ABD kontrgerilla stratejisine hala ihtiyaç duyuyor

“Sonsuz savaşlar köreldi” ama teröristlere ve çetelere karşı mücadele devam edecek.

Afganistan'ın Helmand vilayetindeki Gorgak Kampı yakınlarında Temmuz 2011 tarihinde görüntülenen ABD’ye ait bir askeri araç. (Reuters)
Afganistan'ın Helmand vilayetindeki Gorgak Kampı yakınlarında Temmuz 2011 tarihinde görüntülenen ABD’ye ait bir askeri araç. (Reuters)
TT

ABD kontrgerilla stratejisine hala ihtiyaç duyuyor

Afganistan'ın Helmand vilayetindeki Gorgak Kampı yakınlarında Temmuz 2011 tarihinde görüntülenen ABD’ye ait bir askeri araç. (Reuters)
Afganistan'ın Helmand vilayetindeki Gorgak Kampı yakınlarında Temmuz 2011 tarihinde görüntülenen ABD’ye ait bir askeri araç. (Reuters)

Max Boot
ABD ordusu 2006 yılında, Irak'taki savaşın şiddeti tüm zamanların en düşük seviyesine gerilediğinde ayaklanmalara karşı koyma stratejisini (düzensiz güçleri bastırmayı amaçlayan bir dizi askeri ve sivil önlem/kontrgerilla) yeniden canlandırdı. 1950’li yıllarda Malaya’da İngiliz Mareşal Sir Gerald Walter Robert Templer ve Filipinler'de Amerikan gizli ajanı Edward Lansdale gibi askeri yenilikçiler tarafından geliştirilen bu stratejiye göre askeri güçler, isyancılar ortadan kalkmadan isyanları bastıramazlar. Esasen hiçbir ayrım gözetmeksizin öldürme stratejisi, düşmanların sayısını azaltacak yerde bir artışa yol açabilir. Kontrgerilla stratejisine göre hedefe ulaşmanın yolu, güvenliği sağlamak ve sıradan insanlara temel hizmetler sunmaktır. Bu yaklaşım, isyan bastırma operasyonlarının halkın güvenini kazanmaya yardımcı olma, masum sivillere zarar vermeden aşırılık yanlısı isyancıları ortadan kaldırma veya yakalama için gerekli hayati öneme sahip istihbarat bilgilerini toplama olasılığını da artırır.
ABD ordusundan iki general - ABD Kara Kuvvetleri'nden (U.S. Army) David Petraeus ve ABD Deniz Piyadeleri'nden (U.S. Marine Corps/USMC) James Mattis - Aralık 2006 tarihinde “Karşı Ayaklanma Doktrini” başlığıyla yayınlanan yenilikçi bir saha rehberi hazırladılar. General Petraeus, sonraki yıllarda Irak’taki ABD kuvvetlerinin komutanı olarak görev yaptığı süre boyunca bu stratejiyi uyguladı. Bu alandaki yoğun askeri operasyonları, Irak’taki şiddetin yüzde 90'dan fazla azaltılmasına katkıda bulundu. ABD kuvvetleri, gizlice sürdürülen etnik çatışmaları ve artık kronikleşmiş halde olan mezhep kavgalarını çözmede veya Irak'ı örnek alınacak bir demokrasiye dönüştürmede başarılı olamasa da (asker sayısını artırarak) isyan bastırmada kısa sürede elde ettikleri başarı, Amerikan ulusal güvenliğinin çeşitli çevrelerinde bu doktrinin popülaritesinin artmasına katkıda bulundu. Sonraki dönemlerde General Petraeus ve General Mattis, (Ortadoğu'dan sorumlu) ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) başına geçtiler ve ABD yönetiminin en üst makamlarında görev aldılar. Örneğin General Petraeus, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) başkanlığına atanırken General Mattis Savunma Bakanlığı görevini devraldı.
Buna karşın General Petraeus, 2010-2011 yılları arasında Afganistan'daki ABD ve uluslararası kuvvetleri yönetti. Bu sırada bölgedeki askeri kuvvetleri artırmaya yönelik başka bir planın uygulanması görevinin de başında yer aldı. Ancak bu plan, Irak'taki gibi sert sonuçlar vermedi. Petraeus'un göreve gelmeden önce yaptığı - Afganistan’ın ‘daha karmaşık bir sorun teşkil ettiği’ gibi - uyarılar, kısa süre içinde açık göstergeler haline geldi ve saha gerçeklerine dönüştüler. ABD Başkanı Joe Biden şimdi, ABD’nin yaklaşık yirmi yıldır süren askeri müdahalesinden sonra, Afgan hükümeti ile Taliban arasındaki barış görüşmelerinde ilerleme olmamasına rağmen Afganistan'da kalan 3 bin 500 Amerikan askerini geri çekme kararı aldı. Hareket her zamankinden daha güçlü görünüyor ve geniş alan kazanımları elde etmeye hazırlanıyor. ABD istihbarat servisleri, uluslararası kuvvetlerin Afganistan’dan ayrılmasından iki veya üç yıl sonra ülkenin tamamının Taliban’ın kontrolüne gireceği konusunda uyarıda bulundular. Uyarı gerçeğe dönüşürse bu, ABD’nin kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra düşmanın kazandığı Vietnam Savaşı'ndan bu yana yaşadığı en küçük düşürücü askeri yenilgisi olacak.

ABD ve NATO güçlerinin geri çekilmesinin ardından Bagram Askeri Üssü’nde selfie çeken bir Afgan askeri. (AFP)
Başkan Biden'ın ABD'nin Afganistan'dan çekilmesine ilişkin stratejisi, özellikle Washington'ın hem Çin hem de Rusya ile sürdürdüğü büyük güç rekabetine odaklanma ihtiyacına dayanıyor. Kendini 1920'lerden bu yana ülkesinin önde gelen “küçük savaş gücü” olarak gören ABD Deniz Piyadeleri, Pasifik Okyanusu'nda, (İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya'ya karşı Pasifik Cephesi Müttefikleri tarafından kullanılan bir askeri strateji olan) adalar arasında yüksek tempolu tatbikatlara yönelmeye başladı. Bu tatbikatlar, ABD Deniz Piyadeleri’nin çok uzun zaman önce Irak'ın Anbar ve Afganistan'ın Helmand vilayetlerinde gerçekleştirdiği kontrgerilla operasyonlarının kapsamından oldukça farklı bir yol izliyor.
ABD’deki 11 Eylül Saldırıları’ndan yaklaşık yirmi yıl sonra, kontrgerilla dönemi sona eriyor ve strateji, ABD ulusal güvenlik çevrelerindeki etkisini hızla kaybediyor. Ancak bugün bu stratejinin göz ardı edilmesi, teröristlerle ve çetelerle mücadelede daha iyi bir strateji uygulamaya konulmadığından dolayı son derece ciddi bir hata olacaktır.

Vur-kaç taktiği
Burada kontrgerilla stratejisi bir kenara itilmeden önce, ABD'nin bunun uygulamasına yeterince destek verdiği dönemde Afganistan'da başarılı olduğunu belirtmekte fayda var. 2011-2012 yılları arasında -ABD'nin Afganistan'daki ayaklanmalara karşı uygulamaları zirvedeyken- Helmand ve Kandahar vilayetlerini ziyaret eden herkes orada bu alanda açık bir ilerleme olduğunu görebilirdi.
Askerler ve Deniz Piyadeleri, Taliban’ı kaleleri olarak görülen, her zaman kontrolleri altında olan yerlerden temizlediler ve buralardaki güvenlik koşullarının iyileştirilmesine katkıda bulundular. General Stanley A. McChrystal, 2009-2010 yılları arasında Afganistan'daki ABD kuvvetlerinin komutanıyken hazırladığı bir raporda “Taliban’ın neredeyse ABD’nin Afganistan’daki askeri operasyonunu başarısızlık tehlikesiyle burun buruna getirecek kadar hızlı kazanımlar elde ettiği” uyarısında bulundu. Eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde General Stanley A. McChrystal’ın komuta ettiği asker sayısı 100 bine çıkarılarak  bu tehlike önlemiş ve Taliban'ın kaydettiği ilerlemeye darbe vurulmuştu.
Ancak belirli alanlarda güvenlik şartlarının iyileştirilmesi ve bu durumun uzun sürmemesi büyük bir sorun teşkil ediyordu. ABD, ülke çapında kontrgerilla operasyonları yürütmek için yeterli sayıda asker sağlamayı gerektiği gibi taahhüt etmedi. Başkan Obama, Afganistan’da demokratik bir devlet kurma yöntemine yönelik eleştirilerine rağmen Afganistan'a ek birlikler gönderilmesi için ısrar etti. Ancak ek birlikler, 18 aylık bir takvim çerçevesinde  gönderildi. Beklendiği gibi bu, Taliban Hareketi’ni basitçe ABD operasyonunun sonunu beklemeye itti. Böylece ABD bu noktalardan çekildikten sonra Taliban üyeleri çıkarıldıkları bölgelere geri döneceklerdi. Buna karşın, ABD’nin geri çekilmesi için açıklanan son tarih, barış müzakerelerinin başarıyla sonuçlanması umutlarını söndürdü. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Taliban Hareketi’nin liderlerinden biri bu konuda yaptığı açıklamada, “Sizin istediğiniz kadar saatiniz, bizimse istediğimiz kadar zamanımız var” ifadelerini kullandı.

“Kontrgerilla dönemi, 11 Eylül Saldırıları’ndan 20 yıl sonra sona erdi”
Pentagon, ABD tarafından eğitilmiş Afgan güvenlik güçlerinin Afganistan’dan çekilen güçlerinin yerini alacağını umut etmişti. Ancak Afgan askeri güçleri ve polis birimleri her zaman bu iyimser beklentilerin gerisinde kaldı. Kağıt üzerinde Afgan güvenlik güçlerinin sayısının yaklaşık 300 bini bulduğu belirtiliyor. Fakat Afgan ordusunda personel sayısı bunun çok daha altında kalıyor. Yolsuzluk yapan yetkililer, genellikle sadece kağıt üzerinde görülen personel için maaş talep ediyorlar. Afgan Özel Harekât Polisi, bu kuvvetlerin en etkili ve yetenekli birimi konumunda. Ancak polis ve ordudaki yetersizlik nedeniyle cephede oluşan boşluğu doldurmak zorunda kalmak onlara aşırı yük getiriyor. Aradan yirmi yıl geçmesine rağmen Afgan ordusu meseleleri kendi başına halledebilecek noktaya halen gelemedi, hatta yaklaşamadı bile. ABD sadece Afgan güçlerinin maaşlarını ödemekle kalmıyor, aynı zamanda lojistik, istihbarat, planlama ve hava desteği alanlarında da onlara yardım ediyor.
Aslında, Afgan güçlerinin sınırlı kalan bu performansı, daha derindeki kusurları yansıtıyor ve Afgan hükümetinin yapısına nüfuz ediyor. ABD, nihayet Taliban’dan temizlenen bölgelere kamu hizmetlerini hızlı bir şekilde yerleştirmeyi hedefliyordu. Fakat bunu nadiren başarabildi. Bugün bile Afgan devleti büyük yolsuzluk olaylarından, verimsizlikten ve bölünmelerden zarar görmeye devam ediyor. Hükümetin başarısızlıkları, Taliban'ın yeniden ortaya çıkması için eşsiz bir fırsat sundu. Kontrgerilla stratejisinin esas olarak muhakeme kriterlerinde rekabet avantajı oluşturması amaçlandıysa da düşman, Afganistan'ın güneyi ve doğusundaki bazı kırsal bölgelerde kazanan taraf olmuştu.
Kontrgerilla stratejisinin Afganistan’da başarılı olmamasının bir başka nedeni de komşu Pakistan'da Taliban üyeleri için güvenli bölgelerin olmasıdır. Tecrübeler göstermiştir ki bir isyanın başarısı veya başarısızlığı, sınır ötesi destek alıp almamasıyla yakından ilgilidir. ABD yirmi yıldır Pakistan İstihbarat Servisi’nin (ISI) Taliban'a uzun süredir verdiği desteği sonlandırmayı umuyordu. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Çünkü Pakistanlıların bir kısmı ABD’yi her zaman kararsız bir müttefik olarak gördüler (ki bu anlaşılabilir bir durumdur). Taliban liderleri halen Pakistan'da sığınma avantajına sahipler. Taliban savaşçıları bile Afganistan'da baskı altındayken sınırı geçebiliyorlar. Mücahitler, 1980’li yıllarda Sovyet Kızıl Ordusu’na karşı verilen mücadele sırasında da bu avantaja sahiplerdi ve bunun etkinliği o dönemde de kanıtlanmıştı.

Sonuç almaya başlama
Kontrgerilla stratejisi Afganistan'da başarısızlığa uğramış olabilir. Ancak dünyanın başka yerlerinde çeşitli başarılar elde etti. İsrail güçleri, 2000-2005 yılları arasındaki İkinci İntifada sırasında Filistinli militanlar karşısında kontrgerilla operasyonlarıyla dikkate değer kazanımlar elde ettiler. Kolombiya’da da güvenlik birimleri, 50 yılı aşkın bir süre boyunca savaştıkları Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’ne (FARC) karşı yürüttükleri kontrgerilla operasyonlarıyla aynı başarıyı yakaladılar. 2016 yılında imzalanan barış anlaşmasıyla ülkedeki iç savaş da bitti. Her iki durumda da hükümet güçleri, isyancıları veya liderlerini ortadan kaldırmaya çalışmak yerine siviller için 24 saat güvenlik sağladılar. İki örneğe bakılırsa Kolombiya’daki süreç daha başarılıydı. Çünkü ülkedeki demokratik hükümet, daha önce isyancılar tarafından kontrol edilen bölgelerde otorite kurabilmişti. Buna karşın İsrailliler, Filistin topraklarındaki yönetimlerinde meşruiyetten yoksundular. Bu nedenle görevi, Afgan hükümetine özgü kusurlar yelpazesinden nasibini alan Filistin Yönetimi’ne emanet etmek zorunda kaldılar.

Taliban'ın ilerlemesine karşı koymak için kuzey Afganistan'daki mevzilerini koruyan Afgan milislerin devriyesi. (AFP)
ABD, 2014 yılında başlayan ve 2019 yılında kendi kendini ilan eden hilafetin çöküşüyle sonuçlanan DEAŞ’a karşı gerçekleştirdiği son operasyonda yürüttüğü kontrgerilla stratejisiyle başarı elde etti. Her ne kadar DEAŞ bir gerilla gücünden çok bir ordu olarak savaşarak akılsızca bir hata yapsa da yenilgiye uğrayacağı önceden pek kestirilememişti. Amerikan kuvvetlerinin kara harekatları ile  DEAŞ’a karşı yürüttüğü operasyon, Afganistan ve Irak'ın işgalinden açık ara farklıydı. ABD güçlerinin 2011 yılında Irak'tan iyi düşünülmeden çekilmesinden sonra dönemin ABD Başkanı Obama 2014 yılında Irak'a geri dönme kararı aldı. Ancak ABD güçlerinin rolü çoğunlukla askeri tavsiye ve yardım şeklindeydi ve Obama böyle bir karar almakla akıllıca davrandı. Söz konusu dönemde Irak ve Suriye'deki ABD askerlerinin sayısı 8 bini (Irak'ta 6 bin, Suriye'de 2 bin) geçmiyordu. ABD güçleri, birkaç özel harekat birimi dışında genel olarak düşmanla doğrudan çatışmaya girmedi. Diğer yandan Irak güvenlik güçleri ve Suriyeli Kürt milisler, kayıplara neden olan çatışmanın yükünü bir dereceye kadar çektiler. ABD, bahsi geçen bu yerel güçleri istihbarat, hava desteği ve lojistik olarak destekledi.
DEAŞ’a karşı yürütülen operasyon, ABD’nin teröristlere ve savaşçılara karşı gelecekte yürüteceği operasyonlarda tekrarlanabilecek sürdürülebilir bir modelin doğasını yansıtıyordu. Independent Arabia’nın Foreign Affairs Dergisi’nden aktardığı analize göre bu model, müttefiklere kontrgerilla stratejisi kapsamında belirli sayıda ABD’li danışman sağlanarak ve hava desteği verilerek yardım etmeye dayanıyor. Washington, on binlerce hatta yüz binlerce askerin katıldığı devasa kontrgerilla operasyonlarına son verdi.
Basitçe açıklayacak olursak; bu tür operasyonları sürdürmek için siyasi irade olmadığını söyleyebiliriz. ABD’de gerçekleşen 11 Eylül Saldırıları büyüklüğünde bir eylem daha meydana gelmedikçe bu yönde bir değişikliğin olmasını düşünmek güç. Ancak bu, politika yapıcıların terör tehditlerini tamamen görmezden gelebileceği veya yalnızca özel harekat güçlerinin hava saldırıları ve operasyonlarıyla ortadan kaldırabileceği anlamına gelmez.

Yarım kalan çözüm
Terörle mücadele, isyan bastırmaktan farklıdır. Terörle mücadele, belirli bireyleri ve grupları hedef alınmasını, isyan bastırma ise sivillerin korunmasını temel alır. Yüksek teknolojiyle donatılmış ordular için terörle mücadele diğerlerinden daha pratik ve hırsın daha az olduğu bir strateji gibi görünebilir. Ancak İsrail’in Hamas ve Hizbullah’la mücadelesinde ortaya çıktığı üzere asıl sorun, terörle mücadele operasyonlarının terör örgütlerinin eylemlerini bozabilse de onları yenememesidir. Teröristler, kontrolleri altındaki bölgelerden hareket ettikleri sürece hava saldırıları veya özel hareket güçleri (komandolar) tarafından düzenlenen operasyonlarda kaybettiklerinin yerini her zaman doldurabilirler.
Bu konuda ABD’nin bizzat kendisi, El Kaide ve diğer İslami eğilimli terör örgütlerine karşı hiç bitmeyen savaşında terörle mücadele stratejisinin sınırlarını gösterdi. Sonuç olarak Usame bin Ladin, ABD’nin 1998 yılında kruz (seyir) füzeleriyle Afganistan'daki El Kaide mevzilerini ve yapılarını hedef almasına rağmen 11 Eylül Saldırıları’nı gerçekleştirmeyi başardı. ABD yirmi yıldır askeri operasyonlarına devam etse de El Kaide halen varlığını sürdürüyor. Üstelik bunu sadece Pakistan'daki merkezi altyapısı düzeyinde değil, aynı zamanda Kuzey Afrika, Somali, Yemen ve diğer yerlerdeki uzantıları ile yapıyor. Başlangıçta El Kaide'den ayrı olan DEAŞ'ın bugün Afganistan, Mozambik ve Nijerya gibi çeşitli ülkelerde binlerce savaşçısı ve kendisiyle bağlantılı üyesi var. Siyasi analist Bruce Hoffman yaptığı değerlendirmede, bugün cihadi selefiliğe (selefi cihadizm) inanan terör örgütlerinin sayısının 11 Eylül saldırıları döneminden en az dört kat daha fazla olduğu tahmininde bulundu. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve arkasında kesinlikle herhangi bir hükümet tarafından yönetilmeyen geniş alanlar bırakacak olması, hem El Kaide'nin hem DEAŞ'ın konumunun güçlenmesine yol açacaktır.
Terörle mücadele operasyonları gerekli olsa da bu, cihatçı grupların veya aşırılık yanlısı örgütlerin oluşturduğu tehditle başa çıkmak için yeterli değildir. ABD Ortak Özel Harekât Komutanlığı (U.S. Joint Special Operations Command), 2003-2006 yılları arasında Irak'ta birçok terörist lideri öldürmeyi veya yakalamayı başardı. Ancak General Petraeus, "tahliye et, koru ve inşa et" olarak bilinen üç sac ayağı üzerine kurulu bir yaklaşımın getirilmesini gerektiren kapsamlı bir kontrgerilla stratejisi uygulamaya başlayana kadar ülkedeki genel durumda pek bir değişiklik olmadı. Bu strateji sadece isyancıların kalelerini ortadan kaldırmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda bu bölgelerde güvenliği sağlamayı, bu bölgelerde konuşlu güçlerle 7/24 kontrolü sıkılaştırmayı,  gerekli devlet desteğini elde etmeyi ve Sünni isyancılara ulaşmak için bir operasyon düzenlemeyi de kapsıyordu.
Bugün şiddet yanlısı İslami eğilimli grupların ve diğer isyancı yapıların aktif olduğu ülkelerde hükümetlerin benzer operasyonlara ihtiyaç duyduğu bir gerçek. Ancak ABD kuvvetleri bu tür bir görevi ne tek başına üstlenebilir ne de gerçekleştirebilir. ABD, müttefik ordulara ve hükümetlere, tehditlerle kendi başlarına mücadele etmeleri için yardım sağlamaya odaklanmalı.

“Kontrgerilla, sürekli eğitim ve uygulama gerektiren, sürdürülebilir bir stratejidir
Bu görevin askeri danışmanlardan oluşan sivil ve askeri ekiplerin yanı sıra CIA, Dışişleri Bakanlığı, Tarım Bakanlığı ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) gibi askeri olmayan kuruluşların temsilcilerinin sorumluluğunda olması gerekiyor. Bu çalışmalarda yer almak için kapasitelerini geliştirmeleri gereken bu sivil idarelerin dehası var. Askeri tarafta ise danışma ve destek odaklı operasyonlar, ABD Ordusu Özel Harekât Kuvvetleri (Yeşil Bereliler) ve 2018'de yeni kurulan ABD Güvenlik Gücü Yardım Tugayı'nın (SFAB) temel becerileri üzerine inşa edilmiştir. SFAB, ABD ordusunun, mevcut muharebe birimlerinin çalışmalarını aksatmadan yabancı kuvvetlere tavsiyede bulunma yeteneklerini arttırmak amacıyla kurulmuştur. Bugün bu taburların sayısı beşi saha hizmetinde aktif ve bir diğeri de Ulusal Muhafızlar’da olmak üzere altıdır. Yeşil Bereliler için de aynı durum geçerli. Bu birimler, operasyonlarının Afrika, Avrupa, Ortadoğu, Pasifik bölgesi ve Güney Amerika’yı kapsayan coğrafi düzeyde koordinasyonu ile öne çıkıyor.
Bu coğrafi uzmanlık, SFAB'a bulunduğu bölgelerde uzmanlığını geliştirmesi ve operasyonlarında sürekliliği sağlamasına yardımcı olacaktır. Bu durum, hayati ve görev açısından kritik bir kombinasyon oluşturmaktadır. Başarısı veya başarısızlığı, ev sahibi ülkelerdeki askeri güçlerin güvenini kazanmaya bağlıdır. SFAB’lar, ABD’nin müttefiklerinin ortak düşmanlarla nispeten düşük maliyetle ve ABD kuvvetleri için daha düşük risklerle savaşmasına yardımcı olmak için insansız hava araçları (İHA) ve hassas güdümlü mühimmat dahil olmak üzere üstün Amerikan teknolojisinin sunduğu avantajlardan da yararlanma imkanına sahip.
Kontrgerilla stratejisinin önümüzdeki yirmi yılda ABD askeri operasyonları için son yirmi yılda olduğu kadar önemi kalmayacak. Ancak kontrgerilla, ilkeleri ve uygulamaları yaygınlaştırılması gereken sürdürülebilir bir strateji olmaya devam ediyor. ABD ordusu (Rusya'nın Çeçenistan’da yaptığı gibi) esasen ABD gibi demokrasiler açısından tiksindirici bir politika olan yanmış toprak stratejisinin uygulandığı operasyonlara katılmaya istekli olmadığı sürece teröristlerin güvenli limanlarını ortadan kaldırmanın başka bir yolu yoktur.
Özetle, ABD liderliğindeki kontrgerilla operasyonlarını yurt dışında sürdürmenin maliyeti Amerikalılar için son derece yüksek olmaya devam ediyor. Fakat Washington, gerektiğinde danışmanlık ve yardım sağlayarak müttefiklerinin bu tür operasyonları yerine getirmelerine yardımcı olmaya devam edebilir. Afganistan deneyimi, tıpkı bu yaklaşımı eleştirenlerin iddia ettiği üzere kontrgerilla deneyiminin kolayca başarısız olabileceğini gösteriyor. Ama henüz daha iyi bir alternatifi bulunamadı.

Max Boot: Dış İlişkiler Konseyi (CFR) Jeane J. Kirkpatrick Ulusal Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nde üst düzey araştırmacı ve “The Road Not Taken: Edward Lansdale and the American Tragedy in Vietnam” (Alınamayan Yol: Edward Lansdale ve ABD’nin Vietnam’daki Trajedisi) kitabının yazarı

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.

 


ABD'li yetkiliden iki ülkeye yapay zeka ve nükleer silah uyarısı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin'in lideri Şi Cinping (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin'in lideri Şi Cinping (AFP)
TT

ABD'li yetkiliden iki ülkeye yapay zeka ve nükleer silah uyarısı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin'in lideri Şi Cinping (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin'in lideri Şi Cinping (AFP)

ABD'li üst düzey bir yetkili Çin ve Rusya'yı, nükleer silahların konuşlandırılmasına ilişkin kararları yapay zekanın değil, sadece insanların verebileceği anlayışına bağlı kalmaya çağırdı.

Dışişleri Bakanlığı'nın silah kontrol yetkilisi Paul Dean perşembe günü verdiği çevrimiçi brifingde, Washington'ın nükleer silahlar üzerinde tamamen insanların kontrol sahibi olacağının altını çizen "açık ve güçlü bir taahhütte" bulunduğunu söyledi. Yetkili, Birleşik Krallık ve Fransa'nın da aynı şekilde hareket ettiğini söyledi.

Silahların Kontrolü, Caydırıcılık ve İstikrar Bürosu'nda bakan baş yardımcısı olan Dean, "Çin ve Rusya Federasyonu'nun da benzer bir açıklama yapmasını memnuniyetle karşılarız" dedi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesine atıfta bulunan yetkili, "Bunun son derece önemli bir sorumlu davranış normu ve P5 bağlamında çok hoş karşılanacak bir şey olduğunu düşünüyoruz" dedi.

Çin ve Rusya'dan yetkililer henüz yorumda bulunmadı.

Nükleer silah kapasitesini artıran Çin, şubatta en büyük nükleer güçlerin öncelikle kendi aralarında bir ilk kullanım yasağı anlaşması müzakere etmesi çağrısında bulunmuştu.

Geçen yıl Vladimir Putin, Ukrayna'daki savaşta nükleer silahların kullanımına ilişkin sert bir uyarı gibi görünen bir hareketle, Rusya'nın ABD'yle önemli bir nükleer silah anlaşması olan START'a katılımını askıya aldığını duyurmuştu.

Yeni START anlaşması, ABD ve Rusya arasında dönüm noktası niteliğinde ve dünyanın en büyük iki nükleer gücünün birbirlerinin cephaneliğini azaltmasına ve sınırlamasına olanak tanıyor. En son 2021'de 2026'ya kadar uzatılan anlaşma kapsamında iki ülke birbirlerinin nükleer silah tesislerini denetleme hakkına sahip.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi geçen hafta Pekin'de bir araya geldiğinde ikili görüşmeler yapay zeka teknolojisinin yayılmasını da içeriyordu.

Her iki tarafın yetkilileri gelecek haftalarda yapay zeka üzerine ilk üst düzey ikili görüşmelerini gerçekleştirmede mutabık kalırken, Blinken teknolojiye ilişkin risklerin ve güvenliğin en iyi nasıl yönetilebileceği hakkında görüş alışverişinde bulunacaklarını söylemişti.

ABD Başkanı Joe Biden'ın yönetimi, Çin'le hem nükleer silah politikası hem de yapay zekanın büyümesi hakkında ayrı ayrı görüşmeleri derinleştirmek için çaba sarf ediyor.

Askeri iletişimi normalleştirmeyi amaçlayan Pekin ve Washington'daki yetkililer, ocakta nükleer silah görüşmelerine yeniden başladı ancak iki taraf resmi bir silah kontrol müzakeresinde anlaşmaya varmadı ve yakın zamanda da varmaları beklenmiyor.

Independent Türkçe


Çin'deki "baskıcı yönetimden" kaçan zenginler, soluğu Japonya'da alıyor

Çin'den Japonya'ya taşınan iş insanları özellikle Tokyo'yu tercih ediyor (Unsplash)
Çin'den Japonya'ya taşınan iş insanları özellikle Tokyo'yu tercih ediyor (Unsplash)
TT

Çin'deki "baskıcı yönetimden" kaçan zenginler, soluğu Japonya'da alıyor

Çin'den Japonya'ya taşınan iş insanları özellikle Tokyo'yu tercih ediyor (Unsplash)
Çin'den Japonya'ya taşınan iş insanları özellikle Tokyo'yu tercih ediyor (Unsplash)

ABD'nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal (WSJ), Çin'deki "otokratik sistemden" kaçmak isteyen zenginlerin Japonya'ya gittiğini yazdı. 

Haberde, Çin'deki zenginlerin, "özellikle pandemide gittikçe görünür hale gelen otokratik yönetim ve ülkedeki ekonomik yavaşlamanın" etkisiyle Japonya'ya yerleştiği ifade edildi.

Japon Yeni'nin değer kaybetmesiyle yabancıların ülkedeki emlak piyasasına ilgi gösterdiğine dikkat çekilen haberde, Çinli yatırımcıların özellikle başkent Tokyo'daki lüks konutları tercih ettiği belirtildi. 

Aylardır Amerikan doları karşısında değer kaybeden yen, bugün artışa geçti. Bloomberg'in hesaplamasına göre, Japonya Merkez Bankası, para birimini desteklemek için piyasaya yaklaşık 3,5 trilyon yenlik (yaklaşık 730 milyar TL) müdahalede bulundu.

Uluslararası yatırım yoluyla oturum ve vatandaşlık alma işlemlerini yöneten Britanyalı Henley & Partners firmasının haziranda yayımladığı raporda, en az 13 bin 500 yüksek gelirli Çinli yatırımcının 2024'te yabancı ülkelere taşınacağı öngörüsü paylaşılmıştı. 

Japonya'da ikamet eden Çinli sayısı, 2023 sonu itibarıyla 822 bine ulaştı. Bu sayı, bir önceki yıla kıyasla 60 binlik artışa denk geliyor.

Tokyolu emlak komisyoncusu Osamu Orihara, 2019'da pandemi öncesine kıyasla gelirinin neredeyse 4 kat arttığını söyledi.

Çin'de bir demir çelik fabrikası işleten Tomo Hayaşi, geçen yıl Tokyo'ya taşındığını belirtti. 45 yaşındaki Hayaşi'nin yaşadığı 48 katlı binadaki dairelerin yaklaşık üçte biri Çinli isimlere sahip kişilere ait. Haberde, Japonya'ya taşınan birçok Çinlinin adlarını değiştirdiğine de işaret edildi.

Japon emlakçılar, Çinli zenginlerin tatil evi olarak kullanmak için konut satın aldıklarını da söyledi. Ülkenin kuzeyindeki Hokkaido adasında, kayak pistine yakın Furano kasabasında arsa fiyatları geçen yıl yüzde 28 artarak, ülke çapındaki en büyük yükselişi yakaladı.

Diğer yandan haberde Pekin yönetiminin, Çinlilerin ülke dışına çıkarabileceği paralara kısıtlama uyguladığına dikkat çekildi. Ancak Japonya'ya taşınan birçok Çinli iş insanı, yabancı ülkelerde faaliyet gösteren uluslararası şirketlerde çalışıyor. Orihara, müşterilerinin genelde Hong Kong veya Singapur'da banka hesapları olduğunu da söyledi.

Ayrıca sabit bir ofisi ve iki ya da daha fazla çalışanı olan bir Japon firmasına en az 32 bin dolar değerinde yatırım yapan kişiler, iş kurma vizesi satın alabiliyor.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, Bloomberg


Ukrayna lideri Zelenski: Savaşı kazanmadan NATO'ya katılamayız

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'deki emriyle başlayan savaşta çatışmalar, Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış durumda (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'deki emriyle başlayan savaşta çatışmalar, Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış durumda (Reuters)
TT

Ukrayna lideri Zelenski: Savaşı kazanmadan NATO'ya katılamayız

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'deki emriyle başlayan savaşta çatışmalar, Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış durumda (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'deki emriyle başlayan savaşta çatışmalar, Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış durumda (Reuters)

Ukrayna lideri Volodimir Zelenski, Rusya'yı yenmedikleri sürece NATO'ya katılamayacaklarını söyledi.

Zelenski, başkent Kiev'de salı günü yaptığı açıklamada, "Sadece savaşı kazanabilirsek NATO'ya gireceğimize inanıyorum. Savaş sürerken ittifaka kabul edileceğimizi sanmıyorum" dedi. 

Ukrayna lideri, ülkesinin NATO'ya kabul edilmesi için 32 üyeden onay alması gerektiğini hatırlatarak, bazı ülkelerin savaş sürerken Ukrayna'nın NATO'ya katılmasını "riskli gördüğünü" söyledi. 

Zelenski, NATO'ya üyeliğin Ukrayna'nın bağımsızlığını garanti altına alacağını savunarak "Ukrayna'nın ittifaka kabul edilmesi için zafer kazanmalıyız" dedi.

Ukrayna, ittifaka katılmak için resmi başvuruyu Eylül 2022'de yapmıştı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Ukrayna'nın uzun vadede ittifakın parçası olacağını söylemişti. Fakat NATO, katılım sürecinin tamamlanmasına ilişkin Kiev yönetimine henüz net bir takvim sunmadı. 

Diğer yandan Ukrayna Hava Kuvvetleri Sözcüsü Ilya Evlaş, ABD yapımı F-16 savaş jetlerinin bu ay ellerine geçebileceğini ileri sürdü. Evlaş, Hollanda ve Danimarka'dan gönderilecek jetlerle ilgili henüz takvimin netleşmediğini fakat uçakların bir kısmının 5 Mayıs'tan sonra Ukrayna'ya ulaşacağını düşündüklerini belirtti.

ABD Kongresi'nde 23 Nisan'da yapılan oturumda, Ukrayna, İsrail ve Tayvan'a toplamda 95 milyar dolarlık yardım paketini içeren tasarı onaylanmıştı. 61 milyar doları Ukrayna için ayrılan paket, ertesi gün ABD Başkanı Joe Biden'ın imzasıyla yasalaşmıştı.

Bunlara ek olarak ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan dün yapılan açıklamada, Rus ordusunun savaşta kimyasal silah kullandığı iddia edildi. 

Açıklamada, Rus ordusunun kloropikrin içeren silahlar kullandığı ve Kimyasal Silahlar Sözleşmesi'ni (CWC) ihlal ettiği öne sürüldü. Amerikalı yetkililer, ayrıca Rusya'nın farklı kimyasal maddeler eklediği gözyaşartıcılar kullandığını da savundu. 

Bazı herbisitlerde yer alan kloropikrin, I. Dünya Savaşı'nda da kimyasal silah olarak kullanılmıştı.

Rusya ise ABD'nin kimyasal silah iddialarının gerçeği yansıtmadığını savundu. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, bugünkü açıklamasında CWC'nin şartlarını bozacak şekilde hareket etmediklerini ve böyle silahlar kullanmadıklarını savundu.

Independent Türkçe, RT, CNN, AFP


Trump, ABD'nin kendi 7 Ekim saldırısını yaşayacağını iddia etti

Donald Trump çarşamba günü Wisconsin'deki mitingde destekçilerine Biden yönetiminin ABD'de "7 Ekim tarzı bir saldırının" koşullarını yaratmayı planladığını söyledi (AP)
Donald Trump çarşamba günü Wisconsin'deki mitingde destekçilerine Biden yönetiminin ABD'de "7 Ekim tarzı bir saldırının" koşullarını yaratmayı planladığını söyledi (AP)
TT

Trump, ABD'nin kendi 7 Ekim saldırısını yaşayacağını iddia etti

Donald Trump çarşamba günü Wisconsin'deki mitingde destekçilerine Biden yönetiminin ABD'de "7 Ekim tarzı bir saldırının" koşullarını yaratmayı planladığını söyledi (AP)
Donald Trump çarşamba günü Wisconsin'deki mitingde destekçilerine Biden yönetiminin ABD'de "7 Ekim tarzı bir saldırının" koşullarını yaratmayı planladığını söyledi (AP)

Donald Trump, mahkemeye çıkmadığı gün Wisconsin'de düzenlenen bir mitingde yaptığı göçmen karşıtı kampanya konuşmasında ABD'nin kendi "7 Ekim tarzı saldırısına" doğru gittiğini iddia etti.

Çekişmeli eyalette çarşamba günü konuşan eski başkan, destekçilerine Başkan Joe Biden'ın Ortadoğu'dan "çok sayıda" Gazzeliyi ülke genelindeki kentlere getirmeyi planladığını söyledi.

Trump, Biden'ın geçen yıl İsrail'de meydana gelen ve hâlâ devam eden şiddetli bir çatışmaya yol açan saldırının bir benzerinin "koşullarını yaratmaya kararlı" olduğunu söyledi.

7 Ekim 2023'te militanlar İsrail'in güneyinde çoğu sivil yaklaşık 1200 kişiyi öldürmüş ve 250 civarında kişiyi rehin almıştı. İsrail, militanların halen yaklaşık 100 rehineyi ve 30'dan fazla kişinin cesedini elinde tuttuğunu söylüyor.

Yerel sağlık yetkililerine göre çatışmalarda şimdiye kadar 34 binden fazla Filistinli öldürüldü ve 2,3 milyonluk Gazze nüfusunun yaklaşık yüzde 80'i evlerinden sürüldü.

Miting sırasında Trump, Gazze dahil Ortadoğu'dan "binlerce" mültecinin yakında ABD'ye getirileceğini iddia etti.

Destekçilerine "Sınırdan geçerek ülkemizi istila eden milyonlarca ve milyonlarca kişiye ek olarak, bu Wisconsin'deki gençler için harika bir haber, sahtekar Joe'nun şimdi de Ortadoğu'dan çok sayıda Gazzeliyi Amerikan kentlerine, kentlerinize ve köylerinize getirmeyi planladığı bildiriliyor, ki bu sürpriz olmamalı" dedi.

Kentleriniz  ve köyleriniz artık Gazze'den gelenleri kabul edecek. Gazze'den ve diğer çeşitli yerlerden, Yemen'den, diğer birçok yerden birçok insan. Joe Biden, Amerika'da 7 Ekim tarzı bir saldırı için gerekli koşulları yaratmaya kararlı görünüyor. Güney sınırından gelen tüm bu insanlarla bu gerçekleşecek.

Bu ifadeler, Biden yönetiminin savaş yaşanan topraklardan kaçan bazı Filistinlilere kalıcı güvenli sığınak sağlamak amacıyla onları mülteci olarak ABD'ye getirmeyi düşündüğüne dair haberlerin ardından geldi.

CBS News'un elde ettiği federal yönetim içinden belgelere göre, ABD'nin çeşitli federal kurumları, ABD yurttaşı ya da ABD'de daimi ikamet eden birinci dereceden aile fertleri olan Gazzeli Filistinlilerin yeniden yerleştirilmesi için farklı seçeneklerin uygulanabilirliğini ele alıyor.

Beyaz Saray bu tür planlar hakkında kamuoyuna yorum yapmadı.

Çarşamba günü Wisconsin'de yaptığı konuşmada Trump, göçmenliğin her türüne karşı çıkmayı sürdürdü ve kalabalığa "Biz o kadar sorunlu bir ülkeyiz ki böyle bir şey olabilir, onları incelemek imkansız olacak ve zincirleme göç sonucunda sayılar kontrolümüzün ötesinde hızla patlayacak" dedi.

Kontrolden çıkacak çünkü zincirleme göç sayesinde dokundukları herkesi getirebilecekler. Hiçbir koşul altında Gazze gibi Hamas kontrolündeki terör merkezlerinden binlerce mülteciyi Amerika'ya getirmemeliyiz. Bunu yapamayız. Biliyorsunuz ülkemizi de yönetmek zorundayız. İyi olmak iyidir, iyi olmak güzeldir. Ama ülkemizi yönetmek zorundayız.

Independent Türkçe


İran ile İsrail arasında sırada ne var?

İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar (Independent Arabia)
İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar (Independent Arabia)
TT

İran ile İsrail arasında sırada ne var?

İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar (Independent Arabia)
İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar (Independent Arabia)

John Bolton

İran'ın tercihi ne olursa olsun, İsrail'in Hamas'a karşı kazanacağı kesin zaferin Tahran'ın bölgesel konumunu onarılamaz biçimde zayıflatacağını göz ardı edemez.

İran'ın İsrail topraklarına yönelik ilk açık saldırı devresi, İran topraklarına yönelik ilk açık saldırıyı oluşturan İsrail'in verdiği yanıt ile birlikte artık sona erdi. Ancak tüm bunlara rağmen, Tahran Mollalarının Ortadoğu'da ve Müslümanlar arasında hegemonya kurma yönündeki büyük stratejisinden vazgeçtiğini, İsrail'e karşı uzun süredir devam eden gizli savaşında yatışıp geri çekileceğini kimse düşünmesin. Ancak şimdilik odak noktamız İsrail'in Hamas'ı askeri ve siyasi olarak ortadan kaldırmaya yönelik yakın çabaları ve İran'ın "ateş çemberi" savaş planının geleceği olmalıdır.

İran'ın, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki barbar saldırısı sırasında tam bir "ateş çemberi" stratejisi başlatmayı isteyip istemediği henüz belli değil ve belki de bu konu bir süre daha bilinmez olarak kalacak. İran'ın hedefleri ne olursa olsun, İsrail'in sert tepkisi Hamas'ın konvansiyonel savaş yeteneklerini felce uğrattı. Buna ek olarak, Gazze halkı, Hamas’ın aleyhine dönmeye başladı ki bu hem İsrail hem de Arap dünyası için büyük önem taşıyor. Tahran'ın, 7 Ekim 2023 olaylarıyla ilgili olarak İsrail'in iç siyasi istikrarını ve küresel tepkiyi yanlış değerlendirdiğine şüphe yok. Aynı zamanda İslam Devrimi'nin Dini Lideri Hamaney, Hamas'ın her halükarda kaderine terk edilebileceğine inanıyordu. Ancak İran'ın kendisi ve diğer terörist vekilleri (Husiler, Hizbullah ile Iraklı ve Suriyeli Şii milisler) çok az zarar görmüş olsa da, Hamaney Hamas'ın uğradığı yıkım konusunda endişelenmeli.

Şu anda İran bu yatırımlarından daha fazlasını kaybetme riskini göze almak istemiyor gibi görünüyor. Çoğu Amerikalının kaçınılmaz olarak bildiği gibi Mollaların da Biden yönetiminin iç siyasi zayıflığının boyutunun zaten farkında olmaları muhtemel. Biden'ın ikinci dönem için yeniden seçilmesi konusunda şüpheler hakimken, İran Ayetullahı’nın, Biden'ın İsrail'e destek göstermeye çalıştığı bir dönemde, İsrail'e doğrudan veya müttefik terörist gruplar aracılığıyla yapılacak herhangi bir saldırının ABD'nin güçlü bir tepkisine yol açabileceğinden endişelenmesi haklı ve mantıklı olabilir. ABD seçim kampanyasının beklenmedik sonucu ve Trump'ın ikinci dönem başkanlığının neler getirebileceği, belki de İran tarafında görülen kısa vadeli, geçici duraklamanın açıklaması olabilir. Ayrıca Binyamin Netanyahu hükümetinin düşmesini beklemek de İran için bir hediye olabilir. Zira başka hiçbir İsrailli lider, İran tehdidini bu kadar net bir şekilde anlayamıyor ya da hiçbiri Netanyahu'nun, İsrail'in selefi Ariel Şaron'un "nükleer soykırım" olarak adlandırdığı şeyin kurbanı olmaması konusundaki kararlılığına sahip değil.

Ancak İran'ın tercihi ne olursa olsun, İsrail'in Hamas'a karşı kazanacağı kesin zaferin Tahran'ın bölgesel konumunu onarılamaz biçimde zayıflatacağını göz ardı edemez. Biden yönetimindeki Beyaz Saray bu yaklaşımı izlese bile İsrail kesinlikle sadece saldırılara karşı koyan veya bu bağlamda yanıt verme ile yetinen bir oyuncu değil. Gerçekten de İsrail bundan sonra Hizbullah'ın devasa füze stokunu ve onun oluşturduğu neredeyse varoluşsal tehdidi hedef alabilir. İsrail, İran'ın doğrudan Amerikan müdahalesinden yeterince korktuğuna inanıyorsa, İran'ın büyük karşı saldırılarından korkmadan Hizbullah'ın cephaneliğine karşı kararlı eylemlerde bulunabilir.

Daha da önemlisi, 5 Kasım'da yapılması planlanan ABD seçimleriyle ilgili belirsizlik durumu Tahran'a (gidişat hakkında) net bir yön vermiyor. Trump'ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'ye suikast emri vermesine rağmen Emmanuel Macron, Biarritz'deki G7 zirvesinde Trump'ı dönemin İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile görüşmeye neredeyse ikna etmişti. Dolayısıyla, Biden yönetimine hakim olan görünürdeki zayıflık ve tereddütlere rağmen İran Mollaları, ABD'nin temel ulusal güvenlik çıkarlarına ilişkin sınırlı anlayışı ile Trump'ın yeniden başkanlığa dönüşünü beklemeye karar verebilirler. İran’ın 5 Kasım'dan önce büyük yeni askeri girişimlerde bulunmayı reddetmesi, Husilerin, Hizbullah'ın, Şii milislerin ve hatta bizzat İran'ın İsrail veya ABD’nin ceza niteliğindeki saldırılarına maruz kalmasını önleyecektir.

Bu bağlamda İran, hızla büyüyen Çin-Rusya ekseniyle artan uyumunu ve yakınlaşmasını da dikkate alıyor. Söz konusu eksen, Soğuk Savaş sırasındaki Çin-Sovyet ittifakının çağdaş bir versiyonu ve Pekin büyük ortağı, Moskova ise ona bağlı tarafı oluşturuyor. İran, Ukrayna'ya karşı kullanılmak üzere Rusya'ya insansız hava araçları satıyor. Çin ise Rusya'dan petrol ve doğalgaz alımını artırdı. Çin, Rusya'nın uluslararası mali yaptırımlardan kaçmasını kolaylaştırıyor ve belki de ABD seçimlerinden önce Tayvan'a karşı kararlı bir adım atıp atmamayı düşünüyor. Buna karşılık Pekin'in (ve Moskova'nın) ABD seçimlerinin sonuçları belli olana kadar beklemeye veya bu tarihten önce büyük adımlar atmaya ilişkin bakış açısı, her iki durumunda olumlu ve olumsuz noktaları olduğu için hâlâ belirsiz. Bunun ABD başkanlık seçimleri kampanyaları sırasında partiler düzeyinde şiddetli ve hararetli bir tartışmanın konusu olması bile son derece tehlikeli ve belirsiz, Rusya, Çin ve İran açısından önemli bir kararsızlık faktörüdür.

Bu arada İran ile Pekin-Moskova eksenindeki Kuzey Kore gibi diğer ortaklar arasındaki aleni koordinasyon da netleşti. İran ve Kuzey Kore, nükleer silahlar ve balistik füze programları konusunda uzun süredir yakın iş birliği içindeydi, ancak bu iş birliği bariz nedenlerden dolayı gizli tutuluyordu. Dolayısıyla ilişkilerine ilişkin her türlü gizlilik iddiasından vazgeçmeleri, nükleer silahları yaymaya çalışan bu iki haydut devletin kendilerine olan güveninin arttığının bir göstergesidir. Ne yazık ki, ABD'nin düşmanlarının hepsi, Trump'ın ülkesinin düşmanlarıyla "büyük anlaşmalar" yapma arzusunun, Amerikan ulusal çıkarlarına ilişkin her türlü rasyonel hesaplara üstün gelebileceğinin ve kolaylıkla onları geçersiz kılabileceğinin farkındalar.

Önümüzdeki altı ay için en olası senaryo şu; İsrail saldırıları Hamas'ı köhne bir terör ağı olarak bırakacak ve yine İsrail, Batı Şeria ve Gazze'de terör ile bağlantılı olduğundan şüphelendiği kişilere karşı saldırılarını artıracak. Keza Lübnan sınırında İsrail ile Hizbullah arasındaki gerginlik de yükselebilir. 5 Kasım yaklaştıkça ve seçim sonuçları ve genel tablo netleştikçe, İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar. Kimse önümüzdeki altı ayın sakin geçeceğini düşünmesin.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.


İngiliz üniversitelerinde Gazze'deki savaşı protesto etmek için öğrenci gösterileri düzenleniyor

Filistin yanlısı öğrenciler dün (Çarşamba) Newcastle Üniversitesi'nde bir araya geldi. (Reuters)
Filistin yanlısı öğrenciler dün (Çarşamba) Newcastle Üniversitesi'nde bir araya geldi. (Reuters)
TT

İngiliz üniversitelerinde Gazze'deki savaşı protesto etmek için öğrenci gösterileri düzenleniyor

Filistin yanlısı öğrenciler dün (Çarşamba) Newcastle Üniversitesi'nde bir araya geldi. (Reuters)
Filistin yanlısı öğrenciler dün (Çarşamba) Newcastle Üniversitesi'nde bir araya geldi. (Reuters)

Filistin yanlısı öğrenciler ABD'deki üniversite kampüslerinde yaşanan şiddet olaylarının ardından İngiltere'deki üniversitelerde de gösteriler için bir araya geldi.

Şarku’l Avsat’ın İngiliz haber ajansı PA Media’dan aktardığı habere göre Leeds, Newcastle ve Bristol'daki öğrenciler dün (Çarşamba) Gazze'deki savaşı protesto etmek için üniversite kampüslerinde çadırlar kurdu.

Bristol Üniversitesi öğrencileri gösteriyi ‘üniversitenin İsrail'in Filistinlilere yönelik soykırımına suç ortaklığını protesto etmek için’ düzenlediklerini söylerken, Newcastle Apartheid Off Campus gösterilerinin ‘kurumun yatırım stratejisini ve İsrail ordusunun Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da işlediği savaş suçlarına suç ortaklığını vurgulamak için’ olduğunu belirtti.

Öğrenci aktivistler başka yerlerde de yürüyüş ve gösteriler düzenlediler. Gruplar, Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyona tepki olarak üniversitelerini İsrail'le öğrenci programlarını feshetmeye çağırdı.

İngiltere’deki gösteriler, başta New York'taki Columbia Üniversitesi olmak üzere ABD'deki üniversite kampüslerinde yaşanan şiddet olaylarının ardından geldi.

Kaliforniya Üniversitesi'nde de şiddet olayları patlak verdi ve ABD genelinde binden fazla protestocu tutuklandı.


ABD'deki üniversitelerde yaşanan çatışmaların ve tutuklamaların ardından kampüslere polis konuşlandırıldı

California Üniversitesi'ndeki Gazze savaşı karşıtı protestocular (AFP)
California Üniversitesi'ndeki Gazze savaşı karşıtı protestocular (AFP)
TT

ABD'deki üniversitelerde yaşanan çatışmaların ve tutuklamaların ardından kampüslere polis konuşlandırıldı

California Üniversitesi'ndeki Gazze savaşı karşıtı protestocular (AFP)
California Üniversitesi'ndeki Gazze savaşı karşıtı protestocular (AFP)

Fransız Haber Ajansı (AFP), ABD’nin Gazze'deki savaşa karşı öğrenci protestolarına tanık olurken polisin bugün Los Angeles ve New York'taki bazı üniversitelerin kampüslerine müdahale ederek yeni tutuklamalar yaptığını bildirdi.

Dallas'taki Teksas Üniversitesi'nde polis Gazze’deki savaşı protesto etmek için kurulan bir kampı dağıttı. Üniversiteden yapılan açıklamaya göre polis en az 17 kişiyi ‘adi suçlar’ işledikleri gerekçesiyle tutukladı.

Yetkililer, polisin New York'taki Fordham Üniversitesi'nde birkaç kişiyi tutukladığını ve bu sabah kampüste kurulan bir protesto kampını tahliye ettiğini açıkladılar.

New York Polis Departmanı’ndan (NYPD) yapılan basın açıklamasında, şehirdeki iki üniversitede yaklaşık 300 kişinin tutuklandığını açıkladı.

Salıyı çarşambaya bağlayan gece, ağır silahlarla donatılmış güvenlik güçleri, Gazze'deki savaşı protesto etmek için Manhattan'ın prestijli üniversitelerinden Columbia Üniversitesi'nde bir binayı işgal eden öğrencileri binadan çıkarıp uzaklaştırdı.

Polisin müdahalesine tanık olan Columbia Üniversitesi öğrencilerinden Meghnad Bose, AFP’ye “Polis onlara karşı acımasız ve düşmanca davrandı” dedi.

Columbia Üniversitesi'ndeki (UCLA) Filistin yanlısı öğrenci gruplarının tek çatı altında toplandığı bir ittifak olan Columbia University Apartheid Divest (CUAD) tarafından yapılan açıklamada, “İnsanları ayrım gözetmeksizin durdurdular ve bazı öğrencileri aldıkları yaralar yüzünden hastaneye kaldırılmak zorunda kaldık” denildi.

UCLA Rektörü Nimet Menuşe Şefik, dün yaptığı açıklamada, “Bu noktaya geldiğimiz için üzgünüm” ifadelerini kullandı.

Protestocuların ‘önemli bir amaç için’ mücadele ettiklerini söyleyen Şefik, ancak üniversite dışından gelen ‘öğrenciler ve aktivistler’ tarafından gerçekleştirilen ‘yıkıcı eylemlerin’ polisin müdahale etmesini gerektirdiğini belirtti. Rektör, protestolar sırasında yapılan ‘antisemitist açıklamaları’ kınadı.

ABD basınına göre Tucson’daki Arizona Üniversitesi ve Wisconsin’deki Madison Üniversitesi’ndeki diğer kampüslerde kurulan protesto kampları da dağıtıldı.

Protesto dalgası

Son iki haftadır ülkenin batısındaki Kaliforniya'dan kuzeydoğusundaki eyaletlere ve Teksas ve Arizona gibi orta ve güney eyaletlerine kadar ABD'nin önde gelen üniversitelerinde Gazze'deki savaşa ve yöneticilerin İsrail'e yardımlar göndermesine karşı çıkan ve İsrail'le bağlantılı şirketlerle ilişkilerin kesilmesini talep eden öğrenci protestoları düzenleniyor.

AFP’nin foto muhabiri, salı gecesi Los Angeles’taki California Üniversitesi'nde, maskeli kalabalık bir grubun Filistin yanlısı göstericiler tarafından kurulan protesto kampına saldırması üzerine taraflar arasında çatışma çıktığını bildirdi.

Foto muhabirinin aktardığına göre saldırgan grup, kampın etrafına kurulan bariyeri aşmaya çalıştı. Bunun üzerine protestocular ile saldırgan grup arasında kavga çıktı.

Dün kampüste sükûnet yeniden sağlanırken polis arabaları olay yerinden ayrılmadı.

AFP’ye konuşan üniversite öğrencilerinden Daniel Harris (23) “Üniversite saldırganların barışçıl protestoculara saldırmasını engellemeli” diye konuştu. Harris, saldırganların ‘öğrenci ya da üniversiteyle herhangi bir bağlantısı olan kişiler gibi görünmediğini’ de sözlerine ekledi.

UCLA Başkanı Gene Block, şiddet olayları patlak vermeden önce üniversite ile bağlantısı olmayan kişilerin varlığıyla ilgili uyarmıştı.

Biden "sesini yükseltmeli!"

Öte yandan Rhode Island'daki Brown Üniversitesi, öğrencilerle, Gazze'deki soykırımı kolaylaştıran ve bu soykırımdan fayda sağlayan şirketlerle ilişkileri kesme konusunda bir oylama düzenlemesi karşılığında protesto kamplarını dağıtma konusunda anlaşmaya vardığını duyurdu.

AFP’nin verilerine göre ABD polisi, 17 Nisan'dan bu yana en az 30 üniversitenin kampüsünde gözaltılar gerçekleştirdi.

Üniversite yönetimlerinin talebi üzerine olaya müdahale eden çevik kuvvet polislerinin görüntüleri, Vietnam Savaşı sırasında ABD’de yaşanan benzer olayları hatırlatırken görüntüler tüm dünyada viral oldu. Bu gelişmeler, halkı son derece kutuplaşmış bir halde olan ülkede kasım ayında yapılması planlanan başkanlık seçimlerine altı kala yaşandı.

Beyaz Saray tarafından dün yapılan açıklamada ABD vatandaşlarının protesto hakkının desteklendiğini belirtilirken üniversitelerin kampüslerinde ‘öğrencilerin küçük bir yüzdesinin bu aksamaya neden olduğu’ vurgulandı.

Beyaz Saray sözcüsü Karine Jean-Pierre tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Bu aksaklığa az sayıda öğrencinin neden olduğuna inanıyoruz. Eğer protesto etmek istiyorlarsa, ABD vatandaşları bunu barışçıl bir şekilde ve yasalar çerçevesinde yapma hakkına sahiptir.”

Jean-Pierre, Beyaz Saray'ın ‘antisemitizmi kınadığı gibi nefret söylemini de kınamaya devam edeceğini’ vurguladı.

Öte yandan ABD Başkanı Joe Biden, üniversitelerin kampüslerindeki protestolar karşısında şimdiye kadar büyük ölçüde sessizliğini korudu. Ancak nisan ayında Columbia Üniversitesi'nde protestolar başladığında kampüslerde protestoları ‘antisemitist hareketler’ diyerek kınadı.

Eski Başkan Donald Trump Wisconsin'deki bir miting sırasında "New York dün gece kuşatma altındaydı” dedi. Trump ayrıca Başkan Biden'ın bu konuda konuşması gerektiği söyledi.


AB, Suriyeli mülteci akınını önlemek için Lübnan'la 1 milyar euro değerinde anlaşma yapmayı planlıyor

Lübnan’daki yerinden edilmiş Suriyeliler (AFP)
Lübnan’daki yerinden edilmiş Suriyeliler (AFP)
TT

AB, Suriyeli mülteci akınını önlemek için Lübnan'la 1 milyar euro değerinde anlaşma yapmayı planlıyor

Lübnan’daki yerinden edilmiş Suriyeliler (AFP)
Lübnan’daki yerinden edilmiş Suriyeliler (AFP)

Avrupa Birliği (AB), yaklaşık bir milyar euro değerinde büyük bir mali yardımla halen Lübnan'da ikamet eden Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya doğru akışını durdurmayı planlıyor.

Şarku’l Avsat’ın Alman haber ajansı DPA’dan aktardığı habere göre söz konusu fonlar, Lübnan'da sağlık, eğitim ve sosyal hizmetlerin güçlendirilmesi için kullanılacak.

Fonlar ayrıca Lübnan güvenlik makamları ve silahlı kuvvetlerinin yanı sıra insan kaçakçılığı çeteleriyle mücadele ile ekonomik ve mali reformların gerçekleştirilmesi için de tahsis edilecek.

AB’nin planlamasına göre yasal göçün kolaylaştırılması da öngörülüyor.

AB yetkililere göre destek paketinin bugün (Perşembe) Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Nicos Christodoulides tarafından Lübnan'a yapılacak ziyaret sırasında açıklanması planlanıyor.

Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi son zamanlarda Lübnan'dan gelen Suriyeli mültecilerin sayısındaki artışı sürdürülemez olarak değerlendirmiş ve AB'yi harekete geçmeye çağırmıştı.


BM: Gazze'nin yeniden inşası önümüzdeki yüzyıla kadar sürebilir

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yol açtığı yıkımın ortasında kalan Filistinliler (EPA)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yol açtığı yıkımın ortasında kalan Filistinliler (EPA)
TT

BM: Gazze'nin yeniden inşası önümüzdeki yüzyıla kadar sürebilir

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yol açtığı yıkımın ortasında kalan Filistinliler (EPA)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yol açtığı yıkımın ortasında kalan Filistinliler (EPA)

Bugün (Perşembe) yayınlanan bir Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre, Gazze Şeridi'ndeki evlerin yeniden inşası, yeniden inşa hızının önceki çatışmalarla aynı eğilimi izlemesi halinde önümüzdeki yüzyıla kadar devam edebilir.

İsrail'in yedi ay süren bombardımanı milyarlarca dolarlık hasara yol açtı ve yoğun nüfuslu Gazze Şeridi'ndeki çok sayıda yüksek beton binayı moloz yığınına dönüştürdü. Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığı habere göre bir BM yetkilisi yıkımın Gazze Şeridi'ni ‘ayın yüzeyine’ benzettiğini söyledi.

Filistinlilere ait veriler, Hamas savaşçılarının 7 Ekim'de İsrail'in güneyine düzenlediği ölümcül saldırılarla tetiklenen çatışmalarda yaklaşık 80 bin evin yıkıldığını gösteriyor. İsrail saldırıları ayrıca, on binlerce Filistinlinin ölümüne neden oldu.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayınlanan raporda, Gazze Şeridi'nin ‘yıkılan tüm konut birimlerini tamamen restore etmek için yaklaşık 80 yıla ihtiyaç duyacağı’ belirtildi.

Ancak raporda, ‘mümkün olan en iyi senaryoda, inşaat malzemelerinin 2021'de bir önceki krize göre beş kat daha hızlı teslim edilmesiyle, bunun 2040 yılına kadar yeniden inşaya olanak sağlayacağı’ ifade edildi.

UNDP raporu, savaşın sosyo-ekonomik etkilerine ilişkin, mevcut çatışmanın süresine dayanan ve onlarca yıl devam etmesi beklenen acılarla ilgili bir dizi projeksiyon sundu.

UNDP Başkanı Achim Steiner yaptığı açıklamada, “Bu kadar kısa bir süre içinde eşi benzeri görülmemiş düzeyde can kaybı, büyük yıkım ve yoksulluktaki keskin artış, gelecek nesillerin geleceğini tehdit eden ciddi bir kalkınma krizine yol açacaktır” dedi.

Raporda, savaşın dokuz ay daha devam etmesi halinde Gazze Şeridi nüfusu arasında yoksulluğun 2023 yılı sonunda yüzde 38,8'den yüzde 60,7'ye çıkmasının beklendiği ve orta sınıfın büyük bir bölümünün yoksulluk sınırının altına sürükleneceği kaydedildi.


Kaynaklar: Gazze'de ateşkes müzakereleri olumlu ilerliyor

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin cenaze namazından (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin cenaze namazından (AP)
TT

Kaynaklar: Gazze'de ateşkes müzakereleri olumlu ilerliyor

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin cenaze namazından (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin cenaze namazından (AP)

El-Kahire el-İhbariyye televizyon kanalı bugün (Perşembe) üst düzey bir Mısırlı kaynağa dayandırdığı haberinde Gazze Şeridi'nde bir ateşkes anlaşmasına varılması için yürütülen müzakerelerde ‘olumlu ilerleme’ kaydedildiğini duyurdu.

Arap Dünyası Haber Ajansı'na (AWP) göre adı açıklanmayan kaynak, Mısır'ın tüm taraflarla ‘yoğun’ temaslar yürüttüğünü belirtti.

Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes müzakereleri ve esir takası konusunda bilgi sahibi bir kaynak salı günü yaptığı açıklamada, iki taraf arasında bir anlaşmaya varılmasının yakın olduğunu ve uygulamayı engelleyen bazı sorunların hızla çözülmesi halinde birkaç gün içinde anlaşmaya varılabileceğini belirtti.

Arabuluculara yakın olan kaynak AWP’ye yaptığı açıklamada, Mısır'ın önerisinin her iki tarafça da kabul edildiğini, ancak sorunun Hamas'ın hangi nitelikteki (yaş, cinsiyet, sağlık durumu vs.) esirleri serbest bırakacağıyla ilgili olduğunu söyledi.