Yemen Genelkurmay Başkanı Sağir bin Aziz Şarku'l Avsat'a konuştu: Sonraki aşama zaferlerle dolu

Marib'in düşmesinin imkansız olduğunu vurgulayan Genelkurmay Başkanı, Arap Koalisyonu’nun orduyu desteklemedeki rolünü "son derece profesyonel" olarak nitelendirdi.

Korgeneral Sağir bin Aziz, Marib'in batısındaki cepheleri teftiş ederken (SABA)
Korgeneral Sağir bin Aziz, Marib'in batısındaki cepheleri teftiş ederken (SABA)
TT

Yemen Genelkurmay Başkanı Sağir bin Aziz Şarku'l Avsat'a konuştu: Sonraki aşama zaferlerle dolu

Korgeneral Sağir bin Aziz, Marib'in batısındaki cepheleri teftiş ederken (SABA)
Korgeneral Sağir bin Aziz, Marib'in batısındaki cepheleri teftiş ederken (SABA)

Yemen Genelkurmay Başkanı Korgeneral Sağir bin Aziz, Beyda kentindeki devam eden askeri operasyon hakkında Şarku’l Avsat’a güncel bilgiler aktardı.
Bin Aziz, Husilerin kendilerini üstün görmelerine karşılık, Yemenlilere Marib'in düşmesinin imkansız olduğuna dair güvence veren bir mesaj olarak değerlendirildiğini belirterek, bir sonraki aşamanın birçok zaferle dolu olduğunu söyledi.  
Korgeneral Aziz, Şarku’l Avsat ile verdiği röportajda, Marib'in bugün özgürlük ve onurlu bir yaşam özlemi çeken ve Arap kimliğiyle ulusal devletlerini inşa etmek isteyen Yemen halkının iradesini temsil ettiğini belirtti. Aziz, siviller ve yerinden edilmiş milyonlarca kişi ile dolu olan Marib’in son aylarda 60'tan fazla balistik füze ve insansız hava aracı ile hedef alındığını ifade etti. Yemen Genelkurmay Başkanı, Yemen halkının meşru hükümet öncülüğünde Husi kuklasına karşı koymak için çabalarını ve yeteneklerini birleştirme zamanının geldiğini vurgulayarak, Beyda'daki mevcut askeri operasyonun tüm ulusal güçlerin dayanışmasının açık bir kanıtı olduğuna dikkati çekti.

- İlk olarak şu anda Marib’de Husi milisleriyle yaşanan askeri çatışmaların durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Öncelikle Yemen'deki ve genel olarak bölgedeki ırkçı İran projesine karşı vatanın, ulusal kimliğin ve dinin müdafaası için en büyük kahramanlık ve kurtuluş destanlarını saf kanlarıyla yazan ulusal ordumuzun kahramanlarına, direniş güçlerine ve şerefli aşiret üyelerine içten teşekkürlerimi sunuyorum. 
Başkent Sana'nın doğusunda, Marib'in batı tarafındaki çatışmalara gelince, sahadaki gerçekler ve olayların gidişatı yaşananlara en iyi tanık. Bir buçuk yıldan fazla bir süredir İran Devrim Muhafızları'nın doğrudan gözetimi ve desteği ile Marib’e yönelik saldırılar şu ana kadar aralıksız devam etti. Husiler bu saldırılarda balistik füzeler ve patlayıcı yüklü insansız hava araçları (SİHA) da dahil her türlü ağır ve hafif silahları kullanıyor. Sadece son birkaç ay içinde 60'tan fazla balistik füze ve bir dizi SİHA Marib şehrine düştü. Husi grubu, binlerce kişiyi kandırarak savaş cephelerine gönderdi ve devletin, vatandaşın, işçinin ve tüccarın parasından yararlanarak maddi ve lojistik destek sağladı. Bunların hepsi Marib'i devirmek içindi. Ancak bunların hepsi havada kaldı ve arkalarında koştukları bir seraba dönüştü. Bu, önce Allah'ın yardımı, sonra da ordunun, direniş güçlerinin ve aşiret mensuplarının büyük kahramanlarının fedakarlıkları ile Suudi Arabistan Krallığı'nın önderlik ettiği meşru hükümeti destekleyen Arap Koalisyonu’ndaki kardeşlerin güçlü ve etkili desteği sayesinde sağlandı. Bu efsanevi kararlılık ve niteliksel savaş eylemleriyle düşmana karşı koyuldu ve yetenekleri tükendi. Düşmanın tüm yıkıcı planları suya düştü.

-Marib'in Husilerin eline geçme tehlikesi var mı?
İran tetikçisi ırkçı terörist milisler, Marib'in bugün özgürlük ve onurlu bir yaşam özlemi çeken ve Arap kimliğiyle ulusal devletlerini inşa etmek isteyen Yemen halkının iradesini temsil ettiğini ve bu iradenin yıkılmasının imkansız olduğunu diğerlerinden daha iyi biliyor. Allah'ın yardım ve tevekkülüne dayandığımız haklı ulusal davamızda, mollaların projesini ve araçlarını yakında bozguna uğratacağımızın bilincindeyiz.
 
-Marib savaşında ordunun ve aşiret üyelerinin karşılaştığı en önemli zorluklar neler?
Her savaşa birçok zorluk ve engel eşlik eder. Bilindiği gibi her savaşın kendi özel koşulları vardır. Bizler, Allah'ın yardımı ve Cumhurbaşkanımız Abdurabbu Mansur Hadi'nin temsil ettiği siyasi liderliğimizin çabaları ile Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu’ndaki kardeşlerin desteğinın yanı sıra, kahramanların sahadaki çabaları sayesinde bu zorlukların ve engellerin çoğunu aşıyoruz.
Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz en önemli zorluğun, İran Devrim Muhafızları'nın devam eden müdahalesi ve Yemen'de doğrudan ya da paralı askerleri aracılığıyla yürüttükleri yıkıcı savaşa artan desteği karşısında tüm dünyanın sessiz kalması olduğuna inanıyoruz. İran rejiminin kapsamlı desteği ile benzeri görülmemiş bir terörizm söz konusu. Uuslararası toplumun bu durumu diğer terör örgütlerinde olduğundan daha farklı bir standartla ele aldığını görüyoruz. Bu da milislerin terörist saldırılarını ve  masum çocuklar ve kadınlara yönelik savaş suçları işlemesini sürdürmesine yol açıyor.

-Sizce Husiler neden Marib'deki sığınmacı kamplarını hedef alıyor?
İran'ın Yemen'deki ve genel olarak bölgedeki projesi, terör, gasp edilmiş toprak ve demografik değişim politikasına dayanıyor. Bu nedenle tüm değerlere, ahlaki ilkelere ve uluslararası hukuka ve kurallara aykırı suçlarına açıkça şahit oluyoruz. Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de ve İranlıların ulaştığı diğer her bölgede dünyanın şahit olduğu şey bu. Bu bölgelerde devletin özellikleri ve yaşam ve istikrar ortadan kaldırılıyor. Bu yıkıcı yöntem ile halkın teslim olacağını ve onlara boyun eğip mutlak itaat ederek ve velayet-i fakih sistemini kabul edeceklerini düşünüyorlar.

-Yemen Ulusal Ordusu'nun son dönemde kontrol altına aldıktan sonra Nihm tepeleri ve Cevf kentinden çekilmesinin sebepleri neler?
İran'ın terörist milisleriyle topyekün bir savaş yürütüyoruz. Hükümetin siyasi, ahlaki ve askeri düzeyde her geçen gün daha fazla kazanım elde ettiğine inanıyoruz. Hükümetin Husi milisleriyle yürüttüğü saha savaşları vur-kaç bağlamında yürütülen savaşların sadece bir parçası. Dün bir tepe veya bir bir dağ düşer, yarın geri alırız. Bu milislerle yürüttüğümüz savaşın doğası ve gerçekliği, bir veya iki bölgenin düşmesiyle bitmeyen varoluşsal bir savaştır. Tarihe bakarsanız, halkların özgürlükleri, haysiyetleri ve bağımsızlıkları için verdikleri ulusal savaşların, hak sahipleri oldukları ve haklarının zamanla kaybolmadığı için yetenek farklılıkları olmasına rağmen nasıl sona erdiğini görürsünüz.

-Yemen Savunma Bakanı daha önceki açıklamalarında ordu saflarında yer alan birçok sahte isim ve ifadeden bahsetmişti. Bu sorun çözüldü mü? Bugün mevcut durum nedir?
Bildiğiniz gibi, İran'ın terörist milisleri Eylül 2014'te gerçekleştirdiği darbe operasyonunda başta ordu olmak üzere tüm devlet kurumlarını ele geçirdi. Bu da hükümetin Yemen Silahlı Kuvvetleri’ni yeniden düzenlemeye zorladı. Hiçkimse burada bir hata olmadığını söyleyemez. Her yeniden inşa sürecine hatalar eşlik eder. Ama en önemlisi bu hataların sürekli ve kapsamlı bir şekilde düzeltilmesi ve olumlu somut sonuçların elde edilmesi. Herkes bu çabaların sahaya yansıması ve kahramanlarımızın mücadelelerinin ve fedakarlıklarının meyvelerini toplaması konusunda istekli. Savunma Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı liderliğindeki Genelkurmay Başkanlığı hataların düzeltilmesi için büyük çaba sarf ediyor.

-Birçok Yemenli, neden tüm cephelerin aynı anda Husi milislerine baskı yapmadığını ve onları engellemediğini merak ediyor?
Kahramanlarımız istisnasız tüm cephelerde İran'ın terörist milisleriyle mücadele ediyor. Mevcut muharebe ve askeri etkenlerin bir sonucu olarak bir bölgeden diğerine çatışmanın yoğunluğunda bir fark olduğu doğrudur. Ancak düşmanla yapılan savaşlar Stockholm Anlaşması ile sınırlanan sahilde, Taiz ekseninde, beşinci bölge veya Cevf de dahil tüm cephelerde durmadı. Bugün Beyda ordusunun, Amalika Tugayları’nın ve direniş güçlerinin kahramanlarının Beyda’da elde ettiği zaferleri takip ediyorsunuz. Bu zaferler, milislerin savaşın gidişatını kontrol etme ve tüm barış çağrılarını reddederek  masum insanlara karşı daha fazla suç işlenmesi rolünü oynamaya çalışması nedeniyle siyasi ve askeri kanıtları var. Tüm askeri birliklerin tüm cephelerde hazır hale getirilmesi ve artırılması için çabalar devam ediyor. Bundan sonraki aşama pek çok zaferle dolu olacak.

-Hudeyde'deki Ortak Kuvvetler’den veya Amalika Tugayları’ndan, özellikle de buna hazır olduklarını beyan ettikleri için askeri destek almaya açık mısınız?
 İran'ın terörist milislerine karşı yürüttüğümüz savaşta zafer kazanmamızın koşullarından biri, safların birliği ve başta askeri ve güvenlik teşkilatı olmak üzere devlet kurumlarının birleştirilmesidir. Hepimiz bir siperdeyiz ve hedefimiz ortak. Yemenliler Husilerin toplumsal dokuyu parçalama ve devletin bileşenleri arasında böl-yönet politikasını bir silah olarak kullandığını ve kullanacağını biliyor. Yemen halkının Husi kuklalarına karşı karşı koymak için Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi'nin temsil ettiği meşruiyetin önderliğinde çabalarını ve yeteneklerini birleştirmesinin zamanı geldi. Beyda'daki askeri operasyonlar, bugün yan yana savaşan ve düşmana ağır kayıplar veren tüm ulusal güçlerin dayanışmasının açık bir kanıtıdır. Bu sayede düşmanın konuşlandığı birçok stratejik konuma ek olarak tüm bölgeleri rekor sürede kurtarabildiler.

-Beyda'daki son zaferler Marib'deki çatışmaları nasıl etkiliyor?
Beyda’daki zaferler, Marib cephesi de dahil olmak üzere tüm cephelerdeki saha gelişmeleri bağlamında geliyor. Askeri operasyonlara ve muharebe planlarına dayanarak elde edilen sonuçlar ve zaferler şüphesiz tüm cephelerde sahaya olumlu yansıyor. Aynı zamanda bu durum, düşmanın kendini üstün görmesine karşılık Yemen halkının, devletin ve çeşitli kurumlarının egemenliğini yeniden tesis etme ve üzerinde anlaşmaya varılan kapsamlı reform sürecini hayata geçirme konusundaki ısrarına dair bir mesaj gönderiyor.

-Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu savaşçılarının Marib'de ve diğer cephelerde Yemen ordusunu desteklemedeki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından temsil edilen Krallık'taki kardeşlerin liderliğindeki Arap Koalisyonu’nun rolünü derinden takdir ediyoruz. Arap Koalisyonu, İran'ın terörist milislerine karşı gidişatı belirleyecek savaşta kardeşçe dayanışmasını ve desteğini sundu. Bunun başında,  Arap Koalisyonu savaşçıları tarafından savaşın tüm cephelerinde gösterilen etkili ve güçlü hava desteği geliyor. Bu destek yüksek profesyonellik ile yerine getiriliyor ve Arap bölgesi üzerindeki İran hegemonyasını
reddeden özgür her Yemenli için bir gurur kaynağı anlamına geliyor.

-Husilerle yıllar önce ilk karşı karşıya gelenler arasındaydınız. Sizce Husilerle bir anlayışa varmak ve barış içinde bir arada yaşamak mümkün mü?
 İran'ın terörist milisleriyle olan deneyimlerimiz, İran'ın siyasi veya insani sözlüğünde, diğerlerini kabul ettiklerini veya diğeriyle birlikte yaşadıklarını gösteren hiçbir şey olmadığını doğruluyor. Merhum Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'e ve diğer birçok lider ve şahsiyetlere karşı ihanet de dahil olmak üzere bu duruma verilecek birçok örnek var. Husilerle birçok antlaşma, akit, ateşkes imzaladılar ancak Husiler bunu ihlal ederek bir hayal haline getirdiler. Onlara çok fazla taviz verildi. Ancak onlar diğerini sadece kendilerine köle veya destekçi olarak kabul ediyorlar. Bunun aksini söyleyen kendini kandırır.

-Marib savaşında Yemen aşiretlerinin rolünü ve genel seferberlik çağrılarına verdikleri cevabı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hiç şüphe yok ki bu savaşta aşiretlerin ve direniş güçlerinin rolü çok önemliydi ve hala da öyle. Aşiret üyeleri ve gençlerinin çoğu, Ulusal Ordu’daki savaşçı kardeşleriyle her bölgede ve cephede omuz omuza savaştı. Bu ulusal savaşta aşiret üyelerinden yaralı ve şehitlerin sayısı, bu rolün büyüklüğünün ve öneminin en büyük kanıtı. Bu destek özellikle genel seferberliğin ilanından sonra sürekli artıyor. Bu bağlamda, adaletsizliği ve köleliği reddeden ve Yemen'in ve halkının haysiyetini savunmak için ayağa kalkan tüm özgür Yemenli kabilelere teşekkür ve takdirlerimizi sunuyoruz.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.