalarına salmasını konu alan doğaüstü film, 1977'de geçiyor.

İlk hafta sonunda rekor kırdı

AMC Networks'ün korku türüne yönelik abonelikli yayın platformu Shudder'da 19 Nisan'da gösterime giren film, ilk hafta sonunda rekor kırdı. İzleyicileri ekran başına çeken gerilimli film, hem Shudder hem de AMC+'ta en çok izlenen yapım oldu.

Düşük bütçeli film, sinemalarda gösterime girdiğindeyse gişede ilk üç gününde 2,8 milyon dolar kazanarak dağıtımcısı IFC Films için rekor kırdı. Late Night with the Devil, vizyona girdikten bir ay sonra hasılatını 11,3 milyon dolara çıkardı.

Eleştiri derleme sitesi Rotten Tomatoes'da da kusursuza yakın bir puana sahip olan Late Night with the Devil, 196 sinema yazarının yorumlarına göre 100 üzerinden 97 puan almayı başardı.

Sinemalarda gösterime girmeden önce hem eleştirmenlerden hem de Stephen King gibi usta isimlerden olumlu yorumlar alan korku filmi, bunu büyük bir ticari başarıya dönüştürmeyi başardı.

Çok satan romanlarıyla ünlü korku üstadı King, Avustralya yapımı filmden "gözlerini alamadığını" söyledi. 

"Yaratıcı ve eğlenceli"

The Australian'dan Stephen Romei, Late Night with the Devil'ı "yaratıcı ve son derece eğlenceli bir korku filmi" diye niteledi.

Time Out korku filmine "son derece ürkütücü ve rahatsız edici derecede tanıdık" yakıştırmasını yaparken Empire'dan Helen O’Hara şöyle yazdı:

Zekice ve özgün bir yaklaşım, bu filmi bir Şeytan (The Exorcist) özentisinden çok daha fazlası yapıyor. Dehşetin yaklaştığını hissedeceksiniz ama yine de kendinizi tam olarak hazır hissetmeyeceksiniz.

Sinema yazarlarına göre gösterime girmeden hemen önce bu kadar heyecan yaratılan Late Night with the Devil'ın rekor izlenme sayısına ulaşması hiç de şaşırtıcı değil.

Late Night with the Devil, Amerika Birleşik Devletleri'nde gösterime girmesinden yaklaşık bir ay sonra Shudder izleyiciyle buluştu.

Kulaktan kulağa yayıldı

Sinemada gösterildikten aylar sonra yayın platformlarında görücüye çıkan diğer yapımların aksine Late Night with the Devil, başarı dalgasını ve kulaktan kulağa yayılan olumlu dedikodu rüzgarını arkasına almayı başardı.

Bu da filmin hem gösterildiği yayın platformunda hem de gişede umduğundan bile fazlasını bulmasını sağladı.

Independent Türkçe, ScreenRant, Empire, The Australian, Time Out


Fransız bilim insanları uyardı: "Çocuklara 13 yaşına kadar telefon vermeyin"

Komisyonun raporunda hem çocuklar hem de aileler için uyarılar paylaşıldı (Reuters)
Komisyonun raporunda hem çocuklar hem de aileler için uyarılar paylaşıldı (Reuters)
TT

Fransız bilim insanları uyardı: "Çocuklara 13 yaşına kadar telefon vermeyin"

Komisyonun raporunda hem çocuklar hem de aileler için uyarılar paylaşıldı (Reuters)
Komisyonun raporunda hem çocuklar hem de aileler için uyarılar paylaşıldı (Reuters)

Fransa'da yapılan araştırmada, çocukların 13 yaşında kadar akıllı telefon kullanmaması gerektiği belirtildi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un talimatıyla kurulan komisyon, sosyal medya ve akıllı telefonların çocuklar üzerindeki etkisini araştırdı. 

Nörolog Servane Mouton ve psikiyatr Amine Benyamina liderliğindeki ekibin araştırmasında, çocukların teknoloji sektörünün kâr güdümlü stratejilerinden korunması gerektiğine dikkat çekilerek "Firmalar, çocukları ekran başına kilitliyor, kontrol ediyor ve onlar üzerinden para kazanıyor" dendi.

Çalışmada, ocukların 6 yaşından önce dijital ekranlara maruz kalmaması, 13 yaşına kadar da akıllı telefon kullanmaması gerektiği belirtildi. 

Uzmanlar, 11-13 yaşındaki çocuklara verilecek telefonların internet bağlantısı olmaması gerektiğini söyledi.

Araştırmacılar, çocukların 18 yaşına kadar Instagram, TikTok ve Snapchat gibi sosyal medya uygulamalarından uzak tutulmasını da önerdi. 

İlkokullarda özel durumları olan çocuklar hariç öğrencilerin tablet kullanmaması tavsiye edilirken, ebeveynlerin de çocuklarıyla daha çok vakit geçirmesi için sosyal medya kullanımını kısıtlaması gerektiği belirtildi.

Araştırmada, ebeveynlerin de en az çocuklar kadar "teknoloji sektörünün kurbanı" haline geldiğine dikkat çekildi.

Çalışmada yer alan bilim insanlarından Benyamina şunları söyledi: 

Teknoloji harika bir araç, öyle de kalacak. Fakat bu, insanların kullanımında olmalı, onları bir ürüne hizmet etmeye indirgememeli. Dijital içeriklere ilginizi kaybetmenizi önlemek amacıyla haz alma sistemini yeniden harekete geçiren ve uyaran algoritmalar, bir tür bağımlılık dinamiği yaratıyor.

Birleşik Krallık'ın tanınmış gazetelerinden Guardian, komisyonun raporunun ardından konuyla ilgili herhangi bir kısıtlamaya gidilip gidilmeyeceğinin henüz belli olmadığını yazdı. 

Macron, başkent Paris'teki Sorbonne Üniversitesi'nde 25 Nisan'da yaptığı açıklamada, Avrupa Birliği'nde çocukların 15 yaşında kadar akıll telefon kullanmasının yasaklanmasını istediğini söylemişti.

Independent Türkçe, Guardian, Reuters


Daniel Radcliffe yıllar sonra ilk kez Harry Potter'ın yazarı Rowling hakkında konuştu

Fotoğraf: (AFP/Reuters)
Fotoğraf: (AFP/Reuters)
TT

Daniel Radcliffe yıllar sonra ilk kez Harry Potter'ın yazarı Rowling hakkında konuştu

Fotoğraf: (AFP/Reuters)
Fotoğraf: (AFP/Reuters)

Daniel Radcliffe 2020'den bu yana ilk kez Harry Potter'ın yazarı J.K. Rowling'le arasının bozulmasına değinerek bunun onu "gerçekten üzdüğünü" söyledi.

Rowling ilk olarak 2020'de trans topluluğu hakkında tartışmalı yorumlar paylaştığında bazı kilit oyunculardan sert bir tepkiyle karşılaşmıştı. Giderek artan toksik tartışmalar devam ederken Rowling'in yıldızlarla ilişkisi de bozuldu. 

Radcliffe, 2001'den 2011'e kadar, yazarın çok satan romanlarından uyarlanan 8 Potter filminin tamamında yapıma adını veren baş kahramanı canlandırmıştı. 

Tony Ödülü'ne aday gösterildiği 30 Nisan Salı günü The Atlantic'e verdiği yeni röportajda 34 yaşındaki aktör, 58 yaşındaki Rowling'le yıllardır konuşmadığını açıkladı.

Radcliffe, "Nihayetinde bu beni gerçekten çok üzüyor" dedi.

Çünkü tanıştığım kişiye, arkadaş olduğumuz zamanlara, yazdığı kitaplara ve yarattığı dünyaya bakınca bunların hepsine çok derinden yakınlık duyuyorum.

Oyuncu, "Elbette Jo'suz Harry Potter olmazdı, bu yüzden hayatımdaki hiçbir şey muhtemelen o kişi olmadan olduğu gibi olmazdı" diye ekledi.

Ancak bu, gerçekten inandığınız şeyleri tüm hayatınız boyunca başka birine borçlu olduğunuz anlamına gelmez.

Yazar, 2020'de bir makalede "adet gören kişiler" ifadesinin kullanılmasına tepki göstermiş ve şöyle yazmıştı:

Eminim eskiden bu kişiler için kullanılan bir kelime vardı. Biri bana yardım etsin. Wumben? Wimpund? Woomud? (İngilizcede kadın anlamına gelen woman kelimesine benzer seslere sahip kelimeler türetilmiş -çn.)

O dönemde Radcliffe, trans topluluğuna desteğini göstermek amacıyla The Trevor Project için bir makale yazmış ve Rowling'in açıklamalarının Harry Potter'ın hayran kitlesinde yarattığı "acı için" özür dilemişti.

Genç LGBT+ bireylerinin intiharlarını önlemeyi amaçlayan yardım kuruluşu için "Trans kadınlar da kadındır" diye yazmıştı. 

Aksini idda eden herhangi bir açıklama trans bireylerin kimliklerini ve onurlarını yok sayar ve bu konuda Jo ya da benden çok daha fazla uzmanlığa sahip profesyonel sağlık dernekleri tarafından verilen tüm önerilere aykırıdır.

Öte yandan Hermione Granger'ı canlandıran Emma Watson, "Trans takipçilerimin, ben ve dünyadaki pek çok kişinin sizi gördüğünü, size saygı duyduğunu ve sizi olduğunuz gibi sevdiğini bilmesini istiyorum" diye yazmış ve 2022'deki BAFTA'da Rowling'e bir gönderme yapmış gibi görünmüştü. 

Ron Weasley'e hayat veren Rupert Grint de trans topluluğuna destek vererek şöyle demişti:

Net bir şekilde trans topluluğunun yanındayım ve birçok arkadaşımın ifade ettiği duyguları yineliyorum. Trans kadınlar kadındır. Trans erkekler erkektir.

Rowling o zamandan beri trans karşıtı görüşlerinde ısrar etmeyi sürdürüyor.

Önceki haftalarda Cass raporunun yayımlanmasının ardından Rowling, Radcliffe ve Watson'a "özürlerini travma geçirmiş cinsiyet değişikliği yapıp önceki cinsiyetine dönenler" için "saklamalarını" söyledi.

İyileştirmeler için önerilerde bulunan rapor, çocuklara ve gençlere ergenlik engelleyici ilaçlar gibi cinsiyet uyumlama tedavisi verilmesi için "son derece zayıf kanıtlar" olduğunu iddia ediyor.

Rowling, bu raporun cinsiyet uyumlama tedavisini destekleyenlerin duruşlarını yeniden değerlendirmeleri için yeterli kanıt olması gerektiğini söyleyerek karşılık verdi. 

"FarRightHooligan" (radikal sağcı holigan) adını kullanan bir Twitter kullanıcısı yazara, Radcliffe ve Watson'ın yazardan "kamuoyu önünde özür dilemelerini" beklediklerini söyledi.

Yazar şöyle cevap verdi:

Ne yazık ki bu güvenli değil. Kadınların zor kazanılmış haklarını aşındırmayı amaçlayan bir harekete kendilerine fayda sağlamak için destek veren ve platformlarını reşit olmayanların cinsiyet değiştirmesini alkışlamak için kullanan ünlüler, özürlerini travma geçirmiş cinsiyet değişikliği yapıp önceki cinsiyetine dönenler ve tek cinsiyete ayrılmış alanlara bağımlı savunmasız kadınlar için saklayabilir.

Independent Türkçe


Mısır: Gazze'de ateşkes çabaları olumlu bir atmosferde devam ediyor

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah’ta İsrail saldırısında hasar gören bir evin önündeki Filistinli çocuklar (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah’ta İsrail saldırısında hasar gören bir evin önündeki Filistinli çocuklar (Reuters)
TT

Mısır: Gazze'de ateşkes çabaları olumlu bir atmosferde devam ediyor

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah’ta İsrail saldırısında hasar gören bir evin önündeki Filistinli çocuklar (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah’ta İsrail saldırısında hasar gören bir evin önündeki Filistinli çocuklar (Reuters)

Mısırlı üst düzey bir kaynak bugün (Çarşamba) Gazze'de ateşkes anlaşmasına varma çabalarının olumlu bir atmosferde devam ettiğini doğruladı.

Şarku’l Avsat’ın el-Kahire el-İhbariyye televizyon kanalından aktardığı habere göre kaynak, “İki taraf arasındaki bazı ihtilaflı noktaların çözüme kavuşturulması için Mısır'ın ilgili tüm taraflarla istişareleri sürüyor” dedi.

El-Kahire el-İhbariyye televizyon kanalına göre üst düzey bir kaynak geçtiğimiz cuma günü Mısır ve İsrail heyetlerini Gazze Şeridi'nde ateşkese yaklaştıran kayda değer bir ilerleme olduğunu bildirmişti. Kanala göre, ‘7 Ekim'den bu yana İsrail'in karadan, denizden ve havadan eşi benzeri görülmemiş saldırılarına maruz kalan Gazze Şeridi, işgal güçlerinin özellikle kuzey bölgelerine insani yardım ulaştırılmasını engellemeye devam etmesi nedeniyle, kıtlığa varan son derece zor insani koşullar altında yaşıyor. Gazze Şeridi'nin güneyine ulaşan yardımlar, özellikle yerinden edilenlerin son sığınağı olan Refah'taki vatandaşların ihtiyaçları için yeterli değil.’